Şiir, Sadece: 2013-03-31

6 Nisan 2013 Cumartesi

Ecelen

Sergüzeşti yok artık bu mülkün,
Gitti Rebiyye kalübelaya,
Hediyyesidir sırtımda kürküm...

Ne mi acelem? Karşı helaya...


Can Yücel

Sınıflama

Kademsiz oluyor kimi ağaçlar
Sokak üstüne, ayak altına düşenler
Tozdan, dumandan görmez olmuş yeşil gözleri
Onlar da çam, onlar da çınar ama
Toroslar'daki akranlarıyla aralarında
Epiy bir yükseklik ve hava
E az'cık da bir sınıf farkı var...


Can Yücel

5 Nisan 2013 Cuma

Bukadarcık

Su istemeye geldiler çocuklar,
Kumsalda çimerken farımışlar,
Mayolarıyla geldiler,
En arkada sarışın, şipşirin
Olsun olsun dört yaşında bir oğlan...
Güler su veriyor onlara...

Ben de olsam onlara daha ne verebilirim ki
Musluktan taşan su seslerine karışan
O cıvıl cıvıl seslerini cankulağıylan dinlemekten başka?


Can Yücel

Kandırmak İstemem Kendi Kendimi

Kandırmak istemem kendi kendimi,
Ama sisli yüreğimde hep bir kaygı var:
Bilmiyorum niçin bana: O Yesenin rezili...
Bilmiyorum niçin bana: O şarlatan ... diyorlar?

Ne bir cani ne de bir haydudum ben,
Masumları kurşuna da dizmedim dizdirmedim.
Yoldan geçenlere durmadan gülümseyen
Bir sokak serserisiyim o kadar.

Sabahtan akşama değin gezinmekteyim
Moskova yollarında muzip ve mağrur,
İnsan sevmeyen başıboş köpekler
Ayak sesimi işitir işitmez durur.

Kardeşçe başını eğip selamlar beni
Karşılaştığım her uyuz beygir.
Gönül yoldaşıyım tüm hayvanların.
Hastadır: Bir şiir yazarım iyileşir.

İstemiyorum hoşuna gitmek kadınların,
Ahmakça kaygılarla çarpmamalı bu yürek.
Hüznümü boğmak için bana katırların
Önüne serpilmeye bir avuç arpa gerek.

Bambaşka bir aleme gönül vermişim ben
İnsanlara da dostluk duymam asiyim.
Hazırım en güzel kravatımı hemen
Boynuna takmaya şu sersefil köpeğin.

Ancak böyle düzelir, bulurum keyfimi,
Dağılır içimde sis, bir güneş doğar.
Ve işte bundan bana: O Yesenin rezili...
Ve işte bundan bana: O şarlatan ... diyorlar.


Sergey Yesenin
1922
Türkçesi: Attila Tokatlı

4 Nisan 2013 Perşembe

Neruda Üzre

Varsa Yoksa Ölüm


Ücralarda mezarlar ki
çıtıçıkmaz çene kemikleriyle
çıkıverince karşına,
daraldıkça daralan yüreğin
dalar eninde sonunda
gözgözü görmez bir tünele,
batmakta bir gemi sanki
boğulup için için
geçersin kendi kendinden
bambaşka bir sahile

Mevtalar ki
bata çıka balçıklara
yoğrulmuş ayaklarıyla
uyurlarken ihtiyari bir durakta
sayıklayarak topsağır kulaklarıyla
köpeksiz köylerin ürümesini,
çançiçeklerinin taçyapraklarıyla
dökülürler körkütük bir kuyuya

Göründüler işte gene
yelken açmış pare pare tabutlar
aparmışlar belikleri bölük bölük hatunlarla
melekler kadar beyaz hamurkarları
ve noterlere gelin gitmiş mahzun kızları
aparmış gidiyorlar akıntıya karşı
o eflatun amazondan yukarı,
yelkenleri ölümün ölgün rüzgarıyla fora
gidiyorlar ağır ağır tabutlar

Sis çanları içinden ecel
selamete çıkar sonunda yaya,
gümrükten geçer çabucak
ayaksız bir ayakkabı, gözsüz bir gözlük,
sonra bir yüzük olur, tektaşsız ve parmaksız
vurur kapıya,
canhıraş bir çığlık atar veya
ağızsız, dilsiz ve sessiz bir çığlık,
derken içi boş bir muşambadır mesela
hışır hışır sokakları dolaşır,
huşu içre bir huş ağacı tut ki
yağmayan bir yağmu altında kalmıştır
...

Ne var-ne yok ki ölüm aynı zamanda
tebdil gezer cihanı harıl harıl
lepiska saçlarından bir süpürge halinde
arayarak tarayarak dört iklim dört köşeyi,
bir takip ki ölesiye, ölülerin peşinde,
yel üfürür, su götürür,
yerde tek bir ekmek kırıntısı
tek bir kağıt parçası kalmaya dek
ölüm ortalığı silip süpürür

Pirinç karyolalarda yatar ölüm
ranzalarda da, yer ve kamp yataklarında da
uyku tulumlarında da, portatif somyalarda da
ve örtü-döşek yatıyor derken mübarek
nerden geliyorsa pis bir ses gelir
ve küf kokusu bir nefes
şişirince birden örtüleri, çarşafları, nevresimleri
döşekler yelken açar tekmil
namevcut bir limana...
İşte tam ordadır ölüm,
limanın girişinde dikilmiş yosundan bir kayaya
kuşanmış sırma kaftanlarını
ve morg sakallarını sıvazlaya sıvazlaya
batmış donanmasını bekler kaptanı derya


Can Yücel

Esridi Dönmekten Altın Yapraklar

Esridi dönmekten altın yapraklar
Pembemsi suyunda havuzun
Ve hafif bir kelebek sürüsü gibi
Uçtular yönünde bir yıldızın.

Bugün sevdalıyım bu akşama,
Sararan ova yüreğe yakın.
Ergen rüzgar omuzlarına dek
Sıyırdı eteğini kayın ağacının.

İçimde ve ovada bir ürperti,
Örtülecek her yer lacivert karanlıkla,
Geçince koyunlar ve son çıngırak
Çalıp sustuğunda, sessizleşen bahçenin kapısı ardında.

Hiçbir zaman böylesine bir özenle
Dinlememiştim akıllı evreni
Ne güzel olurdu, suların pembeliğine
Devrilmek, şu söğüdün dalları gibi.

Ne güzel olurdu, şu ot yığınına
Gülümseyerek, şu ay gibi saman çiğnemek ...
Nerdesin, nerdesin ey sessiz sevincim
Her şeyi sevmek ve hiçbir şey istememek.


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

3 Nisan 2013 Çarşamba

Yoruldum Yaşamaktan Yurdumda

Yoruldum yaşamaktan yurdumda,
İçimde engin kırlara açılma özlemi,
Bırakıp gideceğim kulübemi,
Çekip gideceğim hırsız ve hayta.

Kendime bir barınak arayarak
Gideceğim günün ak pürçeklerinde.
Ve en iyi dostum beni vurmak için
Bileyecek bıçağını çizmesinde.

Çayırlık boyunca kıvrılan sarı yol
İlkbahara ve güneşe bürünmüşken,
Adını kalbimde taşıdığım
Kovacak beni eşikten.

Yeniden döneceğim baba ocağına,
Yadırgı bir sevinçle avunacağım
Ve yeşil bir akşam, altında pencerenin
Koluyla mintanımın kendimi asacağım.

Çit kıyısındaki akça söğütler
Başlarını daha bir sevecen eğecekler
Ve öylece, yıkamadan beni
Köpek uluması altında gömecekler

Ve ay yüzecek durmamacasına
Göllere küreklerini indirerek
Ve sürdürecek yaşamasını Rusya
Avlularda ağlayarak ve hora teperek


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Şarkı

Yahu, nedir bu bendeki esrarlı ısrar?
Aynı rüyaya dalarmış gibi tekrar tekrar,
Yüzyıllardır seni her gördüğümde çıplak,
Yeşeren gözlerimden düşer oluyor bir yaprak...


Can Yücel

Hayır Dua

N'oluyoruz diye kabaca sordum,
Narin Bey gelecekmiş, onu bekliyorlarmış...
Dört vatandaşımız dinelmiş demir kapının orda,
Allah bağışlasın, dördü de ali-nazik,
Bellerindeki emaneti yokluyorlar ikidebir...
Dobermanlar havlıyor,
Mersedesler gidiyor, Mersedesler geliyor.
Kapılar açılıp açılıp gümm kapanıyor,
Motorlar ısıtılıp, namlular soğutuluyor,
Devriye geziyor kartallar tepemizde,
Pike vaziyetleri...

Bunca külfet, bunca zahmet
Canı tatlı bir muhteremin
Eceliyle ölmesi için...
Başka ne denir, allah muvaffak etsin!...


Can Yücel

2 Nisan 2013 Salı

Uğurlama

Meyanede konuşuyorlardı
Bu hafta kimse bilemedi diye Toto'yu...
Herşey gibi bunun da bir istisnası var:
Ba'sü-badel-mevte samimen inanan Suat Tansuğ
Alkol komasından buldu bu cuma
Hanidir arandığı zigotoyu...

Mübarek olsun dünya-ahret kardeşime
Oralarla Buralar arasında
Yepyeni yaşamlarına doğru çıktığı
Ol allahlık yalnızlığı
Ve yolculuğu!

Buluşuruz belkim bigün, bir gece
Adı YILDIZ, kainatta lokanta
Suret köprünün orda
Çıkmaz sokakta...


Can Yücel

Geziniyorum İlk Karda

Geziniyorum ilk karda
Tutuşan güçlerin inci çiçekleri yüreğimde.
Yolumun üstündeki yıldızı
Akşam, yaktı mavi kandiliyle.

Bilmiyorum, ışık mı bu, karanlık mı?
Rüzgar mı, horoz mu korulukta öten?
Yoksa kış değil de çayırlığa inmiş
Bir kuğu sürüsü mü tarlaları örten?

Oh, ak düzlük, sen ne güzelsin!
Hafif ayazda kızışıyor kanım!
Nasıl istiyorum yaslamak bağrımı
Üryan göğüslerine kayınların.

Oh, ormanların koyu bulanıklığı!
Karla kaplı tarlaların sevinç salması yüreğe!..
Nasıl istiyorum kenetlemek kollarımı
Söğütlerin ağaç kalçaları üstünde ...


Sergey Yesenin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

1 Nisan 2013 Pazartesi

Aritmetik

Bir Türk cihana bedeldir, deriz ötedenberi,
Fazla ve az eskileri karıştırmayalım,
Bakarak, şu son günlerde,
Şebinkarahisar'la Gaziantep'te olup bitenlere
- Tabiy gaz'telerin yazdığı doğruysa -
Bazı Türklere işkence edilmiş,
- Nedeni ne olursa olsun -
Ayaklarından tavana asılmışlar,
Elektrik tutulmuş oralarına buralarına, falan filan,
- Tekrar söylüyorum, çıkan haberler doğruysa tabiy -
Ve o milletçe benimsediğimiz buyruksöz üzre
Bir Türk cihana bedelse eğer,
Bizler (yani içimizden bazıları)
- Sayılarını bilemiyoruz -
İçimizden kaç Cihana karşı insanlık suçu işlemişiz,
Kimbilir kaç Cihana
Kimbilir kaç Ahirete karşı!...


Can Yücel

Şiir

Aklımda başka, bambaşka şeyler,
Peşinde gibi bulunmaz hazinenin
Adım adım, birer birer
Yoldum tüm gelinciklerini bahçenin

Tıpkı öyle, bir gün, bir kurak
Yaz günü, kıyısında bir tarlanın
Koparıp alacak başımı ölüm
Kayıtsız ve dalgın


Marina Tsvetayeva
1936
Türkçesi: Ataol Behramoğlu