Şiir, Sadece: 2015-12-13

19 Aralık 2015 Cumartesi

Hayalet III Çerçeve

Resim, ünlü bir fırçadan çıksa da,
Güzel bir çerçeve çok şey katar,
Ve bu sonsuz doğadan ayırır da
Nedense garip ve büyülü kılar,

Mücevher, mobilya, yaldız, maden,
Uyum sağlardı ender güzelliğine;
Hiçbir şey yitirmezdi yetkinliğinden,
Her şey kenar süsü gibiydi kendisine.

Ara sıra derlerdi, her nesnenin
Ona sevdalandığına inanırmış;
Ve çıplaklığı şehvetle ıslanırmış

Çamaşırın ve kumaşın öpüşünde,
Sergilerdi maymunun sert ve sakin
Çocuksu edasını her hareketinde.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hayalet II Koku

Hiç içine çektin mi, okuyucu,
Sarhoşluk ve ağır iştah veren,
Kiliseyi dolduran buhur tohumunu.
Veya misk kokusunu, yastığa sinen,

Derin, büyülü albeniyle esritir,
Onarılan geçmiş yaşanan günde bizi!
Âşık tapılası vücut üzerindedir,
Anılardan toplar nefis çiçeği.

Bir koku yayıyordu yoz ve yavan,
Esnek ve ağır saçlarının lülesi,
Odadaki buhurdan, koku kesesi,

Giysisi, kadife veya pamukludan,
Her yanı saf gençliğiyle dopdolu,
Bir kürkün çıkardığı kokuydu bu.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hayalet I Karanlıklar

Kaderin sürgün edip de gönderdiği
Uçsuz bucaksız hüzün mahzenlerinde;
Pembe ve şen bir ışığın girmediği,
Tatsız ev sahibi, yapyalnız, Gece’yle,

Bir ressam gibiyim, alaycı Tanrı’nın
Karanlığa çiz diye mahkûm ettiği;
Aşçısı gibi ölümcül iştahların,
Pişirip yiyen benim kendi yüreğini,

Parlar, uzanır ve yayılır ara sıra
Bir hayal zarafet ve görkem dolu.
Doğulu ve düşünceli edası ile,

Büyüyüp elde etti mi olgunluğu,
Tanırım güzel ziyaretçimi artık :
Bu O’dur! Siyah, fakat çok aydınlık.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

18 Aralık 2015 Cuma

Ecinni

Tüle büründü güneş. Kendini benzet ona,
Haydi benim ay yüzlüm! sen de gölgeye bürün;
Uyu veya tütün iç; sessiz, kaygılı görün;
Ve baştan ayağa dal Usanç uçurumuna;

Böyledir sana sevgim! Ama, dilersen şimdi,
Sıyrılan yıldız gibi tutulduğu gölgeden,
Coşku dolu her yerde kibirlenmek istersen,
Pekâlâ! Güzel hançer, sıyrıl kınından haydi!

Gözbebeklerini yak lambanın alevinde!
Tutuştur o arzuyu köylülerin gözünde!
Sağlıksız ya da sonsuz bir zevk her şeyin bana;

Dilediğin gibi ol, kara gece, kızıl tan;
Bir tek zerre yok işte titreyen vücudumda
Haykırmasın : “Taptığım sensin, ey aziz Şeytan!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Düello

Derken iki savaşçı kapıştı birbiriyle;
Havaya kan ve ışık saçan silahlarıdır.
Bu oyunlar, bu demir şıkırtıları ise,
Çığırtkan aşka düşmüş gençliğin ahlarıdır.

Ve kırıldı kılıçlar! Biz de öyleydik gençken,
Sevgilim! Keskin dişler, çelik tırnaklar, bil ki,
Alır hain kılıcın öcünü çok geçmeden.
- Aşkla kanayan olgun yüreklerin öfkesi!

Yaban kedisi ve pars dolu vadi içinde
Yuvarlandı hışımla kapışan kahramanlar,
Ve böğürtlenler çiçek açacaklar teninde.

- Bu çukur, bir cehennem, orda dostlarımız var!
Dalalım, yoz amazon, terk edip nedameti,
Sonsuzlaştırmak için kindar ateşimizi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Saçlar

Ey dalga dalga boynun üstüne düşen saçlar!
Ey bukleler! Ey güzel koku, isteksiz savsak!
Esrimek! Loş odama yerleşsin diye tekrar
Bu akşam saçlarında uyuyan hatıralar,
İstiyorum onları mendil gibi sallamak!

Aşk yorgunu Asya’yla o ateşli Afrika,
Kaybolmuş, can çekişen bütün uzak âlemler,
Ey mis kokulu orman, yaşar kuytularında!
Başka ruhlar müzikte nasıl yüzüyorlarsa,
Benimki de, ey aşkım! senin kokunda yüzer.

Gezeceğim şevk dolu ağacın ve insanın
O sıcak iklimlerden baygın düştüğü yeri;
Örgü saçlar, bir dalga olun beni kaçırın!
Abanoz saç şendedir, yelkenin, flamanın,
Serenin, kürekçinin pırıl pırıl düşleri.

Gürültülü bir liman ruhum kanarak içer
Orada kokuları, sesleri ve renkleri;
Altın, meneviş içre gemiler kayıp geçer,
Ve onlar kollarını kuşatmak için açar
Sonsuz bir sıcaklıkla titreşen saf gökleri.

Sarhoşluğa sevdalı başımı sokacağım
Ötekisini örten bu simsiyah ummana;
Ve benim bir yalpayla okşanan ince ruhum,
Ey verimli tembellik, seni yeniden bulsun!
Ey sonsuz salınışlar mis kokan boş zamanda!

Bana sonsuz bir göğün laciverdini veren,
Mavi saçlar, simgesi o gergin gecelerin;
Kıvrık saç örgünüzün tüylerinde gezinen
Hindistan cevizinin ve katranın ve misk’in
Karışık kokusudur beni sarhoş düşüren.

Çoktan beri! ve her an! Sık, uzun saçlarına
Yakut, inci ve safir serpecek benim elim,
Tâ ki asla duyarsız kalmayasın arzuma!
Sen düş kurduğum vaha ve anıların orda
Şarabını içtiğim bir kâse değil misin?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

17 Aralık 2015 Perşembe

Güzelliğe İlahi

Yerden, yardan mı çıktın, gökten mi, ey Güzellik?
Senin o tanrısal ve cehennemlik gözlerin,
Boşaltır bir kadehe hem suç, hem de iyilik,
Ve bu yüzden şarapla kıyaslanabilirsin.

Fırtınalı bir akşam gibi koku saçarsın;
Gözlerinde güneşin doğuşu, batışı var;
Öpüşün bir iksirdir ve bir testidir ağzın,
Kahramanı yüreksiz, çocuğu cesur kılar.

Kara delikten çıkıp yıldızlardan mı indin?
Kader sürünür köpek gibi, eteklerinde;
Rastgele felaketler ve sevinçler ekersin,
Yönetirsin her şeyi, hesap vermek yok sende.

Cesetler üzerinde yürürsün, eğlendiğin;
Takılarından daha az mı değerli Şiddet,
İncik boncuklarınla birlikte, çok sevdiğin,
Kibirli göbeğinde göbek atar Cinayet.

Ey kandil, sana doğru, uçar tutkun pervane,
Yanıp kül olur ve der: Kutsayalım alevi!
Âşık soluk soluğa eğildi mi yârine
Mezarını okşayan canlı cenaze sanki.

İster gökten gel, ister cehennemden, ne çıkar,
Ey güzellik! koca dev, korkunç ve halim selim!
Göz, gülüş ve ayağın, açsa sonuna kadar
Sonsuzun kapısını hiç görüp bilmediğim?

Ne çıkar Şeytan, Tanrı, Melek veya Siren’den,
Hepsini bir kalem geç, kadife gözlü peri,
Ey ahenk, koku, ışık, ey biricik ecem, sen! -
Evreni daha güzel, daha hafif kıl vakti?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Maske

Rönesans Zevkine Uygun Alegorik Heykel


İşte Floransa’nın o eşsiz hazinesi:
Güçlü kaslara sahip her vücut kıvrımında
Kuvvet ve Zarafet var, Tanrı’nın kız kardeşi.
Bu kadın, gerçek şu ki fevkalade bir parça,
Tanrılar kadar gürbüz, tapacak kadar ince,
Bir papaz veya prens hayranlık duyup ona
Görkemli yataklarda taht kurabilsin diye.

- Bak hele, şu şehvetli, tertemiz öpücüğe,
İçersinde bir Kibr’in coşkusunu gezdiren;
Şu içten pazarlıklı, baygın, alaycı göze;
Şu tül çevrili yüze, sevecen mi sevecen,
Her çizgisi muzaffer bir edayla der bize :
“Ah, Şehvet’tir çağıran ve Aşk’tır taç giydiren!”
Bakın şu yaratığa bunca haşmet gösteren,
Bunca tatlılık veren kışkırtıp zarafete!
Yaklaşıp dönelim bu güzellik çevresinde.

Ey sanata söven söz! Ve ey uğursuz baskın!
Üst yanı iki başlı canavarla son bulan,
Mutluluk sözü vermiş tanrı vücutlu kadın!

- Hayır! bu sadece bir maske, bir süs, ayartan,
Bir buruşuk taslağın aydınlanmış çehresi,
Ve, dehşete düşerek, bak, nasıl da kasılmış,
Gerçek baş ve doğru yüz, her zaman içtenlikli,
Yalancı yüzün öbür yanında altüst olmuş.

Ey zavallı güzellik! senin gözyaşlarının
Eşsiz nehri tedirgin yüreğime dökülür;
Yalanınla mest, ruhum gözlerinden acının
Fışkırttığı dalgada içeceğini bulur!

- Fakat niçin ağlıyor? O, yetkin güzelliğin
Önünde diz çöktüğü mağlup bir insan türü,
Hangi gizemli acı kemirir dinç böğrünü?

- Ağlıyor, akılsızca, yaşadı diye beden!
Yine yaşıyor diye! Acıklıdır ne var ki
Çoğu kez, onu üzen, böyle tir tir titreten,
O şey, yarındır, yazık! yaşanması gereken!
Yarın, yarından sonra, daima! - bizim gibi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Albatros

Tayfalar çoğu zaman tutar eğlenmek için
Albatrosları, bu iri deniz kuşlarını,
O acı girdaplarda kayıp giden geminin
Ardındaki tasasız yol arkadaşlarını.

Döşemeler üstüne bırakıldıklarında,
Bu acemi, utangaç mavilik kralları,
Çekilen kürek gibi hep yanı başlarında
Yorgun düşer kocaman ve beyaz kanatları.

Nasıl da zavallı ve toy bu kanatlı yolcu!
Eskiden ne güzeldi, gülünç ve çirkin oysa!
Biri taklit ederken topallayarak onu,
Pipoyla gagasını dürter bir başka tayfa!

Şair de benzer elbet bulutlar prensine
Fırtına ile yoldaş, ok atana alaycı;
Yuhalanarak sürgün edilmiş yeryüzüne,
Yürümesini önler onun dev kanatları.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

16 Aralık 2015 Çarşamba

Yolculuk

Maxime du Camp'a


I

Hartaya, baskı resme sevdalı çocukların,
Evren denk düşer elbet güçlü arzularına.
Ah! Dünya ne büyüktür ışığında lambanın!
Anıların gözünde ne kadar küçük dünya!

Bir sabah yola çıktık beynimiz alev dolu,
Kalbimiz acı arzu ve büyük hınçla şişkin,
Gideriz, izleyerek dalganın uyumunu,
Salınır sonsuzumuz sonunda denizlerin :

Kimi, pis bir ülkeden kaçtığı için şendir,
Kimi, çocukluğundan utanç duyar ve kimi,
Bir kadının gözünde boğulmuş müneccimdir,
Kirke denen zalimin, kokusu tehlikeli.

Hayvana dönmeyelim diye, sarhoş olurlar
Uzaydan ve ışıktan ve tutuşmuş göklerden;
Buz onları ısırır, güneş kavurup yakar,
Ağır ağır siler ve iz kalmaz öpüşlerden.

Ne ki gerçek yolcular, yalnız onlardır giden
Gitmek için; ve kalpler hafiftir balon gibi,
Kaçmazlar hiçbir zaman kötü talihlerinden,
Bilmeden nedenini, her zaman derler : Haydi!

Onların arzuları bulut biçimindedir,
Düş kurarlar, düşünde top gören asker gibi,
Sınırsızdır bu hazlar, gizlidir, değişkendir,
İnsan zihninin asla adını bilmediği!


II

Öykünürüz, ne iğrenç! dans eden ve zıplayan
Lastik topa, topaca; uykuda bile, ne ki
Meraksa kıvrandırır ve fır döndürür her an,
Zalim bir Melek gibi, güneşi kırbaçlayan.

Hep amaç değiştiren bir tuhaf talihtir bu,
Hiçbir yerde değilse de her yerdedir yine!
İnsan elden bırakmaz orda asla umudu,
Rahatı için koşar çılgınca hedefine!

Ruhumuz bir yelkenli, Ikaria’yı arayan;
Kaptan köprüsünde bir ses : “Gözünü açsana!”
Bir başka ses çılgın ve esrik, haykırır o an :
“Aşk... şöhret... ve mutluluk!” Felaket, bu bir kaya!

Gözcünün bildirdiği hemen her ufak ada
Kaderin vadettiği tam bir Eldorado’dur;
Ve cümbüşünü kuran bir imgelem orada
Sabahın seher vakti ancak kayalık bulur.

Ey düş ülkelerinin tutkunu zavallı, sen!
Zincire mi vurmalı, denize mi atmalı,
Bu sarhoş gemiciyi, Amerika keşfeden
Ki girdaba daha çok acı katar serabı?

Çamura batıp çıkan yaşlı serseri gibi,
Burnu havada, parlak bir cenneti düşler ve
Büyülü gözlerinde olur Capua kenti
Kandil ışığı sızan bir mezbele, her yerde.


III

Şaşılası gezginler! Kaç soylu serüveni
Okuruz gözünüzde, o deniz kadar derin!
Güçlü belleğinizin açıp çekmecesini
Yıldız ve gökten mamül mücevheri gösterin.

Yolculuk istiyoruz, buharsız ve yelkensiz!
Zindanımızın gamı neşeye dönsün diye,
Nakşedin zihnimize, gergin tuval gibi, siz
Her anınızı ufkun çerçeveleri ile.

Deyin, neler gördünüz?


IV

“Ne mi gördük, yıldızlar
Ve dalgalar; kumlar da gördük hemen her yerde;
Nice şoklar yaşadık, beklenmedik yıkımlar,
Burda olduğu gibi, sıkıldık çoğu kere.

Güneşin şatafatı mor deniz üzerinde,
Ve batan bir güneşte şatafatı kentlerin,
Kaygı veren bir ateş yaktı kalplerimizde
Hoş yansılarla dolu bir göğe dalmak için.

İçermiyordu asla gizemli cazibeyi
O en büyük kentler ve en büyük manzaralar,
Tesadüf bulutlarla yapabilirse neyi.
Arzu bizi tedirgin ediyordu ne kadar!

- Zevk almak arzuları çoğu kez güçlü kılar.
Ey arzu, yaşlı ağaç, gübresi hep haz olan!
Dal, güneşi yakından görme arzusu duyar,
Kabuk kalınlaştığı ve sertleştiği zaman!

Bir serviden daha çok yaşayan koca ağaç,
Büyüyecek misin? - Ve biz, bununla beraber,
O arsız albümünüz için özenle birkaç
Taslak topladık, uzak şeyi seven kardeşler!

Bir de nefirli putlar gördük ve selam verdik;
Işıltılı taşlarla bezenmiş, zengin tahtlar;
Ve perilere layık süslü saraylar gördük
Sarraf düşünü görse kıskançlığından çatlar;

Bakan göze sarhoşluk veren nice elbise;
Dişine, tırnağına boya sürmüş kadınlar,
Yılanın okşadığı çokbilmiş hokkabazlar.”


V

Sonra, ya daha sonra?


VI

“Ey çocuksu beyinler!

Hiç unutmamak için en önemli sorunu,
Hemen her yerde gördük, hem de hiç aramadan,
O ölümsüz günahın sıkıcı oyununu,
En son basamağa dek merdivenin başından :

Kadın, iğrenç bir köle, kibirli ve budala,
Gülmeden, tiksinmeden kendi kendine hayran;
Erkek, pisboğaz tiran, açgözlü ve hovarda,
Kölelerin kölesi, lağım içinde akan;

Zevkine düşkün cellat, hıçkırıp duran kurban;
Görülmemiş bir şölen, tadı kan, kokusu kan;
İktidar için zehir, zorbayı yatıştıran,
Ve halk, kırbaç âşığı, insanı hayvan kılan;

Dünyadaki pek çok din bizimkinin benzeri,
Hepsi göğe tırmanır; ha, bir de Ermişlik var,
Kuştüyü bir döşekte yatan nazenin gibi,
Şehveti hep sert kılda ve çivilerde arar;

Dehası ile sarhoş, bu çalçene İnsanlık,
Ve bugün de çıldırmış, tıpkı eskisi gibi,
Can çekişirken bile Tanrı’ya atar çığlık :
“Ey benzerim, efendim, lanetliyorum seni!”

Bunaklık’ın çok cesur, az sersem âşığıysa,
Kader’in bir ağıla kapattığı sürüden
Kaçar, sığınır büyük bir uyuşturucuya!
- Budur sonsuza kadar tek haber yerküreden.”


VII

Acı bilgi, yolculuk ile sağlanan bilgi!
Dünya tekdüze, küçük, bugün neyin nesiyse,
Dün, yarın, hep gösterir bizlere imgemizi:
Bu bir dehşet vahası sıkıntılar çölünde!

Hem gitmek mi, kalmak mı? Kal, kalabiliyorsan;
Gerekirse, git. Kimi koşar, kimiyse pusar
Aldansın diye kurnaz ve ölüm saçan düşman,
Zaman! Odur, ne yazık! durmadan koşan da var,

Gezgin Yahudi gibi ve havariler gibi,
Kaçmaya yetmez asla ne gemi, ne de tren,
Bu rezil saldırgandan; ve onu öldürmeyi
Bilen başkaları var daha beşiğindeyken.

Sonunda nasıl olsa kıracak belimizi,
Umutlanarak çığlık atacağız : İlerle!
Vaktiyle Çin’e doğru yola çıkmamız gibi,
Saçlar rüzgârda ve göz hep ufuk çizgisinde,

Açılıp Karanlıklar denizine gideriz
Neşe dolu kalbiyle delikanlı yolcunun.
Şu tatlı ve ölümsü sese kulak verin siz,
Şakıyor : “Haydi gelin! Hoş kokulu Lotüs’ün

Tadı nasıl diyenler! burdadır bağbozumu
Kalbinizi aç tutan harika meyvaların;
Garip tatlılığıyla yaşa sarhoşluğunu
Asla sonu gelmeyen bu öğle sonrasının!”

Tanırız senli benli sözünden hayaleti;
Pylades’lerimiz el uzatıyorlar, bakın.
“Yüzüp Elektra’na ferah tut yüreğini!”
Der, vaktiyle dizini öptüğümüz o kadın.


VIII

Ey Ölüm, koca kaptan, demir alalım! haydi!
Bu diyar sıktı bizi, Ölüm! Açalım yelken!
Siyah olsa da deniz ve gök mürekkep gibi,
Kalbimiz ışıklarla doludur, bilirsin sen!

Akıt bize zehrini, güçlenelim daha da!
Bu ateş öylesine yakıyor beynimizi,
Cennet ya da Cehennem, dalalım bu girdaba,
Bilinmez’in dibine bulmak için yeniyi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Bir Meraklının Düşü

F.N.’ye


Bilir misin tadını o hüznün, benim kadar,
İster misin, desinler : “Ne acayip adam, bu!”
- Nerdeyse ölecektim. Bende âşık bir ruh var,
Çok özel bir hastalık, dehşet karışmış arzu;

Fitneye bulaşmamış diri umut ve korku,
Tekinsiz kum saati boşalıp tükenirken,
İşkencemi daha sert ve zevkli kılıyordu;
Yüreğim kopuyordu tanıdık bir âlemden.

Sahneye doyamamış bir çocuk gibiyim ben,
Perdeyi düşman bilen, engele kinlenerek...
Çok geçmeden kendini gösterdi acı gerçek :

Ölüp gitmiştim işte ve dehşet verici tan
Kuşatmaktaydı beni. Neee! Hepsi bu mu yoksa?
Perde açılmıştı ve ben bekliyordum hâlâ.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Gün Sonu

Hayat, çığırtkan ve densiz,
Donuk bir ışık altında
Koşar, dans eder, sebepsiz
Güler, ve derken ufukta

Yükselir haz dolu gece,
Açlığı alıp götürür,
Ve siler utancı bile,
Şair söylenir : “Çok şükür!

Ruhum, omurlarım gibi,
Gel artık, der huzura;
Kalbimde ölüm düşleri,

Sırtüstü yatarım orda,
Sarınırım perdenize,
Serin karanlıklar, size!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

15 Aralık 2015 Salı

Sanatçıların Ölümü

Kaç kez sallayacağım çıngıraklarımı ben,
Öpmek için alnından, bezgin karikatür? Ve
Gizemli bir hedefi vurabileyim diye,
Ok torbam, daha kaç ok yitireceğim senden?

En ince oyunlarla yıpratıp ruhumuzu,
Yıkarız çatısını her ağır makinanın,
Seyretmeden yüzünü o büyük Yaratık’ın
Bizi hıçkırıklara boğar keskin arzusu!

Çoğuna kendi Put’u nedense kalır meçhul,
Ve bu azaba mahkûm, iğrenç heykeltıraşlar,
Göğsünü ve alnını döverek yola çıkar,

Tek umutları var, garip, zavallı Capitol!
Ölüm, yeni bir güneş gibi gökten bakacak,
Böylece uslarının çiçekleri açacak!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yoksulların Ölümü

Hep Ölüm’dür avutan, ne yazık! yaşatan da;
Ve hayatın amacı, biricik umududur,
İksir gibi kavramak ve sarhoş etmek onda,
Akşama dek didinme gücü veren de odur;

Kışın fırtına ve kar, kırağı arasından,
Kara ufkumuz için titreşen bir ışıktır;
Kitapların yazdığı ünü çok büyük bir han,
Yemek, oturmak, yatmak için bir kolaylıktır;

O bir Melek’tir, tutar mıknatıslı elinde
Uykuyu, esrik düşün bütün nimetini ve
Yoksul ile çıplağın yataklarını yapan;

Şanıdır Tanrıların, o gizemli ambarı,
Yoksulun parasıdır ve en eski vatanı,
Bir kapıdır bilinmez göğe doğru açılan!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Aşıkların Ölümü

Yatağımız olacak hafif kokuyla dolan,
Divanımız olacak bir mezar kadar derin,
Ve acayip çiçekler, üstünde etajerin,
Güzel gökler altında bizim için açılan.

Gönlünce harcayarak son sıcaklıklarını,
İki kalp iki güçlü meşaleye dönecek,
Ve yansıtarak bize çifte ışıklarını
Bu ikiz aynalarda ruhumuza sinecek.

Gizemli mavi, pembe bir akşam saatinde,
Ayrılık dolu, uzun bir hıçkırık halinde,
Alacak vereceğiz o biricik şimşeği;

Kapıları açarak çok geçmeden bir Melek,
Kararmış aynaları ve ölgün alevleri,
Yürekten bağlı ve şen, diriltmeye gelecek.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

14 Aralık 2015 Pazartesi

Aşıkların Şarabı

Bugün her yer görkemli ve eşsiz!
Gemsiz, üzengisiz ve dizginsiz,
Haydi binip şarabın atına
Çıkalım tanrısal gök katına!

Perişan iki melek misali
Kalpte dinmeyen sevda ateşi,
Kristal mavisinde sabahın
Ardına düşelim bir serabın!

Hafifçe salınıp kanadında
Çok anlayışlı bir kasırganın
Birbirine denk hezeyanında,

Kız kardeşim, yüzüp durmaksızın
Yan yana kaçacağız biz yine
Doğru düşlerimin cennetine!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yalnızın Şarabı

Hafifmeşrep kadının garip bir bakışı var,
Kıvırcık saçlı ayın nazlı güzelliğini
Yıkamak için titrek bir göle gönderdiği
Beyaz ışın gibidir, süzülür bize kadar;

Kumarbazın avcunda en son para kesesi;
Ve çapkın öpücüğü o dal gibi Adeline’in;
Tatlı ve yumuşacık ezgisi bir müziğin,
Acı çeken insanın uzak sesidir sanki.

Bunların bir yararı olmaz ey derin şişe,
İnançlı bir şairin susuz kalan kalbine,
Şişkin göbeğindeki etkileyici merhem;

Umut saçarsın ona, hem canlılık, hem gençlik,
- Ve züğürt hazinesi, kendini beğenmişlik
Zafere ulaştırır, Tanrısal kılar her dem!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Katilin Şarabı

Karım öldü, özgürüm işte!
İçebilirim her saat, her an.
Eve meteliksiz döndüğüm zaman,
Çığlıkları işlerdi kalbime.

Artık mutluyum, bir kral kadar;
Hava berrak, gök fevkalade...
Böyle bir yaz mevsiminde
Tutuldum, oldu bana yâr!

İçimi kavuran susuzluğu
Dindirmeye ihtiyacım var
Şarabım olsun mezarı kadar;
- Kimse diyemez azdır bu :

Attım bir kuyunun içine,
Ve ittim üzerine onun
Her bir taşını bu kuyunun.
- Unuturum, elimden gelse!

Bağlılık yeminleri adına,
Hiç kimsenin çözemediği,
Ve mutlu günlerdeymiş gibi
Buluşup barışmak uğruna,

Bir randevu istedim ondan,
Akşam, karanlık bir yolda.
Çılgın yaratık! - geldi oraya!
Az veya çok çılgındır insan!

Güzeldi güzel olmasına,
Ne ki çok yorgundum! ve ben,
Çılgınca sevdim onu! bu yüzden
Bırak bu hayatı! dedim ona.

Anlayamaz beni hiç kimse.
Bu sersem sarhoşlardan hangisi
Şaraptan bir kefen biçmeyi
Düşledi o berbat gecelerinde?

Bu dayanıklı sefa pezevengi
Demir makineler gibiydi ve
Ne yaz ne de kış mevsiminde
Gerçek aşkı tanıdı, bildi,

O kapkara büyüleri ile,
Cehennem, alayıyla tehlikenin
Gözyaşıyla, şişesiyle zehrin
Zincir ve kemik sesleri ile!

- Özgür ve yalnızım işte!
İçkiden öleceğim bu akşam;
Ne korku, ne pişmanlık bana gam,
Yığılıp kalacağım yere.

Ve uyuyacağım bir köpek gibi!
Ağır tekerlekli araba o an
Yükü taştan ve çamurdan,
Kudurmuş vagon ne var ki

Ezebilir suçlu başımı,
Biçebilir beni ortadan,
Ama vız gelir bana Şeytan,
O Kutsal Mihrap ve Tanrı!


Charles Buadelaire
Kötülük Çiçekleri