Şiir, Sadece: 2013-06-16

22 Haziran 2013 Cumartesi

Şapkam Hakkında Ne Düşünürler

Şapkam hakkında ne düşünürler
Polonya’da bundan yüz yıl sonra?

Kanıma hiç dokunmamışlar
ne söylerler şiirim hakkında?

Nasıl ölçülür bira bardağından
aşağı doğru süzülen köpük?

Ne yapar bir sinek tutukluysa
Petrarca’nın bir sonesinde?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı'ndan"

Kamau Burnu

Kamau Burnu, taze toprağın o dev gibi tomurcuğu,
denize doğru ilerlersin yüzyıllardan bu yana.
Binlerce fersah uzayan bereketli toprakların
Uzanır insanların ayakları altında.

Bir gemiye benzer ülkem.
Pruvamız Kamau Burnu ...

Irmaklar, ırmaklar, geniş ırmaklar,
kıyıları sakız ağaçlı ırmaklar,
kökleri toprağın derinlerinde,
tepeleri maviliğe yükselen,
yeşil duvarları andıran ağaçlar.

Bir gemiye benzer ülkem.
Pruvamız Kamau Burnu ...

Ey vatan denen toprağın o en güzel sevgisi,
Ey hiç görmediğim Kamau Burnu,
Yine de severim seni, düşlerim,
gönlüm her gece seninle,
gönlüm uçar sana doğru.

Başım ateş içinde, bağrım kan revan,
yüreğim Kamau Burnu'nun yanı başında.

Yakın oldu bana uzaklar,
Ey Kamau dili, sen her zaman varsın ...
Ben Hai Irmağı'nın iki yanında,
Sularıyla, dağlarıyla vatanım var.

Güneş ve yağmur bin kere değiştirecek renkleri,
değişmeyecek yüreğimdeki sevgi.

O benim ülkemin pruvasıdır, kafa tutar dalgalara,
Li tu Trong kadar yüce, Li tu Trong kadar sağlam.
Bizim Bakır Sur'umuzdur o,
dalgaların ve fırtınaların önüne dikilen,
bizim sözümüz, namusumuzdur o.

Bir gemiye benzer ülkem.
Sevdamdır benim Kamau Burnu ...

Ta parmaklarımın ucuna gelen kan gibi
özsu gibi dalların ucuna ulaşan,
yaydan fırlamaya hazır bir ok gibi
kelimeler gibi kalemin ucundan damlayan.

Bir gemiye benzer ülkem de
pruvamız Kamau Burnu,
dalgaların önünde.


Ksuan Dieu
Türkçesi: Eray Canberk

21 Haziran 2013 Cuma

Şarabın Fermanı

Menekşe lekeler düşerken yağmur gibi
bölgelerin üzerine, kurbanların üzerine,
hayretle açar şarap kapılarını,
ve ayların barınağı içine uçar
ıslak kırmızı kanatlı bedeniyle.

Ayakları dokunur duvarlara ve kiremitlere
boğulmuş dillerin nemiyle,
ve çıplak günün yumurtasında
düşer arıları damlalarca.

Bilirim kış geldiğinde
kaçmaz şarap çığlık çığlığa,
ya da saklanmaz kasvetli kiliselerde
fırlatılmış paçavralarda aramak için ateşi,
sonra uçar mevsimin üzerinden,
artık gelmiş olan kışın üzerinden
o katı kirpikler arasındaki bir bıçakla.

Görürüm dolanıp duran düşleri,
ayrımsarım uzaklardan,
ve görürüm önümde, camların ardında,
sefil giysilerin toplanışını.

Ulaşamazlar onlar şarabın güllesine,
etkin gelinciğine, onun kızıl ışıltısı
ölür, boğulur avuntusuz halılarda,
ve yalnız kanallar boyunca,
ıslak caddeler boyunca, isimsiz nehirler boyunca,
akar boğulmuş o kekre şarap,
o kör, yeraltından gelen ve yalnız şarap.

Dururum onun köpüğünde ve köklerinde,
ağlarım yapraklarında ve ölümünde,
düşmüş terzileri izleyerek
rezil kışın ortasında,
tırmanırım nemden ve kandan merdivenleri
ve yoklarım duvarlar boyunca,
ve gelmiş zaman hakkındaki kaygıyla
çömelirim bir taşa ve ağlarım.

Ve o acı tünellerde gezinirim
giyinmişim uçucu metallerle,
yalnız mahzenlere doğru, düşlere doğru,
yeşile ve titreyen zifte doğru,
aldırışsız demircilere doğru,
çamurun tadına ve gırtlağa doğru,
ölümsüz kelebeklere doğru.

Kaldırdığında şarabın adamları
o dut renkli kuşakları,
ve tırmalanmış arıların başlıklarını,
ve ölmüş gözlü dolu bardaklarla gelirler,
ve tuzlu sudan dehşetli kılıçlarla,
ve selâmlarlar birbirlerini boğuk büğlülerle
ve şarkı söylerler düğün niyetiyle.

Onların boğuk sesli şarkılarından
ve masadaki ıslak madeni paraların gürültüsünden,
ve ayakkabıların ve üzümlerin
ve yeşil kusmuğun kokusundan,
ve ölen şafağın duvarlarına çarpan
tuzun ezgisinden hoşlanırım.

Varolan şeyler arasından konuşurum. Tanrı göstermesin
şarkı söylerken yeni şeyler keşfetmemi!
Duvarlardan akan tükürükten bahsederim,
fahişelerin yavaş çoraplarından bahsederim,
bir kuş ayağıyla tabuta vuran
şarap adamlarının korosundan bahsederim.
Bu şarkının tam ortasındayım, caddelerden
yuvarlanan kışın ortasındayım,
ayyaşların arasındayım,
unutulmuş yerlere çevrilmişler açık gözlerle,
ya düşünüp taşınırlar çılgın üzünçte,
ya da uyurlar, külde yıkılırlar baş aşağı.

Anımsarım geceleri, gemileri, tohum ekimlerini,
ölmüş arkadaşları, koşulları,
acı hastaneleri ve yarı açık kızları:
anımsarım undan ve köpükten mücevheriyle
belli bir kayaya vuran o dalgayı,
ve bazı ülkelerde sürdürülen o hayatı,
bazı ıssız kıyılarda,
palmiyelerdeki yıldızların sesini,
camlarda bir yürek atışını,
lânetli tekerleri üzerinde hızla ve kasvetle
geçen treni, ve buna benzer üzgün şeyleri.

Şarabın nemine, sabahları,
kış günlerinin sıkça kemirdiği duvarlarda
düşerken onlar kuşkusuz ıssız mahzenlere,
bu dünyanın gücüne gelir savaşımlar,
ve yorgun metaller ve sağır sardunyalar,
ve mahvolmuş itirazlardan bir kargaşa vardır,
şişelerden şiddetli bir ağlayış,
ve gevşek bir kırbaç gibi bir cürüm.

Şarap delerek iliştirir kendi siyah dikenini
ve oynatır kendi kasvetli kirpisini,
hançerlerin ve gece yarılarının arasında,
kirletilmiş boğuk sesli gırtlaklar arasında,
puroların ve örgülü saçların arasında,
ve bir deniz dalgası gibi şişer sesi
gözyaşlarıyla ve ceset elleriyle uluyarak.

Ve kaçarak gider kovalanan şarap,
ve sağlam meşin torbası ezilir
at nalları altında, ve yavaşça sıvışır şarap,
ve fıçıları, havanın yüzleri kemirdiği
yaralı gemilerde, sessizliğin mürettebatıdır,
ve kaçar şarap anayollarda,
kiliseleri geçerek, kömürün arasından,
ve düşer onun horozibiği tüyleri,
ve kükürtle maskelenir ağzı,
ve alazlanır şarap yıpranmış caddeler arasında
avlayarak kuyuları, tünelleri, karıncaları,
üzünçlü ölülerin ağızlarını,
çünkü onlar arasından ulaşır yağmurun ve ölülerin
birlikte eridikleri toprağın mavi rengine.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde İkinci Konaklama'dan"

Sen Genç Kızsın...

Sen genç kızsın, dayanmışsın pencerene,
Bense dünyayı dolaşıp duran bir bulut.
Götürür rüzgar kanatlarında beni alabildiğine,
Sen oturur durursun ipekten ve kadifeden yuvanda.

Sen benim kızkardeşimsin olsa olsa,
Kederden ve düşten can yoldaşı, ölümsüz ...
Sevdan benzer dağların karına,
Tepelerde şavkı vuran nice güz.

Kim dedi sana böylesine güzel ol diye,
Yaşamım acıyla dolsun diye mi?
Kim dedi sana git dayan pencereye,
Tutsak etmek için seven yüreğimi?

Böylesine çekici olmanı kim dedi sana,
Gözyaşlarınla büyülensin diye bahar gölgeleri,
Sayısız düşlerle dolsun diye uykularım,
Sevgiyle hoşnut olsun diye kimsesiz bahçem.


Luu Tiong Lu
Türkçesi: Eray Canber

20 Haziran 2013 Perşembe

Şarap

İlkbaharın şarabı. Hasadın şarabı. Yoldaşlar,
tropik yaprakların düşeceği bir masa verin bana,
ve bırakın dünyanın büyük ırmaklarının benzi atsın
ve çağıldasın uzağında şarkılarımızın.
İyi bir yoldaşım ben.

Bu eve senin varlığından bir parça koparmak için
girmedim. Tam tersine alıyorsun
benden bir parçayı giderken sen, alıyorsun
kestaneleri, gülleri ya da seninle paylaşmak istediğim
güvenliğini köklerle taşıtların, yoldaş.

Benimle birlikte şarkı söyle kupalar taşıncaya
ve masada müsrif bir eflatun bırakana dek.
Bu bal topraktan, karanlık üzümlerinden
ulaşacak ağzına.

Nasıl da özlüyorum onları, şarkının gölgelerini,
sevdiğim ve alnımı önlerinde eğdiğim yoldaşları,
o benzersiz hayatımı, uyguladığım erkeksi bilimi,
kaba şefkatin koca ormanı arkadaşlığı bıraktığım zaman.

Elini ver bana, görelim birbirimizi,
çok basit, çıplak bir bitkinin kokusundan gayrı
başka şey arama sözcüklerimde.
Niçin bir işçiden daha fazlasını bekliyorsun benden?
Biliyorsun halbuki vura vura oluşturdum
gömülmüş aletimi
ve yalnızca kendi dilimin lisânını konuşacağım.
Bilge kişilere başvur, eğer memnun etmiyorsa rüzgâr seni!

Toprağın gürültücü şarabıyla şarkı söyleyeceğiz gene de,
Hasadın tasıyla kadeh tokuşturacağız,
ve varolmayan ırmakların aşk dilinde
tapınılan anlamsız dizeleri
tutkuyla iletecek gitar ya da sessizlik.


Pablo Neruda
"Yo soy - Canto General'den"

But Tepesinde Bir Akşam

Thua Thien 101. bölüm irtibat
görevlisi Fan Say arkadaşa.


Kulübe eğer dar damını.
Bir odun ateşi,
ışıltılı bir sıcaklık
karşılar akşam konuklarını.
Yarın yeniden başlayacak yorucu yürüyüş
ormanlar ve seller boyunca.

Her yandan gelmiş,
rüzgar ve sis,
kamıştan duvarın aralığından
ıslaklık ve soğukla
doldurur küçük kulübeyi.
Ama yabancı konuğun çevresinde
birbirine sokulur canlar.

Kardeş, seni ilk kez görüyorum
ama sana olan sevgim büyüktür.
Pirinç çanağınla, kuru balığınla,
aynı ateşin karşısında, ısınıyoruz.

- Kaç kez geçtin
Ban Ren'i ve Dok But'u?
Zayıflamış yüzünde,
ormanın bütün sıtmalarının solgunluğu ve sarılığı,
derin bir sevincin gülümseyişi okunuyor.

- Karın nerde? Çocukların nerde?
- Ne zamandır onları görmedim ki.
Bunca düşman saldırısından sonra
hayattalar mı acaba?

Düşünceli düşünceli dalarsın
kütüğün üzerinde
çıtırdayan ateşe.
Sonra babacan bir gülümseyişle
sorarsın bana:
"Ya seninkiler?"

- Anacığım yaşlandı artık iyice,
köye sığındı.
Tek bir kelime bile yok
sevgisinden, anısından.

Sonsuzdur Güney'e doğrulan yol.
Aşılacak nice sel, nice orman!
Ama yüreğim sevinçle dolu
ve bütün tehlikelere karşı korkusuz.

Ey aceleci kaynak, nereye?
Bırak yabancı yolcuyu
köyünün özlemini anlatsın,
döksün içini.

İşte sardı ağaçların tepesini sis.
Susuyor orman kuşları bir bir
ve gece atıyor donuk örtüsünü
akşamın son gölgeleri üzerine.

Ateşte pişen pirinç,
az sonra giderecek açlığımızı, ısıtacak yüreklerimizi.
Yarın herkes kendi yoluna gidecek.
Anacak mısın bu kulübeyi, bu geceyi anacak mısın?

Bu Dok But akşamını,
bu yeni arkadaşlığı bir de
bir de bu ortak düşmana duyulan bu kini,
aynı sevgiyle dolu bu yüreği bir de?


Le Duk Tho
Dok But, 15 Ocak 1949
Türkçesi: Eray Canberk

19 Haziran 2013 Çarşamba

Şarkılar

Tırmanan gül yükseliyor
ve yutuyor azizin şakağını:
kalın pençelerle pekiştiriyor
zamanı o yorgun varlığa:
şişiyor ve esiyor o katı damarlarda,
bağlıyor akciğerin sicimlerini,
ve soluyor uzun uzun ve işitiyor.

Ölmek istiyorum, yaşayacağım,
bir alet edevat, sonsuz bir köpek,
bir devinim o koyu okyanusta
o yaşlı ve kara deriyle.

Kimin için ve kime yükseliyor gölgede
gitarımın sesi,
denizin tuzundaki balık gibi
hayatımın tuzundan doğan.

Ah, hangi sürekli ve kapalı ülke,
tarafsız, ateşin bölgesinde,
kımıltısız, o korkunç dolaşımda,
kuru, rutubetinde şeylerin.

Ancak dizlerimin arasında
gözlerimin kökü altında,
dikiş dikmeye devam eder ruhum:
çalışır o ürkünç iğnesi.

Denizin ortasında hayatta kalırım
ıssız ve çılgınca yaralı,
öyle dayanıklı ve yalnız,
acılar içinde terk edilmiş.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan"

Şarkımda Bir Hece Gibi

Şarkımda bir hece gibi
parıldar mı metalin damlası?

Ve bir yılan gibi sürükler mi
bir sözcük kendisini ara sıra toprakta?

Çatırdamadı mı bir isim yüreğinde
kendini açan bir portakal gibi?

Hangi ırmaktan gelir balıklar?
Gümüş işlemeciliği sözcüğünden mi?

Ve batmaz mı yelkenli gemiler
bir çok sesli harften ötürü?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Kırda İlkbahar

Köye dönüyorum yüklenip pirinci.
Gelin gibi kayısı ağaçlarının kokusuyla dolu yol
yeşeren mısır tarlalarının arasından geçiyor.
İskelenin yanında mor patlıcanlar.
Hafif siste sapsarı anızlar.
Akşamın bulutları, bayrakların kırmızısı tepelerde.
Köyün uğultusu, toplantı için herkes birbirine sesleniyor.
Beni bekliyor kocam evin kapısında.


Van Dai
Türkçesi: Eray Canberk

18 Haziran 2013 Salı

Arttırmalı Memurcukların Aylığını!

Sanırlar ki memurcukların
para dolu elleri avuçları,
sonu yok çıkarların, arpalıkların.
Oysa dilenci gibidir kazandıkları!

Ağlayıp sızlar fırsat düştükçe,
yüzler mum gibi, sarı mı sarı,
derler ki para kalmıyor cebimizde,
doyurmak için kızı kızanı,
sırtlarını giydirmek var bir de!

Nasıl yeltenirsiniz paranız yoksa
Ata, arabaya binmeye,
nasıl yaklaşırsınız iyi şaraba,
nasıl gidersiniz gülüp eğlenmeye
bir yığın çoluk çocukla?

Nasıl yeltenirsiniz, paranız yoksa
almak için ipekliyi, iyi kumaşı,
ya takılar, incik boncuk, lavanta,
küçük memurcukların küçük hanımlarına?

Para gerekir para, her şey için,
Ev bark edinmenin tek yolu bu,
Para gerekli sulanması için pirincin,
Aç kaldığının resmidir yıl boyu
Yoksa bütün evdekilerin!

Memurcuklar evsiz barksız
Memurcuklar per perişan!
Bu yüzden artırmalı aylıklarını,
zam almalılar devlet babadan.
Ancak böyle kurtulur durumları!

Memurcukların sevincine diyecek yok,
herkesin yüreği parçalanıyordu oncağızlara.
Öte yandan adaletin dengesini bozmamalı
ve gereken zam yüklenmeli halkın sırtına.

Yoksulluğa zam söz gelişi,
vergiye, fiyatlara, öteye beriye ...
Halk doyursun kendini şimdi
açık havayla, kuru ekmekle.

Akıllı uslu oturun yine de siz,
memurcuk hanımları ve memurcuklar,
şimdilik bolluk, rahat içindesiniz,
yoksa adamın kafasını da kırarlar!



Tu Mo
Türkçesi: Eray Canberk


Memurcuklar; Asya' da ve özellikle de Çin' de Avrupalıların, devlet memurlarına verdikleri ad olan "mandarin" yerine kullanılmıştır.

Şehvetli Timsahların Sadece

Şehvetli timsahların sadece
Avustralya’da bulunduğu doğru mudur?

Nasıl paylaşırlar acaba güneşi
portakal ağacındaki portakallar?

Yoksa acı bir ağızdan mı
doğmuştur tuzun dişleri?

Doğru mudur ülkemin üstünde
geceleri kara bir kondorun uçtuğu?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

17 Haziran 2013 Pazartesi

Şair Büyürken

Çiçektir o,
Evimizin bahçesinde.
Miniciktir,
Yine de gölge verir bize ağaçları,

İlkbahar ışıl ışıl.
Gökyüzü mavi mi mavi.
Temiz ve sıcak aydınlığını yayar güneş.
Nguyet de küçük erkek kardeşiyle bahçede oynar.

Çiçeklerle örtülü toprakta
Gezdirir küçüğü.
Kendi kendine uydurduğu
Bir de türkü tutturmuştur kızcağız.

"Çıkar deliğinden yaşlı kurbağa.
Sırtında eviyle sümüklüböcek
Salınıp gezinir toprağın altında,
Cırcır böceği sazını çalar,
Çalıkuşu şarkı söyler ağaç dalında."

Koca dede bakar durur
İki torununa.
"Bizim Nguyet de yaman türkücü!"
der kendi kendine gülümseyerek.
Nguyet övünçle sürdürür türküsünü daha da güzel:

"Bahçemiz yeşillenir, çiçek üstüne çiçek.
Bir kelebek gelir, gezer ve çıkıp gider gülerek."
Kelebek güler-amma da garip şey!
Taptaze dizeler. Yepyeni dizeler. Hey gidi mutlu çocukluk!


Tu Mo
Türkçesi: Eray Canberk

Şeneltilmemiş

Yenilmez mevsim! Göğün kıyıları boyunca toparlandı soluk bir poyraz, rengi solmuş ve düşmansı bir hava, ve gözün kucakladığı her şeye karşı durmaksızın kolalı bir perde gibi duran bir çeşit koyu süt vardı. İşte böyledir ki hissetti insan yalıtılmışlığını, boyun eğdi o garip nesneye, çevrilerek bitişiğindeki gökyüzüyle, o kırık direkle beyazsı bir kıyıda, yüz üstü bırakılmış o emin temelde, yüz yüze o içine girilemez süreç gibi ve sislerden bir evde. Ayıplama ve dehşet! Yaralı olmak ve terk edilmek, ya da seçmek örümcekleri, üzüncü ve rahip cüppesini. Saklamak kendini, aslında bıkmış bu dünyadan, ve konuşmak sfenksler ve elmaslar ve vahim olaylar hakkında. Bağlamak külü gündelik giysilere, öpmek toprağın fışkırmasını unutuşun tadıyla onun. Fakat hayır. Hayır.

Kasvetle düşen yağmurun soğuk maddesi, dirilişsiz üzünçler, unutuş. Yatak odamda portreler yok, gösterişsiz elbisemde de, ne kadar yer kalır orada sonsuzca, ve günün yavaş, düz ışınlı, tek bir damlası nasıl da sürdürüyor kendini karanlık damla olana dek.

Kararlı devinimler, ara sıra son çiçeğine tırmanılan dikey patikalar, uysal ya da merhametsiz arkadaşlar, namevcut kapılar! Her gün yiyorum letarjik ekmekten ve içiyorum yalıtılmış sudan!

Gürültü yapıyor çilingir, yavaşça gidiyor at, yağmurla ıslanmış o yaşlı at, ve öksürüyor uzun kırbaçlı hergele seyis! Bundan gayrı her şey, en uzağa dek, kımıltısız duracak, Haziran ayıyla örtünmüş, ve onun ıslak bitkileri, suskun hayvanları birleşiyor dalgalar gibi. Evet, hangi kış denizi, hangi boğulmuş krallık arıyor, görünüşe göre ölü, hayatta kalmamış, ve kesiyor büyük ve ölümlü yelkenleri bu sık yüzeyi?

Sık sık, indiğinde gece, koyuyorum ışığı pencereye, ve bakıyorum kendi kendime, yayılarak uzanıyorum rutubette o sefil tahtaların üzerine eski bir sandık gibi, ansızın duvarlar arasında kırılgan. Düşlüyorum namevcutluktan namevcutluğa, ve bir mesafede, kabul edilmiş ve kekre.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"


Not: Letarjik: Yaşama işlevlerinin çok zayıfladığı, çok derin ve sürekli patolojik uyku durumu olan letarji ile ilgili.