Şiir, Sadece: 2015

31 Aralık 2015 Perşembe

Bay Honoré Daumier'nin Çizdiği Portre İçin Dizeler

İmgesini sana sunduğumuz
Bu sanat, gülmeyi öğretir,
Ey okuyucu, o bir bilgedir,
Etkisini en çok duyduğumuz.

Bu sanatta alay ve hiciv var;
Fakat onun büyük gücü ile,
Bir belaya çatmış olsa bile,
Kalp güzelliğini kanıtlar.

Gülüşü soğuk değil elbette
Melmouth’tan ve Méphisto’dan,
Onları yakıp da bizi donduran
Alekto’nun çırası ile.

Yazık! nedense gülüşleri,
Farksızdır acı dolu bir yükten;
Onunki ışıldar, cömert ve içten,
Geniş yüreğinin simgesi gibi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Canavar

veya Bir Ölüm Perisinin Sağdıcı


I

En sevdiğim değilsin, elbette sen,
Veuillot’nun şu tazecik dediği.
Aşk, oyun, yemek-içmek, şölen,
Sende eski bir kazan, kaynar gibi!
Sevdiğim, artık körpe değilsin sen.

Yaşlı sultanım! İşte bu yüzden
Aklını yitirmiş kervanların
Gür parlaklığıdır sana verilen
İyice yıpranmış eşyaların,
Hiçbir şey yitirmemiş albenisinden.

Tekdüze olmayan bir yanın var
Bu tazeliğidir kırk yaşının;
Tercih ederim meyveni, Sonbahar,
Adi çiçeklerine İlkbaharın!
Hayır! tekdüzelik sende ne arar!

Süsleri var vücut kafesinin
Ve çeşit çeşit incelikleri;
Tuzluğunun çukurunda senin
Bulurum en garip biberleri;
Süsleri var vücut kafesinin!

Gül haline gülünç sevgililerin
Yüz verme kavuna, balkabağına!
Tercihimdir köprücük kemiklerin,
Yüz vermem ben sultan Süleyman’a,
Acısı bendedir gülünç kişilerin!

Saçların mavi miğfer gibidir,
O gölgeler savaşçı alnını,
Az kızarır ve az fikir üretir,
Kaçar arkaya, önler zararını,
Mavi bir miğferin tüyü gibidir.

Çamura benzeyen gözlerinde
Parlayıp duruyor deniz feneri,
Can verip yanak düzgününde,
Fırlatıyor bir cehennem şimşeği!
Gözlerin kara bir çamur işte!

Şehveti ve küçümsemeyi bilir,
Ayartır bizi acı dudağın;
Bu dudak, Yeryüzü Cenneti’dir
Kendine çeken ve bizi mahveden.
Bu ne şehvet! ne küçümseyiştir!

Adaleli ve kupkuru bacaklar
Tırmanır doruğuna volkanların,
Ve kara ve sefalete karşı koyar,
Ustasıdır ateşli kankanların,
Adaleli ve kuru bacağın var;

Yakıcı ve fakat tatsız tenine
Yaşlı jandarmanın teni benzer,
Yabancıdır elbet alın terine
Gözyaşı bilmeyen gözlerinden,
(Onun bir tatlılığı var, yine de!)


II

Budalaca gidiyorsun Şeytan’a!
İstesem seninle giderdim elbet
Bu korkunç hız vermese bana
Böylesine bir kaygı ve dehşet.
Haydi git, yapayalnız, Şeytan’a!

Benim böbreğim, ciğerim, dizim,
Gerektiği gibi, bu Ulu Kişi’ye
Bırakmıyor ki saygı sunabileyim.
“Heyhat! gerçekten çok yazık!” diye
Yakınıyor böbreğim ve dizim.

Ah! içim yanıyor bu acıdan
Gidemediğim için şabat ayinine,
Görmek için, o yellendiği zaman,
Nasıl sarıldığını kendisine!
Ah! içim yanıyor bu acıdan!

Senin şamdanın olamadım ben,
Şeytanca bir üzüntü içindeyim,
Bir kez izin istemedim senden,
Cehennem ateşi! Düşün sevgilim,
Daha ne çok üzüntü çekeceğim ben,

Sevdiğim için uzun zamandan beri,
Çok mantıklı olarak! Gerçekte,
Aradığım için Kötü’nün iyisini
Ve bir canavarı en yetkin diye,
Evet! yaşlı canavar, seviyorum seni!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Bir Yüzün Verdiği Sözler

Âşığım, solgun güzel, o eğik kaşlarına,
Karanlık akar onlardan;
Gözlerin kara da olsa, ilham verirler bana
Asla kasvetli olmayan.

Gözlerimle uyuşur elbet kara yelen de,
Tıpkı kara saçın gibi,
Göz süzer ve der bana : “Şayet istersen, sende
Kışkırttığımız ümidi

Ve her zevki, yaşatıp bizlere öğrettiğin,
Göbekten kalçaya kadar,
Ey âşığı, plastik ilham perilerinin,
Gerçeğimizi bul, çıkar;

Göreceksin o iki güzel meme ucunda,
İki bronzdan madalya,
Kadife gibi yumşak, düz bir karın altında,
Kurum karası bir Buda,

Gerçekten, zengin bir saç yığını, bu bir hevenk,
Onun kız kardeşi ise,
Yumuşacık, kıvırcık, yoğunlukça sana denk,
Yıldızsız, karanlık Gece!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

30 Aralık 2015 Çarşamba

İlahi

Selam en sevgiliye, en güzele,
Kalbimi ışıklarla dolduran,
O meleğe, ölümsüz mabudeye,
Selam ölümsüzlük diyarından!

Tuza kesmiş bir hava gibi
Odur hayatıma giren,
Ve sonsuz’un lezzetini
Doyumsuz ruhuma sindiren.

Sevimli bir çatıya koku saçan
Lavanta kesesi her dem taze,
Unutulmuş bir buhurdan
Geceleri tüten gizlice,

Hiç kirletilmemiş aşk, gerçekten,
Nasıl anlatmalı bunu sana?
Uyuyan mis tanesi, görülmeyen,
Sonsuzluğumun son noktasında!

Selam en iyiye, en güzele,
Beni sağlıklı ve neşeli kılan,
O meleğe, ölümsüz mabudeye,
Selam ölümsüzlük diyarından!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Berthe'in Gözleri

Hor görebilirsiniz, o çok ünlü gözleri,
Çocuğumun güzel gözleri, süzülüp yiten
Anlamam Gece gibi tatlı’dan ve iyi’den!
Güzel gözler, dökün bana tatlı zifirinizi!

Çocuğumun iri gözleri, tapılası sırlar,
Nasıl da benzersiniz büyülü mağralara
Ve, uyuşuk gölgeler topluluğu ardında
Bilinmez hazineler belli belirsiz parlar!

Çocuğumun gözleri derin, geniş, giz dolu,
Senin gibi, sonsuz Gece, senin kadar aydınlık!
Közleri Aşk düşüncesidir, İnançla karışık,
Derinlerde ışık saçan, kösnül ya da namuslu.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Fıskiye

Güzel gözlerin yorgun, garip âşık!
Kal uzun zaman onları açma sakın,
Bu duruşunladır ki, açık saçık
Düşmüşsün sen kucağına hazzın.
Avluda şakırdayıp duran fıskiye,
Susmaz, gece gündüz duyulur sesi,
Bu akşam sevdaya daldığım yerde
Sürüp dursun o tatlı esrimesi.

Demet bin bir
Çiçekle açar,
Phoibos sevinir
Rengini geçer,
Yağmur gibidir
Gözyaşı saçar.

Şehvetin yakıcı şimşeği ile
Bir yangın yerine dönen ruhun
Atılır, cesur bir telaş içinde,
Geniş göklere doğru, memnun.
Ve, içini döker, can çekişerek,
Gamlı bir çöküşün dalgası halinde,
Görünmez bir eğimle düşerek
İner kalbimin orta yerine

Demet bin bir
Çiçekle açar,
Phoibos sevinir
Rengini geçer,
Yağmur gibidir
Gözyaşı saçar.

Ey gecenin en güzel kıldığı, sen,
Ne tatlıdır göğsüne eğilerek
Havuzların içinde inildeyen
O ölümsüz sitemleri dinlemek!
Ay, şakırdayan su ve kutlu gece,
Ve çevredeki ürperen ağaçlar,
Sizin tertemiz iç döküşünüze
Karasevdamın aynasını tutar.

Demet bin bir
Çiçekle açar,
Phoibos sevinir
Rengini geçer,
Yağmur gibidir
Gözyaşı saçar.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

29 Aralık 2015 Salı

Romantik Günbatımı

Güneş nasıl da güzel sabah doğduğu zaman,
İnfilak eder gibi saçar günaydınını!
- Aşk ile selamlarsa bahtiyardır o insan
Bir düşten daha şanlı, şerefli batışını!

Hatırlıyorum!... Gördüm, çiçek, kaynak ve karık,
Bir kalp gibi gözünde esriyişini her an...
- Koşalım ufka doğru, hızla, çok vaktimiz yok,
Tutayım diye eğik bir ışın, en azından!

Boşuna kovalarım, çekip gitti Tanrı da;
Karşı konulmaz Gece, kurar saltanat orda,
Siyah, nemli, uğursuz ve her zaman telaşlı;

Bir mezar kokusu var, yüzer karanlıklarda,
Korkak ayağım ezip geçer bataklıklarda,
Muzip kurbağaları, soğuk salyangozları.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Paris Düşü

Constantin Guys'a


I

Bir faninin görmediği
Dehşet saçan bu manzara,
Sabah belirsiz hayali,
Şaşırttı beni adeta?

Uyku mucizeyle dolu!
Garip heves dersem yeri,
Attım görüntülerden bu
Eğri büğrü bitkileri.

Ve, dâhi ressam olarak,
Haz duyardım resmimde ben
Coşku veren o yeknesak
Madenden, sudan, mermerden.

Saraydı, Babil’e benzer
Kemerden ve merdivenden,
Havuzlar ve şelaleler
Mat altın olup düşerken;

Billur perde de ne demek,
Ağır şelaleler orda
Sarkıyordu, cezbederek,
O madenden duvarlarda.

Ağaç değil, sütunlarla
Çevrili durgun gölcükler,
Seyrediyordu, kadınca,
Kendisini dev periler.

Mavi, yayılmaktaydı su,
Pembe-yeşil rıhtımlarda,
Evrenin ucuna doğru,
Fersah fersah, milyonlarca;

Bunlar harika taşlardı
Ve büyü yüklü deryalar;
Yansıttığıyla parlardı
Bu sonu gelmez aynalar!

Gökte, kaygısız ve suskun,
Ganj’lar, döküyordu zira
Hâzinesini kapların
Elmastan uçurumlara.

Düş mimarı olarak ben
Geçiriyordum gönlümce,
Değerli taş tünelinden
Okyanusu baş eğince;

Her şey, hatta siyah bile,
Yanar-döner, albenili;
Özsu, billur ışın içre
Takıyordu görkemini.

İz yok güneşten, yıldızdan,
Göğün alt katında bile,
Kendi ateşiyle yanan
Mucizelere nur diye!

Oynak harikalar üzre
Uçmakta (korkunç yenilik!
Kulağa değil, hep göze!)
Uçsuz bucaksız sessizlik.


II

Açıp alev gözlerimi
Baktım korkunç viraneme,
Duydum, ruhu deldiğini,
Pis kaygıların içimde.

Ölümcül sesiyle bombok
Çalıyordu saat: öğle,
Karanlık döküyordu gök
Uyuşmuş dünya üstüne.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yalan Sevgisi

Sevgili umursamaz, ne vakit görsem seni,
Tavanda yankılanan çalgıların sesinde
Uyumlu, ağır ağır, geçip terk edişini,
O derin bakışının sıkıntısı içinde;

Ve ne vakit seyretsem, lamba ışığı vuran
Tatlı bir cazibeyle süslü solgun alnını,
Üstünde alevi var akşamın, tutuşturan
Bir resim kadar güzel gözlerini, şafağı,

Derim: Ne kadar güzel, el değmemiş, ne iyi!
Ağır görünüşlü ve soylu, anısı yoğun,
Tacı, tahtı, yüreği, yaralı vicdan gibi,
Aşktan anlayan için, o vücut kadar olgun.

Güz yemişi misin sen, hep şahane lezzetli?
Kül kabı mısın yoksa, gözyaşını bekleyen,
Yumuşak yastık veya bir çiçek sepeti mi,
Koku musun çok uzak vahaları düşleten?

Gözler vardır, bilirim, hüzün ve kasvet taşar,
İçlerinde değerli gizlere yer vermezler;
Mücevhersiz kutular, değersiz madalyonlar,
Onlar boş olsalar da, sizden derin, ey Gökler!

Görünüşten ibaret olman yetmez mi sana,
Hoş tutmak için kalbi, gerçeğe uzak duran?
Bön veya ilgisizsen, söyle, bu neye yarar?
Süs veya maske, benim, güzelliğine tapan!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

28 Aralık 2015 Pazartesi

Ölüm Dansı

Ernest Christophe'a


Soylu endamıyla, bir canlı kadar, gururlu,
Çiçek demeti, mendil ve eldivenleri var,
Görenler bu sıskacık yosmaya, tuhaf huylu,
Tembellikten hoşlanan saygısız bir kadın, der.

Kim gördü bir baloda böyle ince bir beden?
Aşırı abartılmış o zengin elbisesi,
Dökülür bol şekilde ayağı sıkıp ezen
Pomponlu ve güzel bir pabuca, çiçek gibi.

Robunun petek süsü, köprücük kemiğinde
Oynar, haz ırmağıdır, kayalara sürtünen,
Gülünç şakaya karşı savunur saygı ile
Ölümcül büyüsünü, saklı tutar herkesten.

Derin gözler oluşmuş karanlık ve boşluktan,
Kafatası, süslenmiş çiçekle usta işi,
Narin omurlarında salmıyor yavaştan,
Çılgınca süsleri var, ey hiçlik albenisi!

Çok kişi karikatür diye çağırır seni,
Elbet yorumlayamaz, ten sarhoşu âşıklar,
Bir insan çatısının adsız zarafetini,
Kutsal iskelet, sende zevkimin cevabı var!

Yıkmaya mı gelirsin, güç gösterisi yapıp
Hayatın şölenini? yoksa eski bir arzu
Canlı iskeletini daha çok mahmuzlayıp
Zevk cümbüşüne, safdil, seni sürüklüyor mu?

Kemanların sesinde, mumların alevinde,
Kovma ümidin var mı, alaycı kasvetini,
İstemeye mi geldin, bir cümbüşün selinde
Soğutmak için kalpte tutuşan cehennemi?

Tükenmez kuyuları bönlük ve hataların!
Eski çağların sonsuz, o ölümsüz imbiği!
Ve eğri kafesinde hep kaburgalarının
Görüyorum ben hâlâ açgözlü engereği.

Doğrusu ya, korkarım yosmalığın alamaz
Çabalarınla layık olduğun bir armağan;
Dehşetin albenisi güçlülere verir haz!
Hangi fani kalp anlar, alaylı bir şakadan?

Gözlerinin çukuru yurdudur kötü fikrin,
İnsanı sersemletir, tedbirli dans edenler,
Ölümsüz gülüşünü otuz iki dişinin,
Midesi ağrımadan, asla seyredemezler.

Ama, kim kollarında sıkmadı bir iskelet,
Ve kimdir besinini alamayan mezardan?
Ne işe yarar koku, giysi veya tuvalet?
Onu iğrenç gösterir kendini güzel sanan.

Sen ey burunsuz çengi, karşı konmaz kaltak, sen,
Söyle göz kamaştıran bu dansçılara, değer :
“Mağrurcuklar, pudra ve ruj sanatına rağmen,
Hep ölüm kokarsınız! Mis kokan iskeletler,

Solgun Antinoos’lar, tüy bitmemiş züppeler,
Vernikli kadavralar, bir yığın kart zampara,
Ölüm dansının sonsuz sallantısı her sefer
Sürüklemekte sizi bilinmez bir diyara!

Seine’in kış rıhtımından yaz kıyısına Ganj’ın,
Ölümlüler sürüsü, görmeden, coşup taşar,
Tavan deliğindeki borusuna Melek’in
Şom ağızlı, öyle ki bir karabina kadar.

Kasılışına bakıp, gülünesi İnsanlık,
Her iklim, her güneşte, Ölüm tapıyor sana,
Çoğu kez, senin gibi, mür sürünerek artık,
Alay karıştırıyor aymaz çılgınlığına!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Çift Süren İskelet

I

Nice leşi çıkmış kitap var
Tozlu iskelelerin üzerinde
Anatomi levhaları içinde
Köhne bir mumya gibi uyurlar,

Konusu olsa da çok kederli,
Eski bir sanatçı bilgeliği ve
Ağırbaşlı kişiliği ile
Her çizim sunar bir Güzelliği,

Derişiz kadavra ve iskeletler,
Bu esrarengiz irkilişleri,
Toprağı belleyen çiftçi gibi
Kusursuz hale getirirler.


II

Bu kazdığınız topraktan, sizler,
Var gücüyle kemiklerinizin,
Veya çıplak adalelerinizin,
Ey ölümü yazgı bilen hödükler,

Mezar kaçkını forsalar, deyin,
Hangi tuhaf ürünü kaldırır ve
Doldurursunuz ambarı içine
Hangi çiftçinin, cevap verin?

Yoksa (kara bir talihin açık ve
İnsana korku veren simgesi bu!)
Kesin değil mi o ölümsüz uyku,
Bu mudur uyarınız, mezarda bile;

Ne ki, Hiçlik de ihanet edecek;
Her şey yalancı, hatta Ölüm bile,
Ve ara vermeksizin, ha bire,
Yazık! belki de bize gerekecek

Hiç bilmediğimiz bir diyarda
Sert bir toprağı eşeleyip durmak
Ve ağır bir belle onu bastırmak
Kanayan çıplak ayağımızla?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Gelip Geçen Bir Kadına

Çevremde uluyordu sağır edici sokak,
Uzun, ince, acılı, büyük matem içinde,
Bir kadın gelip geçti, şatafatlı bir elle
Fistosunu, süsünü kaldırıp sallayarak;

Soylu ve çevik, sütun gibi mevzun bacaklar.
Ben ise, içiyordum, kaskatı, abuk sabuk,
Gözünde, fırtınayla uç veren kirli bir gök,
Çekici bir tatlılık, öldürücü bir zevk var.

Bir şimşek... sonra gece! - Doğurmuş oldun beni,
Ey uçucu güzellik, yeniden bakışınla,
Hiç görmeyecek miyim sonsuza kadar seni?

Başka yerde, uzakta, çok geç, belki de asla
Bilmem yolun nereye, bilmezsin nerdeyim ben,
Ey sevdalı olduğum, ey sen ki bunu bilen!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

26 Aralık 2015 Cumartesi

Körler

Gerçekten pek korkunçlar! ruhum, seyret onları;
Belli belirsiz gülünç; ve mankenlere benzer;
Dehşet verici, garip, sanırsın uyur gezer;
Nereye saplanmış, sır, koyu göz yuvarları.

O gözler ki tanrısal kıvılcımı gitmiştir,
Uzağa bakar gibi, bakıp dururlar göğe;
Ağırlaşmış bir başı kaldırımlar üstüne
Düş’le eğdiklerini kimseler görmemiştir

Ve geçerler sınırsız karanlığın içinden,
Bu sonsuz suskunluğun içinden. Ey kent sen!
Böğürüp şarkı söyler, gülerken çevremizde,

Acımasız şekilde zevke safaya düşkün,
Bak! sürükleniyorum! onlardan daha şaşkın,
Diyorum : Ne arıyor bütün bu körler Gök’te?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Küçük Kocakarılar

Victor Hugo’ya


Eğri kıvrımlarında o eski başkentlerin,
Orada, dehşet bile, kapılır bir büyüye,
Garip yaratıkları, suyuna tirit, şirin,
Gözetlerim tekinsiz huyuma uygun diye,

Bu pörsük umacılar vaktiyle kadındılar,
Eponine veya Laı's! Kambur, çarpık ucube
Veyahut iki büklüm, sevelim! candır onlar.
Delik eteklikler ve soğuk libas içinde

Sürünürler, insafsız poyrazla kırbaçlanıp,
Arabaların titrek sesinde fırdolayı,
Ve kutsal eşya gibi böğürlerinde sıkıp,
Çiçek veya harf işli küçücük bir torbayı;

Seke seke yürürler hepsi bir kukla kadar;
Güç yürürler, sanırsın bunlar yaralı hayvan,
Veya oynarlar zorla, zavallı çıngıraklar
Ki orada ipini çeker zalim bir Şeytan!

Kırılmış olsalar da, gözleri burgu gibi,
Gece, suyu uyumuş bir kuyu ışık veren;
İlahi gözleri var, küçük bir kız misali,
Işıldayan her şeye hep şaşıran ve gülen.

- Hiç gözlemlediniz mi, pek çok yaşlı kadının
Tabutu küçücüktür, çocuklarınki kadar?
Bilgin Ölüm içine bu benzer tabutların
Aşırı, garip zevkin bir simgesini koyar,

Ne zaman bir hayalet görsem güçsüz, dağınık,
Paris’in kalabalık tablosuyla kesişen,
Sanırım ki her zaman, bu çok narin yaratık
Gidecek tatlılıkla bir beşiğe yeniden;

Ne var ki, geometri üstünde düşünerek,
Araştırırım, bakıp bu çarpık uzuvlara,
İşçinin daha kaç kez şekil vermesi gerek
Bütün bu vücutların konacağı kutuya.

- Bu gözler kuyulardır bir milyon gözyaşından,
Potalardır soğumuş demirin işlendiği...
Bu gizemli gözlere karşı koyamaz insan
Ağır bir mutsuzluğun emzirip beslediği!


II

Merhum Frascati’nin aşka düşmüş Vestale’i;
Thalie rahibesi, yazık! ki adını bilen
Yalnız medfun suflördü; o ünlü hercaiyi
Vaktiyle Tivoli’nin çiçeğinde gizlenen.

Hepsi mest eder beni! bu sıskalar içinde
Öyleleri de var ki acıyı bal eylerler,
Dediler kanadını al diyen Özveri’ye :
Güçlü Hippogriffe, bana göğün yolunu göster!

Biri, vatan yüzünden alışkın faciaya,
Öteki, kocasına tarifsiz acı verdi,
Beriki, oğlu için delik deşik Madonna,
Hepsi gözyaşlarıyla nehir kurabilirdi!


III

Ah! İzledim bu küçük kocakarıları ben!
Bir tanesi, güneşin battığı bu saatte
Kızıl yaralarla gök kana boyanıyorken,
Oturuyordu, dalgın, bir bank üzerinde,

Dinlemek için zengin bir bando konserini,
Askerlerin kimi kez dolduğu bahçemizde,
Ve altın akşamlarda, insanın gönendiği,
Onlar yiğitlik döker kentlilerin kalbine.

O, hâlâ dimdik, mağrur ve her kurala uyar
Ve iştahla içerdi bu savaş şarkısını,
Bazan gözünü açıp bir kartal gözü kadar;
Mermer alın defne taç için yaratılmıştı!


IV

Böyle geçiyorsunuz, sabırlı ve iyimser,
Kargaşası içinden yaşayan şehirlerin,
Kan ağlayan anneler, yosmalar, azizeler,
Adlarınız yaşardı belleğinde herkesin.

Siz ki zarafetsiniz, belki de şeref ve şan,
Kimse bilmiyor sizi! bir ayyaş, abuk sabuk,
Geçerken azarlıyor anlarmış gibi aşktan;
Arkanızda hopluyor aşağılık bir çocuk.

Varlığından utanan, ey buruşuk gölgeler,
Ürkerek geçersiniz yoklayıp duvarları;
Ve kimse selam vermez, ey garip talihsizler!
Ey sonsuzluğa layık insan muşmulaları!

Ben ki uzaktan şefkat ile süzerim sizi,
Ürkek gözüm, ayrılmaz hiç adımlarınızdan,
Ben sizin babanızmış gibiyim, oh ne iyi!
Gizli zevkler tadarım haberiniz olmadan :

Gördüm çiçek açıyor o toy tutkularınız;
Tattım ak veya kara kayıp günlerinizden;
Kabaran yüreğime haz verir suçlarınız!
Ve ruhum ışıldıyor bak erdemlerinizden!

Yıkıntılar! ailem! ve ey türdeş kafalar!
Her akşam benden size bir “hoşça kal” cümlesi!
Yarın neredesiniz, ey seksenlik Havva’lar,
Üstünüzde Tanrı’nın aman vermez pençesi?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yedi İhtiyar

Victor Hugo'ya


İnsanla dolup taşan bir kent, bir düşler kenti,
Gündüz bu görüntüye her geçen durup bakar!
Bu dev kitlenin ince damarlarıysa, sanki
Ağacın özsuyudur, her yanından giz akar.

Sabahleyin bir ara kasvetli bir sokakta
Boyları sis içinde yüksek görünen evler,
Oyuncuların ruhuna benzeyen bir ortamda,
Taşmış bir nehrin iki rıhtımı gibiydiler,

Kirli ve sarı bir sis her yana nem saçarken,
Yürürdüm bir kahraman gibi öfke içinde,
Ve usanmış ruhumla sürgit tartışarak ben,
Çöp arabalarının sarstığı mahallede.

Sarı pırtılarıyla ansızın bir ihtiyar,
Islak göğe öykünen bir tavır içersinde,
Gözlerinde ne fitne ve ne de fesatlık var,
Sadaka yağdıracak bakışı kendisine,

Öyle göründü bana. Sokmuş gözbebeğini
Safraya; ve bakışı kırağıya kesmişti,
Uzun kıllı sakalı bir kılıç gibi sertti,
İleri fırlamıştı Yahuda’nınki gibi.

Kamburlaşmış değil de, kırılmış sanki, beli
Bacaklarıyla tam bir dikaçı kuruyordu,
Böylelikle bastonu tamamlayıp şeklini
Bir görünüş ve topal bir adım veriyordu

Sakat hayvandan veya üçayak Yahudiden.
Yürüyordu karlara, çamurlara, batarak,
Pabuçları altında sanki ölüyü ezen,
Kâinata kayıtsız ve hattâ kin tutarak.

Ve ardındaki benzeri: sırt, baston, sakal, gözler,
Kılık aynıydı, aynı cehennemdendi, bir de
Bu yüzyıllık ikizler ve barok hayaletler,
Yürüyorlardı aynı adımlarla meçhule.

Hangi alçak oyuna hedef olmuştum veya
Hangi kötü tesadüf beni hor görüyordu?
Zira saydım yedi kez, çoğalıp her dakika,
Bu ihtiyar sayısı yediye varıyordu!

Kaygımı garip bulan ve kuruntuma gülen,
Ve yakalayamayan kardeşçe ürperişi,
Çok iyi düşünmeli, onca çökmeye rağmen
Bu yedi ucubede var bir sonsuzluk hali!

Görür müydüm ölmeden önce sekizinciyi,
Katı kalpli Sosie’yi, alaycı, başa bela,
Kendi kendinin oğlu ve babası Phoenix’i?
- Ve dönerdim sırtımı cehennem alayına.

O her şeyi çift gören bir ayyaş gibi kızgın,
Eve döndüm, kapımı kapadım korku dolu,
Hastalıklı, perişan, zihin bulanık, coşkun,
Gizem ve saçmalıkla açılmış bir yara bu!

Boşunaydı aklımın yön vermesi dümene,
Fırtına çabasını bıraktı pusulasız,
Ruhum dans ediyordu, sanki bir yaşlı tekne,
Gudubet bir denizde yelkensiz ve kıyısız!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

25 Aralık 2015 Cuma

Kuğu

Victor Hugo'ya.


I

Andromakhe, sizi düşlüyorum! O çayı,
Acınızın sınırsız görkemiyle dul iken
Işıldayan zavallı ve hüzünlü aynayı,
Yalancı Simoeis’i, gözyaşıyla beslenen,

Bolluk getirdi hemen verimli belleğime
Tam geçtiğim sırada ben yeni Carrousel'den.
Eski Paris yok artık (bir şehrin biçimi de
Çabuk değişir, yazık! bir faninin kalbinden).

Ancak zihnimde kalmış barakalar mevkii,
Kurulmak için hazır çadırlar ve kalaslar,
Camlarda parıldayan bir yığın eski püskü,
Ve otlar, bataklıkta yosun tutmuş kayalar.

Orda vardı eskiden bir hayvanat bahçesi;
Orda gördüm, bir sabah, soğuk gökler altında
İş saati, çöplüğün meydana getirdiği
Çıt çıkmayan havada karanlık bir kasırga,

Orda gördüm, kaçmıştı kafesinden bir kuğu,
Kaldırıma sürterek perde ayaklarını,
Beyaz teleklerini yerde sürüklüyordu.
Susuz çay yakınında açarak gagasını

Yıkıyordu, asabi, tozda kanatlarını,
Ve diyordu, yüreği dolmuş doğduğu gölle :
“Gök, ne zaman gürlersin? ne zaman yağarsın, su?”
Bu bahtı kara, garip ve uğursuz söylence,

Bazan bir göğe doğru, Ovidius’u andırıp
Göğe doğru, alaycı, zalimcesine mavi,
Gergin boynu üstünde aç başını uzatıp
Tanrı’ya sitemlerde bulunuyordu sanki!


II

Paris değişiyor, ne ki hiçbir şey değişmedi
İç dünyamda! Saraylar, yapı iskelesi, taşlar,
O eski mahalleler, benim’çin alegori,
Ve taştan daha ağır bende aziz anılar.

Ve Louvre’un önünde de bir imge ezer beni:
Çılgın haliyle büyük kuğuyu düşlerim, ki
Sürgünler gibidir o, hem gülünç, hem de yüce,
Ve dinmez bir arzuyla kemirilmiş! ve sizi,

Andromakhe, büyük kocanın kollarından
Düşmüş pespaye hayvan, ellerine Pyrros’un,
Boş bir mezar yanında esriyip boyun kıran,
Hektor’un dulu, yazık! karısı Helenos’un!

Düşünüyorum, zayıf, veremli zenci kızı,
Tepinerek çamurda fersiz gözle arayan.
Afrika’nın kaybolmuş ceviz ağaçlarını
Sisin sonsuz duvarı arkasında yer alan;

Asla bulunmayacak bir şeyi yitireni,
Ve boğulurcasına gözyaşı dökenleri
Ve Acı emenleri, tıpkı dişi kurt gibi!
Çiçek gibi kurumuş sıskacık öksüzleri!

Ve böylece zihnimin sürüldüğü ormanda
Eski bir Anı üfler borudan nefesini,
Düşünürüm o yitik tayfaları adada,
Tutsak ve mağlupları!... ve daha nicesini!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Manzara

Arzum, temiz bir kalple çoban şiiri yazmak,
Göğün yanı başında müneccim gibi yatmak,
Ve tatmak hayal içre, çan kulesine komşu,
Tören ilahisini, rüzgârın savurduğu.
Başım avuçlarımda, çatıdaki odamdan,
Göreceğim işliği, çene çalan, şakıyan;
Kuleler, saç borular ve bu kentsel direkler,
Bir de sonsuzu hayal ettiren büyük gökler.

Ne tatlıdır, doğarken seyretmek sis içinde
Gökyüzünde yıldızı, lambayı pencerede,
Kömür ırmaklarının arşa yükselişini,
Ayın solgun bir büyü ile dökülüşünü.
Göreceğim baharı, yazı ve sonbaharı;
Kapayacağım bütün kapı ve pancurları,
Peri saraylarımı kurmak için gecede
Tekdüze karlarıyla kara kış geldiğinde.

Mavimtrak ufuklar düşlerim ben o zaman,
Bahçeler, fıskiyeler, mermerlerde ağlayan,
Sabah akşam şakıyan öpücükler ve kuşlar,
Bu çocukça şeyler, ki çoban türküsünde var.
Penceremde boş yere hırçınlaşan Kargaşa,
Hiç baş kaldırtmayacak yazı masamdan bana;
Ve dalmış olacağım elbette ben zevkine
Baharı hatırlamak için istençle yine,
Niyetim kalbimdeki o güneşe el atmak,
Harlı fikirlerimden hoş bir hava yaratmak.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Çalar Saat

Çalar saat! uğursuz, kaygısız, korkunç tanrı,
Parmağını doğrultur ve bize der : “Hatırla!”
Aman vermez Acılar saplanacak yakında
O korku dolu kalbin sanki nişan tahtası.

Derinlerde kanatlı bir periyi andıran
Belli belirsiz bir Zevk yitecek ufka doğru;
Bütün bir mevsim için insana sunulan bu,
Hazzın bir parçasını kemirir senden her an.

Saatte tam tamına üç bin altı yüz defa,
Fısıldar her Saniye : Hatırla! - Hızla akan,
Böcek sesiyle, Şimdi der : Ben Geçmiş Zaman,
Ben emdim hayatını kendi pis hortumumla!

Remember! Ey savurgan! Esto memor! Hatırla!.
(Benim maden gırtlağım bütün dilleri bilir.)
Sen ey ölümlü çılgın, dakikalar cevherdir,
İçindeki altın’ı almadan sakın atma!

Hatırla ki açgözlü bir kumarbazdır Zaman
Hile yapmadan her el kazanır! bu bir yasa,
Giderek küçülür gün; gece büyür; hatırla!
Hep susuzdur uçurum; su çekilir saattan.

Derken saat çalacak ve o tanrısal Kader,
Ve eşin yüce erdem, hâlâ bir kız olarak,
Ve son Pişmanlık bir de (eyvah! bu en son durak!),
Ve diyecek : “Geç kaldın! ey koca ödlek, geber!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

24 Aralık 2015 Perşembe

Sevimli Dehşet

Şu külrengi ve garip gökten,
İniş çıkışlı yazgına benzer
Boş ruhuna hangi düşünceler
İniyor? Sapık, cevap ver hemen.

- Açgözlü bir doymazlıktır ki,
Karanlık ve belirsiz şeyden
Şekvam yok Ovidius gibi,
Sürülmüş Latin cennetinden.

Gökler yırtılmış kumsal gibi,
Ve gururum yansıyor sizde;
Bulutlarınız yas içinde

Cenaze arabasıdır düşlerimin,
Işıklarınız ise kalbimde
Yansımasıdır o hoş Cehennem’in.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Acının Simyası

Biri ateşiyle ışıtır seni,
Öbürü yas tutar sende, Doğa!
Birine derken : Ölüler Evi!
Öbürüne : Hayat ve tantana!

Kollayanımsın sen meçhul Hermes
Ve her zaman korkutansın beni,
Simyacıların o en hazini
Kral Midas’a kılıyorsun eş.

Çeviririm altını demire,
Seninle cenneti cehenneme;
Sevimli bir kadavra bulurum

Bulutların kefeni içinde,
Ve kocaman lahitler kurarım
Göksel kıyıların üzerinde.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hiçliğin Zevki

Eskiden savaşçıydın, ey kasvetli ruh, heyhat,
Mahmuzuyla coştuğun o Umut, buna rağmen
Süvarin değil artık! Yat utanca düşmeden,
Ha bire tökezleyen zavallı ihtiyar at.

Kalbim, boyun ey, katlan; hayvanca uykuna yat.

Mağlup ve kötürüm ruh! Üçkâğıtçı ihtiyar,
Ne aşkın, ne savaşın tadı var senin için;
Hoşça kal boru sesi, ezgisi flütlerin!
Küskün bir kalbi artık ayartmayın, arzular!

Kokusunu kaybetti o güzelim ilkbahar!

Vücut nasıl donarsa içinde sonsuz karın,
Bak, her an, her saniye beni yutuyor Zaman;
Şu yuvarlak küreye bakıyorum yukardan,
Meraklısı değilim sefil sığınakların.

Ey çığ, al beni götür, içersinde karların!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

23 Aralık 2015 Çarşamba

Saplantı

Ormanlar, korkunçsunuz bana katedral kadar;
Ulursunuz org gibi; lanetli kalbimizde,
Sonsuz yas odaları, yaşlı hırıltılar var,
Yanıt bulur yankılar De profundis’inizde.

Hıncım sana, Okyanus! atılıp düşüşünü,
Ruhum kendinde bulur; mağlup olmuş kişinin
Hıçkırık ve hakaret dolu zor gülüşünü,
Duyuyorum kocaman gülüşünde denizin.

Ne severdim, ey gece! olmasa şu yıldızlar
Bildik bir dil konuşur onun parlak ışığı!
Ve arıyorum boşu, karayı ve çıplağı!

Öyle perdelerdir ki zifiri karanlıklar,
Gözümden binlercesi fışkırıp orda yaşar,
Tanıdık bakışlarda yitip gitmiş varlıklar.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Düşsel Bir Gravür

Yalnız tek süse sahip bu acayip hayalet,
O da, karnaval kokan pis bir taçtan ibaret,
İskeletin alnında gülünç şekilde duran,
Mahmuzsuz ve kırbaçsız kişidir at koşturan,
Kendi gibi hayalet, bu akıl almaz atı,
Ki saralıya benzer salya sümük suratı.
Giriyorlar uzaya yaptıkları atakla,
Çiğniyorlar sonsuzu tekinsiz bir toynakla,
Ve süvari sallıyor parlayan kılıcını
Hedef alıp atının çiğnediği yığını,
Sarayı denetleyen prens gibi korkusuz,
Geçiyor mezarlığı, soğukkanlı, ufuksuz,
Eski ve yeni çağın halkı orda duruyor,
Üstlerine beyaz ve çiğ bir güneş vuruyor.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Sonbahar Sonesi

Bir billur kadar saydam, gözlerin der ki bana:
“Nedir ey garip âşık, senin için değerim?”
- Alımlı ol ve sorma! Her şeye kızgın kalbim,
O eskil hayvancığın safiyeti dışında,

Ne cehennem gizini göstermek ister sana,
Uzun bir uyku için bana el eden ninni,
Ne de aşkla yazılmış kara söylencesini.
Tutkuya kin duyarım, akıl ziyandır bana!

Sessizce sevişelim. Kulübesinde Sevda,
Pusu kurmuş, geriyor öldürücü yayını.
Tanırım onun eski savaş araçlarını:

Cürüm, korku, çılgınlık! - Sen ey solgun papatya!
Benim gibi sonbahar güneşi misin yoksa,
Beyazdan da beyazım, ey soğuk Margarita?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

22 Aralık 2015 Salı

Sisina

Düşleyin Diana’yı takım taklavatıyla,
Ormanları dolaşan veya çalılar aşan,
Saçı, bağrı rüzgârda, onca şatafatıyla,
En yetkin süvariye kibirle okur meydan!

Gaddar Theroigne’yi görmüşlüğünüz var mı,
Yalınayak bir halkı hücuma teşvik eden,
Yanak ve göz ateşte, yok sayıp hayatını,
Kral merdivenini, elde kılıç, çıkarken.

Böyledir Sisina da! O tatlı bir canavar,
Hunhar olduğu kadar merhametli ruhu var;
Cesareti çıldırmış barut, davul sesiyle,

Aman diyene silah indirir, çıkmaz sesi,
Alevlerle yıkılan kalbi ise, elbette,
Layık olanlar için gözyaşı hazinesi.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Öğle Sonu Şarkısı

Yaramaz kaşların her ne kadar
Gariplik veriyorsa da sana
Benzemez bir meleğin tavrına
Ey gözleri ahu, büyücü yâr,

Ey vefasız, tapıyorum sana,
Ey tutkularımın en korkuncu!
Canla başla bağlılığıdır bu
Rahibin her zamanki putuna.

Hemen her çölün ve her ormanın
Sinmiş kokusu gür saçına,
Davranışı yansıyor başına
Gizin ve anlaşılmaz olanın.

Bir koku dolaşıyor teninde
Buhurdanın çevresindeki gibi;
Karanlık ve sıcacık bir peri,
Çekicisin akşam gibi sen de.

Ah! en kuvvetli iksirler bile
Veremez verdiğin rehaveti,
Ve öyle bir okşayışın var ki,
Yeniden can verir ölülere!

Kalçaların ise âşık olmuş
Hem sırtına, hem göğüslerine,
Yastıkları ayartırsın yine,
O tavırlarınla, çok yorulmuş.

Çoğu zaman, yatıştırmak için
Gizem dolu aşırı öfkeni,
Isırık ve öpücüklerini
Ciddi olarak, esirgemezsin.

Gülüşlerin ile, o alaycı,
Beni üzüyorsun, esmerim, ve
Koyuyorsun kalbim üzerine
Gözünü ay gibi, öyle tatlı.

Saten pabuçlarının altında,
Altında ipek ayaklarının,
Ben, sahibi büyük bir kıvancın,
Deham da, kaderim de orada,

Seninle şifa bulan ruhumda,
Şendendir renk ve şendendir ışık!
Ey patlamaya hazır sıcaklık
Benim o kapkara Sibirya’mda!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Bir Madonna'ya İspanyol Zevkine Uygun Adak

Kurmak isterim sana, sevgilim, ey Madonna,
Bir yeraltı sunağı, sıkıntımın ucunda,
Ve kalbimin en siyah, en loş yerini oymak,
Dünya zevkinden uzak, alaycı gözden uzak,
Bir yuva, altın rengi ve lacivert mineli,
Orda yükseleceksin eşsiz bir Heykel gibi.
Saf madenle kaplanmış o parlak dizelerle,
Ustaca donatılmış billur kafiyelerle,
Büyük mü büyük bir Taç öreceğim başına;
Ve Kıskanç bir şekilde, ey ölümlü Madonna,
Barbar işi bir Manto dikeceğim sana ben,
Kaba ve sert ve ağır, astarı tüm şüpheden,
Albenini hapseden bir bekçi kulübesi;
İnci’yle değil, bütün Gözyaşları’mla işli!
Senin elbisen, benim Arzu’m olur, titreşir,
Dalga dalgadır Arzu’m, hem iner, hem yükselir,
Doruklarda sallanır, kuytularda dinlenir,
Pembe beyaz tenine öpücükler giydirir.
Yapacağım o saten Pabuç’lar nişanesi
Saygı’mın, o ilahi mağdur ayakların, ki
Gevşek bir kavrayışla bir düzene konacak,
Sadık bir kalıp gibi izleri korunacak.

Gümüşten Ay’ı ince işçiliğime rağmen,
Yontup ondan Basamak elde edemezsem ben,
Koyacağım içimi kemiren o Yılan’ı,
O kin ve tükürükle kabarmış canavarı,
Topukların altına, çiğneyip eğlen diye,
Alacağına şahin muzaffer Kraliçe.
Görürsün her Düşünce’m, dizilmiş Mum’lar gibi,
Çiçekli sunağında Bakireler Ecesi,
Yıldız yıldız yansılar yapıp mavi tavana,
O ateşten gözlerle baktığını hep sana;
Ne zaman bende her şey olursa sana hayran,
Her şey Günnük, Aselbent, Mür kesilecek o an,
Beyaz ve karlı tepe, Ruh’um o zaman ancak
Bir buhara dönüşüp sana doğru çıkacak.

Ve senin Meryem rolün hem artık son bulsun ve
Aşk ile barbarlıklar birlikte olsun diye,
Kara şehvet! ben yedi ana Günah’tan, gör bak,
Pişmanlığın celladı, çok keskin yedi bıçak
Yapacağım, duygusuz bir hokkabaz misali,
Hedef alıp aşkının en derin köşesini,
Saplayacağım senin çırpınan Yürek’ine,
Hıçkırarak taşan ve sel olan Yürek’ine!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

21 Aralık 2015 Pazartesi

Sonbahar Şarkısı

I

Yakında dalacağız soğuk karanlıklara;
Hoşça kal, gür ışığı kısa yazlarımızın!
Duyarım düşüşünü ölümcül vuruşlarla
Avluların taşında çatırdayan dalların.

Bütün kış benliğime dolacak elbet: öfke,
Hınç, ürperti, dehşet, katı ve güçlü emek,
Ve, güneş gibi, senin kutup cehenneminde,
Kalbim kızarıp donmuş bir taşa dönüşecek.

Titrer, kulak veririm devrilen her kütüğe;
Hem daha boğuk değil sesi darağacının.
Ruhum nasıl da benzer yıkılan bir kuleye
Darbeleri altında o hoyrat koçbaşının.

Sanırım, bu tekdüze darbeyle salınırken,
Bir yerlerde acele çakılan bir tabut var.
Kimin için? - Dün yaz’dı; işte sonbahar, gelen!
Bu gizemli gürültü bir veda gibi çınlar.


II

Severim yeşilini badem gözlerinizin,
Tatlı güzellik, ne ki her şey çok acı bana,
Hiçbir şey, ne aşkınız, ne oda, ne şömine,
Dengi değil denizde ışıldayan güneşin.

Yine de sevin beni, ey kalp! annelik edin,
İyilik bilmeze ve yaramazın tekine;
Âşık veya kız kardeş, daim anlık zevkine,
Şanlı bir sonbaharın veya batan güneşin.

Kısa meşgale! Mezar bekliyor; yutmak için!
Ah! bırakın, koyayım başımı dizinize,
Tadayım, hasret kalıp beyaz ve kızgın yaza,
O solgun ışığını mevsim sonu günlerin!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Semper Eadem

“Nereden gelir, diyordunuz, bu garip hüzün,
Pis çıplak kayalara deniz gibi yükselen?”
Yürek bağbozumuna bir kez düşmeye görsün,
Çekilmez olur hayat. Bu bir sır, çok bilinen.

Yalın bir acı işte, ne gizli ne de saklı,
Ve sevinciniz gibi apaçıktır herkese.
Vazgeçin aramaktan, siz ey güzel meraklı!
Susun lütfen, sesiniz çok tatlı olsa bile!

Sus, ey bilgisiz kadın! ey ruh, coşkuya tutsak!
Çocuk gülüşlü ağız! sımsıkı bağlayarak
Ölüm tutuyor bizi Hayat’tan daha önce.

Bırak kalbimi, bırak yalanla sarhoş kalsın,
Güzel bir düş kadar güzel gözlere dalsın,
Ve uyusun kirpiklerinizin gölgesinde.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri


Semper Eadem: Her zaman aynı şey.

Hayalet IV Portre

Hastalık ve ölüm çevirir küle
Bütün ateşleri bizim’çin yanan.
Aşk ve şevk dolu bu iri gözlerle,
Kalbimin boğulduğu bu ağızdan,

Bu öpüşten merhem gibi etkili,
Bu coşkudan bir ışık kadar keskin,
Ne kalır? Ruhum, bu dehşet verici!
Sadece üç çizgi, soluk bir resim,

Ölür, benim gibi bir yalnızlıkta,
Ve Zaman, o küfürbaz ihtiyar ki
Sürtünüyor her gün sert kanadıyla...

Hayat ve Sanat’ın kara katili,
Öldüremeyeceksin bende kalanı
Zevkim ve şanım olan kadını!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

19 Aralık 2015 Cumartesi

Hayalet III Çerçeve

Resim, ünlü bir fırçadan çıksa da,
Güzel bir çerçeve çok şey katar,
Ve bu sonsuz doğadan ayırır da
Nedense garip ve büyülü kılar,

Mücevher, mobilya, yaldız, maden,
Uyum sağlardı ender güzelliğine;
Hiçbir şey yitirmezdi yetkinliğinden,
Her şey kenar süsü gibiydi kendisine.

Ara sıra derlerdi, her nesnenin
Ona sevdalandığına inanırmış;
Ve çıplaklığı şehvetle ıslanırmış

Çamaşırın ve kumaşın öpüşünde,
Sergilerdi maymunun sert ve sakin
Çocuksu edasını her hareketinde.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hayalet II Koku

Hiç içine çektin mi, okuyucu,
Sarhoşluk ve ağır iştah veren,
Kiliseyi dolduran buhur tohumunu.
Veya misk kokusunu, yastığa sinen,

Derin, büyülü albeniyle esritir,
Onarılan geçmiş yaşanan günde bizi!
Âşık tapılası vücut üzerindedir,
Anılardan toplar nefis çiçeği.

Bir koku yayıyordu yoz ve yavan,
Esnek ve ağır saçlarının lülesi,
Odadaki buhurdan, koku kesesi,

Giysisi, kadife veya pamukludan,
Her yanı saf gençliğiyle dopdolu,
Bir kürkün çıkardığı kokuydu bu.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hayalet I Karanlıklar

Kaderin sürgün edip de gönderdiği
Uçsuz bucaksız hüzün mahzenlerinde;
Pembe ve şen bir ışığın girmediği,
Tatsız ev sahibi, yapyalnız, Gece’yle,

Bir ressam gibiyim, alaycı Tanrı’nın
Karanlığa çiz diye mahkûm ettiği;
Aşçısı gibi ölümcül iştahların,
Pişirip yiyen benim kendi yüreğini,

Parlar, uzanır ve yayılır ara sıra
Bir hayal zarafet ve görkem dolu.
Doğulu ve düşünceli edası ile,

Büyüyüp elde etti mi olgunluğu,
Tanırım güzel ziyaretçimi artık :
Bu O’dur! Siyah, fakat çok aydınlık.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

18 Aralık 2015 Cuma

Ecinni

Tüle büründü güneş. Kendini benzet ona,
Haydi benim ay yüzlüm! sen de gölgeye bürün;
Uyu veya tütün iç; sessiz, kaygılı görün;
Ve baştan ayağa dal Usanç uçurumuna;

Böyledir sana sevgim! Ama, dilersen şimdi,
Sıyrılan yıldız gibi tutulduğu gölgeden,
Coşku dolu her yerde kibirlenmek istersen,
Pekâlâ! Güzel hançer, sıyrıl kınından haydi!

Gözbebeklerini yak lambanın alevinde!
Tutuştur o arzuyu köylülerin gözünde!
Sağlıksız ya da sonsuz bir zevk her şeyin bana;

Dilediğin gibi ol, kara gece, kızıl tan;
Bir tek zerre yok işte titreyen vücudumda
Haykırmasın : “Taptığım sensin, ey aziz Şeytan!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Düello

Derken iki savaşçı kapıştı birbiriyle;
Havaya kan ve ışık saçan silahlarıdır.
Bu oyunlar, bu demir şıkırtıları ise,
Çığırtkan aşka düşmüş gençliğin ahlarıdır.

Ve kırıldı kılıçlar! Biz de öyleydik gençken,
Sevgilim! Keskin dişler, çelik tırnaklar, bil ki,
Alır hain kılıcın öcünü çok geçmeden.
- Aşkla kanayan olgun yüreklerin öfkesi!

Yaban kedisi ve pars dolu vadi içinde
Yuvarlandı hışımla kapışan kahramanlar,
Ve böğürtlenler çiçek açacaklar teninde.

- Bu çukur, bir cehennem, orda dostlarımız var!
Dalalım, yoz amazon, terk edip nedameti,
Sonsuzlaştırmak için kindar ateşimizi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Saçlar

Ey dalga dalga boynun üstüne düşen saçlar!
Ey bukleler! Ey güzel koku, isteksiz savsak!
Esrimek! Loş odama yerleşsin diye tekrar
Bu akşam saçlarında uyuyan hatıralar,
İstiyorum onları mendil gibi sallamak!

Aşk yorgunu Asya’yla o ateşli Afrika,
Kaybolmuş, can çekişen bütün uzak âlemler,
Ey mis kokulu orman, yaşar kuytularında!
Başka ruhlar müzikte nasıl yüzüyorlarsa,
Benimki de, ey aşkım! senin kokunda yüzer.

Gezeceğim şevk dolu ağacın ve insanın
O sıcak iklimlerden baygın düştüğü yeri;
Örgü saçlar, bir dalga olun beni kaçırın!
Abanoz saç şendedir, yelkenin, flamanın,
Serenin, kürekçinin pırıl pırıl düşleri.

Gürültülü bir liman ruhum kanarak içer
Orada kokuları, sesleri ve renkleri;
Altın, meneviş içre gemiler kayıp geçer,
Ve onlar kollarını kuşatmak için açar
Sonsuz bir sıcaklıkla titreşen saf gökleri.

Sarhoşluğa sevdalı başımı sokacağım
Ötekisini örten bu simsiyah ummana;
Ve benim bir yalpayla okşanan ince ruhum,
Ey verimli tembellik, seni yeniden bulsun!
Ey sonsuz salınışlar mis kokan boş zamanda!

Bana sonsuz bir göğün laciverdini veren,
Mavi saçlar, simgesi o gergin gecelerin;
Kıvrık saç örgünüzün tüylerinde gezinen
Hindistan cevizinin ve katranın ve misk’in
Karışık kokusudur beni sarhoş düşüren.

Çoktan beri! ve her an! Sık, uzun saçlarına
Yakut, inci ve safir serpecek benim elim,
Tâ ki asla duyarsız kalmayasın arzuma!
Sen düş kurduğum vaha ve anıların orda
Şarabını içtiğim bir kâse değil misin?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

17 Aralık 2015 Perşembe

Güzelliğe İlahi

Yerden, yardan mı çıktın, gökten mi, ey Güzellik?
Senin o tanrısal ve cehennemlik gözlerin,
Boşaltır bir kadehe hem suç, hem de iyilik,
Ve bu yüzden şarapla kıyaslanabilirsin.

Fırtınalı bir akşam gibi koku saçarsın;
Gözlerinde güneşin doğuşu, batışı var;
Öpüşün bir iksirdir ve bir testidir ağzın,
Kahramanı yüreksiz, çocuğu cesur kılar.

Kara delikten çıkıp yıldızlardan mı indin?
Kader sürünür köpek gibi, eteklerinde;
Rastgele felaketler ve sevinçler ekersin,
Yönetirsin her şeyi, hesap vermek yok sende.

Cesetler üzerinde yürürsün, eğlendiğin;
Takılarından daha az mı değerli Şiddet,
İncik boncuklarınla birlikte, çok sevdiğin,
Kibirli göbeğinde göbek atar Cinayet.

Ey kandil, sana doğru, uçar tutkun pervane,
Yanıp kül olur ve der: Kutsayalım alevi!
Âşık soluk soluğa eğildi mi yârine
Mezarını okşayan canlı cenaze sanki.

İster gökten gel, ister cehennemden, ne çıkar,
Ey güzellik! koca dev, korkunç ve halim selim!
Göz, gülüş ve ayağın, açsa sonuna kadar
Sonsuzun kapısını hiç görüp bilmediğim?

Ne çıkar Şeytan, Tanrı, Melek veya Siren’den,
Hepsini bir kalem geç, kadife gözlü peri,
Ey ahenk, koku, ışık, ey biricik ecem, sen! -
Evreni daha güzel, daha hafif kıl vakti?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Maske

Rönesans Zevkine Uygun Alegorik Heykel


İşte Floransa’nın o eşsiz hazinesi:
Güçlü kaslara sahip her vücut kıvrımında
Kuvvet ve Zarafet var, Tanrı’nın kız kardeşi.
Bu kadın, gerçek şu ki fevkalade bir parça,
Tanrılar kadar gürbüz, tapacak kadar ince,
Bir papaz veya prens hayranlık duyup ona
Görkemli yataklarda taht kurabilsin diye.

- Bak hele, şu şehvetli, tertemiz öpücüğe,
İçersinde bir Kibr’in coşkusunu gezdiren;
Şu içten pazarlıklı, baygın, alaycı göze;
Şu tül çevrili yüze, sevecen mi sevecen,
Her çizgisi muzaffer bir edayla der bize :
“Ah, Şehvet’tir çağıran ve Aşk’tır taç giydiren!”
Bakın şu yaratığa bunca haşmet gösteren,
Bunca tatlılık veren kışkırtıp zarafete!
Yaklaşıp dönelim bu güzellik çevresinde.

Ey sanata söven söz! Ve ey uğursuz baskın!
Üst yanı iki başlı canavarla son bulan,
Mutluluk sözü vermiş tanrı vücutlu kadın!

- Hayır! bu sadece bir maske, bir süs, ayartan,
Bir buruşuk taslağın aydınlanmış çehresi,
Ve, dehşete düşerek, bak, nasıl da kasılmış,
Gerçek baş ve doğru yüz, her zaman içtenlikli,
Yalancı yüzün öbür yanında altüst olmuş.

Ey zavallı güzellik! senin gözyaşlarının
Eşsiz nehri tedirgin yüreğime dökülür;
Yalanınla mest, ruhum gözlerinden acının
Fışkırttığı dalgada içeceğini bulur!

- Fakat niçin ağlıyor? O, yetkin güzelliğin
Önünde diz çöktüğü mağlup bir insan türü,
Hangi gizemli acı kemirir dinç böğrünü?

- Ağlıyor, akılsızca, yaşadı diye beden!
Yine yaşıyor diye! Acıklıdır ne var ki
Çoğu kez, onu üzen, böyle tir tir titreten,
O şey, yarındır, yazık! yaşanması gereken!
Yarın, yarından sonra, daima! - bizim gibi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Albatros

Tayfalar çoğu zaman tutar eğlenmek için
Albatrosları, bu iri deniz kuşlarını,
O acı girdaplarda kayıp giden geminin
Ardındaki tasasız yol arkadaşlarını.

Döşemeler üstüne bırakıldıklarında,
Bu acemi, utangaç mavilik kralları,
Çekilen kürek gibi hep yanı başlarında
Yorgun düşer kocaman ve beyaz kanatları.

Nasıl da zavallı ve toy bu kanatlı yolcu!
Eskiden ne güzeldi, gülünç ve çirkin oysa!
Biri taklit ederken topallayarak onu,
Pipoyla gagasını dürter bir başka tayfa!

Şair de benzer elbet bulutlar prensine
Fırtına ile yoldaş, ok atana alaycı;
Yuhalanarak sürgün edilmiş yeryüzüne,
Yürümesini önler onun dev kanatları.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

16 Aralık 2015 Çarşamba

Yolculuk

Maxime du Camp'a


I

Hartaya, baskı resme sevdalı çocukların,
Evren denk düşer elbet güçlü arzularına.
Ah! Dünya ne büyüktür ışığında lambanın!
Anıların gözünde ne kadar küçük dünya!

Bir sabah yola çıktık beynimiz alev dolu,
Kalbimiz acı arzu ve büyük hınçla şişkin,
Gideriz, izleyerek dalganın uyumunu,
Salınır sonsuzumuz sonunda denizlerin :

Kimi, pis bir ülkeden kaçtığı için şendir,
Kimi, çocukluğundan utanç duyar ve kimi,
Bir kadının gözünde boğulmuş müneccimdir,
Kirke denen zalimin, kokusu tehlikeli.

Hayvana dönmeyelim diye, sarhoş olurlar
Uzaydan ve ışıktan ve tutuşmuş göklerden;
Buz onları ısırır, güneş kavurup yakar,
Ağır ağır siler ve iz kalmaz öpüşlerden.

Ne ki gerçek yolcular, yalnız onlardır giden
Gitmek için; ve kalpler hafiftir balon gibi,
Kaçmazlar hiçbir zaman kötü talihlerinden,
Bilmeden nedenini, her zaman derler : Haydi!

Onların arzuları bulut biçimindedir,
Düş kurarlar, düşünde top gören asker gibi,
Sınırsızdır bu hazlar, gizlidir, değişkendir,
İnsan zihninin asla adını bilmediği!


II

Öykünürüz, ne iğrenç! dans eden ve zıplayan
Lastik topa, topaca; uykuda bile, ne ki
Meraksa kıvrandırır ve fır döndürür her an,
Zalim bir Melek gibi, güneşi kırbaçlayan.

Hep amaç değiştiren bir tuhaf talihtir bu,
Hiçbir yerde değilse de her yerdedir yine!
İnsan elden bırakmaz orda asla umudu,
Rahatı için koşar çılgınca hedefine!

Ruhumuz bir yelkenli, Ikaria’yı arayan;
Kaptan köprüsünde bir ses : “Gözünü açsana!”
Bir başka ses çılgın ve esrik, haykırır o an :
“Aşk... şöhret... ve mutluluk!” Felaket, bu bir kaya!

Gözcünün bildirdiği hemen her ufak ada
Kaderin vadettiği tam bir Eldorado’dur;
Ve cümbüşünü kuran bir imgelem orada
Sabahın seher vakti ancak kayalık bulur.

Ey düş ülkelerinin tutkunu zavallı, sen!
Zincire mi vurmalı, denize mi atmalı,
Bu sarhoş gemiciyi, Amerika keşfeden
Ki girdaba daha çok acı katar serabı?

Çamura batıp çıkan yaşlı serseri gibi,
Burnu havada, parlak bir cenneti düşler ve
Büyülü gözlerinde olur Capua kenti
Kandil ışığı sızan bir mezbele, her yerde.


III

Şaşılası gezginler! Kaç soylu serüveni
Okuruz gözünüzde, o deniz kadar derin!
Güçlü belleğinizin açıp çekmecesini
Yıldız ve gökten mamül mücevheri gösterin.

Yolculuk istiyoruz, buharsız ve yelkensiz!
Zindanımızın gamı neşeye dönsün diye,
Nakşedin zihnimize, gergin tuval gibi, siz
Her anınızı ufkun çerçeveleri ile.

Deyin, neler gördünüz?


IV

“Ne mi gördük, yıldızlar
Ve dalgalar; kumlar da gördük hemen her yerde;
Nice şoklar yaşadık, beklenmedik yıkımlar,
Burda olduğu gibi, sıkıldık çoğu kere.

Güneşin şatafatı mor deniz üzerinde,
Ve batan bir güneşte şatafatı kentlerin,
Kaygı veren bir ateş yaktı kalplerimizde
Hoş yansılarla dolu bir göğe dalmak için.

İçermiyordu asla gizemli cazibeyi
O en büyük kentler ve en büyük manzaralar,
Tesadüf bulutlarla yapabilirse neyi.
Arzu bizi tedirgin ediyordu ne kadar!

- Zevk almak arzuları çoğu kez güçlü kılar.
Ey arzu, yaşlı ağaç, gübresi hep haz olan!
Dal, güneşi yakından görme arzusu duyar,
Kabuk kalınlaştığı ve sertleştiği zaman!

Bir serviden daha çok yaşayan koca ağaç,
Büyüyecek misin? - Ve biz, bununla beraber,
O arsız albümünüz için özenle birkaç
Taslak topladık, uzak şeyi seven kardeşler!

Bir de nefirli putlar gördük ve selam verdik;
Işıltılı taşlarla bezenmiş, zengin tahtlar;
Ve perilere layık süslü saraylar gördük
Sarraf düşünü görse kıskançlığından çatlar;

Bakan göze sarhoşluk veren nice elbise;
Dişine, tırnağına boya sürmüş kadınlar,
Yılanın okşadığı çokbilmiş hokkabazlar.”


V

Sonra, ya daha sonra?


VI

“Ey çocuksu beyinler!

Hiç unutmamak için en önemli sorunu,
Hemen her yerde gördük, hem de hiç aramadan,
O ölümsüz günahın sıkıcı oyununu,
En son basamağa dek merdivenin başından :

Kadın, iğrenç bir köle, kibirli ve budala,
Gülmeden, tiksinmeden kendi kendine hayran;
Erkek, pisboğaz tiran, açgözlü ve hovarda,
Kölelerin kölesi, lağım içinde akan;

Zevkine düşkün cellat, hıçkırıp duran kurban;
Görülmemiş bir şölen, tadı kan, kokusu kan;
İktidar için zehir, zorbayı yatıştıran,
Ve halk, kırbaç âşığı, insanı hayvan kılan;

Dünyadaki pek çok din bizimkinin benzeri,
Hepsi göğe tırmanır; ha, bir de Ermişlik var,
Kuştüyü bir döşekte yatan nazenin gibi,
Şehveti hep sert kılda ve çivilerde arar;

Dehası ile sarhoş, bu çalçene İnsanlık,
Ve bugün de çıldırmış, tıpkı eskisi gibi,
Can çekişirken bile Tanrı’ya atar çığlık :
“Ey benzerim, efendim, lanetliyorum seni!”

Bunaklık’ın çok cesur, az sersem âşığıysa,
Kader’in bir ağıla kapattığı sürüden
Kaçar, sığınır büyük bir uyuşturucuya!
- Budur sonsuza kadar tek haber yerküreden.”


VII

Acı bilgi, yolculuk ile sağlanan bilgi!
Dünya tekdüze, küçük, bugün neyin nesiyse,
Dün, yarın, hep gösterir bizlere imgemizi:
Bu bir dehşet vahası sıkıntılar çölünde!

Hem gitmek mi, kalmak mı? Kal, kalabiliyorsan;
Gerekirse, git. Kimi koşar, kimiyse pusar
Aldansın diye kurnaz ve ölüm saçan düşman,
Zaman! Odur, ne yazık! durmadan koşan da var,

Gezgin Yahudi gibi ve havariler gibi,
Kaçmaya yetmez asla ne gemi, ne de tren,
Bu rezil saldırgandan; ve onu öldürmeyi
Bilen başkaları var daha beşiğindeyken.

Sonunda nasıl olsa kıracak belimizi,
Umutlanarak çığlık atacağız : İlerle!
Vaktiyle Çin’e doğru yola çıkmamız gibi,
Saçlar rüzgârda ve göz hep ufuk çizgisinde,

Açılıp Karanlıklar denizine gideriz
Neşe dolu kalbiyle delikanlı yolcunun.
Şu tatlı ve ölümsü sese kulak verin siz,
Şakıyor : “Haydi gelin! Hoş kokulu Lotüs’ün

Tadı nasıl diyenler! burdadır bağbozumu
Kalbinizi aç tutan harika meyvaların;
Garip tatlılığıyla yaşa sarhoşluğunu
Asla sonu gelmeyen bu öğle sonrasının!”

Tanırız senli benli sözünden hayaleti;
Pylades’lerimiz el uzatıyorlar, bakın.
“Yüzüp Elektra’na ferah tut yüreğini!”
Der, vaktiyle dizini öptüğümüz o kadın.


VIII

Ey Ölüm, koca kaptan, demir alalım! haydi!
Bu diyar sıktı bizi, Ölüm! Açalım yelken!
Siyah olsa da deniz ve gök mürekkep gibi,
Kalbimiz ışıklarla doludur, bilirsin sen!

Akıt bize zehrini, güçlenelim daha da!
Bu ateş öylesine yakıyor beynimizi,
Cennet ya da Cehennem, dalalım bu girdaba,
Bilinmez’in dibine bulmak için yeniyi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Bir Meraklının Düşü

F.N.’ye


Bilir misin tadını o hüznün, benim kadar,
İster misin, desinler : “Ne acayip adam, bu!”
- Nerdeyse ölecektim. Bende âşık bir ruh var,
Çok özel bir hastalık, dehşet karışmış arzu;

Fitneye bulaşmamış diri umut ve korku,
Tekinsiz kum saati boşalıp tükenirken,
İşkencemi daha sert ve zevkli kılıyordu;
Yüreğim kopuyordu tanıdık bir âlemden.

Sahneye doyamamış bir çocuk gibiyim ben,
Perdeyi düşman bilen, engele kinlenerek...
Çok geçmeden kendini gösterdi acı gerçek :

Ölüp gitmiştim işte ve dehşet verici tan
Kuşatmaktaydı beni. Neee! Hepsi bu mu yoksa?
Perde açılmıştı ve ben bekliyordum hâlâ.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Gün Sonu

Hayat, çığırtkan ve densiz,
Donuk bir ışık altında
Koşar, dans eder, sebepsiz
Güler, ve derken ufukta

Yükselir haz dolu gece,
Açlığı alıp götürür,
Ve siler utancı bile,
Şair söylenir : “Çok şükür!

Ruhum, omurlarım gibi,
Gel artık, der huzura;
Kalbimde ölüm düşleri,

Sırtüstü yatarım orda,
Sarınırım perdenize,
Serin karanlıklar, size!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

15 Aralık 2015 Salı

Sanatçıların Ölümü

Kaç kez sallayacağım çıngıraklarımı ben,
Öpmek için alnından, bezgin karikatür? Ve
Gizemli bir hedefi vurabileyim diye,
Ok torbam, daha kaç ok yitireceğim senden?

En ince oyunlarla yıpratıp ruhumuzu,
Yıkarız çatısını her ağır makinanın,
Seyretmeden yüzünü o büyük Yaratık’ın
Bizi hıçkırıklara boğar keskin arzusu!

Çoğuna kendi Put’u nedense kalır meçhul,
Ve bu azaba mahkûm, iğrenç heykeltıraşlar,
Göğsünü ve alnını döverek yola çıkar,

Tek umutları var, garip, zavallı Capitol!
Ölüm, yeni bir güneş gibi gökten bakacak,
Böylece uslarının çiçekleri açacak!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yoksulların Ölümü

Hep Ölüm’dür avutan, ne yazık! yaşatan da;
Ve hayatın amacı, biricik umududur,
İksir gibi kavramak ve sarhoş etmek onda,
Akşama dek didinme gücü veren de odur;

Kışın fırtına ve kar, kırağı arasından,
Kara ufkumuz için titreşen bir ışıktır;
Kitapların yazdığı ünü çok büyük bir han,
Yemek, oturmak, yatmak için bir kolaylıktır;

O bir Melek’tir, tutar mıknatıslı elinde
Uykuyu, esrik düşün bütün nimetini ve
Yoksul ile çıplağın yataklarını yapan;

Şanıdır Tanrıların, o gizemli ambarı,
Yoksulun parasıdır ve en eski vatanı,
Bir kapıdır bilinmez göğe doğru açılan!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Aşıkların Ölümü

Yatağımız olacak hafif kokuyla dolan,
Divanımız olacak bir mezar kadar derin,
Ve acayip çiçekler, üstünde etajerin,
Güzel gökler altında bizim için açılan.

Gönlünce harcayarak son sıcaklıklarını,
İki kalp iki güçlü meşaleye dönecek,
Ve yansıtarak bize çifte ışıklarını
Bu ikiz aynalarda ruhumuza sinecek.

Gizemli mavi, pembe bir akşam saatinde,
Ayrılık dolu, uzun bir hıçkırık halinde,
Alacak vereceğiz o biricik şimşeği;

Kapıları açarak çok geçmeden bir Melek,
Kararmış aynaları ve ölgün alevleri,
Yürekten bağlı ve şen, diriltmeye gelecek.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

14 Aralık 2015 Pazartesi

Aşıkların Şarabı

Bugün her yer görkemli ve eşsiz!
Gemsiz, üzengisiz ve dizginsiz,
Haydi binip şarabın atına
Çıkalım tanrısal gök katına!

Perişan iki melek misali
Kalpte dinmeyen sevda ateşi,
Kristal mavisinde sabahın
Ardına düşelim bir serabın!

Hafifçe salınıp kanadında
Çok anlayışlı bir kasırganın
Birbirine denk hezeyanında,

Kız kardeşim, yüzüp durmaksızın
Yan yana kaçacağız biz yine
Doğru düşlerimin cennetine!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yalnızın Şarabı

Hafifmeşrep kadının garip bir bakışı var,
Kıvırcık saçlı ayın nazlı güzelliğini
Yıkamak için titrek bir göle gönderdiği
Beyaz ışın gibidir, süzülür bize kadar;

Kumarbazın avcunda en son para kesesi;
Ve çapkın öpücüğü o dal gibi Adeline’in;
Tatlı ve yumuşacık ezgisi bir müziğin,
Acı çeken insanın uzak sesidir sanki.

Bunların bir yararı olmaz ey derin şişe,
İnançlı bir şairin susuz kalan kalbine,
Şişkin göbeğindeki etkileyici merhem;

Umut saçarsın ona, hem canlılık, hem gençlik,
- Ve züğürt hazinesi, kendini beğenmişlik
Zafere ulaştırır, Tanrısal kılar her dem!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Katilin Şarabı

Karım öldü, özgürüm işte!
İçebilirim her saat, her an.
Eve meteliksiz döndüğüm zaman,
Çığlıkları işlerdi kalbime.

Artık mutluyum, bir kral kadar;
Hava berrak, gök fevkalade...
Böyle bir yaz mevsiminde
Tutuldum, oldu bana yâr!

İçimi kavuran susuzluğu
Dindirmeye ihtiyacım var
Şarabım olsun mezarı kadar;
- Kimse diyemez azdır bu :

Attım bir kuyunun içine,
Ve ittim üzerine onun
Her bir taşını bu kuyunun.
- Unuturum, elimden gelse!

Bağlılık yeminleri adına,
Hiç kimsenin çözemediği,
Ve mutlu günlerdeymiş gibi
Buluşup barışmak uğruna,

Bir randevu istedim ondan,
Akşam, karanlık bir yolda.
Çılgın yaratık! - geldi oraya!
Az veya çok çılgındır insan!

Güzeldi güzel olmasına,
Ne ki çok yorgundum! ve ben,
Çılgınca sevdim onu! bu yüzden
Bırak bu hayatı! dedim ona.

Anlayamaz beni hiç kimse.
Bu sersem sarhoşlardan hangisi
Şaraptan bir kefen biçmeyi
Düşledi o berbat gecelerinde?

Bu dayanıklı sefa pezevengi
Demir makineler gibiydi ve
Ne yaz ne de kış mevsiminde
Gerçek aşkı tanıdı, bildi,

O kapkara büyüleri ile,
Cehennem, alayıyla tehlikenin
Gözyaşıyla, şişesiyle zehrin
Zincir ve kemik sesleri ile!

- Özgür ve yalnızım işte!
İçkiden öleceğim bu akşam;
Ne korku, ne pişmanlık bana gam,
Yığılıp kalacağım yere.

Ve uyuyacağım bir köpek gibi!
Ağır tekerlekli araba o an
Yükü taştan ve çamurdan,
Kudurmuş vagon ne var ki

Ezebilir suçlu başımı,
Biçebilir beni ortadan,
Ama vız gelir bana Şeytan,
O Kutsal Mihrap ve Tanrı!


Charles Buadelaire
Kötülük Çiçekleri

12 Aralık 2015 Cumartesi

Pırtıcıların Şarabı

Çoğu kez, bir fenerin kızıl aydınlığında
Rüzgâr zorbalık eder alevinde, camında,
Eski bir mahallenin iğrenç labirenti bu,
İnsanın fırtınayla fokurdayıp durduğu,

Bir pırtıcı geliyor, ha bire baş sallayan,
Sendeleyip, bir şair gibi duvara çarpan,
Önem vermez uyruğu olan hafiyelere
Açar bütün kalbini şanlı projelere.

Yeminler eder, nice kanuna imza atar,
Zalimi yere serer ve mazlumu dik tutar,
Asılı sayvan gibi gökkubbenin altında,
Mest olur erdeminin şaşaasından, orda.

Evet, geçim derdinin hırpalayıp ittiği,
İşin ezdiği, yaşın durmadan tükettiği,
Beli bükük, altında ev denen mezbelenin,
Bulanık kusmuğunda koskocaman Paris’in,

Dönerler evlerine, fıçı gibi kokarak,
Artlarında o dostlar, savaşta ağararak
Bıyıkları eskimiş bayraklar gibi sarkan
Sancaklar, çiçekler ve zafer takları her an

Yükselir önlerinde, ne tantanalı büyü!
Cümbüşünde, ışıklı ve çok baş döndürücü,
Güneşin, çığlıkların, davulun, borazanın,
Şanına şanlar katar aşk sarhoşu bir halkın!

Hafifmeşrep insanlar arasında bu sefer,
Göz alıcı Paktolos, şarabı altın eder;
İnsanın gırtlağıyla zaferlerini şakır,
Gerçek krallar gibi armağanlar dağıtır.

Sessizce ölüp giden koca lanetlilerin
Hıncını yok ederek ferahlık vermek için,
Tanrı, pişmanlık duydu ve uykuyu yarattı;
İnsan, Güneşin kutsal oğlu Şarabı kattı!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Şarabın Ruhu

Şişede şakıyordu, akşam, şarabın ruhu:
“Aziz ve yeteneksiz insan, bu şarkı sana,
Baştan başa ışık ve kardeşlik ile dolu,
Cam hücremde ve pembe mumlarımın altında!

Biliyorum, üstünde bu alevli tepenin,
Nice yakıcı güneş, eziyet ve ter lazım
Hayatımı yaratmak, ona ruh katmak için;
Ne var ki, kötücül ve nankör olmayacağım

Zira iş yorgunu bir kişinin kursağına
Düştüğüm vakit sonsuz bir sevinç duyarım ben,
Onun sıcacık göğsü tatlı mezardır bana,
Burası çok daha hoş soğuk mahzenlerimden.

Kulak ver yankısına pazar şarkılarının
Ve umuda, coşkulu kalbimde cıvıldayan!
Dirseklerini daya, kalkık dursun kolların,
Yücelteceksin beni ve kalacaksın hayran;

Tutuştururum esrik gözlerini eşinin;
Oğluna güç veririm, renk katarım yüzüne,
Yağ olurum ömrün bu narin atleti için
Güreşçiler kasını sağlamlaştırsın diye.

Cennet taamı olup düşeceğim gövdene,
Ölümsüz Rençper’in değerli tohumuyum ben,
Bunun için aşkımızdan şiir doğsun yine
Benzersiz bir çiçek gibi Tanrı’ya yükselen!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Şeytan Duaları

Sen ki, güzel mi güzel ve bilgice en yüksek,
Kara yazgılı Tanrı, övgüden yoksun Melek,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Ey sürgünler prensi, ey haksızlık edilen,
Yenilince her zaman ayağa kalkabilen,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Her şeyi bilirsin sen, yeraltılar kralı,
Dertlerin o tanıdık şifa dağıtıcısı,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Sen ki, cüzamlılara, lanetli paryalara,
Öğretirsin Cennet’in keyfini aşk yoluyla,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Sen ki, eski ve güçlü gözbebeğin Ölüm’den
Umudu, hoş çılgını, yaratırsın elbet sen!

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Mahkûma verirsin, bu mağrur, sakin bakışı
Lanetler darağacı çevresindeki halkı,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Kıskanç Tanrı nerede sakladı, bilirsin sen,
O değerli taşları, bir köşede bekleyen,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Keskin gözlerin tanır derin mahzenleri ve
Madenler halkı orda uyur kefen içinde,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Senin o geniş elin uçurumları gizler
Binanın saçağında yürürken uyurgezer,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Yaşlı kemiklerini, hayran, yumuşatırsın,
Atların çiğnediği geç kalmış bir ayyaşın,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Teselli etmek için acı çeken kişiyi,
Merhem yaptın kükürde katıp güherçileyi,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Kurnaz suç ortağı, sen, kendi mührünü vurdun,
Alnına hayâsız ve acımasız Karun’un,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Kızların gözüne ve kalbine sokmadın mı
Paçavralar aşkına ve acıya saygıyı,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Sürgünlerin bastonu, mucitlerin lambası,
Fesat karıştıranın, asılmışın papazı,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!

Tanrı Baba’nın kızıp yeryüzü cennetinden
Kovduğu insanlara babalık edersin sen,

Ey Şeytan, acı benim sonsuz sefaletime!


Yakarı

Şan da senin, şöhret de, yücesinde göklerin
Hüküm sürdün, ey Şeytan, dibinde Cehennem’in,
Yenik düşüp sessizce düşlere daldın, orda,
Bırak da ruhum Bilim Ağacı’nın altında,
Dinlensin sana yakın, sarksın o dallar yine
Bir Tapınak misali alnının üzerine!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

11 Aralık 2015 Cuma

Habil ile Kabil

I

Habil’in soyu, ye, iç ve uyu;
Tanrı sana gülümsüyor hoş görerek.

Kabil’in soyu, bir çirkefte diz boyu
Sürün ve öl sefalet çekerek.

Habil’in soyu, senin kurbanın
Büyütüyor İsrafil’in burnunu!

Kabil’in soyu, çektirdiğin azabın
Hiçbir zaman gelmeyecek mi sonu?

Habil’in soyu, gör ekinlerinin
Ve sürülerinin iyiye gittiğini;

Kabil’in soyu, barsakların senin
Gurulduyor yaşlı bir köpek gibi.

Habil’in soyu, baba ocağında
Karnını sıcak tut, öylece kal;

Kabil’in soyu, küçücük mağaranda
Soğuktan titre dur, zavallı çakal!

Habil’in soyu, sev üreyerek!
Çoğalacak altının senin de.

Kabil’in soyu, ey yanan yürek,
Dikkatli ol bu büyük hevesinde.

Habil’in soyu, şişip büyüyorsun
Tıpkı tahtakuruları gibi.

Kabil’in soyu, üstünden yolun
Al götür umarsız aileni


II

Ah, Habil’in soyu, senin leşin
Büyütür elbet tüten toprağı!

Kabil’in soyu, senin işin
Yeterli ölçüde karşılanmadı;

Habil’in soyu, utancındır artık :
Kılıç yenik düştü mızrağa yine!

Kabil’in soyu, gökyüzüne çık
Ve at Tanrı’yı yeryüzüne!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Ermiş Pierre'in İnkarcılığı

Ne yapar Tanrı bunca beddua ve laneti
Meleklerine doğru yükselen hemen her gün?
Uyur tatlı sesinde o korkunç küfrümüzün,
Karnı et ve şarapla şişmiş bir tiran gibi.

Zulüm çeken, işkence görenlerin çığlığı,
Bir senfonidir elbet kişiyi sarhoş eden,
Hazlarının bedeli bu kadar kana rağmen,
Tanrılar öç almaktan hiçbir zaman bıkmadı!

- N’olur, Zeytindağı’nı hatırlasana İsa!
Diz çöküp yalvarırdın bir sadelik içinde,
Ve o gülerdi gökten çivilerin sesinde
Pis cellatlar çakarken bedenini çarmıha,

Ne ki tükürdüğünü gördün tanrılığına
Pespaye bir mutfak ve muhafız birliğinin,
Ve duydun batışını sipsivri dikenlerin
Sonsuz bir İnsanlığı barındıran başına;

Kırılmış bedeninin o korkunç ağırlığı
Uzatırdı her iki kolunu iki yandan,
Kan ve ter sızıyordu solgun düşmüş alnından,
Herkes için olmuştun sanki nişan tahtası,

Düşledin mi bu parlak ve bu güzel günleri,
Gelmiştin sonsuz sözü gerçekleştirmek için,
Ve geçmiştin sırtında sevimli bir eşeğin,
Yollara çiçeklerin, dalların serildiği,

Orda yürek umut ve mertlik doluydu her an,
Kırbaçlamıştın bu pis tacirleri son güçle,
Hâkim oldun mu bari? Sapladın mı göğsüne
Mızrağını çok daha evvel bir pişmanlıktan?

- Bense çıkarım elbet, tıkırında her şeyi,
Düş ile işi kardeş saymayan bir dünyadan;
Kılıcı kullanayım ve öleyim kılıçtan!
Ermiş Pierre İsa’yı inkâr etmiş... ne iyi!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Aşk ve Kafatası

Eski Bir Tavan Süslemesi


Aşk bağdaş kurmuş insanlığın
Kafatasına,
Dil uzatıyor üzerinden bu tahtın,
Sırıtarak küstahça,

Baloncuklar üfürüyor neşe içinde
Havaya yükselen,
Kavuşturmak ister gibi o âlemlere
En ince tözden gelen.

Işıltılı ve narin bir küredir bu
Atılır ileri,
Çatlar ve saçar o kırılgan ruhunu
Altın bir düş gibi.

Her boncukta duyarım kafatasının
Yalvarışını inleyerek :
- “Bu, acımasız ve gülünç bir oyun,
Ne zaman sona erecek?

Zira budur işte havaya savurduğu
Zalim ağzının,
Katil canavar, benim beynimdir bu,
Etim ve kanım!”


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

10 Aralık 2015 Perşembe

Kythira'ya Yolculuk

Kalbim bir kuş gibi, çırpınarak sevinçten
Özgürce uçuyordu halatlar etrafında;
Yol alıyordu gemi bulutsuz gök altında,
Esrimiş melek gibi ışıltılı güneşten.

Neresi bu iç karartıcı ada? - Kythira,
Dediler, şarkılarda ünlenmiş bir ülke bu,
Tohuma kaçmışların adi Eldorado’su.
Hem bakın, ne de olsa, bu bir zavallı dünya.

- Tatlı gizlerin, sonsuz coşkuların adası!
Eski Venüs’ün anlı şanlı hayali işte
Uçar bir ıtır gibi senin denizlerinde,
Ve doldurur aşkla ve baygınlıkla ruhları.

Bol çiçekli ve yeşil mersinli güzel ada,
Sonsuza dek saygılı ona bütün kavimler.
Gül bahçesi üstünde buhurdan gibi tüter
Tapınan yüreklerin iç çekişleri orda

Ya da bir güvercinin sürekli dem çekişi!
- Kythira artık biri verimsiz toprakların,
Yırttığı o taş çölü yabanıl çığlıkların.
Sezmekteydim yine de benzersiz bir nesneyi!

Gencecik rahibenin, çiçeğe sevdalanmış,
Yürüdüğü gölgeli tapınak değildi bu,
Fistanını geçici meltemde savurduğu,
Vücudu gizli kalan ateşler içre yanmış;

Ne var ki geçiyorken kıyının yakınından
Ürkütmek’çin kuşları ak yelkenlerimizle,
Gördük bu üç ayaklı darağacıydı işte,
Tıpkı bir servi gibi, göğü karanlık kılan,

Kurbanları üstüne tünemiş zalim kuşlar
Hınçla yok ediyordu olgun bir asılmış’ı,
Sokarak, alet gibi, rezil gagalarını
Bu pis leşin kanayan son noktasına kadar;

İki göz iki çukur, ve deşilmiş karından
Barsaklar sarkıyordu uylukların üstüne,
Didikliyordu onu gaga darbeleriyle
İğrenç tatlara kanmış cellatları her yandan.

Ayak altında, bir dörtayaklılar ordusu,
Kıskanç dolanıyordu, burnu öyle havada;
Kocaman bir hayvan fır dönüyordu ortada
Sanki avenesiyle bir infaz sorumlusu.

Kythira’lı, güzelim göklerin çocuğu sen,
Katlanıp duruyordun bu küfre sessiz sakin
Cezasını çekerek rezil ibadetlerin
Ve günahların, sana bir mezarı çok gören.

Gülünç asılmış, bendedir senin acıların!
Duyumsadım görünce sarkan organlarını,
Kusuyormuşcasına, dişime çıktığını
Eski acıyla hınçtan oluşmuş bir ırmağın;

Önünde, âciz şeytan, anısı onca tatlı,
Vaktiyle bedenimi ufalamayı seven
Bu arsız kargalarla kara panterlerin ben
Duyumsadım tüm çene ve tüm gagalarını.

- Gökyüzü alımlıydı, denizse çarşaf gibi;
Artık her şey karanlık, kanlıydı benim için,
Yazık! İçindeymiş gibi kalın bir kefenin,
Bir başka benzetişte saklamıştım kalbimi.

Senin adanda, Venüs! ayakta duran ancak
O simgesel sehpaydı, asılmış görüntümle....
- Ah! Tanrı’m! seyredeyim bana güç kuvvet ver de
Kalbimle vücudumu tiksinti duymayarak!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Vampirin Değişimleri

Kadıncağız bir yandan, sönmüş kor üzerinde
Yılan gibi kıvranır ve korse demirinde
Göğsünü düzeltirken, bir yandan da mis kokan
Şu sözler akıyordu çilek gibi ağzından :
- “Nemli dudaklarım var, bilirim kaybetmeyi
Bir yatağın içinde o çok eski bilinci.
Kuruturum her yaşı mağrur memelerimde,
Güldürürüm yaşlıyı çocuk gülüşlerimde.
Yerini tutarım ben, çıplak görenler için,
Göklerin, yıldızların ve ayın ve güneşin!
Sevgili bilgin, öyle uzmanım ki ben hazda,
Bir erkeği sıkarsam çok korkunç kollarımda,
Veya ısırışlara gövdemi bırakırsam,
Çekingen, ayartıcı, dayanıksız ve sağlam,
Bu esrik döşeklerde kısır Melekler bile,
Elbet benim yüzümden giderdi Cehennem’e!”

Emerek iliğimi bütün kemiklerimden,
Dönünce ona doğru gücümü yitirip ben,
Aşk öpücüğü için, gördüğüm şey şu oldu,
Vıcık vıcık bir tulum, içi irinle dolu!
Kapadım gözlerimi, soğuk bir ürperişle,
Tekrar açınca diri bir aydınlık içine,
Yanımda, kanla doymuş izlenimini veren
Güçlü manken yerine, başka bir şey gördüm ben,
Titriyordu belirsiz iskelet bozuntusu,
Onların çıkardığı fırıldak sesiydi bu
Veya demir bir çubuk ucundaki tabela,
Rüzgârın salladığı kış gecesi boyunca.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Béatrice

Killi, kireçli, çorak topraklar üzerinde
Bir gün şekva ederken tabiata karşı, ve
Rastgele dolaşarak ben kendi düşüncemin
Hançerini bilerken üzerinde kalbimin,
İniyor öğle vakti gördüm başıma doğru
Kocaman ve ölümcül bir fırtına bulutu,
İçersinde meraklı, zalim cüceye benzer
Çok sayıda ifriti taşıyarak, bin beter.
Koyuldular çok katı beni incelemeye,
Bakan yolcular gibi hayretle bir deliye,
Duydum, aralarında fısıldaşıp güldüler,
Göz kırparak işaret verdiler ve aldılar :

- “Seyredelim hele şu insan müsveddesini,
Taklidi hüner sayan şu Hamlet gölgesini,
Gözleri çok kararsız ve rüzgârda saçları.
Büyük acı değil mi görmek bu şaklabanı,
Bu alçağı, bu kötü oyuncuyu, garibi,
O rol kesmeyi bilir, tıpkı sanatçı gibi,
Acısıyla şarkıya dikkat çekmek dileği
Kartalları, cırcırı, nehirleri, çiçeği,
Bizlere bile, eski sütunların yazarı,
Uluyarak anlatmak beylik hitaplarını?”

Ne ki (benim gururum üstündedir dağların
Hükmeder bulutuna, sesine şeytanların)
Çevirirdim egemen başımı elbet ben de,
Görmeseydim hayâsız bir sürünün içinde,
O suçu, ki ne yapsa sarsamadı güneşi!
Bakışları benzersiz, gönül kraliçesi,
Koyu iç sıkıntıma onlarla gülüyordu
Bazan verdiği pis bir okşayış oluyordu.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

9 Aralık 2015 Çarşamba

Alegori

Saçları şarabının içinde sürüklenen,
Bu bir güzel kadındır, edalıdır herkesten.
Bir aşkın pençeleri, zehri batakhanenin,
Hep kayar, hep kirlenir granitinde tenin.
Gülümser Ölüme ve dert etmez Sefihliği.
Bu ejderler ki her dem keser ve biçer eli,
Yıkıcı oyununda saygı duyuldu yine
Bu sapsağlam vücudun kaba azametine.
Tanrıça gibi yürür, dinlenir sultan gibi;
Müslüman inancı var, öyle bir zevk sahibi,
Ve açık kollarında, göğsünün doldurduğu,
Çağırır gözleriyle bütün insan soyunu.
İnanır ve bilir ki, bu döl vermez bakire
Mecbur kalmış olsa da dünyanın gidişine,
En yüce armağandır bir vücut güzelliği
Bu yüzden affettirir her türlü rezilliği.
O ne Araf’ı bilir ve ne de Cehennem’i,
Ve gelip de çatınca kara Gece saati,
Bakacaktır Ölüm’ün soğuk yüzüne elbet,
Tıpkı bir bebek gibi, - ne nefret, ne nedamet!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Kan Çeşmesi

Kimi zaman dalga dalga akar benim kanım,
Sanki hıçkırıklarla ahenkli bir çeşmeden.
Uzak bir mırıltıyla akışını duyarım,
Ve elimle yaramı boş yere ararım ben.

Kentin içinden, tıpkı tarladan geçer gibi,
Akıp gider, yolları adaya çevirerek,
Susuzluktan kurtarıp orda hemen herkesi,
Ve geçtiği her yere kızıl bir renk vererek.

Çoğu zaman diledim ayartıcı şaraptan
Beni ezen dehşeti bir gün uyutmasını;
Durultur gözü şarap ve inceltir kulağı!

Aradım ben aşk içre bir uyku, unutturan;
Ne ki aşk benim için iğneli bir yatakmış
Zalim kızlara içki sunmak için yapılmış!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

İki Rahibe

Sefahat ile Ölüm iki sevecen kızdır,
Öpüşleri harika, her yanı sağlık dolu,
Bağırları hep bakir, eski çarşaf kaplıdır,
Sonsuz çabaya düşüp çocuğu hiç olmadı.

Cehennemin gözdesi, ailenin düşmanı,
O tekinsiz şaire, fukara dalkavuğa,
Gösterirler bir yatak asla uğramadığı,
Kabristan ve genelev gürgenleri altında.

Ve bol küfürlü tabut ile yatak odası
İki rahibe gibi, sırasıyla sunarlar
O müthiş zevkleri ve korkunç tatlılıkları.

Ne zaman gömeceksin, mundar Sefahat, beni?
Rakip Ölüm, ne zaman aşıya niyetin var,
Pis mersinler üstüne kara servilerini?


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

8 Aralık 2015 Salı

Cehennemlik Kadınlar

Dalgın bir sürü gibi kumsalın üzerinde,
Bakışlarını deniz ufkuna doğrulturlar,
Şaşkın ayaklarında, sokulgan ellerinde
Tatlı baygınlıklar ve acı ürperişler var.

Bir kısmı, uzun uzun sır vermeye sevdalı,
Koruların dibinde, orda ırmaklar çağlar,
Heceler durur ürkek bir çocukluk aşkını,
Genç fidanların yeşil koruluğunu oyar.

Ötekiler, kız kardeş gibi, ağır ve ciddi
Yürürler hayaletle dolu kayalıklardan,
Gördü Ermiş Antonius çıkışını lav gibi
Çıplak göğsün ve kendi eğiliminin, ordan.

Akışkan reçineler ışığında, birçoğu,
Ve dilsiz kovuğunda putperest mağraların
Azgın arzularının yardım çağrısıdır bu,
Bakkhos, uyutucusu en eski azapların!

Boynu şaldan hoşlanan bir başka bölümü de,
Bir kırbaç saklayarak giysileri altında,
Karıştırır loş orman ve ıssız gecelerde,
Arzunun köpüğünü acının gözyaşına.

Ey şeytanlar, ejderler, bakireler, kurbanlar,
Gerçeği hakir gören o çok büyük fikirler,
Dolu dolu çığlıklar ve gözden akan yaşlar,
Sonsuzu arayanlar, sofular ve satirler,

Ruhum izledi sizi cehennemlerinizde,
Zavallılar, seviyor ve acıyorum, bilin,
Dinmemiş susuzluklar, kasvetli acılar ve
Kalplerinizle dolmuş aşk testileri için!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Cehennemlik Kadınlar

Delphine ile Hippolyte


Hippolyte, lambaların solgun ışığı vuran,
İçine koku sinmiş minderler üzerinde,
Düşlüyordu kızlığın perdesini kaldıran
Güçlü okşayışları, saf bir duygu içinde.

Fırtına bulanığı bir gözle arıyordu,
Uzaklaşmış göğünü günahsız yaşamanın,
Sanırsın ki başını mavi bir ufka doğru
Çeviren bir gezgindir, ötesinde sabahın.

O yorgun gözlerinin ağırlaşan yaşları,
Kırgın, uyuşuk hali, hazları kasvet veren,
Hurdaya çıkmış silah gibi, mağlup kolları,
Yansıtıyordu narin güzelliğini hepten.

Ayakları ucunda, sakin ve neşe dolu,
Ateşli gözleriyle onu yiyordu Delphine,
Avını gözleyen bir hayvana benziyordu
İzini bırakarak üstünde dişlerinin.

Önünde kuvvetli ve kırılgan güzelliğin,
Kibirli, şehvet dolu bir hazla içiyordu
Zaferinin şarabını ve derlemek için
Tatlı bir teşekkürü, uzanıp ona doğru.

Arıyordu gözünde sararmış kurbanını
Dilsiz neşidesini bir zevkin söylediği,
Ve bu yüceden yüce, bitimsiz bir şükranın
Gözkapağından çıkan uzun âhıydı sanki.

- “Hippolyte, aziz yürek, ne dersin sen bunlara?
Anlıyor musun şimdi, sunman gerekmez senin,
Onları solduracak şiddetli rüzgârlara
Kutsanmış kurbanını ilk açan güllerinin.

Öpüşlerim hafiftir susinekleri kadar,
Okşarlar duru büyük gölleri akşamleyin,
Yârin öpüşleriyse tekerlek izi açar,
İzi gibi araba ve saban demirinin;

Onlar zalim toynaklı, öküz ve at koşumlu
Ağır araba gibi geçecekler üstünden...
Hippolyte, kız kardeşim! Yüzünü bana doğru
Çevir ruhum ve kalbim, bütünüm, yarımım, sen,

Çevir haydi yıldız ve gök dolu gözlerini!
Bir tatlı bakış için, tanrısal umut diye,
En karanlık zevklerin kaldırıp peçesini,
Uyutacağım seni sonsuz düşler içinde!”

Ve Hippolyte o zaman kaldırıp genç başını:
- “Nankör değilim ben, asla değilim pişman,
Delphine’im, çok ağrım var, içim dışım sıkıntı,
Akşam berbat bir yemek yemişim gibi, inan.

Duyarım hücumunu ağır kokuların ben,
Perişan hayallerin kara taburlarını,
Beni işlek yollara yönlendirmek isteyen,
Orda kanlı bir ufkun her yandan kapattığı.

Son derece tuhaf bir eylem mi yaptık yoksa?
Açıkla bana, lütfen, acımı ve korkumu :
Titriyorum “Meleğim!” dediğin zaman bana
Ve birden dudaklarım gidiyor sana doğru.

Bana hiç öyle bakma, benim düşüncemsin, sen!
Sonsuza dek sevdiğim, biricik kız kardeşim,
Sen orada kurulmuş bir tuzak bile olsan
Ve bir de başlangıcı büyük felaketimin!”

Delphine silkeleyerek dağınık saçını ve
Demir sacayağında tepiniyormuş gibi,
Tekinsiz göz, konuştu zorbanın sesi ile :
- “Kim anlatabilir, kim, aşk varken Cehennem’i?

Binlerce lanet olsun o yaramaz düşçüye,
İlk defa arzuluyor aptallığa düşerek,
Namus karıştırmayı aşka değgin her şeye,
Kısır ve çözülmez bir sorunla sevişerek.

Gizemli bir ahenkle birleştirmek isteyen
Serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi,
Bu kıpkızıl güneşte, adına aşk denilen,
Hiç ısıtamayacak kötürüm bedenini!

İstersen git ve ara, şapşal bir yavukluyu;
Koş, temiz kalbe zalim öpücüklerini ver:
Ve, mosmor, pişmanlıkla, korku ve dehşetle dolu
O dağlanmış göğsünü yeniden bana gönder...

Dünyada yalnız üstat hoşnut edilebilir!”
Ama çocuk sonsuz bir acı sergileyerek,
Çığlık attı: “ - İçimde genişliyor açık bir
Uçurum, biliyorum; bu uçurumdur yürek!

Volkan gibi yakıcı ve boşluk gibi derin!
Hiç doymaz bu canavar, bu sızıldanıp duran,
Ve bitmez susuzluğu asla Eumenides’in,
Meşalesiyle onu kanına kadar yakan.

Örtük perdeler bizi ayırsın bu âlemden,
Ve yorgunluk, getirsin bizlere dinginliği!
Derin göğüslerinde yok olmak isterim ben,
Yakalamak bağrında mezar sessizliğini!”

İnin, durmadan inin, açması kurbanlar,
İnin dibine kadar sonsuz bir cehennemin!
İnin en derinine, orada bütün suçlar,
Kırbaçlanır gelmeyen rüzgârıyla göklerin,

Kaynar karmakarışık fırtına ıslığıyla,
Çılgın gölgeler, koşun, arzunun ucuna dek,
Gem vuramazsınız hiç kudurganlığınıza,
Zevkleriniz dünyaya cezayı getirecek.

Taze ışık hiç düşmez mağaralarınıza;
Duvar çatlaklarından hep sıtmalı buğular
Süzülür tutuşarak bir fener gibi orda,
Sızar vücudunuza pis ve iğrenç kokular.

Sizin hazlarınızın dehşetli kısırlığı
Dindirir susuzluğu ve gerer cildinizi,
Ve tensel arzuların öfke dolu rüzgârı
Çırpınır teninizde eski bir bayrak gibi.

İnsanlardan çok uzak, serseriler, mahkûmlar,
Aç kurtlar gibi geçin çöllerin arasından;
Yazdırın yazgınızı gem vurulmayan ruhlar,
Ve kaçın içinizde var olan sonsuzluktan!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Lesbos

Yunan zevki ve Latin oyununun annesi,
Lesbos, ordadır esrik veya baygın öpüşler,
Güneşin en sıcağı, karpuzun en tazesi,
Orda süslenir şanlı geceler ve gündüzler;
Yunan zevki ve Latin oyununun annesi,

Lesbos, orda öpüşler çağlayanlar gibidir,
Dipsiz uçurumlara korkusuz atılırlar,
Koşarlar hıçkırarak, gülerler arada bir,
Sarsak, gizemli, derin, durmadan kaynaşırlar;
Lesbos, orda öpüşler çağlayanlar gibidir!

Lesbos, Phryne’ler orda birbirlerini çeker,
Orda asla yankısız kalmaz ah edişleri,
Paphos gibi her yıldız sana ibadet eder,
Sapho haklı olarak kıskanabilir seni!
Lesbos, Phryne’ler orda birbirlerini çeker,

Lesbos, sıcak ve baygın, hoş gecelerin yeri,
Aynalarında kısır bir arzuyu yansıtan!
O çukur gözlü kızlar, ki âşık bedenleri
Besler meyvelerini bir olgunluğun her an;
Lesbos, sıcak ve baygın, hoş gecelerin yeri,

Bırak çatsın Platon ağırbaşlı kaşını;
Kurtarırsın kendini seliyle öpüşlerin,
Soylu, sevecen, tatlı ülkelerin sultanı,
Bitmemiş, tükenmemiş güzel inceliklerin,
Bırak çatsın Platon ağırbaşlı kaşını.

Kurtarırsın kendini sınırsız işkenceden,
O arsız yüreklere ceza diye verilmiş,
Parlak gülüşü bizden çok uzaklara çeken
Başka gökler altında hayal meyal görülmüş!
Kurtarırsın kendini sınırsız işkenceden!

Hangi Tanrı yargılar, senin yargıcınım, der
Ve mahkûm eder; Lesbos, işten solmuş alnını,
Altın terazisiyle hiç tartmamışsa eğer
Denize akıttığın gözyaşı tufanını!
Hangi Tanrı yargılar, senin yargıcınım, der?

Bizlerden neyi ister haklı haksız yasalar?
Gönlü hep yüce kızlar, adaların şerefi,
Dininiz kutsal elbet öteki dinler kadar,
Ve aşk hesaba almaz Cehennem’i, Cennet’i!
Bizlerden neyi ister haklı haksız yasalar?

Sadece beni seçti, Lesbos, bu yeryüzünde
Gizini şakı diye çiçek bakirelerin,
Ve çocukken yer aldım ben kara gizeminde
Gözyaşları karışmış aşırı gülüşlerin;
Sadece beni seçti, Lesbos, bu yeryüzünde.

İşte o günden beri Leukades tepesinde
Beklerim tıpkı keskin gözlü nöbetçi gibi,
Gözleyen gece gündüz göklerin mavisinde,
Bir, iki, üç direkli titrek yelkenlileri;
İşte o günden beri Leukades tepesinde

Anlamak için deniz hoşgörülü, iyi mi,
Kayalarda çınlayan hıçkırıkla iç içe,
Sapho’nun tapılası o giden cesedini,
Bir gün Lesbos’a geri getirecek mi diye,
Anlamak için deniz hoşgörülü, iyi mi!

Erkek ruhlu Sapho’nun, hem şair, hem sevgili!
Venüs’ten daha güzel, sararmış hali ile!
- Mağlup olmuş mavi göz, acıların çizdiği
Karanlık bir halkayla kirli kara gözüne
Erkek ruhlu Sapho’nun, hem şair, hem sevgili!

- Venüs’ten daha güzel doğrulup yeryüzünde,
Dökerdi servetini duru kalmışlığının,
Kızından memnun yaşlı Okeanos üstüne
Işıldaması ile kumral gençlik çağının;
Venüs’ten daha güzel doğrulup yeryüzünde!

- O Sapho ki, kâfirlik ettiği gün ölmüştü,
Hor görerek uydurma dini ve tapınmayı,
Güzel teni hoyrat bir hayvana yem olmuştu
Hoyratın kof gururu belirledi cezayı
O Sapho ki kâfirlik ettiği gün ölmüştü,

O günlerden bu güne Lesbos yakınır durur,
Evrenin ona şeref, şan katmasına rağmen,
Acının çığlığıyla her gece sarhoş olur
Issız kıyılarından göğe doğru yükselen!
O günlerden bu güne Lesbos yakınır durur!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

7 Aralık 2015 Pazartesi

Kurban

Bilinmeyen bir üstadın çizimi

Şişe, sırmalı kumaş, mermer, tablo, kösnüyen
Mobilyalar arasında,
Mis kokan giysilerin o yerleri süpüren
Görkemli kıvrımlarında,

Ilık bir odada, seradaymış gibi, hava
Tekinsiz, tehlike dolu,
Can çekişen demetler, camdan tabutlarında
Ölmek için soluduğu,

Başsız bir ceset akıtıyor, bir nehir gibi,
Canlı ve kırmızı bir kan,
Suya kanmış bir yastıkta, bezin bol bol içtiği,
Farkı yok susuz çayırdan.

Karanlıkta doğup gözü bağladığı kadar,
Solgun hayallere benzeş,
Saçlarının kasvetli yığınıyla ve kibar
Mücevherleriyle bir baş,

Düğün çiçeği gibi, masada bırakılmış,
Dinleniyor; ve, düşünmeden,
Yarı karanlık, beyaz ve belirsiz bir bakış,
Kaçıyor dönmüş gözünden.

Yatakta, çıplak gövde gamsız sergiliyor, tam
Bir terk edilmişlik hali
Ölümcül bir güzellik ve gizli bir ihtişam
Tabiatın bahşettiği;

Ayağında altın işli, pembemsi bir çorap var,
Kalan bir hatıra gibi;
Bakış sanırsın elmas, jartiyer alev saçar,
Gizlenmiş göz misali.

Acayip görünüşü bu yalnız kalışın ve
Aşk yorgunu dev bir portrenin,
Kendi haliymiş gibi açıklıyor kem göze
Orda kara bir sevdayı,

Suçlu bir eğlenceyi, cehennem busesinden,
Ve acayip şölenleri,
Perde kıvrımlarında kulaç atıp eğlenen
O kötücül melekleri;

Ve bakıldığı zaman zarif fakirliğine
Etrafı incinmiş omzun,
Biraz sivri kalçaya ve her dem oynak bele
Öfkeli yılan sanırsın,

Henüz çok genç bir kadın! - Azdırılmış ruhu ve
Bunalan hisleri onun
Yarı aralık mıydı susuzlar sürüsüne
Kayıp, gezgin arzuların?

O intikamcı adam, yaşarken, onca aşk ile,
Hiç memnun edemediğin,
Yerine getirdi mi bari uysal teninde
Sonsuzluğunu isteğinin?

Cevap ver, pis kadavra! ateşli bir kol ile
Kaldırıp saçından yukarı,
Söyle bana, korkunç baş, o soğuk dişlerine
Yapıştırdı mı “hoşça kal’ı?

- Alaycı dünyadan uzak ve pis kalabalıktan,
Meraklı yargıçlardan da,
Rahat uyu, rahat uyu sen, garip yaratık, insan,
Gizem dolu mezarında;

Dünyayı dolaşıyor kocan, ölümsüz şeklin
Bekler onu, uyuşa da;
Hep vefalın olacak ölene kadar senin
Ve bağlı kalacak sana.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Yıkım

Her an dolanıp durur dört bir yanımda Şeytan;
Çevremi kuşatan bir incecik havadır bu;
Solur, duyarım, odur ciğerlerimi yakan
Ve doldurur içimi sonsuz, suçlu bir arzu.

Bazan o büyük Sanat aşkıma kulak verip
Bürünür kadınların en fettanı şekline,
Canı sıkıldığında bahane icat edip
Alıştırır dudağımı pis aşk iksirine.

Böylece iter beni, Tanrı gözünden uzak,
Yorgunluktan perişan, soluğum tıkanarak,
Sıkıntının ıssız ve derin düzlüklerine,

Ve kirli giysileri, deşilmiş yaraları
Atar şaşkınlık dolu gözlerimin içine,
Ansızın bir Yıkım’ın o kanlı aygıtını!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Pipo

Bir yazarın piposuyum ben;
Güney Afrikalı veya Habeş,
Sahibim sanki bir esrarkeş,
Bakanlar okuyor yüzümden.

O, acıyla dolup taşarken,
Tüter, olurum bir kulübe,
Tarladan dönecek çiftçiye
Mutfakta yemek pişerken,

Bir dumanda, devingen, mavi,
Ateşli ağzımdan yükselen,
Sarıp sallarım ruhunu ben,

Öyle bir merhem yaparım ki
Yüreğine ferahlık verir,
Ruhunu yorgunluktan kurtarır.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

5 Aralık 2015 Cumartesi

Müzik

Müzik çok zaman beni bir deniz gibi kavrar!
Solgun yıldızıma ben,
Bir sis tavan altında veya sonsuza kadar,
Böyle açarım yelken;

Göğüs hep ilerde ve şişmiş ciğerler, karın,
Tıpkı bir yelken gibi,
Aşarım ben sırtını yığılan dalgaların
Gecenin gizlediği;

Duyumsarım içimde bütün tutkularını
Çırpınan bir geminin;
Uygun rüzgâr, fırtına, onun kasıntıları

Üstünde bir girdabın
Sallar beni. Bazan da, sütliman, büyük ayna
Umudum kırılınca!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Ayın Hüznü

Düşlere dalıyor ay, bu akşam, daha tembel;
Sanırsın bir güzellik, yastıklar üzerinde,
Okşarsa çepeçevre dalgın ve hafif bir el,
Memesini uykuya henüz varmadan önce,

Yumuşacık çığların parlak sırtı üstünde,
Baygınlığa düşüyor, farkı yok bir ölüden,
Gözleri dolaşıyor o bembeyaz düşlerde
Çiçekler gibi açıp gökmaviye yükselen.

Boş sıkıntılar duyup, bazan bu yeryüzüne
Gözlerinden bir damla gizli yaş dökülünce,
Uykuların düşmanı, sofu şair olarak,

Avucuna alıyor sararmış gözyaşını,
Renk renk ışıklar saçan bu panzehir taşını,
Ve koyuyor kalbine, güneş gözünden uzak.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Kabristan

Ağır, karanlık bir gecede
Acıyarak dindarın biri,
Bir enkazın ötesinde
Görürse şanlı cesedinizi,

Masum yıldızların giderek
Ağır gözlerini yumduğu an,
Örümcek ağlarını örecek,
Ve yavrulayacak yılan;

Duyacaksınız bütün bir sene
Mahkûm başınızın üzerinde
Kurtların acı çığlığını

Ve aç kalmış sihirbazların,
Cümbüşünü kart zamparaların
Ve kara madrabazların tuzağını.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekler

4 Aralık 2015 Cuma

Şen Ölü

Salyangoz ile dolu verimli bir toprakta
Benim derin bir çukur kazmaya hevesim var,
Yaşlı kemiklerimi yavaşça yaymak orda,
Uyumak unutuşta köpekbalığı kadar.

Kin duyarım mezara, vasiyetnamelere;
Âlemde tek gözyaşı için avuç açmam ben,
Mundar iskeletimi hacamat etsin diye,
Tercihim kargaları çağırmaktır, yaşarken.

Ey kurtçuklar! kulaksız, gözsüz kara yoldaşlar,
Görün size gelen şen ve özgür bir ölü var;
Sefa filozofları, oğulları pisliğin,

Haydi geçin pişmanlık duymadan enkazımdan,
Ve deyin var mı daha bu ruhsuz ceset için
Ölüler arasında bir başka karabasan!


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri

Hortlak

Kızıl gözlü melek gibi, sana
Tekrar geleceğim yatak odana
Ve süzüleceğim sessiz sakin
Gölgeleri ile gecenin;

Ve bulacak seni, esmerim,
Ay kadar soğuk öpücüklerim
Ve okşayışlarım, yılan gibi,
Dolanıp da çepçevre seni.

Külrengi sabaha eriştik mi,
Bulacaksın boş kalan yerimi,
O yer, akşama kadar soğuyacak.

Başkaları sevgiyle eğilse de,
Senin hayatına ve gençliğine,
Ben, hükmedeceğim dehşet saçarak.


Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri