Şiir, Sadece: 2018-06-10

16 Haziran 2018 Cumartesi

Parkta Yazmak

I.

Güzel... Çok güzel; çünkü ben
ne yazdımsa yırtıp attım,
sonra birgün parka gittim;
yapayalnız, parka gittim;
hırkam yoktu , gömlekleydim,
suya karşı oturdum.


II.

Sanki birden, size benzer
ufak. tefek bazı şeyler...
yukarlardan , bulutlardan,
minik minik, çığlık çığlık
düşüp gelen göçmen şeyler...

Seyre daldım, gülümsedim,
düşler kurdum, hayra yordum,
gökte zengin yıldız saydım,
gençliğimi düşündüm!


III.

Sabah parkta yazmanın
hayli serindir hüznü.
Gazeteniz titreşir,
şiiriniz boy atar.


Sina Akyol
Lokman'la Geçen Şen Günlerim

Dağılan Gül

Ne söylersen söyle bu aşk ikimizindi
ikimizindi bir zamanlar aynı gökyüzü
bir samanın tutuşması gibi olan şey
biraz erzurumdu biraz rize biraz mardin
geniş, dingin, sürekli bir yurt gibi.

ne söylersen söyle rüzgardır duyan
düşleri çağıran iri siyah gözleriyle
ve yanıbaşımızda mutlu kalan ne var ki
belki bir kuş akşamın ölü ağzındaki
sadece güldür dağılmış ayaklanmaya.

ne söylersen söyle ruhum bağırıyor
acı içinde bağırıyor giden her şeye
uzak kapıların ses verip çağırmadığı
mutsuzluk değil mi biraz da şarkıdır
üzgün, kırık, iri bir gül gibi kanayan

ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz
çam seli halinde kalabalık bir orman
alıp götürecek bizi kuytu ölümlere
yaşamanın anlamını sorsam da söyleme
konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.


İnci Asena
Eylül

15 Haziran 2018 Cuma

İlliyin

Sen suların Fida'smda bulunmuş kemik yığını
sürgünler açtı ve toprak nasıl kürekleniyordu
gördün düşünde o çıplak kayayı
ayaklanan suyu, ölmüş bir pers için
bir değişim ses ya da labirent
bilirsin aynalar çok aldatır, kıştır üstelik
ah söylemez ki tatlı ağzın böyle şeyler
incili sözcük şimdi divan durduğun
hiç kimse yok artık hiç kimse
büyük bir boşluk, giderek büyüyen yaldızsız gecede
rüzgarın deli ruhu
sürüklerdi anları
çıplak mağrasına
tek bir kitapsı sözcük söylemeden
bile
ezgiler gemisi geçerek yaralı göğsünden
iz bırakırdı yeni bir gövdede
ki oradan uyuşuk bir zembille
soyunuyor ruhun bu uygarlığın
kaygan gediğine

harap yaban yaşam bu
arasıra ölü göz
kemiklerin acırdı sonsuz bir sevda için
doyulmamış gün için balrengi ölü göz için
kimbilir nasıl olacaktı, olacaktı ki
ben yeni kavradım yaşamayı bilisiz çocuk, kör böylesine
sevinemiyor, koşamıyor, korkuyordum
görülüyordu herşey kentin büyük aynasından
ki orada yıldız gemiler, kemik kentler, ışığı aklın
İşaretler, surlar bilmecesi
şimdi yoklar saatine dönüştü
(Ey cansız sen)
bıkkınlık şimdi selvilere geçiyor, derindeki kömüre
geride yalnızca saçların
bu yapışık bu bileklerimden bağlayan beni
soyuyorlar bizi yaşam içre donmuş
binlerce ve binlerce iz yürür senin kayanda
senin altında durursan atlar
sızlar kaya
sızlar ten
bir sürgün yeri oldun hep
pınarları duru sularla kıvılcım kaynayan
ve sürgünlerine yenilir sevda
böyle yanık
böyle taze
kıvraklığına taptık güneşin
ifrite tapanlara, ki arada sırada
mavi gözleri gözükürdü Leviathan'ın
pembe ifrit
gece ağacı
doruklarında ölü yüz
kararır kitaplar, kömürdür artık kalem, saçların lale
sapıdır
dökülürdü yine de enseme saçlar, gel dokun diye
koklarsın diye bir gün, günlerden ayçiçekleri hantal ağır
limanımın kuşları
havalanın ve götürün artık saçlarımı
kumral eda, kıvamsız yaşam, ölümüz bizim
laleler ve lale canını ver bize.


Gülseli İnal
Letoon

Kanlı Zambak

onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş gidiyordu
gidiyordu

zambak dur, sana da bulaştı kan.

bir damla gözyaşından
doğurmuştu anası onu

bir avuç sevinçle
büyüttü

bir avuç hüzünle
nice zorluklar

nice ayrılıklar
ve saçlarına beyazlar
düşürerek.

onsekizindeydi
bir sevgilisi vardı

aynı mahalleden
eyüpten

henüz öpememisti bile

konfeksiyonda
çalışırdı.
onu vurdular
gözümle gördüm onu

bir güvercin havalandı.

eyüpte, o basma
perdeli evde

kurudu saksıdaki sardunya

birdenbire

çatladı
bir fotoğrafın camı

tel çerçeveli

düştü
radyonun üzerinden

yere.

dağıldı kitapları

dağıldı şiirler
ve roma hukuku

güvercin
konamadı.

onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş
gidiyordu

zambak dur, sana da bulaştı kan.


Behçet Aysan
Sesler ve Küller

Latinlere Şiirler'den

III.

Senin koynunda Mekenas
Ilık, dingin bir koyunda yüzer gibiyim Ege'nin
Küçük öpüşlerin tepeden tırnağa titretiyor.

Ama o Luperkus yok mu, çılgın Luperkus
Dokununca bedenime
Bir su altı akıntısından kurtulup
Dev bir dalgaya kapılıyorum
Çağlayanlarından düşüyorum Akdeniz'in.

Yorulunca Akdeniz'in gücünden
Ege'nin küçük bir koyuna sığınıyorum.


İnci Asena
Tutamadığım Sözler

14 Haziran 2018 Perşembe

Çömlekçi'li Çıraklara Türkü

çömlekçi denilen yerde
hey benim öksüz yüreğim
çıraklar işe gidiyor
oy benim öksüz yüreğim
bozuk motorlar altında
körpe gençlikler gidiyor

motoryağı benzin mazot
karalanmış urbaları
yerlerde yata uğraşa
limelenmiş urbaları
nasıra banmış nasıra
ondört onbeşli elleri
hey benim öksüz yüreğim

ter yaş olur gözlerine
oy benim öksüz yüreğim
kara düzen tezgahının
kısılmış mengenesine
her gün yeniden yeniden
ağda balık kafeste kuş
çırpınır da yürekleri
çarpar acının teline

çömlekçi denilen yerde
hey benim öksüz yüreğim
anadan doğdu doğalı
zor yaşayanlar gidiyor
oy benim öksüz yüreğim
sömürü testeresinde
kerte kerte can gidiyor


Yaşar Miraç
Trabzonlu Delikanlı

Bekçi Kâzım Türküsü

daracık sokakları
dolaşır yorgun yorgun
saat birlerde üçlerde
çömlekçi'li bekçi kâzım

kuş olur kanat çırpar
zifir gecede düdüğü
dokuz can eline bakar
döne döne düşündüğü

cırlak gülüşmeler gelir
oyma saçak konaklardan
kız oğlan sesleri çınlar
sürgit eğlencelerden

saat birlerde üçlerde
çömlekçi'li bekçi kâzım
önce kalaylayıverir
sonra der ki neme lâzım


Yaşar Miraç
Trabzonlu Delikanlı

Akar Yakamoz

akar yakamoz ter akar
fındıktan çaydan tütünden
süt mısırın püskülünden
karayemişin dalından
tarlayı eker biçerken
toplar budarken dalları
yaprak kırarken dizerken
ter nasıl da ışık akar

oy uşaklar gelin kızlar
enişteler can baldızlar
fındıkta çayda tütünde
mısırde kayan yıldızlar

söyleşin emek canları
oy yoksul canlar söyleşin
harmanda tütün damında
dere ırmak akan terin
ne kalır karşılığında
tarlasında süt mısırın
ne kalır çay sepetinde
dalında bakır fındığın
ne kalır çorba tasında
yoksul canlar sofrasında
kırk gözeden akan terin
emeğin karşılığında

uğraşıp dur yorul didin
kıvran yokluktan acıdan
bu ters çarkı kırmak için
söyleşin canlar söyleşin


Yaşar Miraç
Trabzonlu Delikanlı

13 Haziran 2018 Çarşamba

Sıcak Kan

Sizin için kalktım geldim
ve her tarafınızdan ayrı bir koku topladım.
Göğsünüzden inat,
boynunuzdan uzun sonsuz bir damar,
açılmış çiçeğinizden hercai polen.
her tarafınıza ayrı bir koku bıraktım,
genzinizde bukağı, bileğinizde
en derin kuyuya atsanız
sesi silinmeyecek huzursuz zaman,
dibimden ilk bulunduğu günkü kadar gür ateş,
kökümden nefes, sapımdan
uzun sonsuz bir okun asi ıslığı.
Kokularım kokularınız artık -
bir çingenenin kahkahasında patlayan
ansızın güneş.

Sizin için kalktım, geldim.
Belinize doladığım bu koldan biraz önce
çözdüğüm saatte akrep yelkovana kördüğüm,
içinizde hızla köpüren Dicle'de
fırdöndü bir atım:
Bu keman sizsiniz, bu hoyrat yay ben -
alnınızda birikmiş her taneye yansıyor
yüzümdeki gezgin fırtınanın topladığı iz,
iki göz sizde dimdik iki giz,
çıkıyorum doruğunu görmediğim merdivenden
iniyorum dibini görmediğim,
korkularım sizin korkularınız artık -
ya şimdi ölmeyeceksem.

Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için konuştu şiirin nicedir
sindiği bu dil, çalıştığı bu soğumuş kas,
kilitlenmiş bu kasık,
bakışıma dadanan bu kırılgan şimşek
sizin için çıktı gecenin simsiyah yüzüne,
sizin için topladığım bulutlar
ve koptuğum sağanak,
ağzımdaki körelmez savaş
ve bu kesik çığlıktaki taşkı,
sizin için bu tutuşmuş fitil,
durmadan gönderen körük,
sizin için
tırnaklarınızı boyayan
sıcak kan.

Sizin için kalktım yerimden,
üstümde koyu kara tren hüznü,
dilimde herkesin unuttuğu
ve gizini sökmek istediği uçarı aruz,
ellerimdi ateşin ucunda kıvranan,
kimsenin durduramadığı soluğumdu
dolaştığı an her yeri hemen kavuran,
taşıdığımız ortak göçmen ruhta
tuzaklarını bir bir açan ve çözen
gövdeydi - sessiz geceden akan.

Benim için açıldınız,
kartal kanatlı pencere.
Benim için uzun sonsuz saçınızdan
dolanıp karadüşlerime öldünüz,
toprakta benim için dirildiniz pupa yelken,
güldünüz, tıkandınız, kılıcıma kın
benim için delirdiniz, içiniz deniz.

Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için geldim ağır ağır. Bu tohum,
bu karmaşık düzenli terkedilmiş bahçe,
her yeri ışıksız bu yabanıl orman sıkışıklığı
yılları delerek büyümüştü içimde.
Beklememiştim ki sizin için
benim için beklemediğiniz dönemeçte:
Çıkagelmiştiniz, çıktım geldim,
sönmez artık bu uzun sonsuz yangın, .
kokular ve korkular,
bir duruş, biriki tokadı andıran kelime,
bu sokaklar, bu midye gibi
kendi üstüne kapanan loş şehir
izlerimizi silmez.


Enis Batur
Adam 1993 Şiir Yıllığı

Çıkarayak

Düne indim merdivenden: Saçlarını
toplamışsın, ensende uçuşuyor nisan.
Sahanda yumurta yapmışsın öğlen, Rue
de Venise sonra, sonra herhangi bir köprü
ve Seine: Eski bir pafta alacağız belki,
Rabelais'nin tuhaf bir basımını: Akşam
gene yekpare olacak Mouffetard'ın yüreğinde
Aragon'u dinleyeceğiz Leo'dan:Je chante
pour passer le temps.

Bugün nasıl da kekre ve gamlı bugün:
Opal, billur ve ahşap içre kurduğun
çandan görünmez kiremitler mi uçuyor
yoksa?

Merdivenin tam önüne dayamalı bu kurtlu
umağı, çekmezse iki titrek bacak.


Enis Batur
Yazılar ve Tuğralar

Eros ve Hgades

Naz için


XI.

Birden aklıma seni sevmek geliyor.
Benim evim sonra senin
gözlerin, ellerin
vardı. Onları saymak geliyor aklıma

Senin dudakların yok öyle dümdüz.
Islak ve çıplak
Ağzını söylüyorsun her dişinde. Kar
Anlıktır. Kap.

Eski bir uygarlık çağdaştır bir solu
kta. Senince. Denizlerime sırtüstü yat
ıyorsun benimle seviş
iyorsun hem hep tepemdesin ak ışık

sın. Ulaşılamazlığım. Ulaşaınazlığım.
(Sen bugün ölüm gibisin bana uza/-k
nıyorsun). Sen öyle durgun devin
en benim
Odalarımda salt gece vardır hüzüne

Karşı
çıkabilen
İp. (Sen gebem olsaydın, İnan
Modigliani çizerdi boynunU
Birden aklıma seni sevmek gel
gel
gel
gel
iyor.                                       zUN).


Enis Batur
Yazılar ve Tuğralar
Şiirler 1973 - 1987

12 Haziran 2018 Salı

Sürgün Adası Leros

Yannis Ritsos'a


Yürek, denince
kırmızı, plastik bir maketi gösteriyor öğretmen
büyükanne
yumuk yumruğunu gösteriyor küçüğün
balıkçılar bir adayı gösteriyor
derin, lacivert bir denizin ortasında.

Leros.
Nasıl da güm! güm! atıyor.
Barışa, aşka ve iyiliğe ilişkin
bütün sözcükler sürgün burada.
Boşuna arıyorlar çantasını
sakallarına karışmış
aradıkları sözler
poyrazla gelen tuzlar.
Çivit çevreli pencerelerinden
meraklı ve kırışık
yüzler bakan
tahta kapılarında
haçlar ve sarmısaklar sarkan
bu küçücük ada
yaşlı bir ana gibi şairi kucaklıyor.
Yıldızların balıkçısı, diyorlar ona.
Çünkü o her gece
ağlarını salar lacivert boşluğa
sabah olunca
ağlara takılmış
bir parça mavi bulacağını bile bile
kırık bir yıldız.

Adanın karıncığında bir karınca
sakızdan iplikler çekmeye başlamış bile.
Ant içmiş olmalı
bütün o sürgün sözcüklerden
ada ada bir oya çıkarmaya
fenerler, dalgalar ve rüzgar
tuz ve yosun
kokan balıkçılar
sonsuz bir oyun kursun
tiril tiril
tirşe bir mendil
olsun diye koca derya.
Yıllarca yuvalarını yağmalamışlar onların
yıllarca ekmeklerini almışlar ellerinden
bıkıp usanmadan onarmışlar yuvalarını
ekmeklerini taştan çıkarmayı bilmişler.
İçlerinden en çalışkan olanı
kurşuna dizmişler
elinde beyaz bir karanfille.

Ve çakıltaşları kadar bilgin o karınca
bir an yorulup durunca
sakız rakısı içiyor
Yunanlı emekçilerin geleceği için
ve her "şerefe" sözünde
bir gurbet türküsü duymuş gibi
tüyleri diken diken oluyor
seksen kilometre ötede
Milaslı rençberlerin.

Evet, yetim kalmış özgürlük!
"Kuş kanadı kalem olsa"
bu yakadan karşı yakaya
binlerce uçurulsa
birden hıçkırmaya başlayabilir
iç geçirebilir
atını yeni yitirmiş bir köylü gibi
ve durup dinlenmeden güzelim şeyler anlatır
der: hiç kimse gülmeyecek bu adada
hiç kimse ağlamayacak burada
henüz isim konulmamış
duvağına dokunulmamış
bir erinç okunacak yüzlerde.
On iki dama taşı değil
Elifin bir fincan ödünç pirinç
istediği Eleni'nin boynunda
ışıl ışıl on iki taş olduğunda on iki ada
inanın,
kırk gece değil, kırk gün
her bengi düğün
duyulacak çaldığında davullarını.
Ve
katarlamış mayayı
kolunda yağız beyi
başlayacak yavaştan
sirtakiye ferayi.
Adanın karıncığında
sakızdan iplikler çeken o karınca
yüzlerce yıllık gümbürtüyle
patladığı zaman,
"Ege Denizi kararınca."


Erdal Alova
En Son Çıkan Şarkılar

Her Şeyin Yüreği Vardır

Her şeyin yüreği vardır.

Toprağın yüreği tohumdur
acı acı çatlar.

Göklerin yüreği güneştir
ışık ışık oynar.

Aşkın yüreği susuzluktur
sevgi sevgi sızlar.

Şiirin yüreği sevinçtir
kıpır kıpır eder.

Zamanın yüreği insandır
kavga kavga yanar.

İnsanın yüreği barıştır
tıkır tıkır atar


Erdal Alova
En Son Çıkan Şarkılar

Durum

Şiir yazmamak ozanın
Boğazına yağlı ilmek
Ya mavisiz gökyüzü
Ya kançiçek

Şiir yazmak ozana
Eve çatı denize kum
Şöyle demesi: Herşeyi
Işığa banıyorum

Şiir yazmamak ozanın
Tekerinin önüne taş
Tutmayan el
Kesikbaş

Şiir yazmak beyazın
Karalara yengisi
Bahçe sussa duyar ozan
Uzaklarda kuş sesleri


Abdülkadir Budak
Şimdi Yaz

11 Haziran 2018 Pazartesi

Çiçeksiz Park Akşamı

Son ihtiyar boyası
Dökülmüş kanepeden
Kalkıverdi ayağa
Nasılsa birden

Cılıs sesi çiçeksiz
Parkı dolaştı; Hasaan
Gidelim yavrum haydi
Karanlıklar basmadan

Gerdi kanadını göğe
Karşı ağaçta son kuş
Belli ki çiçeksiz parkta
Akşam olmuş akşam olmuş

Su olsa havuzunda
Bakıra çalardı rengi
Diye geçirdi içinden
İhtiyar, az önceki.


Abdülkadir Budak
Şimdi Yaz

Mecnun

Dönmüş bugün çöllerden
Bulurum diyerek Mecnun
Leylasının düşüyle
Çatıları göğe değen
Bir kentin eteğine

Çiçeksiz balkonunda
Beş çayı içiyormuş
Şen konuklar arasında
Leyla Hanım keyifle
Koyvermiş kahkahayı
Acının nişanı Mecnun
Karşısında diz çökünce

Bir yolunu bulup sızmış
İksirin içine kan
Saç takma kirpik boyalı
Bir öpüşme boyudur aşk
Kays, Mecnun oldu olalı


Abdülkadir Budak
Şimdi Yaz

Sivaslı

Ah hangi apartmanın
Sorsam kapıcısına
Aldığım karşılık beni
Yürekler acısına
Bırakır, utanırım

Sivaslıyım gardaşım
Bir koca dağ İstanbul
Ben önünde Ferhatım
Unufak edeceğim

Diyor ama aldanma
Yaşamda dağı taşı
Sivaslı İstanbul'da
Bir Selçuklu gözyaşı


Abdülkadir Budak
Geçti İlkyaz Denemesi