Şiir, Sadece: 2007-01-07

13 Ocak 2007 Cumartesi

Sonnet XV



When I consider every thing that grows
Holds in perfection but a little moment,
That this huge stage presenteth nought but shows
Whereon the stars in secret influence comment;
When I perceive that men as plants increase,
Cheered and cheque'd even by the self-same sky,
Vaunt in their youthful sap, at height decrease,
And wear their brave state out of memory;
Then the conceit of this inconstant stay
Sets you most rich in youth before my sight,
Where wasteful Time debateth with Decay,
To change your day of youth to sullied night;
  And all in war with Time for love of you,
  As he takes from you, I engraft you new.


William Shakespeare


Düşünürüm, her şeyin büyüyüp gelişmesi
Kısacık bir an için kıvama varır ancak,
Ne oyunlar sunarsa koca dünya sahnesi
Son söz yıldızlardaki gizli güçte olacak;
Görürüm de bitkiler gibi büyür insanlar,
Aynı gök önce okşar, sonra sarsar onları,
Özsuyla fışkıranlar gitgide düşüp solar,
Artık anılmaz olur dinç yağız zamanları:
Fâniliği düşünmek, gerçek gibi bir düşle,
Seni gösterir bana görkeminde gençliğin,
Yıkıcı Zaman, cenge tutuşur çürüyüşle
Senin gençlik gününü şom gece yapmak için;
  Zamanla savaşırım senin sevgin uğruna,
  O seni kemirse de ben can veririm sana.

Sonnet XIV



Not from the stars do I my judgment pluck;
And yet methinks I have astronomy,
But not to tell of good or evil luck,
Of plagues, of dearths, or seasons' quality;
Nor can I fortune to brief minutes tell,
Pointing to each his thunder, rain and wind,
Or say with princes if it shall go well,
By oft predict that I in heaven find:
But from thine eyes my knowledge I derive,
And, constant stars, in them I read such art
As truth and beauty shall together thrive,
If from thyself to store thou wouldst convert;
  Or else of thee this I prognosticate:
  Thy end is truth's and beauty's doom and date.


William Shakespeare


Yıldızlardan derlemem vardığım yargıları,
Oysa müneccimliği enikonu bilirim;
Ama anlatmam iyi ve kötü yazgıları:
Ne âfet ve kıtlıklar, ne altüst olan mevsim.
Ânlara fal bakamam, geleceği göstermem;
Söylemem kime şimşek, yağmur ve rüzgâr kısmet,
Tahta geçeceklere ikbal müjdesi vermem
Gökkubbede bulsam da türlü türlü alâmet.
Senin gözlerindedir bildiğim her ne varsa,
O değişmez yıldızlar kaynağıdır sanatın,
Birlikte yaşar gerçek ve güzellik yaşarsa;
Sen sürdür varlığını, sürüp gitsin kaç batın.
  Yoksa, senin gelince sonun - bu falcı bilir
  Gerçekle güzelliğin kıyamet günü gelir.

Sonnet XIII



O, that you were yourself! but, love, you are
No longer yours than you yourself here live:
Against this coming end you should prepare,
And your sweet semblance to some other give.
So should that beauty which you hold in lease
Find no determination: then you were
Yourself again after yourself's decease,
When your sweet issue your sweet form should bear.
Who lets so fair a house fall to decay,
Which husbandry in honour might uphold
Against the stormy gusts of winter's day
And barren rage of death's eternal cold?
  O, none but unthrifts: -- Dear my love, you know
  You had a father; let your son say so.


William Shakespeare


Ah sen keşke sen olsan! Ne var ki, canlar canı,
Sen değilsin sen, ne de burada yaşayan sensin.
Dilerim şu yaklaşan ecele hazırlanmanı;
Güzel yüzünü başka birine vermelisin.
Şu emanet güzellik böylece son bulmazsa,
Benliğin, sen öldükten sonra yaşatır seni;
Bir çocuğun olursa sürdürür, hiç olmazsa,
O tatlı varlığıyla senin güzelliğini.
Kimse cânım bir evi bırakmaz çürümeye
Görkemini şerefle ayakta tutmak varken,
Kış günlerinde azgın bora öldüresiye,
Sonsuz ecel ayazı, onu yaman sarsarken.
  Ah! bu israf, sevgilim. Sen kendinden bilirsin:
  Babam var diyorsun ya; bırak, oğlun da desin.

Sonnet XII



When I do count the clock that tells the time,
And see the brave day sunk in hideous night;
When I behold the violet past prime,
And sable curls all silver'd o'er with white;
When lofty trees I see barren of leaves
Which erst from heat did canopy the herd,
And summer's green all girded up in sheaves
Borne on the bier with white and bristly beard,
Then of thy beauty do I question make,
That thou among the wastes of time must go,
Since sweets and beauties do themselves forsake
And die as fast as they see others grow;
  And nothing 'gainst Time's scythe can make defence
  Save breed, to brave him when he takes thee hence.


William Shakespeare


Saatler, ben saydıkça geçiyor da peşpeşe,
Nurlu gün, bakıyorum, çirkin geceye göçmüş;
Görüyorum soluyor, yaşlanıyor menekşe,
Kapkara büklümleri kaplıyor apak gümüş.
Yapraksız, çıplak kalmış ulu ağaçlar işte:
Sürüleri sıcaktan korurlardı eskiden.
Yeşil yaz ekiniydi: şimdi devrilmiş de,
Aksakal, salkım saçak, şu arabada giden.
Düşünmeden edemem senin güzelliğini:
Sen de çökersin vaktin yıkıp geçtikleriyle,
Çünkü tatlı ve güzel, her şey harcar kendini,
Yetişen tazeleri görüp koşar ecele.
  Kimse karşı koyamaz Zamanın tırpanına,
  Kendi soyun direnir O kıyarken canına

Sonnet V


Those hours, that with gentle work did frame
The lovely gaze where every eye doth dwell,
Will play the tyrants to the very same
And that unfair which fairly doth excel:
For never-resting time leads summer on
To hideous winter and confounds him there;
Sap check'd with frost and lusty leaves quite gone,
Beauty o'ersnow'd and bareness every where:
Then, were not summer's distillation left,
A liquid prisoner pent in walls of glass,
Beauty's effect with beauty were bereft,
Nor it nor no remembrance what it was:
  But flowers distill'd though they with winter meet,
  Leese but their show; their substance still lives sweet.


William Shakespeare


Bütün gözlerin konduğu şu başyapıtı 
Hünerli ellerle biçimleyen o saatler,
Aynı güzelliğe gösterir sonra zorbalığını
Ve o eşsiz güzellikten kalmaz hiç eser;
O gudubet kışa götürür yazı zaman
Öldürmek için hiç soluk almadan;
Donar özsu, eser kalmaz canlı yapraklardan,
Güzellik kar altındadır ve her taraf anadan üryan:
Cam duvarlar ardında bir mahpus sıvıydı
Yazın damıtılmış özü, ki iyi saklanmamış olsaydı,
Güzelliğin etkisinden güzel de mahrum kalırdı,
Ne mene bir şey olduğunu da kimse hatırlamazdı:
  Fakat özsuyu alınmış o çiçekler, kışla karşılaşsa bile,
  Süsünü kaybeder sadece. Özleri yaşar şirinlikleriyle.

12 Ocak 2007 Cuma

Sonnet IV





Unthrifty loveliness, why dost thou spend
Upon thyself thy beauty's legacy?
Nature's bequest gives nothing but doth lend,
And being frank she lends to those are free.
Then, beauteous niggard, why dost thou abuse
The bounteous largess given thee to give?
Profitless usurer, why dost thou use
So great a sum of sums, yet canst not live?
For having traffic with thyself alone,
Thou of thyself thy sweet self dost deceive.
Then how, when nature calls thee to be gone,
What acceptable audit canst thou leave?
  Thy unused beauty must be tomb'd with thee,
  Which, used, lives th' executor to be.


William Shakespeare


4. Sone


Müsrif aşk, niçin harcarsın kendine 
Kendi güzelliğinin mirasını?
Karşılıksız vermez doğa, ödünç verir sadece,
Ve esirgemez ödünç verirken cömertlere.
Ey güzel cimri, niye kullanırsın kötüye
Veresin diye sana cömertçe verilmiş olanı?
Ey kazançsız tefeci, harcarsın da onca büyük miktarı
Niçin yaratamazsın bir hayatı?
Sadece kendinle görüştüğünde sen,
Kendi şirin özünü aldatan da yine sen.
Gitmek için çağırdığında doğa seni,
Hangi kabul edilebilir hesap kalacak geri?
  Kullanmadığın güzellik de gömülür seninle,
  Kullanırsan eğer, güzelliğin yaşar vârisinde.

11 Ocak 2007 Perşembe

Sonnet III



Look in thy glass, and tell the face thou viewest
Now is the time that face should form another;
Whose fresh repair if now thou not renewest,
Thou dost beguile the world, unbless some mother,
For where is she so fair whose unear'd womb
Disdains the tillage of thy husbandry?
Or who is he so fond will be the tomb
Of his self-love, to stop posterity?
Thou art thy mother's glass, and she in thee
Calls back the lovely April of her prime:
So thou through windows of thine age shall see
Despite of wrinkles this thy golden time.
       But if thou live, remember'd not to be,
       Die single, and thine image dies with thee.


William Shakespeare


3. Sone


Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle:
Sıra gelmiştir artık bir yaze yüz yapmana,
Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle,
Yeryüzü yoksun kalır, lanetlenir bir ana.
Hiçbir güzel var mı ki el sürülmemiş rahmi
Senin sürdüğün çiftin ekinini tepecek?
Sırf kendini sevmenin mezarını ister mi,
Geleceği ahmakça durdurur mu bir erkek?
Sen annenin aynası olmuşsun da o sende
Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını;
Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende
Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını.
       İstersen ki varlığın unutulsun bitsin,
       Bir kuru başına öl, izin de ölüp gitsin.

10 Ocak 2007 Çarşamba

Sonnet II





When forty winters shall beseige thy brow,
And dig deep trenches in thy beauty's field,
Thy youth's proud livery, so gazed on now,
Will be a tatter'd weed, of small worth held:
Then being ask'd where all thy beauty lies,
Where all the treasure of thy lusty days,
To say, within thine own deep-sunken eyes,
Were an all-eating shame and thriftless praise.
How much more praise deserved thy beauty's use,
If thou couldst answer 'This fair child of mine
Shall sum my count and make my old excuse,'
Proving his beauty by succession thine!
       This were to be new made when thou art old,
       And see thy blood warm when thou feel'st it cold.


William Sahkespeare


2. Sone


Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı, 
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık, 
Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı 
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık: 
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir, 
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu; 
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir, 
Bencil utancıyla israfa övgüdür bu. 
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara 
"Benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen 
"Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra." 
Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen! 
       O, sen yaşlandığında yeniler varlığını
       Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.

9 Ocak 2007 Salı

Sonnet I



From fairest creatures we desire increase,
That thereby beauty's rose might never die,
But as the riper should by time decease,
His tender heir might bear his memory:
But thou, contracted to thine own bright eyes,
Feed'st thy light's flame with self-substantial fuel,
Making a famine where abundance lies,
Thyself thy foe, to thy sweet self too cruel.
Thou that art now the world's fresh ornament
And only herald to the gaudy spring,
Within thine own bud buriest thy content
And, tender churl, makest waste in niggarding.
       Pity the world, or else this glutton be,
       To eat the world's due, by the grave and thee.


William Shakespeare


1. Sone


Artmasını isteriz en güzel varlıkların
Güzelliğin gül yüzü solmasın diye asla.
Bir güzel, yaşlanıp da göçünce bugün yarın
Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla:
Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin.
Kendi ateşin besler ruhunun alevini:
Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin,
Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini.
Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün,
Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır,
Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün.
Pintiliğin arttıkça kendi sonun yaklaşır.
       Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak
       Varlığın da mezar da güzelliği yutacak.