Şiir, Sadece: 2015-06-07

13 Haziran 2015 Cumartesi

Seniha'nın Günlüğünden III

'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Üstüme kar yağıyor. Kalbimin
Atışlarında eriyor kar
Üşümüyorum, üşümek elimde değil
Hiçbir şey elimde değil
Sevmek istiyorum, sevemiyorum
Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Öne geçiyor acılarımın çizgileri
Vermek istiyorum, veremiyorum
Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
Kapanıyor büsbütün dudaklarım
—Demiştim, pembe bir çizgi olsun
Düğün çağrımızda o gün—
'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Aynada kar yağıyor parıltılarla
Abajuru yakıyorum: sarı kar
—Üç parmakla bira bardağını
Hafifçe tutan elim—
Dudağımı boyuyorum: pembe kar
Cemal'i düşünüyorum: acı kar
Ester'i düşünüyorum: kar duruyor
Cemile?
Kar yağmadı sanki. Kar
Duygulara göre bir yağıp bir duruyor
—Demiştim o gün, o gece
Ve sonraları
Kan karda kaldı—
Kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
Bacak bacak üstüne atardım
Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
halıya basması biçimindedir her günkü
oturmam kalkmam
Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
kırmızı bir elmayı .soysam
Ve şimdi
Her yengi, her yenilgi
Her tutarsızlık, her ikilem
Güzelliğimi doldurur benim
İstesem de eskiyemem
Ve artık
Çok sesli bir müziğimdir ki ben
Tek zevki duyarken gövdemde
Kendimi kendime sunarken.)
'Evler'den birindeyim, bir org sesi bu
Yağdıkça yağan kardan
Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
Ya da çökmüş olmalı çoktan
(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur
bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
Ve
Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)

Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu 'evler'e sığamam.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Seniha'nın Günlüğünden II

Bir ruh mu bu kadın —Cemile—
Nereye değdirsem ellerimi
Masaya, perdeye, konsola
Onunkine değmiş oluyor biraz
İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez
Gizlemem bundan.

Tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
Bir başına oturuyor parklarda
—Cemalle bazan—
En çok da akşamüstleri
Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
Dolaştığı yerleri mi süslüyor
Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
Birini mi bekliyor —kimbilir—
Kendiyle değil, sadece duruşuyla
—Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
Bulanık günün içinde—
Ve ağır ağır, bir ibre gibi
Tam kendine dönüyor ki
Eve koşuyor acele
Odasına kapanıyor
Yazıyor yazıyor yazıyor
Kitliyor çekmecesine yazdıklarını
Telaşla çıkıyor odasından
Cemile, diyorum, derdemez
Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
Ester'se bir ucunda salonun
Bakıyor bakıyor bakıyor bize
Cemile'ye
O kadar bakıyor, ki
Sanki yazdıklarını okuyor
Saat on yedilerde böyle oluyor.
Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
Yıllardır silemedim
—Şarap lekesi? belki
Değişti rengi artık—
Anımsıyorum
Kimin vurduğunu o tavşanı
Bembeyaz bir kayanın dibinde
Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(Ölen her canlının son sesi
Bir yaşam dolusu sesten
Daha çok akılda kalıyor)
İşte bu onun sesi
Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
İzmir'de, Karşıyaka'da
Saat on yedilerde
Olursa bir de böyle oluyor.
Fransız okulunda bir öğle sonrası
Bütün yüzlerde bir öğle sonrası
Şiirler okuyorum Rimbaud'dan
«Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
Acı buldum onu, sövüp saydım.»
Anımsayamıyorum gerisini
—Kaç yıl mı geçti?—
Elimi tutmuştu o oğlan
Gözleri griyle karışık mavi
Yüzünde güneşle parlayan çiller
—Kaç yıl mı geçti?—
Gelip çatlıydı o düğün günü
Pera-Palas'ta bir akşam
Akşamın en ince köşeleri
Kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
Bir fotoğrafta tam on yedi kişi
Fotoğraflar..
(Yaslamış bir ağaca omuzunu
Ben
Birlikte bir gülü tutuyoruz
Onunla ben
Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
Ben
Bir otel kapısındayım, İzmir'de
Ben.)

Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümünü içinde taşıyan.
Aşk mı yok ettiydi kocamı
—Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa—
Oysa
Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
Sürdürmek, sadece sürdürmek
Öylesine kolay:
Hiçbir şey olmamış gibi
Kalp atışları, saat zembereği
Yıllar yıllar yıllar
Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..

Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Seniha'nın Günlüğünden I

Gözlerimden uçtum —bırakıp eski gövdemi—
Aynanın önünde durdum
—Kenarları saydam yapraklı aynanın—
Omuzları açık giysimi giydim —siyah—
Topaz kolyemi taktım
Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
Acı, apacı bir gül
Dışarı çıktım
Muhassen'e uğradım —çağırdı demin—
Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen'e
Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
Ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'
Her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'
Her şey, ama her şey
Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
Rüyamda da görmüştüm dün gece
Yedi gelin, yedi güveyi
Serpantinler, konfetiler içinde
Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
Şuramda duymadığım bir duyma
Bir elimi kalçama koyuyorum
Kimim ben?
Seniha!
Çağırmadım ki 'kendimi
Sordum, o kadar
Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
Bu işe çok uygunum, o kadar
Toprağına karışmış bir çiftçi gibi
Bir gün: yüzü olmayan bir erkek
Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
Gözkapaklarımı indiriyorum
Lacivert bir jaluziyi indirir gibi
Kendimi kendime sunuyorum —ben Seniha—
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
Perdeleri açtım
Pencereyi de açtım —açık bıraktım—
Merdivenleri indim —çok yavaş indim—
Kimseye rastlamadım
Dışarı çıktım: işte ilkbahar!
Yürüdüm yürüdüm
Ben ki herkesin bilmediği
Birtakım şeyler yapan biriydim
Böylece çok göründüm
Nedense öyle sandım
Yüzler silindi, olmayan yüzler
Sis, duman, pus gibi yüzler
İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen
Yitti, yitiverdi hepsi
Fırlattım göğsümdeki gülü havaya
Pembe pembe bakındı boşluk
Selamladı beni
Hayır, mutsuzum.
Evet mutluyum
Bir mutluluk yokmu her çelişkide
—Var! Varsa niçin? —
Yedi lamba bir arada
Bir arada yedi güvercin
Muhassen
Bir anlamda ‘çabuk-güzel’
Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
Anlıyorum
Ben sadece armesıyım o katedralin
Dünya ise çalmaya hazır
Koskocaman bir org gibidir
Ama çalmadan
Katedralin avlusuna düşüp
Düşüp de parçalanan
Bir org gibi..

—Sevişmek!
Kimse kimsenin olmasın—
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
—Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa—
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Hayır!
Seniha!
Evet, çağırıyorum seni
Şimdiye ve sonraya
Bir başka yanıt:
Yok o da.

Sadece bir özlemim ben.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

12 Haziran 2015 Cuma

Manastırlı Hilmi Beye Dördüncü Mektup

Yıllar geçmedi, yıllar eskidi
Dokunduğum yerde kalıyorum
Yaşlı bir kelebek gibi.
Yeni bir renk buldum bugün, suyun atkısı rengi
Oyuğumdan çıktım
Çıkmamı duydum
Bir süre yürüdüm yürüdüm
Hiç kimsenin ağzını dayayıp da
Suyunu içmediği bir çeşme gibi durdum
Durdum ki
Önce bir elektrik mavisi çöktü içime
Sanki bir suya anlatıldım da bilinemedim
Ben
Benzersiz bir geyiği okşar gibi
Sevgisizliği okşayıp geçtim
Yol boyunca insanların
Uzak yakınlığını
Okşayıp geçtim
Sinema girişlerindeki fotoğraflara baktım —bir süre—
Çürük elma kokulu bir sokağa girdim
Küçük bir alana çıktım
Cemal'i okuldan aldım
Sonra..
Kestiydim saçlarını çoktan
Gözleri bir çift medüza şimdi
Cemal'in
Kurtuluş'ta unutulmuş bir bahçe için
Bahane Cemal
Kolları iğreti, kısa
Kır yolları gibi tekdüze bir anlatım yürüyüşünde
Anlamsız
Ve yanyana gelince beton yapılarla
Hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün
Yedeğine alıyor ikisini de
Oysa pencerelerden sarkan ışıklar bile
Herbiri başka başka
Acılar başka başka
Her günkü sözler, her günkü konuşmalar
Aynı plaklarda aynı şarkılar
Tutmuyor hiç birbirini
Ve
Mutluluk
Bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa.
Eski bir lokantadayız Hilmi Bey
Beyoğlu'nda, arka sokaklarda
Karşıdaki vitrinde
Yeni cilalanmış bir tabut
Bu garip gün sonundan sanki
Pespembe üç haç eklenmiş ağzına
Cemal'in
Sadece pasta yiyor şimdilik
Duvardaki denizkızına bakıyor ara sıra
Bir düğmesi kopuk ceketinin
Tırnakları tertemiz
Gömleği buruşuk —biraz—
Bazı belirtiler bazı belirtilerle buluşunca
Sözleşiyor kafasında insanın:
Bu çocuk beni hiç sevmedi
Sevmeyecek.
Kim kimi sevdi? kim kimle yaşıyor ki?
Bezik oynuyoruz, rakı içiyoruz
Ve konuşmuyoruz gerekmedikçe
Arada mektup yazıyorum sana
Ah, olmayan sana. Hiç olmadın ki
Bunu kendime, Cemile'ye söylüyoruz.

Bitti yalnızlıklar, bir büyük yalnızlık var artık
İki kaktüs gibiyiz Cemalle ben
Kendi çöllerimizden koparılmış.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Cemal'in İç Konuşmaları III

Ben mi konuşuyorum —Cemal mi—
Tanrının taşları mı konuşan
Birbirine geçmiş sımsıkı
Yollar boyunca uzayan uzayan.

Kurtuluş'tan çok uzaklardayım
Birbirimizden çok uzaklardayız
Çok yakınız birbirimize —tekdüze günler-
Ester parmaklarını geçirmiş kalbine
Yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi
—Sıkıştırılmış bir sandviç sesi—
Sürekli anneme bakıyor
Annemse bir elinde rakı kadehi
Ötekinde kâğıtlar
Oyun kâğıtları
Teyzeme bakıyor sürekli
Teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor
Bakışları anlamsız
Gölgeli
Kendine bakıyor olmalı
Ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor
Hiç kımıldamadan
Bir ışık parçası düşüyor annemin yüzüne
Arada kovmak için elini sallıyor yalnız
—Dalgınlık, başka değil—
Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz
Neyi bekliyoruz, bilmem ki
Kapı mı çalınıyor ne —gidip açıyorum—
Kimse yok
Peki
Nasıl karşılanır yok olan bir şey
Karşılıyorum
Birlikte salona geçiyoruz.
Oturuyoruz karşı karşıya
Yok olan şeyle ikimiz
Sarı koltuğa çöküyor o —her şey sarı zaten—
Ben kahverengi koltuğa oturuyorum —her şey kahverengi—
Kimse görmüyor bizi
Göremezler ki
Uçup uçup konuyoruz yerlerimize
Bir konfeti demetinden kopmuş gibi
Düşlerimizden .saçılmış gibi
İyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz
Sigarasını yakıyor o
İyi, yaksın
Bardağına cin koyuyorum
Ağır ağır içiyor
Her şeyin tersini taşıyor yüzü —sanki—
Ve taşırıyor
—Bir şair de olabilir, bir ermiş de—
Yürüyor pencereye doğru
Geri dönüyor
Birden
Çaydanlıktan ayaklarıma dökülen
Kaynar suyun acısını geri getiriyorum
Ve öperken dudağımı kanatan balığı
Ve hemen unutuyorum
Ben unutur unutmaz
Gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden
Pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda
Şehrayinler dönüyor katlarında beynimin
Işıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar
Anlıyorum
Gezintiye çıkmış mutluluk o
O, yok olan şey
Büyüyünce bulacak
Büyüyünce sevecek beni
Yeniden çalınıyor kapının zili
Açıyorum
Sık sık çalıyor
Açıyorum açıyorum
Bembeyaz bir alan oluyor mutluluk
Bembeyaz bir kalabalık
Gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem
İki tek nokta gibi
Kalıncaya dek.

Bağırıyorum bağırıyorum
Beyaz çimenler, beyaz çimenler!
Yok oluyor düş
Yok oluyor sanrı.

İkaros'um ben
Kimse artık beni görmüyor.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Cemal'in İç Konuşmaları II

Odamın penceresi yok —daha iyi—
Kendime bakıyorum ben de
Kendimden sarkmış kollarıma
Kendimden damıtılmış gözlerime
—Bakmıyorum, duyuyorum onları sadece—
Böylesi iyi, çok iyi
Kapıyı kilitledin —kapımı—
Salonda gürültüler, ut sesleri
Muhibbe gelmiş olacak Burgaz'dan
Birkaç kere gördüm
Şişmandı çok, beyazdı
Saçları mavi gibiydi —öyleydi—
Maviler saçları gibiydi
Açık denizlere benzerdi
Ve yüzü
İbrişimlerle dolu
Gizemli bir dikiş kutusuydu sanki
Geçen yaz denize girdiğim günler..
Anımsıyorum
Ne vardı ortalıkta maviden başka
Sadece bir martı —o da maviyle beslenen—
Gördün mü demiştim kendi kendime
Mavilik de çocukluk gibi
Unutulmayacak hiç.
Evet, Muhibbe
Parası bitince gelir bize
Bir iki gün kalır gider
Sabahtan akşama ut sesleri
Rakı sofraları
Yüzünde, göğsünde, ellerinde
Dışa kaymış ibrişimler
Ek: bir fayton sesinin sessizliği de
Ölümü anımsatan bana
Ölmüştü —büyükannemdi—
Ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa
Dudakları yemyeşil biri
—Karıştırıyor muyum yoksa
Bir sirk afişindeki adamla—
Seslenmişti, anımsıyorum
Hiç değilse pedikürlerini silin!
Sonbahardı.
Odamın penceresi yok —iyi ki yok—
Konuşuyorum kendimle
Cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
Yaz aylarının dışına kaymış
Biraz
İçinde sevgilerin soluk aldığı
Anımsar mısın
Ve yazlar yuvarlak mıdır Cemal
Oval mıdır
Çizgi çizgi midir yoksa
Herkes bir yerlere gider
Bir yerlerden gelir de ondan mı
Gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
Ne dedin
Sen öyle bir yere gittin de ondan
Geçen yaz
Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar
Sonra da öptün kendini, öptün öptün
Orası neresiydi, unuttun şimdi
Adsızlığa çok yakışan bir yerdi.
Akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı Cemal
Var mıydı
Belli belirsiz —anımsar mısın—
Bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz
Gündoğusundan günbatımına
Aynaya baktındı durup dururken
Oteldeki büyük aynaya
Gözbebeklerin kırmızıydı —bir an—
Dönüyorlardı boyuna
Çıkarıp attındı onları
Denize attındı, anımsa
Bir çift balık olup geri döndüler
Ruhundaki külleri yaktılardı.
Ut sesleri kesildi, iyi
Uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından
Bir kuş ölüsü düştü —sanki—
Bölündü sesler de
Bir faytonun sessizliği de bölündü
Dudaklarını açtın kapadın
Çekilmiş ağlardaki balıklar gibi
Birden gelinciklerle doldu dünyan.

İnsan iki kişi olmalı, değil mi
En azından iki kişi
Sen yalnızsın
Yalnızlığın her zamanki ikindisi.

(Yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde
Ezile ezile ben
Bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim
Yavaşça ataraktan üstümden.)


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

11 Haziran 2015 Perşembe

Cemal'in İç Konuşmaları I

Bir şeyler çiziyorum buğulu cama —ben—
Cemal'in ıslak sesi
Kayıp gidiyor buğulu camda
—Bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa
Şu benim sesim—
Çizip çizip siliyorum sesimi
Birden odayla dışarısı birleşiyor
Ve birleşir birleşmez
Çıkarıp cebinden büyük aynasını gök
Bir istasyonda yolcularını bekleyen
İnsanlar gibi hafifçe gülümsüyor
Bana
Elimi sallıyorum içimden
Buruk içimden
Belli belirsiz.
Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı
Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı
Sevilince kendimi tadıyorum bir de
Kendime dönüşüyorum
—Ah içimin derin rengi
Yoğun kokusu—
Biraz önceydi
Yalova'da bir oteldeyiz
Çok büyük bir oteldeyiz —hepimiz—
Çiçekler var —çok büyük— ağaçlar gibi
Kırmızılar uzun, uçsuz bucaksız
Sonra bir vapurun bayrağı
Görmüştüm
Annemin yakut yüzüğü
Görmüştüm
Ben herkesin oğluydum o zamanlar
Kalabalıktık.
Elimi buğulu camdan çektim
Saçlarım doldu yüzüme
Saçlarım neden böyle uzun —kimbilir—
Sevmiyorum hiç
Yalnız yapıyor beni
Hem niye
Herkesin özlemi benim özlemim değil ki
Az konuşuyorum bu yüzden
Tenhalarda duruyorum
Sanki yaşamım benim
Önce bir susuzluk vakti
—Suyu musluktan içiyorum sık sık
Kimseye göstermeden
Böylece
Hiç mi hiç bitmiyor içmem—
Nisanın ıslak sesi
—Kocaman bir gül haziran—
Gelip gelip vuruyor
Uzaktan bakıyorum
Kış aylarına bakar gibi
Kirli
Çift kollu bir lambaya benziyorlar
Seniha teyzemle annem
Bezik oynuyorlar gene
Masada rakı sürahisi —dilim dilim ve renkli—
Tabakta solgun meyvalar
—Sanki kimse birbirine bir şey demedi—
Ve
Suyu çekilmiş portakallar portakallar
—Ne? ne zaman? şimdi unuttum
Büyükannemin ölüm saati—
Ester vazoya çiçekler yerleştiriyor
Pembe sesiyle
—Baharı yerleştiren bir tanrının elleri—
Kokusunu duyuyorum uzaktan
Hayır, kokusunu düşünüyorum
Benim olmayan kokular..
İnsan kendi kokusunu bilir mi
Bilmem
Bilemez
Ama annem Ester'in
Ester'se annemin kokusunu biliyordur
Sanırım bazı kokular da duyulmaz, görülür
Ben gördüm
İşte şu karşıki bahçenin kokusu
Toprakla güneş karışımı bir koku
Ben gördüm
Büyükannemin ölüm kokusu
Gördüm ben
Sonra annemi bir kokuda gördüm iyice
Seniha teyzemi de
Çok ağır bir kokudan gelmiş oluyor teyzem
Muhassen'den döndüğü zaman
O evden
İşaret parmağına benziyor bazı kokular
Gösteriyor gösteriyor gösteriyor
Demin yanından geçtim
Bugün başka türlü kokuyor Ester
Dudağımı kanatan balık gibi değil
Baharda kar yağar mı, öyle kokuyor
Kapısını ilk kez açıp da
İçeri giriliveren
Yeni bir ev gibi kokuyor
Bin türlü kokuyor bugün Ester.

(Çok geniş bir çayırda yürüyorum yürüyorum
Ezilen otlar gibiyim
Ezilen otlar gibiyim ayaklarımın altında
Kendi ayaklarımın
Nedense
Bu böyle hoşuma gidiyor.)


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Manastırlı Hilmi Beye Üçüncü Mektup

Yaşamaya yerleşiyor Seniha
Kendi yaşamına
—Güvercinsiz bir avlu mu? olabilir
Sırları dökülmüş bir ayna?—
Oysa çok geçti
Yıllar yıllar yıllar
Her geçen yıl elinde sanki
Yıprak, filizi yıllar
'Şey' sözcüğü gibi bağıntısız
Ağaççileği gibi durduğu yerde bir ezinti
Piyano tuşları —tek tek bakıldığında—
Çarçabuk bir göz atıldığında ayrıntısız —beyaz—
Yıllar
Seniha
Gözlerinin altı uzun menekşe.
Dün korkuttu beni —bazan oluyor—
Kocası İzmir'de yaşıyor, Karşıyaka'da
Sahici bir ayrılığın dikişini dikiyor Seniha
Mavi mavi
Usul usul yani
Kocası —ben sevmedim hiçbir zaman—
İkizini bulmuş diyorlar. Seniha aldırmıyor pek ,
Aldırmıyor da
Pudralar, kremler tiksindiriyor onu
Bu yüzden Bohemya kaseyi kırdı dün sabah
Saçlarını kesecek oldu
Sonra da sustu sustu sustu
Akşama dek
Hüzünler acılaşıyor Hilmi Bey
Geceler katı ve parlak
— Ansızın yere düşen
Laciverdi bir kestane sesi—
Acılar da acılaşıyor gittikçe
Sanki
Bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi
Ödünç alıyorum seni bazen
Çoğu kez geceleri
Niye almayayım —kaç güz geçti—
Islak kaputun gibi kokardı güzler
Seni sevdiğimi unutmuşum Hilmi Bey
Seni de unutmak istiyorum artık
Unutmak! ama nasıl
Sözgelimi çok hızlı oynuyorum beziği
İçkiyi çabuk çabuk içiyorum
Her şey bir hıza dönüşüyor —çoğu zaman-
Odamı giyiniyorum
Odamı soyunuyorum
Yerlerini değiştiriyorum eşyaların
Dışarı çıksam, bir tramvaya binsem
Bir durak ötede hemen iniyorum
Boynumdaki annemden kalma kolye
—Pembe bir buğu, uçup gidiyor—
Bazan koparıyorum, yeniden diziyorum
Gökyüzünde kalın sırça ben
Dünyaya tutuyorum kendimi, bakılıyorum
Nedense hep böyle sanıyorum
'Nerdesin, akşam oldu'
Biraz anımsıyorum
Sen bahçe kapısından girerken
Bir kendim gibi caddelerdeyim
Zamanın minesi soldu Hilmi Bey
Demeye getiriyorum.
Geçenlerde Nisuaz'a gittim
Cemal'le birlikte
Hasır koltuklara oturduk
Dışarda kar serpeliyordu, iki elma, külde pişirilmiş
Giderek küçülüyordu —gözleri Cemal'in—
Kahveyle konyak içtim
Cemal tarçın içti, konuştu biraz
Herkes bana bakıyor, herkes bana bakıyor, herkes
Bana bakıyor —bana öyle geliyor—
Bacaklarım —işte!— güzeldir çok
Aralık kapıdan kış kokusu doldu içeriye
Ürperdim —işte!— omuzlarım da güzeldir
Ama ben
Kaçarak yaklaşıyorum her görünmeye
Uzaktan uzağa gözgözeyim
Uzaktan uzağa öpüşüyorum
Uzaklarda biriyle sevişiyorum
Erkeğe benzer yalnız bir dişiyim ben
Evet evet öyleyim
Hiç değilse öyle olmalıyım
Her neyse..
Az sonra Muhassen geldi —tanımazsın-
Kurtuluş'ta, aynı caddede oturuyoruz
Sevişmenin gölgesi gibidir yalnızken
Düşünmenin dişisi
Evini işletiyor —bana ne bundan—
Konyak içiyor o da
Sonra bir konyak daha
Kıpkırmızı gülüyor —gülsün, iyi—
Bütün gövdesiyle gülüyor
Bende gülüyorum
Vitrinlerdeki kesme bardaklar
Şarap şişeleri, bir gemi resmi
Gülüyor durmadan hepsi
Karşıda bir ev, kırk odalı sanki
Her odada bir boy aynası
Her boy aynasında
Beyoğlu'nun bir parçası
Durmaksızın gülüyor
Yağan kar hemen eriyor yere düşer düşmez
Gülmüyor, gülümsüyor
Makyajını tazeliyor Muhassen
Kalkıp gidiyor
Acının kış ayları, diyor birdenbire Cemal
İçine çekilip de soğuktan
Oyuncağını orda bulamayan
Bir çocuk gibi
—Evet, hiç çocuk olmadı Cemal
Olmayacak da—
Kalkacağız birazdan
Acının kış ayları
Ne yapsam belirsizim.
Eve dönüyoruz —soldu minesi zamanın—
Bugün de bir şey yaptık
Tam kapıdan gireceğiz
Uzakta bir laterna sesi
Bir kadın ağlaması
Pencereden sarkıtılmış bir sepet
Sepette bir karnıbahar patlaması
Sarı elmalar
İçeri giriyoruz
Bu kapı hiç değişmez mi, diyor Cemal
Bu kapı
Ve her şey.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Manastırlı Hilmi Beye İkinci Mektup

Susmanın su kenarındayız bugün
Ne kadar sevgiyle konuşsak —konuşuyoruz da—
Korkuyoruz gözgöze gelince Hilmi Bey
Korkuyoruz
Sanki gözler rakiptir de birbirine —öyle değil mi—
Ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
Bir yokuştan bir yokuşa sürekli
— Nereye?
— Bilmem ki
Ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
Alkol sesleri
Dağlarımızda, içdenizlerimizde
Ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
Yerine saplanıyor bir sürahi
Pencereler şaşkın
Perdeler bir uzak yol kadar uzun
Ve balkon
Kendi dudaklarında şimdi
Donmuş bir tavus kuşu
Bir tavus kuşu yontusu belki
Ne tuhaf
Demin de aşağıdan bir bando geçti
Sormak isterdim sana
Bir bando şefinin hüznü nedir Hilmi Bey
Bir bando şefinin uykusu
Nasıl bir uykudur ki Hilmi Bey
Ne kötü
Elimde bir çiçekle yaz geçti.
Ve bugün
Çepçevre oturduk masanın başına gene
Bezik oynadık Hilmi Bey —her gün oynuyoruz ya—
Giysisiz, sadece kombinezonlarımızla —öyle işte—
Oda çok sıcaktı —lal renkli çini soba—
Seniha korse takıyor, yahudi matmazel
Nerdeyse çıplaktı —terliyor terliyor terliyor—
Ve Cemal bir köşeden bize bakıyordu
Bakmıyor gibi bakıyordu
Durmuyor gibi duruyordu da
Benim anlamadığım işte bu
Dün dudağını kesti çarşıda
Kırmızı bir balıkla oynuyordu
Öptü bir ara balığı —neden—
Öperken dudağını kesti
Balık da kırmızıydı, kan da
Ve balık yüzerekten geçti —gördüm iyice—
Dudaklarından
Durdu Cemal gibi biraz ötede
Durmuyor gibi durdu
Ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
Bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
Yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
Melekler dişi midir Hilmi Bey
Dişidir diye tutturdu
Yani ben..
Öyleyse neyim
Elimde bir yapma çiçekle.

Adım Cemile ya, çok seviyorum adımı ben
Çocukluğudur insanın adı
Cemal şimdilik Cemal'dir —evet, öyledir—
Benimkisi bir anımsama —Cemile—
Cemal - Cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
Ezilmiş iki vişne
Ve akşam
Akşam ki sallanacak hamağını buldu
Buluyor
Sular menekşelendi Hilmi Bey
Karpuz lambanın altında
Yorgunum biraz —bütün gün içtim—
Hepimiz içtik
Cemal odasından çıkmadı hiç
Tangolar çaldık üstüste
Eski tangolar —bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
Ben pencereden bakarken
Kimseler ölmemişti
Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
Var mıydı?—
Yüzümden bir şeyler aktı aktı
İçim de menekşelendi Hilmi Bey
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.
Nedense odasına kapandıkça Cemal
Soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
Hırslı bir dişi gibi
Ester, diyorum, Ester
Gülümsüyor hafifçe
Bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
Öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
Hilmi Bey
Tam öyle
Hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
Üç kişi kalıyoruz birden
Yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
Parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
İçimde bir soğukluk
Dışımda bir begonya.
Karanlık iyice dışarısı
Rakımızı bitirdik —üçümüz—
Cemal odasından çıkmıyor
Birazdan Ester de gelecek
Koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
Gene bir haç gibi olacağız dördümüz
Bir evin içinde kocaman bir haç
Kutsal değil, kirli
Coşkulu değil, kırık dökük
Sevinçle çekeceğiz onu kendimize.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

10 Haziran 2015 Çarşamba

Manastırlı Hilmi Beye Birinci Mektup

İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
İşte şu begonya, işte yalnızlık
İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
İşte yok oluşumdan doğan kent
Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ben dediğim koskocaman bir oyuk
Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
Yetişip öne geçiyorum sık sık. Sözgelimi
Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
İyi
Bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
Salıyı gösteriyor.
Salondaki büyük saati sattım
Saatin ölçebileceği
Herhangi bir zaman parçası yok
Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
Ne gereği var ki saatin
Balkona çıkıyorum sürekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
Bir semtin ilk rengini alıyorum
Örneğin Ümraniye'de bir çay bahçesindeyim
Bazan
Anılardan anılara bir yol
Ve
Anılardan anılara sallanan bahçe
Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
İyi.
Yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—
Oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
Nasıl?
Güllerse güller içinde yani
Ve balkon demirinde bir martı. Dedim ki
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok evin içinde
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok
Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
Ve göklerden tepelere inen bir sokak
Ya da bir akarsuyum ben
Denizse
Şuralarda..
Yok önemi bir iki gün kaldı —martı—
Balkonda
Deniz de öldü sonra, martı da
İyi iyi.
Suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
Günler —seni anımsadığım zaman—
Birden Kurtuluş'tan Taksim'e giden bir tramvay görüntüsü
Mavi bir elektirik çakımı tellerde
Sanki kar yağıyor da sürekli, Tepebaşı'ndayız
Karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
Besbelli Gümüşsuyu'ndayız, Rus lokantasındayız
—Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
Şarap içmişiz, üşüyoruz
Dışarda dünya silinmiş
İkimiz ikimiz ikimiz
Böyle birkaç defa ikimiz
Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
Nasılsa
Sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
Sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
Üşümüyorum da
Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
Sesleri dökülüyor kucağıma
Dudaklarım kan mavisi bugün.
Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
Dördümüz bir kişiyiz de ondan
İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kişi olmak için
Evet evet, yanılmıyorum ben
Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
Doğrusu ya
Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
Duvardaki vitray, begonya
Begonya, vitray
Kurtuluşla Asmalmıescit birbirine geçiyor
Bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
Karanfil kokuyorsa biraz
Yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
Saçlarını soğuk ve uzun.
Ne diyordum? yağmurlar, evet
Üşümüyorum ürperiyorum sadece
Biçimini zorlayan bir kedi gibi
Dur biraz
Kapı çalındı, hayır, telefon
Telefon kapı telefon
İkisi birden mi yoksa
Yoksa
Ne telefon ne kapı
Bir şimşek sesi hiç olmazsa
O da değil
Ses filan duymadım ki ben
Yuvarlandıkça büyüyen
Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
İki sesi taşıyan bir ses
Neden olmasın
Biraz önceki gibi
Üstümden biri kalkmıştı —yok canını—
Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
Yer değiştiren gezgin bir gölge
Bahçedeki ceviz ağacından
İçeri sürüklenen.


Edip Cansever
Bezik Oynayan Kadınlar

Halkın Ayaklarından Doğan Bu Şarap

Ah bu şarap değil halkın ayaklarından doğan
Dostum o bizim kanımızdır
Dokun geceye dokun yağmura dokun gözyaşlarına
Bizler doğan altının kar'ı
Ey şiir

Bizler bu zalim bağbozumu gibiyiz
Boğulmuş türküyüz biz
Biz bu kıyamet günü bu eylül
Dansı
Ah cendere ah zalim davul ah acıyın karnıma
Her dizenin farkı yok bir çığlıktan

Sen fırtına gibi doğdun bir yerlerde
Şimşeklerin anısı var gözlerinin incisinde
Sen seçmiş değilsin saatini ne de kumsalını
Acı çekmenin
Bin ölümün acısını çeksen de hep yerin olacak
Hep yeri olacak senin yaranın
Başkaları için sızlanmaya mecbur şom ağız

Ne yapmak için geldik tarihine insanların
Acı çekmekten gayri
Ne aramaya geldik onların çılgınlığında
Niçin attık kendimizi kurbanlık hayvanların içine
Hangi suçu işlemiş gibiyiz biz
Düşünceyle ya da sözle
Diyorsun ki ne düşünmek ne de bilmek isterim
Sana varolmamayı öğreteni istiyorsun
Yaşamayı canlı olarak sürdürmeksizin
Sen ki herkesten daha iyi hep varsın
Yaşamanın ve ölmenin iki kılıcı arasında
Ey şair

İşin bitmedi Acı ile acı
Ben de öyle senin kardeş-gölgen
Seni dinleyen ve seninle yankı veren
Yakınmalarım için tıpkı bir çeşme
Ayın bıçakladığı


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Oy Gitar...

Oy gitar oy gitar kalbim onun boynunda saklı
Ben ki bir piç köpeğiydim yaşadım ağlamaklı
Oy gitar aşka düşmüş bir de sevilmemişsen
Şiiri susturun duyun ağlayışımı derinden
Gitarda gitarda

Oy gitar ortalığı odur geceden çok karartan
Gözyaşıdır tek nektarım gürültüdür geri kalan
Oy gitar düş kurmaksa oy gitar unutmaksa
Neye kadeh kaldırır el yatakta uyunan çağda
Gitarsız gitarsız

Oy gitar gitarım inanmak için çok gereklidir oysa
Çileme ortak olan bu kederli sanata bu havaya
Oy acının gitarı oy gitar gözlerin olmaksızın
Yakın sesimi dizelerimi yakın oy gitarı yaşlanmanın
Gitar gitar gitar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

9 Haziran 2015 Salı

Acırım

Acırım sevda sözcüklerinin kıt oluşuna
O nedenle bana hep bir cümle gerekli
Hiçbir şey göremem damarlarımdan başka
Ve söz insanlık dışı görünür bana
Buğdayı yaralayan bir tırpan gibi

Kuşkulandırır beni kıtlığı sevda sözlerinin
Ve aşkın sözcüklerle dile getirilmesi
Ben sokak sokak dolaşan bir dilenciyim
Hiç kimse şarkımı dinlemez benim
İşitmez sevdanın kısır sözcüklerini

Hep aynı sözcüklerin kısırlığıdır işte
Birbirine eş kılan sevgilileri
Onlardan da çok şiirleri elbette
Yüzün pembeleşmesi seviyorum deyince
Söyleyin nasıl nasıl yetinmeli

Ne yapmalı sevda sözcükleri bu kadar kıtken
Karın iskambil kâğıtlarını bulutların
Bir oyun cennet ya da cehennem denen
Yaşamak ya da ölmek farklı şeyler değilken
Sözcükler ta kendisi katledilmiş kuşların


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Hayatımdan Yarattım

Hayatımdan yarattım
Tatlı bir yüzyüze'lik
Orda her şeyin anlamı çifte

Gelen kaçıyor
Gün ise gece
Yokluk gelir akla uyku denince

Tüm gördüklerim
Terkeder ilk rengini
Senin sesini işitince

Söylediğin bir sözle
Ve öğleden sonra
Karışır ışık ile gölge

Değişen gözlerin için
Çektiğim nedir Tanrı'm
Ölümün ta kendisi nerdeyse

Hem nasıl katlanılır
Bu duran vakte
İnanmak hâlâ beni sevdiğine

Yürek birdenbire
Kalmışsa bahçesiz
Canımın yarınları tükenmişse

Rica mica değil
Seviştiğimizi
Bağırmak var sadece

Tekerlek ya da sırık
En korkunç acılar
Ne pahasına hem de

Ateşte olsa da elim
Razıyım her şeye
Aşk benim için bir musikiyse


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Yumuşama İşareti

Gel kollarıma benim yumuşama işaretim
Nasıl uyurum ben sezince böyle
Acı çektiğini acı sanki duyarım seni
Ve kanının akışını kanımın içinde

Gel gücüme güçsüzlüğüme
Hangi dişlerle ısırılmış çocuk hangi
Ve seni nerede yaraladılarsa
Orada sızlar ruhumun teni

Kırılan bir kemanım ben
Sana dokunan ve bana varan acı
El hangi kapıda sıkışıp kalmış
Ey sabahın o uzun bekleyiş ânı

Hareketsiz kaba güçte
Çökertir beni suskunluğun çığlığı
Öyle ağır öyle ağır öyle ağır sessizlik
Orada acı'dır yaşamanın yasası

Ben meçhul bir nöbetçiyim
Bir nefesten hep korkan
Varlık ona göre sürüp giden yanılma
Ve saat yırtık mektup her zaman

Ben korkunun nöbetçisi
İnandıklarına katılmayan
Umutsuzluğa düşen ve şıpınişi
Yeni bir haç yeni korku yaratan

Üzüntüm uzakta sönük bir
Çanın yangınını söylemekten
Denizin kayalardan dilenmesi gibi
Hayatım kollarımda seni tutarım ben

Seni kollarımda tutarım hüzünlü seni
Bu çarpan yürekte bir tek sen varsın ancak
Ve hiçbir şey benim için senden fazla değil
Dünyaya ve zamana aykırı olarak


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

8 Haziran 2015 Pazartesi

Cehennem V

Hiçbir şey yaşam kadar geçici değildir
Hiçbir şey geçici değil var olmak kadar
Bu kırağı için biraz da erimektir
Ve hafif olmayı çağrıştırır her rüzgâr
Vardığım yer ise yabancı diyar

Sınırı geçiyorsun günü gelince
Nereden geliyorsun gittiğin yer neresi
Ne anlamı var yarının ve dünün anlamı ne
Diken değiştiriyor işte yüreği
Her şey anlamsız ve acımasız değil mi

Oraya şakağına daya elini
Dokun çocukluğuna gözlerinin
Lambaları sönük tutmak daha iyi
Daha yararlıdır bize uzunu gecelerin
Bu ise yaşlanmadır gün ışığı için

Ağaç güzeldir sonbahar mevsiminde
İyi ama çocukcağza ne oldu
Kendime bakar ve şaşarım işte
Görünce bu tanınmamış yolcuyu
Onun yüzüyle çıplak ayaklarını

Az az sessizlik oluyorsun sen
Ne var ki çabuk değil öyle yeterince
Senin farklılığını farketmediğinden
Ve eski zamanlar kendi üzerine
Zamanın tozunu düşürmesin diye

Yaşlanmak sonunda uzun iştir doğrusu
Parmaklarımız arasına kum kaçar bizim de
Sanki bu yükselen soğuk bir su
Bu bir utanç gibidir büyüye büyüye
Bağrılacak bir deri sepilensin diye

Uzun iş bir insan bir nesne olmak
Uzun iş her bir şeyi feda etmek de
Ve duyuyor musun değişimleri bak
Oluşan bizim içimizde
Belimiz yavaş yavaş büküldükçe

Ey acı deniz ey derin deniz
Nedir saati gelgitlerinin
Kaç saniye-yıl gereklidir dersiniz
İnsanın insanı saptırması için
Niçin bu kadar naz niçin


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Mavi Ve Beyaz Labirent

I

Ben geldim katederek hiçbir yerin ülkesini
Ben geldim rüzgârlı bir yoldan tehha ve dondurucu
Yorgunluk yanıtsız çağrılar silinmiş adımlarla dolu
Ve bataklıklarla ansızın yırtılan bir kumaş gibi

Beyhude bir kış ormanı bir ıssızlık yokluğunda kuşların
Bir dönüşten ötekine ve bir düşün sonu değil hiçbir zaman
Gözler görmemekten kızgın ciğer yanmış korkudan
Sadece kandır makas sesi çıkaran dibinde kulağın

Sana geldim haç dikilmiş tepelerden kayarak
Camdan iğne kollarımla ve bağıran dizlerimle
Yalan dolan dünyası sonsuz bir körebe
Eksiktir kötülük merdiveninde her zaman bir basamak

Ne biçim labirent bu orda ben peşimde hep ben
Oyunun yalnız ilk sözlerini bilen bir oyuncu gibi
Sana geldim candan başka bir ışık yokken geceleri
Bu sahneye burda durmaksızın hayata başlamaktayım yeniden

Ben geldim iç sislerden sırlardan geçerek
Yanlışlardan korkuyu kendisine geri veren kuşkudan bir de
Ben geldim sana ben dokunanları kesen bu kamışlar içinde
Toprağın ihanetinden ve bataklığın ölü suyundan geçerek

Sana geldim mıknatısa nasıl gelirse sert bir demir talaşı
Bir taş gibi ağırlığından başka kutsal yasası olmayan
Ya da bu dize gibi onbeşinci defasında uyağını bulan
Ağda çırpınan balık ilmiklere karşı

Dünya uçsuz bucaksız ikimize dar gelen yatak
Orda bana belirsizce yol gösterir inlemen
Ah bir düşle kaçacaksın sana elim değmeden
Oysa en çok korktuğum şey ey kurban seni uyandırmak


II

Benim ateş böceğim geceleyin bile seni kendi ışığında görmekteyim artık
Ve hiçbir şey yarışamaz seninle hiçbir şey tatlı değil o kadar
Ona benzer ne bir çocuk ve ne de bir koku var
Ne bir rüzgâr su zerresi uçurtma nilüfer kayık

Şafakta ne bir yankı ne de kıyıda bir köpük var
Ne bellekte bir fısıltı ne dallarda bir kıpırtı
Adımların bembeyaz bir kâğıtta kurşun kalem gibi tatlı
Bakışlarının öteki yanı Vermeer mavisine çalar

Her şey bana senden şarkı hep dilimde benim için işkence
Nefes aldırmayan bu kalp ve bırakmıyor bana
Seni yarasız sevmeyi ne bir saat ne bir dakka
İçimdeki bu hayvana yem yetişmiyor işte

Kesintisizdir bu açlık bu aç kalma beni yiyip bitiren
Ah elime bir alsam bir kerecik alsam
Elimle bir an için senin elini tutsam
Bana batan sözler geçer ölüm nasıl geçerse onların ötesinden

Hiçbir sözcük yok dile getirmek için bu heyecanı
Arzuya benzemeyen ve hiç olmazsa hazla sakinleşen
Sen o hafif kolunu avcuma koyup ağırlığını duyururken
Çok değil birdenbire bu korku sarkacın çifte salındığı

Çok uzaklardan ve derinden gelir bu bilemem hangi
Uçurum gırtlağıma kadar dört nala doldurur beni inlemesiyle
Bu rüzgârdan da beter büyük söğütlerin kargaşasıdır içimde
Bu ezilmiş otlar gökyüzünde yaprakların çılgına dönmesi

Buna hiçbir insan adı verilmemiş hiçbir şeyle de kıyaslama yapılamaz 
Hiçbir şey onun ne ilacı ve sessizliği ne de
Hiçbir şey aynı ağırlıkta değil terazinin öteki kefesinde
Tıpkı içi dışı bir manto yağmura boydan boya

Ama nedir bu şefkatin sonsuz ümitsizliği
Bütünüyle varoluş her nefes alışında
Mahkemeye çıkıp da can sınıra varınca
Yazacaklar şaşkınlığın üstüne Adres bırakmadan gitti

Artık beni duymayan sen Hep sen Bu beni ezmekte
Gerekli mi insana düşüncelerinin sonuna kadar gitmek
Olduklarının sonuna olduğunun sonuna farketmemek
Hissettiklerini dediklerini durmak cümlelerin tam da orta yerinde


III

Ben geçtim bizzat kendi yerimi ben olmanın yerini
Sandalda yattım kürekler arasına boylu boyunca
Suyun piyano gibi telgraf çaldığı bir müzik kulağımda
Ama saz krallığı gözyaşı döküyor orada kim öldü ki

Kavak yaprağına özgür olması için azıcık rüzgâr gerekli
Ah kumarbaz oyunun sona erdiğini anladığı zaman
İskambil kâğıtları delikli şanslar gibi çıkar parmaklarından
Ne güzel mekanik bir an her şeyin hiçbir şeye benzediği

Sofradan kalkılmaz öyle bir seçim gibi görünürse düşen
O zaman lüks olur ki insan duraklar kaçınılmazın karşısında
Bir hareket tercih edilir ötekine kum da başka bir safraya
Bir akşam sırf erteleme olan bir akşam hâlâ kendisi olabilen

Böyle bir günde bizzat kendi kusursuz düzenini kurmak
Pişmanlık veya red zamanı geçti mi
Ne boş bir hareket rötuşlamak eski halimi
Sevdiğime aynadan başka bir şey olduğuma inanmak

İki kolumun tümseğini koyuyorum uykunun çevresine senin
Tekrar bizim olacak bize saldıran gölgedeki topraklar
Ve mantar şamandıralarıyla terkedilmiş ağlar
Biricik kalıntıları olacak oradaki denizin

Oradan geri alacağım adım adım acımasız rüzgârlardan onu
Gün gün zamandan taş taş yıkıntıdan
Bir şarkının geri alınması gibi unutuşlardan
Günah günah cehennemden şeytanla çekişilen canı

Ve yaşamak en son kumsalına kadar kullanılmış olsa bize
Varmış olsak dünyanın ucuna müsrif krallar gibi
O zaman ey aşkım bir set yapardım alır da sözcükleri
Ölüme karşı toprağın görünsün ve çiçek açsın ey Zuyderzee


IV

Bizsiz gelen zamanlarda her şey beyaz ya da mavi
Bizsiz gelen zamanlarda bizi kim anlatmış olacak
Buradaki değirmenlerle bu porselen olur ancak
Çığ altında ölen için kar da beyaz ve mavi

İlerde benzer bir portre sahibi olmak mı en iyisi
Yeter ki aşk yalan bellekle rahvan gitsin
Yeter ki imge ile yankı inandırsın ve göstersin
Sözcükler mavi ve beyaz ülkede kalsın yeter ki

Ve beyaz ve mavi olsunlar her titreyen dudak için
Ve bütün heyecanlı bakışlar için kalsınlar beyaz ve mavi
Bizden yükselen sözcükler buğdayın baharda yeşermesi gibi
O sözcükler ki tadları olacak Hep sert ve keskin

Ve herkes dilediği gibi söylesin havanın güzel olduğunu yağmur yağanda
Terkedeceğiz bu hoş kokuyu eskiden ne olduğumuz önemli mi
Akşam vakti evlerde ışıkların yanması düş görülmesi gibi
Ve beyaz ve mavi bir gözyaşı yükselir her yıldız şafağında

Her ağlayışta biz olacağız her kucaklayışta biz
Siyaha mavi diyen partisine katılarak çılgınların
Gözlerin ve ellerin sırdaşlarıdır buluşmaların
Labirent aşk hatırımız için hep burda kal demekteyiz

Mavi ve beyaz labirent Ren nehrinin bittiği yerde oluşan
Ve ben bu ihtiyarım boş yere kollarım damar damar
Unuttum yüksek yöreleri ordan geçerdi Lorelei'lar
Bu aşk deltasında denizin kıyısı önünde kaybolan

Şaşkın adımlarımızın üstünde bu kanat seslerini çıkaran kim var
Tüyden ve havadan oluşan bu çifte ses bir sepetçinin eliyle biçim verdiği
Delft'in ışığı üstümüzdedir son bir çaput gibi
Ey akşam üzerleri geçen hava perileri ey kırlangıçlar


Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur

Bu Sarışın Ülkede

Bir keman gibi

Bu sarışın ülkede

Dardır gece

O kadar dar ki

Uykusuzluk bulunur sade

Ötesinde berisinde



Louis Aragon
Mutlu Aşk Yoktur