Şiir, Sadece: Yeryüzünde Birinci Konaklama
Yeryüzünde Birinci Konaklama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeryüzünde Birinci Konaklama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2014 Cuma

Adonis Gibi Angela

Bugün yattım masum genç bir kızın yanında
beyaz bir okyanusun kıyısında gibi,
korlu bir yıldızın
yavaş yörüngesinin ortasında gibi.

Sonsuz yeşil bakışından
aktı ışık kuru su gibi
berrak derin çemberlerinde
taze gücün.

İki alazlı ateş gibi göğüsleri
parladı dikelmiş olarak iki bölgede,
ve çifte bir akıntıda ulaştı ateş
büyük ışıklı ayaklarına.

Altın bir iklim olgunlaştı erkenden
bedeninin gündelik uzantılarına
ve doldurdu onu akın akın meyvelerle
ve gizli korla.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

14 Kasım 2014 Cuma

Anlaşma

Toprağa düşmüş tozlu yapraklardan
ya da kendisini gömen sessiz yapraklardan.
Işıksız metallerden, boşlukla birlikte,
yokluğuyla birdenbire ölen günde.
Ellerin tepesinde kelebeklerin ışıltısı,
ışığının son nedir bilmediği kelebeklerden bir akın.

Korudun ışıktan izi, ezilmiş varlıklardan
batışındaki terk edilmiş güneşin
fırlattığı gibi kiliselere.
Bakışla lekelenmiş, işi gücü arılarla,
beklenmeyen alev için kaçışta, gidiyor özü
günden önce ve izliyor onu ve onun altın soyunu.

Gözetleyen günler geçip geçiyor gizlice,
fakat düşüyor onlar ışıktan sesinin içine.
Ey aşkın hükümranı, sükûnetinde
kurdum düşümü, içe kapanıklığımı.

Ürkünç sayılardan bedeninle senin, birdenbire
yayılmışsın dünyayı açıklayan o kemiyetlere,
günlerin kavgasının ardında beyaz uzay
ve soğuğu yavaş ölümün ve solan içgüdünün,
hissediyorum kasığının alazlandığını ve öpüşlerinin geçtiğini
dönüşerek rüyamdaki genç serçelere.

Bazen yükseliyor gözyaşlarının kaderi
alnıma yükseldiği gibi yaşımın – orada
patlıyor dalgalar ve öldüresiye vuruyor kendilerini:
ıslaktır devinim, gevşek ve kesin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

13 Kasım 2014 Perşembe

Ars Poetika

Gölge ve boşluk arasında, kışlalarla genç kızlar arasında,
garip bir yürekle ve kederli düşlerle bezenmiş olarak,
bir anda solgunlaşıp kurudu alnım
ve hiddetli bir duladamın üzüntüsü her bir gününde hayatın,
ah, her bir damla görünmez suyu uyur gibi içerdim
ve titreyişle yakaladığım her bir seste
bu uzak susayışı ve aynı soğuk ateşi duyumsarım,
büyüyen bir ses, dolaysız bir acı,
sanki hırsız ya da hayalet yaklaşır gibi,
ve saran bir kabuk ve derin kucaklayış gibi,
şaşkın garson gibi, az biraz zırıldayan bir can gibi,
eski bir ayna gibi, konuklarının geceleri sarhoş döndükleri
ve çiçek yokluğunun ve yere atılan çamaşırların
pis kokusu yükselen
boş bir evin kokusu gibi,
- belki şu ya da bu şekilde, biraz daha az melankolik -
ama şu ki gerçek rüzgâr kırbaçlıyor göğsümü,
yatak odamda düştü sonsuz kumaşlardan yapılmış geceler,
ve bir günün gürültüsü azdırıyor fedâyı
dalgınca bir anda istiyor peygambersi ne varsa bende,
ve bir yığın şey çağırıyor beni yanıt almadan
ve sürekli bir devinim, ve şaşkın bir isim.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Askerin Gecesi

Yaşıyorum askerin gecesini, yıkım ya da melankoli bilmeyen adamın zamanını, okyanus ya da bir dalganın uzağa fırlattığı adamın zamanını, o acı suyu bilmeyen ayırdı kendini ondan, ve korkusuzca ve yavaş yavaş yaşlanıyor, büyük değişimleri olmayan sıradan hayata adanmış, yokluğu olmaksızın, kendi hayatını yaşayan derisinde ve giysisinde, gerçekte karanlık. Tütün tüttüren, tüküren ve denetimsizce içki içen ve ansızın ölümlü hastalar gibi hep birden çöken aptal ve neşeli arkadaşlarla birlikteyken işte böyle görüyorum kendimi. Değil mi ki nerededir askerin teyzesi, gelini, kaynanası ve yengesi? Belki ölürler toplum dışında bırakılmaktan ya da malaryadan, soğurlar ve sararırlar ve buzdan bir yıldıza göç ederler, soğuk bir gezegene, en sonunda dinlenmek için, genç kızlar ve buzul meyveler arasında, ve onların cesetleri, zavallı ateş cesetleri uyumak zorunda alazların ve kaymaktaşı meleklerinin koruduğu külün uzağında.

Akşam yükümlülüğüyle yenilmek için sonuna yaklaşan her gün, dolanıyorum Müslüman tacirlerin arasında, geziniyorum gereksiz bir nöbetçi gibi, ineğe ve kobra yılanına tapan insanların arasında, dolaşıyorum cazibesiz ve sıradan bir yüzle. Aylar değişimsiz değil, ve yağmur yağıyor bazen: gökyüzünün sıcağından dökülüyor gebe su, ter gibi suskun, ve dev bitkilerin üzerinde, yabanıl hayvanların sırtlarında dolanıyor birbirine ve uzuyor bu ıslak tüyler bir zaman sessizlikte. Gecenin suları, musonun gözyaşları, tuzla doymuş tükürük düşmüş atların köpükleri gibi, büyümesi yavaşça, püskürtüsü yavaş, hayrette kalmış kaçışta.

Şimdi, o profesyonel merakın, yalnızca huzuruyla bir yarık açan o acınası şefkatin, yıldırım ışıltısıyla beni aşırı maviyle giydiren o mükemmel vicdanın nerede? Bağlayıcı bir sistemin oğlu ta yüreğe dek, inatçı fizikî bir sabırdan, nefes almayı sürdüreceğim gündelik olarak yığılan besinin ve zamanın bir sonucu olarak, öçten ve altın derimden oluşan gardırobum çalınmış. Çünkü ayaklarım kayıyor tek bir mevsimin mekanlardan oluşan saatleri gibi, ve üzerimde asılı duruyor hemen her zaman günün ve gecenin biçimlerinden oluşan bir gün.

Sonra, ara sıra düşüyorum genç gözlü ve kalçalı kızların peşine, saçlarında sarı bir çiçeğin yıldırım gibi alazlandığı varlıkların peşine. Ayak parmaklarının her birinde yüzükler var, ve bilezikler, ayak bileklerinde halhallar ve bunun yanı sıra renkli kolyeler, boyunlarından çıkarıp araştırdığım zincirler, değil mi ki hayran kalıyorum önünde sonsuzca tekrarlanan diri bir bedenin, ve dinelmiyor öpüşlerim. Her bir yeni heykeli tartıyorum kollarımda ve içiyorum erkeksi susuzlukla onların yaşayan iksirini sessizlikte. Uzanmış yatarak bakıyorum yukarıya, o uçucu yaratığa, bakış tırmanıyor onun çıplak varlığı üzerinden gülüşüne: devasa ve üçgensi yukarısı, kaldırılmış havaya iki global memeyle, beyaz yağdan ve uysal enerjiden ışığıyla iki lamba gibi dipdiri gözlerimin önümde. Teslim oluyorum onun karanlık yıldızına, teninin sıcaklığına onun, ve düşmüş bir düşman gibi devinimsiz bağrımın altında, aşırı kalın ve mat kollarla bacaklar, uzanıyor savunmasız dalgada o: ya da çapraz milli solgun, hızlı, derin bir teker gibi ve parmaklar dönüp duruyor etrafında, şaşkın bir yıldız gibi.

Ah, kendi kendisini tüketen ve düşen, harabelerle çevrilmiş, yas tutan şeylerin ortasında, terk edilmiş bir kor gibi peş peşe geceler. Olağan olarak hazır ve nazır bulunuyorum bu sonlu, gereksiz silâhlarla kuşanmışlıkta, mahvolmuş itirazlarda. Koruyorum bu yarı gecesel maddenin kanıyla hafifçe ıslanmış giysilerimi ve kemiklerimi: etrafımda toplanan bu dayanıksız toz, ve ara sıra uyanıyorum vekalet tanrısının yanında, direngen soluk alışıyla, yükseğe kaldırılmış kılıcıyla.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

10 Kasım 2014 Pazartesi

Avuntusuz Sistem

Her biri gibi bu tür günlerden, eski demir gibi siyah,
büyük kırmızı öküzler gibi güneşin çıkarttığı,
tam da havayla ve düşlerle hayatta tutulmuş
ve ansızın geri dönülmezcesine geçip gitmiş,
hiçbir şey yerine koyamadı huzuru kaçırılmış kökenimi,
ve yüreğimde dolaşıp duran eşitsiz ölçüler
kaynak yapılır orada gece ve gündüz yalnızlıkta
ve bitirilir zapt edilmez ve hüzünlü çokluklarda.

İşte, duyarsız ve kör bir gözetleme kulesi gibi,
kuşkucu ve acınacak şekerlemeye yargılı,
zamanın her bir günü birleştiği duvara doğru çevrilmiş,
değişik yüzlerimi toparlayan ve büyük, solgun
ve ağır çiçeklerden bir zincir oluşturan,
durmaksızın vekalet eden ve ölmüş.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

8 Kasım 2014 Cumartesi

Bacaklarımın Törenleri

Haylidir bakıp duruyorum uzun bacaklarıma,
sonsuz, meraklı bir şefkatle, olağan tutkumla,
sanki göğüs kafesimin uçurumuna batmış
tanrısal bir kadına aitlermiş gibi:
ve gerçekte oluyor, ki bazen zaman, zaman geçiyor
toprağın üzerinden, damın üzerinden, kirli başımın üzerinden,
ve geçiyor, geçiyor zaman, ve ben geceleri yatağımda hissetmiyorum
bir kadının soluk aldığını, yanı başımda çıplak uyuduğunu,
ki garip, karanlık bir şey onun yerine geçiyor,
özlem dolu melankolik düşünceler
yatak odamda cazip imkanlar sunuyor,
ve sonra, evet sonra bakıyorum bacaklarıma
sanki onlar başka bir bedene aitmişler gibi
ve güçlü bir şekilde yapışmışlar ve uysalca ruhuma benim.

Bitki sapları ya da hoş kadınsı biçimler gibi
yükseliyor diz kapaklarından, silindirik ve diri,
sıkı, şaşkın, yaşayan bir maddeden:
bir tanrıçanın merhametsiz kalın kolları gibi,
insanlar gibi korkunç giyimli ağaçlar gibi,
muazzam ölümcül dudaklar gibi, susuz ve sakin,
en iyi tarafı bunlar bedenimin: maddesel tümüyle,
duygulardan ya da hava borusundan ya da bağırsaklardan
ya da lenfa bezinden karmaşık içeriği olmaksızın:
kendi hayatımın temiz, tatlı ve kalın özünden
başka bir şey olmaksızın, en uç biçiminde korur hayatı fakat.

Şimdilerde dolaşıyor insanlar dünyayı ve neredeyse
anımsamıyorlar hayat dolu bir bedenleri olduğunu,
ve korku var, korku var dünyada
bedeni tanımlayan kelimelere karşı,
ve giysiler hakkında konuşmak tercih ediliyor,
mümkünse pantolonlar hakkında, takım elbiseler
ve kadın iç çamaşırları (çoraplar ve jartiyerler “bayanlar” için)
sanki giysiler ve takım elbiseler tümüyle bomboş geçiyor caddelerden
ve loş, arsız bir gardırop zaptetmiş dünyayı.

Giysilerin hayatı, rengi, biçimi ve kesimi var,
ve mutlak bir yeri var söylencelerimizde, aşırı fazla bir yeri,
aşırı fazla mobilyalar ve aşırı fazla odalar dünyada,
ve bedenim yaşıyor üzgünce arasında ve altında onca şeyin,
kölelik ve zincirler hakkındaki parlak bir fikirle.

Pekâlâ, dizlerim, düğümler gibi,
özgün, yararlı, apaçık,
ayırıyor gerektiğince bacaklarımı iki parçaya:
gerçekte iki farklı dünyaya, iki farklı cinsiyete
çok da farklı değil bacaklarımın iki parçası gibi.
Dizden ayağa dek katı bir biçim görünüyor,
mineralsi, soğukça yararlı,
bacaktan bir yaratık ve dayanıklılık,
ve ayak bilekleri şimdi çıplak amaçtan başka şey değil,
kesinlik ve gereklilik düzenlenmiş bir kez herkes için.

Tensel duyarlılık olmaksızın, kısa ve sert,
ve erkeksi, kas yığınlarıyla donanmış dizlerim
tümleyici hayvanlar gibi, fakat orada da
hayat var, diri ve ince ve hiddetli bir hayat
titremeksizin dayanıp duruyor, bekliyor ve etkin.
Gıdıklanan ayaklarımda,
güneş gibi sert ve çiçekler gibi açık,
yorulmaz, nefis askerler
uzayın boz savaşında,
her şey sonlanıyor, hayat bitiyor sonsuzca ayaklarımda,
orada başlıyor yabancı ve düşmansı her şey:
dünyanın adları, sınırlanma ve o uzak,
o dilbilimsel isimler ve sıfatlar, kalbimin barındıramadığı,
fırlıyor buradan soğuk ve koyu sağlamlıkla.

Her zaman
imal edilmiş ürünler, çoraplar, ayakkabılar,
ya da basitçe sonsuz koku,
olacak ayaklarımla toprağın arasında
ve güçlendirecek varlığımdaki o yalıtılmış ve yalnız olanı,
inatla varsayılmış hayatımla toprak arasında,
besbelli yenilmez ve düşman bir şey.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

3 Kasım 2014 Pazartesi

Birlik

Yakında bir şey oturuyor, birleşmiş diple
ve tekrarlıyor kendi sayısını, kendi özgün işaretini.
Nasıl da görüyor insan taşların zamana dokunduğunu,
kendi ince maddesinde zamanın bir kokusu var
ve tuzla uykudan denizin getirdiği su.

Aynı şey çevreliyor beni, tek bir devinim:
mineralin ağırlığı, balın ışığı
sarılıyor gece sözcüğünün sesine:
buğdayın, fildişinin, hıçkırıkların mürekkebi,
meşinden şeyler, tahtadan, yünden,
eskimiş, sararmış, benzer,
çevreliyor beni bir duvar gibi.

Sessiz çalışıyorum, dönerek kendi etrafımda,
ölümün etrafındaki üzgün tilki gibi.
Düşünüyorum, yayılmış mevsimlerden uzakta,
merkez bile, çevrilmiş suskun coğrafyayla:
dayanılır bir sıcak iniyor gökten,
şaşkın birliklerden bir son imparatorluk
toplanıyor çevremde.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Birlik

Toprağa düşmüş tozlu yapraklardan
ya da kendisini gömen sessiz yapraklardan.
Işıksız metallerden, boşlukla birlikte,
yokluğuyla birdenbire ölen günde.
Ellerin tepesinde kelebeklerin ışıltısı,
ışığının son nedir bilmediği kelebeklerden bir akın.

Korudun ışıktan izi, ezilmiş varlıklardan
batışındaki terk edilmiş güneşin
fırlattığı gibi kiliselere.
Bakışla lekelenmiş, işi gücü arılarla,
beklenmeyen alev için kaçışta, gidiyor özü
günden önce ve izliyor onu ve onun altın soyunu.

Gözetleyen günler geçip geçiyor gizlice,
fakat düşüyor onlar ışıktan sesinin içine.
Ey aşkın hükümranı, sükûnetinde
kurdum düşümü, içe kapanıklığımı.

Ürkünç sayılardan bedeninle senin, birdenbire
yayılmışsın dünyayı açıklayan o kemiyetlere,
günlerin kavgasının ardında beyaz uzay
ve soğuğu yavaş ölümün ve solan içgüdünün,
hissediyorum kasığının alazlandığını ve öpüşlerinin geçtiğini
dönüşerek rüyamdaki genç serçelere.

Bazen yükseliyor gözyaşlarının kaderi
alnıma yükseldiği gibi yaşımın – orada
patlıyor dalgalar ve öldüresiye vuruyor kendilerini:
ıslaktır devinim, gevşek ve kesin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Birlikte

Nasıl da paksın güneşten ve batmış geceden,
nasıl da utkulu ve sınırsız beyaz istikametin,
ve ekmekten bağrın senin, o yüksek bölge,
kara ağaçlardan tacın, sevgilim
ve yalnız bir hayvandaki gibi burnun, gölge ve baş aşağı
tiransı kaçış kokan yabanıl bir koyun.
Şimdi, hangi parıltılı silâhtır ellerim,
kemiklerinin kükürdü ve tırnaklarının zambağı mükemmel,
ve yüzümün şekli şemali ve ruhumun kiralanması
bulunuyor dünyasal gücün tam ortasında.

Nasıl da pak gecesel güçten bakışım benim,
koyu gözlerden bir düşüş ve zalim işleyiş,
benim simetrik heykelim yükseliyor ikiz ayaklarla
her sabah nemli yıldızlara doğru,
ve sürgün ağzım ısırıyor eti ve üzümü,
erkek kollarım, kalaydan bir kanat gibi
yondanın kök saldığı dövmeli göğsüm,
güneşin derinliğine yaratılmış beyaz yüzüm,
törenlerden, kara minerallerden yaratılmış saçım,
bir vuruş ya da bir yol gibi içe işleyen alnım,
saban sürecek yetişkin bir oğul gibi derim,
şehvetli tuzdan gözlerim, hızlı düğünlerden,
doktan ve gemiden uysal refika dilim,
sistematik eşitliklerden beyaz bir kadran dişlerim,
önümde buzdan bir boşluk yaratan ve ardımda
geri dönen ve göz kapaklarıma uçan,
ve en derin içgüdümde astarı tersine çevrilen
ve parmaklarımda güllere doğru, çene kemiğimde
ve ayaklarımın varsıllığında büyüyen deri.

Ve sen tıpkı bir yıldız ay gibi, çözülmez öpüş gibi,
bir kanadın yapısı ya da sonbaharın başlangıcı gibi,
ey kız, sen benim suç ortağımsın, benim bir tanemsin,
ışık düzeltir kendi yatağını kara göz kapakların altında,
öküzler gibi altın renkli, ve yuvarlak güvercin
kendi beyaz yuvalarını inşa ediyor sende.
Külçelerce bir dalgadan yaratılmış ve beyaz maşalar
yayıyor hiddetli elma sağlığını sonsuzca,
karnının dinlediği titreyen fıçı,
ellerin, unun ve gökyüzünün kızı.

Nasıl da benziyorsun en uzun öpüşe,
onun çabalayan titreyişi galiba besliyor seni,
ve kordan ve isyan bayrağı vuruşu
gümbürdüyor sende ve yükseliyor titreyerek havaya,
ve o zaman dönüşüyor kafan ince saça,
ve onun savaşçı biçimi, kuru çemberi
düşüyor birden eşit ipliklerde
pala şıkırtıları ya da dumanın bıraktığı gibi.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

15 Ağustos 2014 Cuma

Doğu’da Gömülme

Geceleri çalışıyorum, kuşatılmışım şehirle,
balıkçılarla, çömlekçilerle, safranla
ve meyvelerle yakılmış ölülerle, sarmalanmış
kızıl muslinle:
balkonumun altından geçip gidiyor bu korkunç ölüler,
şıngırdatarak zincirleri ve bakır düdükleri,
kulak tırmalayarak, tiz ve hüzünle öttürüyorlar
ağır zehirli çiçeklerin rengi arasında
ve kül grisi dansçıların çığlığı
ve tamtamların büyüyen monotonluğu
ve alazlı dumanın, hoş kokulu ağacın arasında.
Değil mi ki yolun sonunda, bulanık ırmak boyunca,
kavrulmuş yürekleri
daha büyük bir devinimi durdurur ya da başlatır,
yuvarlanarak gitmek ister, ateş içinde ayaklar ve bacaklar,
ve o titreyen kül düşmek ister suya,
akıp gitmek yanık çiçeklerden bir buket gibi
ya da sönmüş bir ateş gibi, muazzam yolcuların terk ettiği
siyah sularda bir şeyler yakan ve yutan
kaybolmuş bir nefes alışı ve ölünün yıkanışı.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

30 Haziran 2014 Pazartesi

Düşlerin Atı

Anlamsız, baktığımda kendime aynalarda,
haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte,
söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı,
ve buluyorum en hüzünlü şartları.

Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları,
konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların:
çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar
ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta.

Yayılmış bir ülke var gökyüzünde
gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle
ve akşamsı bitkileriyle:
gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden –
çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı
ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında.

Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından
özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla:
seviyorum saygınlığın dökülmüş balını,
sayfaları arasında solgun
eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal,
ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler:
kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin.
Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı,
büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet,
bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı:
ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı.

Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık,
kesif ve sayısal, şımartıyor beni!
Çıplak, ayakkabısız ve parlak
işittim kişnemesini günün kızıl atlarının.
Kiliselere doğru sürüyorum atı,
askersiz kışlalardan geçiyorum hızla,
ve pasaklı bir ordu izliyor beni.
Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri,
çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor.

Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var,
ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

7 Haziran 2014 Cumartesi

Esirgenen Sıra

Bu günler yoldan çıkardı benim peygambersi duyularımı, mevsimin geç döneminde daldı evimden içeriye mırıldanarak pul koleksiyoncuları, saldırdılar mektuplarıma, zorla çekip aldılar taze öpüşleri, denizde uzun süre kalmaya dayanmış öpüşleri, ve koruyucu hüsnühatlı ve kadınsı bilimli kaderimi koruyan büyüler.

Oturuyordum diğer evlere yaslanarak, o şatafatlı şeye yaklaşan diğer insanlara ve ağaçlara, şehvetli yapraklardan çadırlara, ileri fırlayan köklere, bitki küreklerine, dikey hindistan cevizi palmiyelerine, ve ortasında bu yeşil köpüğün gezinip durdum o büyük muazzam ağır adımlarla, benim keskin hasır şapkam ve tümüyle uydurma yürek arasından; çünkü bütün yeteneklerimin dağılması ve toza karışmasıyla uyum içerisinde, aradı harmoni mezarlıklardaki ölüler gibi, değiştirdi tanıdık yerleri, bu saate kadar korktuğum enlemler ve terk etmişliğimdeki yavaş bitkiler gibi filizlenen yüzler, etrafımda korku ve suskunluk, apansız bir sonbaharın yaprak yığınlarını ortaya dökmesi gibi.

Papağanlar, yıldızlar ve resmi güneş bile ve apansız bir nem uyandırdı bende düşünceli bir tadı toprak için ve her şey örttü onu. Ve eski bir binanın yarasalarındaki memnuniyet, çıplak bir kadının tırnakları konusundaki hassasiyeti hükmetti zayıf ve inatçı silâhlar gibi içimdeki utanç dolu eğilimlere, ve melankoli çekti kırışıklıklarını dokularım arasından, ve aşk mektupları, kağıttan ve korkudan sararmış, uzaklaştırdı kendi titreyen örümceğini, zorlukla ağını ören ve sonsuzlukta söken ve tekrar ören. Doğal olarak düştüm ay ışığından, onun ansal uzatılışından, evet, onun soğuk külünden, kuşlar (kırlangıçlar, yaban kazları) gibi tek bir kez bile basamazlar kendi sürülerinin maviden, düzlükten ve ince teninden oluşan çılgınlığına, ve mücevhersiz, düştüm içine acının, kılıçla yaralanmış düşen biri gibi. Özel bir kanın nesnesiyim ben, ve bu öz, aynı zamanda hem gecesel hem de denizsi, acı çekmemi ve dönüşmemi sağladı, ve gökyüzünün bu suları altında azalttı enerjimi ve varlığımın toplumsallaşmasını.

Bu tarihsel biçimde kazandı kemiklerim büyük aşırı ağırlığı, tam da istediğim şekilde: dinleniş, denizlerde kalış çekti nöbetimi, fakat kaderle belirlenmiş, ve bir zaman ulaştı o ıssız yere, çevrilmiş dilsiz ve kımıltısız koroyla, boyun eğmiş o son saate ve kokusuna, kesin olmayan manzaralara karşı haksız ve çimento koltuktan ant içmiş bir aşık olan ben bekliyorum zamanı askerî bir şekilde ve unutulmuş kanla lekelenmiş flöresi masalın.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Gece Koleksiyonu

Yendim uykunun meleğini, o uğursuz alegoriyi:
inatçıydı şart koştukları, salyangozla kaplanmış
ve çekirgeler geliyordu onun sık adımlarına,
denize özgü, keskin meyvelerin rayihalarıyla.

Ayları sallayan rüzgârdır o, bir trenin düdüğü,
sıcaklığın izidir yataklarda,
kasvetli bir gölge sesi
düşen bir çaput gibi sonsuzluğa,
mesafelerden bir tekrar, bulanık bir şarap,
kükreyen ineklerin tozlu bir kullanılışı.

Ara sıra düşüyor siyah sepeti göğsüme,
otoriteden çuvalı yaralıyor omuzlarımı,
onun ölçüsünce tuz, yarı açık ordusu
geri dönüp taşıyor ve deviriyor göğün eşyasını:
nefesi dörtnal gidiyor ve bir öpüş gibi adımları:
gözkapaklarında ekiyor sadık güherçilesini
gereken güçle ve bayramsı erekle:
nerede hazırlanılmışsa gelişine
oraya gitti bir efendi gibi:
anında donatıyor sessiz maddesini,
inatla yayıyor o peygambersi besinini.

Sıklıkla tanıyorum savaşçılarını onun,
odaları hava tarafından yenmiş, boyutunu onun,
ve çok şiddetle ihtiyaç duyuyor bir mekana
ki eğiliyor yüreğime bulmak için:
sahibidir erişilmez yaylaların o,
dans ediyor trajik ve gündelik kişilerle,
derimi kemiriyor geceleri onun havai asidi
ve içimde işitiyorum titreten enstrümanını.

İşitiyorum eski yoldaşların ve sevilmiş kadınların düşünü,
çarpıntısı beni parçalayan düşler:
yavaşça basıyorum onların halı gibi maddesine,
onların gelincik ışığını ısırıyorum çılgınlıkta.

Uyuyan ceset sıklıkla
dans ediyor yapışarak yüreğimin terazisine,
o denli kasvetli ki içinden geçtiğimiz kentler!
Karanlık gölgeden adımlarım devleşiyor,
ve yaşlı kumarhane inleri üzerinde,
aşınmış merdivenli kerhanelerin üzerinde,
çıplak kızların yatakları üzerinde, arasında futbolcuların,
gidiyoruz rüzgârla kuşatılmış olarak:
ve düşüyor bu göklerin yumuşak meyvesi ağzımıza,
kuşlar, manastır çanları, kuyruklu yıldızlar:
saf coğrafya ve ürperti gibi yaşayan o
belki gördü pırıldayarak geçip gidişimizi.

Kafaları fıçılara yaslanıp dinlenen yoldaşlar
çok uzaklarda yükünü almış, uçucu gemi,
gözyaşı sahibi olmayan arkadaşlarım, zalim yüzlü kadınlar:
gece yarısıdır ve ölümün bir gongu
gümbürdüyor etrafımda deniz gibi.
Ağzımda bir tat var, uyuyan tuz.
Bir ceza gibi sadık, atılıyorum o letarjik
bölgelerin solgunluğuna her bedende:
bir soğuk, boğulmuş gülüş,
bir çift örtünmüş göz, yorgun boksörler gibi,
hayaleti uyuşukça yutan bir nefes gibi.

Bu doğum ıslaklığında, bu netameli boyutta,
bir şarap mahzeni gibi kapanmış içine, suçludur hava:
duvarlar hüzünlü bir timsah rengiyle boyanmış,
uğursuz bir örümcek ağı deseniyle:
ölü yumuşak bir canavar üstündeymiş gibi yürüyorsun:
muhteşem üzümler, siyah ve dolgun,
asılı duruyor harabeler arasında şarap çuvalları gibi:
ey Kaptan, aç o dilsiz sürgüleri ve bekle beni,
rollerimizin dağıtıldığı bu saatte:
akşam orada yiyeceğiz, hüzünle giyinmiş olarak:
nöbet tutacak kapılarda malarya hastası.

Kalbim, geçtir ve yoktur genişlik,
gün zavallı bir çiy gibi asılmış kurusun diye,
yaşayan varlıklar ve yayılışla çevrelenmiş:
atmosferde bir şey var her yaşayan canlıdan:
uzun süre dik bakarsan havada fırlar kaplanlar,
avukatlar, eşkıyalar, postacılar, dikişçi kadınlar,
ve her bir düzeltmede, alçakgönüllü bir kalıntı,
oynamak istiyor içimizde rolünü.
Yıllardır arıyorum, araştırıyorum tevazu içinde,
yenilmiş olarak, kuşkusuz, alacakaranlığa.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Gecenin Yasaları

Zahmetli diyorum gerçekliğe, köpek gibi, ve ben de uluyorum. Soylu adamla tayfanın arasında diyalog kurmayı, zürafayı boyamayı, akordeonları tanımlamayı, saldırı ve dirençten oluşan belimde çıplak salınıp duran ilham perimi övmeyi nasıl istemezdim ki. İşte böyle benim belim, genel olarak bedenim, tetikte ve uzun süren bir savaş, ve dinliyor böbreklerim.

Ey tanrı, ne kadar geceye alışkın kurbağa uçuşmuyor ve horlamıyor ki kırk yaşındaki gırtlaklarıyla, ve nasıl da dar ve yıldıza benzeyen eğimle kavrayıp duruyor beni ta en uçtaki noktaya dek! O İtalyan şarkıcılar, astronomi doktorları benim yerime hüngür hüngür ağlamak istiyorlar, çevrilmiş bu siyah şafakla, ta bu keskin kılıçla belirlenmiş olan yüreğe dek!

Ve sonrasında bu sıkışıklık, gecenin elementlerinden oluşan bu birlik, her şeyin ardındaki bu rica, ve bu soğuk, yıldızlarla beslenmiş besbelli.

Kimseyi görmeyen bunca ölümden tiksinti, değil mi ki onca yaralanmış alkolle ya da kazayla, ve gece gezginini övgüleme, benim gibi akıllı olan, hayatta kalan o göklere tapınan.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

24 Nisan 2014 Perşembe

Genç Hükümdar

Okunan şeyin devamı gibi ve sonraki sayfanın öncesinde aşkın bölgesine doğru yol göstermeliyim yıldızıma.

İki uzun sıcak kolla sınırlanmış memleket, uzun paralel arzuyla, ve elmaslardan bir yer gibi savunulmuş sistemle ve matematiksel savaş bilimiyle. Evet, Mandalay’daki en güzel kadınla evlenmek istiyorum, sırrımı söylemek istiyorum dünyasal kılıfıma yemek pişiren bir kadının bu gürültüsüne, bu çırpınan eteğe ve devinen ve rüzgârla yapraklar gibi birbirine karışan bu çıplak ayağa.

Küçük ayaklı ve büyük purolu hoş bir kız, yavşanlarla kendi temiz, silindirsi saçında, tehlikeli yaşıyor ağır kafasıyla ve sert özüyle bir zambak gibi.

Ve deniz kıyısındaki karım, aradığım mırıltının yanında, benim Burmalı karım, kralın kızı.

Ve öpüyorum onun toplanmış siyah saçlarını, ve onun her daim şirin ayağını: ve gece indiğinde şimdi ve çalıştığında gecenin değirmeni, dinlerim kaplanı ve ağlarım burada olmayan onun için.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan

25 Mart 2014 Salı

Gölgelerdir Anlamı

Hangi umudu düşünmeli, hangi saf uyarıyı,
hangi geri dönmez öpüşü gömmeli yüreğe,
çaresizliğin ve zekanın kaynağında denetlemeli,
o sonsuzca bulanık sularda uysal ve emin?

Hangi dirimli, hızlı kanatlarını yeni bir düş meleğinin
kapsamalıyım uyuyan omzuma
sürekli bir güvenlik gibi,
işte ki ölümün yıldızları arasındaki yol
şiddetli bir kaçış olsun, bir çok günler için başlanmış,
aylar ve yüzyıllar öncesinden?

Belki arıyor o doğal zayıflık endişeli
ve şüpheli varlıklar arasında
zamanda hem sonsuzluk olan ve çevrilmeyen toprakta,
belki yayılır can sıkıntısı ve o amansız yığılmış çağlar
yeni yaratılmış bir okyanusun ay dalgası gibi
kumsalların ve korkutan ıssız bölgelerin üzerine.

Ah, bırak olduğum şey sürsün ve yaşasın ve bıraksın yaşamayı,
ve bırak alıştırayım kendimi bu demir katısı koşullara,
ki ölümün ve doğumların titreyişi rahatsız etmesin
her zaman istediğim o derin yeri.

Bırak olsun olduğum şeyi o, şu ya da bu zaman, bütün zamanlarda,
kurulmuş ve emin ve alazlanan bir tanık,
dikkatle mahvediyor kendi kendisini ve durmaksızın ayakta,
besbelli yutulmuş özgün görevi tarafından.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan

6 Mart 2014 Perşembe

Gündelik Ağıt

Abartılmış şehvetten ve kül düşlerden
taşıyorum soluk bir kuşağı, görünür bir sonucu,
yalnız yaşayan metalik bir rüzgârı,
açlıkla giyinmiş ölümlü bir hizmetkârı,
ve ağacın altındaki serinlikte, kendi yıldız gücüyle
çiçekleri aşılayan güneşin özünde,
altın gibi derime dokunurken sevinç,
uzanıyorsun orada, ey kaplan pençeli mercan hayalet,
cenaze üzüntülerinin nedenisin sen, alazlı birleşmesin,
orada pusuda uzanıyorsun toprak için, hayatta kalıyorum
aydan mızraklarının küçük titreyişiyle.

Çünkü pencere o boş öğün dalıyor içine
kanatlarında daha fazla hava olan güzelim bir günün,
estiriyor hiddet elbiseleri yukarıya, dolduruyor düş
şapkayı havayla, alazlanıyor durmaksızın kızgın bir arı.
Şimdi, hangi beklenmemiş adım gıcırdatır yolları?
Hangi avuntusuz istasyon dumanı, hangi kristal yüz,
ve çim tohumuyla bir eski faytonun hangi sesi?
Ah, tek tek, ağlayan dalga ve dağılıp giden tuz,
ve o göksel aşkın uçup giden zamanı,
aldılar konukların yerini ve beklentideki sesi.

Geride bırakılmış mesafelerden, vefasız hakaretlerden,
gölgelerle karışmış terk edilmiş umutlardan,
öldüren şirin el uzatışlardan
ve şeffaf toplardamar günlerden ve çiçekteki heykelden,
şimdi ne kaldı geriye kıt sözcüklerimden, zayıf ürünümden?
Sarı yatağıma ve yıldızla örtünmüş özüme
kim hem yakın değil hem de uzak?
Sıçrayışın gücü, buğdaydan bir ok
sahibiyim ben, ve göğsümde bekliyor apaçık bir yay,
ve zayıf bir vuruş, sudan ve inattan,
durmaksızın çatlayan,
iliğe kadar delip geçiyor ayrılışlarımı,
söndürüyor gücümü ve arttırıyor acılarımı.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan

27 Ocak 2014 Pazartesi

Hayalet

Sesinde yayılmış ve kalıcı kamerlerin bile
avuntu bulmak istediği
büyülenmiş, solgun bayan öğrenci,
nasıl da yükseliyorsun geçmiş yıllardan ve yaklaşıyorsun.

Kürekler gibi savaştı gözleri
o ölü sonsuzlukta
denizden doğmuş varlıklar arasında
uyku ve madde hakkındaki bir umutla.

Uzaklarda
başkadır kokusu toprağın
ve alacakaranlık gelir ağlayarak
koyu gelincikler biçiminde.

Yukarıda kımıltısız günlerde
uyudu günün duyarsız delikanlısı
bir kılıca yaslanmış
ışıktan parıltında senin.

Unutuştaki uzun yolun gölgesinde
büyüyor nasılsa
yalnızlığın çiçeği, nemli, yayılmış,
uzun bir kıştaki toprak gibi.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

21 Ocak 2014 Salı

Joaquín’in Yokluğu

Bundan sonra, uzaklardan gözlemlenen bir ayrılış gibi,
mezarsı duman istasyonlarında ya da ıssız dalgakıranlarda,
bundan sonra görürüm atarken kendisini kendi ölümüne,
ve arkasında duyumsarım zamanın günlerinin kendilerini kapattığını.

Bundan sonra duyumsarım birden nasıl da gittiğini,
nasıl düştüğünü sulara, o belirli sulara,
bir kararlı okyanusa,
ve çarptığında yükseliyor damlalar havaya,
ve işitiyorum oluşan bir sesi,
ağırlığı bir dalga vuruşunu hiddetlendirdi,
ve şu ya da bu yerden duyumsuyorum bu suların
fışkırmasını ve püskürmesini, ve püskürtüyorlar
kendilerini üzerime, ve yaşıyorlar asitler gibi.

Düşlere ve sefih gecelere olan hevesi,
inatçı ruhu, hazırlanmış solgunluğu
uyuyor en sonunda onunla birlikte, ve uyuyor kendisi de,
değil mi ki şehveti de düşüyor onunla ölülerin denizine,
şiddetli bir gemi batışında, buz soğuğu birleşmede.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

17 Ocak 2014 Cuma

Keskin Ağıt

Amerika’mızı büyük, daha da büyük yaptın, hanımefendi.
O muazzam sulardan berrak bir ırmak sundun:
sonsuz kökleri olan büyük bir ağaç verdin:
o derin sulara layık, soyundan bir oğul.
Sevdik onu hepimiz dinleneceğin toprağı örtecek
bütün bu mağrur çiçeklerin arasında,
defne ve veda dolu soylu elleri
yorgun alnına dokunabilsin diye
Amerika’nın derininden ormanı ve ıssızlıkları
aşarak gelmesini istedik hepimiz.

Fakat zamanı ve dünyayı aşarak gelen başkalarıydı.
Hanımefendi, ve izlediler onu bu acı vedada,
esirgediler senden oğlunun ağzını
ve onu sakladığın alazlı yüreğini ondan.
Yarattığın su reddetti susuzluğunu,
ve o uzak kaynağı uzak tuttular onun ağzından.
Ve ateşten ve karanfillerden bir annenin uyuduğu
bu ezilmiş taşa faydası yok hiçbir gözyaşının.

Amerika’nın gölgeleri, tutkuyla, karla, kanla, okyanusla,
fırtınayla ve güvercinlerle taçlanmış kahramanlar,
buraya gelin: bu annenin gözlerinde sakladığı boşluğa
beklediğimiz o aydınlık kaptana:
ey bizim büyük sancaklarımızın yaşayan ve ölmüş kahramanları:
O’Higgins, Juárez, Cárdenas, Recabarren, Bolívar,
Martí, Miranda, Artigas, Sucre, Hidalgo, Morelos,
Belgrano, San Martín, Lincoln, Carrera, hepiniz,
gelin ve doldurun büyük kardeşliğinizin boşluğunu,
ve havayı hissetsin hücresinde Luis Carlos Prestes,
Amerikalı atalarının coşkun kanatlarını.

Taştan sonsuz bir melek gibi
ciddi bir yakınlık var tiranın evinde bugün,
sonsuz bir ay gibi acı dolu ve uyuyan
bir ziyaret var bugün tiranın evinde,
bir anne koşuyor tiranın evi boyunca,
gözyaşından, intikamdan, çiçeklerden bir anne,
üzünçten, bronzdan, utkudan bir anne,
ölümcül üzüncümüzü tiranın gözlerine ekene dek
durmaksızın bakıp duracak.

Hanımefendi, bugün kavgan ve acın bizimdir.
Hiç huzur bulmamış kanını miras alıyoruz.
Şimdi seni alan toprak üzerine ant içeriz ki,
oğlun geri dönmeden, uyuyup rüya görmeyeceğiz.
Ve kucağında kafasını özlediğin gibi
özlüyoruz göğsünün nefes aldığı havayı,
özlüyoruz elinin bize gösterdiği gökyüzünü.
Ant içeriz durdurulmuş damarları sürdürmeyi.
Ant içeriz ki, acılarında büyümüş
ateşlerin durdurulduğunu gören taşlar
yeniden duyacak kahramanın adımlarını.

Hiçbir hapishane saklayamaz Prestes’in elmasını.
O küçük tiran küçük soğuk yarasa kanatlarıyla
saklamak isterdi onun ateşini
ve gece karanlığı sarayının dehlizlerinde
bir sıçan gibi sarmalamak isterdi kirli sessizlikte.
Fakat ışıltılı ve kıvılcımlı ateş gibi
yanmış demirlerden parmaklıklar arasından
fışkırıyor Prestes’in yüreğindeki ışık
Brezilya’nın büyük madenlerindeki zümrüt gibi,
Brezilya’nın büyük ırmaklarındaki akıntı gibi,
ve muazzam ormanlarımızdaki gibi
göğe yükseliyor yapraklardan ve yıldızlardan bir heykel,
Brezilya’nın susuz toprağındaki bir ağaç.

Amerika’mızı büyük, daha da büyük yaptın, hanımefendi.
Ve zincirlenmiş oğlun bizimle birlikte savaşıyor,
yanı başımızda, ışıkla ve azametle dolu.
Senden bugün bize miras kalan fırtınaya karşı
aciz kalır merhametsiz örümceğin sessizliği.
Onun yenilmez ağaçtan yüreği karşında
aciz kalır bu zamanda çektiğimiz yavaş acılar.

Bugün toprakla örtülü anne ellerinde
adil bir güneş gibi parıldadı ve sürüldü
yeryüzü üstüne kırbaç ve kılıç.
Saçını yaralayan her şeyi değiştireceğiz yarın.
Ezeceğiz acı veren dikeni yarın.
Işıkla yıkayacağız yarın
yeryüzünün kasvetli hapishanesini.
Zafer bizimdir yarın.
Ve Kaptanımız bizimle birlikte olacaktır.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama


Bu şiir ilk defa Mexico City’de yayınlanan Excelsior gazetesinde 19 Haziran 1943 tarihinde basılmıştır. Şiir, Leocadia Felizardo de Prestes’in 18 Haziran 1943 tarihindeki ölümü üzerine yazılmıştır. Leocadia Felizardo de Prestes, Rio de Janerio’da hapiste bulunan, Brezilyalı komünist lider Luis Carlos Prestes’in annesiydi. Önde gelen Meksikalı politikacıların Brezilya Başkanı Getulio Vargas’ı ikna etme çabalarına rağmen, Luis Carlos Prestes’in Meksika’ya gelip hasta annesini görmeye izin verilmemişti. Neruda, “Keskin Ağıt” adlı şiirini Leocadia Felizardo de Prestes’in mezarı başında okumuştu.