Şiir, Sadece: Memorial de la Isla Negra
Memorial de la Isla Negra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Memorial de la Isla Negra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2014 Perşembe

Bellek

Her şeyi anımsamalıyım,
çimen yapraklarını saklamalıyım,
ipliklerini hırpanî olayların,
ve metre metre dinlence yerlerini,
sonsuz demiryollarının izini,
acının yüzeyini.

Eğer bir gonca gülü yitirmişsem
ve geceyi bir tavşanla karıştırmışsam,
ya da belleğimin bütün bir duvarı
yıkılmaktaysa,
mecburum oluşturmaya
havayı, buharı, toprağı, yaprakları,
saçı, hatta tuğlaları,
beni delik deşik eden dikenleri bile,
kaçışın hızını.

Merhamet gösterin şaire.

Her zaman hızla unuttum,
ve benim bu ellerim
yalnızca kavranılmaz olanları tuttu,
artık var olmayan şeylerle
karşılaştırılabilecek
dokunulmaz şeyleri.

Duman bir aromaydı,
aroma duman gibiydi,
öpüşlerimle can bulan
uyuyan bir bedenin teniydi,
fakat sorma bana düşlediğimin
zamanını ya da adını,
ölçemem ki
ülkesi olmayanın yolunu
ya da değişmiş olan gerçeği
ya da belki günle sönmüş
gecede bir ateş böceği gibi
o dolanan ışığı.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

13 Ekim 2014 Pazartesi

Daha Fazla Ana

Daha fazla anam geldi
ayağında takunyalarıyla. Gece
kutuptan esti rüzgâr, kırıldı
çatının kiremitleri, yıkıldı
duvarlar ve köprüler.
Bütün gece boyunca uludu gecenin pumaları,
ve şimdi, buz gibi güneşin
sabahında, geliyor
benim daha fazla anam
Trinidad Marverde,
fırtınalı taşranın
güneş kararsızlığı gibi uysalca,
nerdeyse sönmüş ışığıyla narin bir lamba,
aydınlatıyor
diğerlerine göstermek için yolu.

Sevgili daha fazla anam,
- hiçbir zaman dilim varmadı
sana üvey ana demeye -
bu anda
seni tanımlamak için titriyor ağzım,
çünkü yoksul kasvetli giysilerdeki
iyiliği görmeyi
handiyse anlamaya başlamıştım,
o yararlı kutsallığı:
suyun ve unun iyiliğini,
işte sen buydun işte. Hayat seni ekmek yaptı,
ve onunla beslendik bizler,
uzun ve yalnız kışta
damlarken yağmur suları
evin içine,
hazırdın sen
her zaman
alçakgönüllüce
elekten geçirmeye
yoksulluğun
acı tahıl tanesini
elmaslardan bir ırmağı
bölüştürüyormuşsun gibi.

Oy ana, nasıl
anımsamam ki seni
hayatımın her dakikasında?
Mümkün değil. Taşıyorum
Marverde’ni kanımda,
bölüşülmüş ekmeğin
soyadını,
bir un çuvalından
çocukluk giysimi biçimlemiş
o yumuşak eller,
yemek pişirdi, ütü yaptı, çamaşır yıkadı,
ekin ekti, ateşi düşürdü,
ve her şey yapıldığında
ve en sonunda
kendi ayaklarımın üstünde sağlamca durduğumda,
gitti, tamamlamış olarak, esmer,
küçük tabutunda
en sonunda yapacak işi kalmadan
Temuco’nun sert yağmuru altında.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

24 Eylül 2014 Çarşamba

Deniz

Öğretmenim olduğundan gereksinim duyarım denize:
bilmem müziği mi öğrenirim bilinci mi:
bilmem yalnız bir dalga mıdır yoksa derin bir varlık mı
ya da yalnızca çatlak bir ses midir ya da balıkların
ve gemilerin parıldayan bir telkini mi.
Gerçek şu ki, uykuya dalana dek ben
bazı manyetik çemberlerde
kımıldarım dalgaların üniversitesinde.

Bazı ürperen gezegenlerin
ağır ölümlerini belirten
çatırdamış sıradan deniz kabukları değil yalnızca,
hayır, günü yeniden kurguladım parçalarından
bir çimdik tuzdan sarkıtı
ve bir kaşık dolusu tuzdan o büyük tanrıyı.

Daha önce ne öğrettiyse bana unutmadım.
Havayı, sürekli esen rüzgârı, suyu ve tuzu.

Buraya gelip kendi ateşiyle yaşayan
bir delikanlı için önemsiz görünür bunlar,
fakat gene de, doğrulan
ve uçurumunda atan nabız,
o mavi soğuğun çatırtısı,
aşamalı dağılışı uzaktaki yıldızın,
dalganın uysal yayılışı,
köpüğüyle birlikte karın çarçur edilişi,
sessiz gücü orada, derinlerdeki
taştan bir taht gibi,
inatçı üzüntüyle giderek büyüyen dünyamı
değiştirir, unutuşları toplar,
ve hayatım birden değişir:
bu saf devinimin bir parçası olurken.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

14 Ağustos 2014 Perşembe

Doğum

Doğan birçok kimse
arasında
doğdu biri,
yaşayan birçok kimse arasında
yaşadı,
ve toprağın hikâyesini anlatmadan
anlatılamaz hikâyesi,
asmaların yeşil zülüflerinin dalgalandığı
Şili’nin orta bölgesi toprağında
ışıkla beslenir üzümler,
halkın ayakları altında doğar şarap.

Kışın doğduğum
bu yere
Parral denir.

Ne ev ne de sokak
kaldı şimdi geride:
sıradağlar saldı
atlarını,
derindeki
güç
toparladı kendini,
yerinden hopladı dağ
ve çöktü kasaba
depremle.
Ve balçık duvarlar,
duvarlardaki resimler,
karanlık odalardaki
köhne mobilyalar,
sineklerin kesintiye uğrattığı sessizlik,
her şey dönüştü
toza:
yalnızca bazılarımız korudu
biçimini ve kanını,
yalnızca bazılarımız ve asmalar.

Asmalar sürdürdü yaşamayı,
hasat zamanı
toplanacak
üzümler oldurmayı.
O sağır cenderelere
dökülecek üzümler,
kendi uysal kanlarıyla
boyanmış fıçılara sonra,
ve orada, korkulu toprakla
ürkmüş olarak
hayatta kalır şarap çırılçıplak.

Manzara ya da zaman hakkında
hiç anım yok,
ne de yüzler ya da figürler hakkında:
yalnızca ele gelmez tozu anımsarım,
yazın sonunu
ve mezarlar arasında
uyuyan annemi görmem için
beni götürdükleri mezarlığı.
Ve o zamandan beri hiç görmediğim için
annemin yüzünü,
görmek için çağırdım onu ölülerin arasından,
fakat diğer gömülmüşler gibi
ne bilir ne işitir, yanıt vermez,
orada yalnız durur, oğulsuz,
ruhlar arasında
içine kapanık ve kaçamaklı.
Ve oralıyım ben,
toprağı titreyen Parral’danım ben,
ölmüş annemden
fışkıran
üzüm hevenklerini
barındırır o toprak.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

25 Ocak 2014 Cumartesi

İlk Deniz

Denizi keşfettim. Carahue’den
Cautín ırmağına dek akıyordu halicine
ve buharlı gemilerde başladı,
düşler ve başka bir hayat kapladı beni
bırakarak kirpiklerimde soruları.
Yalnız başıma pruvadaydım,
zayıf bir çocuk ya da bir kuştum,
yalnız bir öğrenci ya da esmer bir balıktım,
mutluluktan uzaktım,
bu küçük kayığın dünyası
bilmezken beni
ve çözerken
akordeonların yivlerini,
suyun ve yazın yolcuları
yemek yerdi ve şarkı söylerdi.
Pruvadaydım ben,
öyle küçüktüm,
handiyse insan denilmezdi bana,
yitmiştim,
anısız ve sessizdim,
şarkısız ve neşesizdim,
dağların arasından geçen
suyun devinimlerine kaptırmıştım:
benim için yalnızdı bu yalnızlıklar,
bu saf yol yalnızdı,
evren yalnızdı benim için.

Irmaklardaki esrimeler,
kıyılardaki fundalıklar ve rayihalar,
birden beliren kayalar, yanmış ağaçlar,
ve o yalnız, her şeyi kaplayan toprak.
Bu ırmakların oğlu olarak
korudum dünyada
yolculuk etmeyi
aynı ırmak kıyılarından
aynı dalga köpüklerine
ve düşerken deniz
yaralı bir kule gibi
ve doğrulurken yeniden dalgalanan öfkede
kopardım kendimi köklerden,
genişledi ülkem,
çatırdadı ağacın birliği:
ormanların hapishanesi açtı
dalgaların yıldırımla doldurduğu
yeşil bir kapıyı
ve denizin bir vuruşuyla
yayıldı hayatım dünyaya doğru.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan
1964

24 Ocak 2014 Cuma

İlk Yolculuk

Temuco’ya ne zaman geldiğimizi bilmiyorum.
Belirsiz ve gecikmiş bir şeydi
ciddi bir şekilde doğmak, uzatmalı bir şeydi
başlamak, hissetmek, tanımak, nefret etmek ve sevmek.
Bütün bunların hem gülü vardı hem de dikeni.
Doğduğum bölgenin tozlu göğsünden
bir şey demeksizin götürdüler çocuk beni
yağmurlu Araukanya’ya.
Evimizin tahta duvarları
orman kokardı,
saf yabanıl orman.
Bundan sonra büyüdü tahtaya karşı
aşkım ve dokunduğum her şey
tahta oluyordu.
Gözü ve yaprağı
karıştırıyordum birbiriyle,
ve kadınları karıştırıyordum
fındık çalısının baharıyla, ağaçla insanı,
seviyorum rüzgârın ve yaprakların dünyasını,
ayıramıyorum dudakları köklerden.

Baltanın ve yağmurun altında
büyüyüp fırladı yeni kesilmiş keresteden kent,
reçineden damlalarıyla yeni bir yıldız gibi,
ve hızar ve testere
sevdiler birbirlerini gece gündüz,
şakıyarak,
çalışarak,
ve cırcırböceği keskin cıvıltısı
yükseltiyor şikâyetini
o direngen yalnızlıkta
ve geri dönüyor benim kendi şarkıma:
yüreğim ağaç kesiyor hâlâ ormanda
ve yağmurda şakıyor hızarla,
öğütüyor soğuğu ve rende talaşını ve mis kokuyu.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan 
1964

11 Aralık 2013 Çarşamba

Maruri Sokağı’ndaki Pansiyon

Bir sokaktır Maruri.
Birbirine bakmazdı evler, benzemezdi birbirine,
ama gene de bağlantılıydı birbirleriyle
duvar duvara, fakat
konuşmayan pencereleri görmezdi sokağı,
sessizdiler.

Kış ağacının kirli yaprakları gibi
uçardı bir kağıt.

İkindi tutuştururdu gurubu. Rahatı kaçmış
gök yayardı kaçak ateşini.

Kara sis işgal ederdi balkonları.

Açtım kitabımı. Yazdım
sanki bir madenin
dehlizindeymişim gibi, rutubetli
terkedilmiş bir galeri sanki.
Biliyorum kimse yok şimdi,
o evde, o sokakta, o kekre kentte.
Kapısı açık, dünyası açık
bir mahkûmum ben.
Hasret çeken bir öğrenciyim şafakta,
ve tırmanıyorum erişte çorbasına
ve atılıyorum yatağıma ve gelen güne.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan 
1964

15 Haziran 2013 Cumartesi

Şiir

Ve zamanıydı... Gelmişti şiir
beni yoklamaya. Bilmiyorum, bilmiyorum nereden
geldi, zemheriden mi yoksa bir nehirden mi.
Bilmiyorum nasıl ya da ne zaman,
sesler değildi, sözcükler değildi,
sessizlik de değildi,
fakat beni çağırıyordu bir cadde,
gecenin dalları,
ansızın başkaları,
şiddetli yangınların arasından
ya da belirsiz yüzümle oradan
dönerken yalnız,
dokunmuştu bana.

Ne söyleyeceğimi bilemedim, ağzım
bilmez
isimleri,
gözlerim kör,
ve kımıldadı bir şeyler ruhumda,
ateş ya da unutulmuş kanatlar,
ve kendimce yorumlayarak
anlamını
o ateşin,
yazdım ilk güçsüz dizeyi,
güçsüz, içeriksiz, saf,
saçma sapan,
hiçbir şey bilmeyen birinin
hikmeti gibi,
ve birden gördüm göklerin
kımıldayıp açıldığını,
gezegenlerin,
titreyen bitkilerin,
delip geçti gölgeler,
okların, ateşin ve çiçeklerin
gizemleriyle,
kıvrımlı gece, evren.

Ve ben sonsuzca küçük varlık,
koca yıldızlı boşlukla
sarhoşum,
benzeriyim,
görüntüsüyüm gizemin,
uçurumun bir parçasıyım,
yıldızlarla tekerlendim,
rüzgârda uçtu yüreğim.


Pablo Neruda
("Memorial de la Isla Negra"dan, 1964)