Şiir, Sadece: 2009-01-18

24 Ocak 2009 Cumartesi

Erotizma

Kulağımın tozunda bir ağustosböceği Aşk
-Erkekler giyinmek için giyinir
Kadınlar da soyunmak için-
Öyleyse kadınların arzuları üzre
Ben bütün kadınları anadan doğma görüyorum...

Apışaramda yeni doğmuş bir kedi
Hiçdurma yalıyor erkekliğimi
Nabzım şakaklarımda atıyor
Bir yaz yağmuru başlıyor
Kan değil akçıl bir dem boşalıyor kamışımdan

Ağustosböcekleri hâlâ ötüyor
Şimdi biraz ıslaklar



Can YÜCEL

66. Sone

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.


William SHAKESPEARE

Çeviri : Can YÜCEL


SONNET LXVI

Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.



William SHAKESPEARE

Yapracığı Gören Balık

Minnacık bir balık bir yaprak gördü
Körpe - yeşil - ve yemiş bahar güneşini
-yaprak değildi
Bahardı gördüğü-
Ve o düşle fırladı denizden
Ve düştü kaldı

Balık ki yaprağı görüp sarhoşladı
O ben'im işte

Erik ağacından düşen yapracık
Damarlarında hâlâ özsuyun hazzı
Bir gözyaşıyla
Sapından sarkan

Yaprak ki düştü erik ağacından
O ben'im işte

Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü -
-Güneş ki olduracak meyvasını
Yağmur ki besleyecek meyvasını
Meyva ki sürdürecek erik ağacını

Ağaç ki çiçekler arasında
O ben'im işte

Ve meyva ki güneş kokar
Usulcana erir ağzında
Ve bir an emip de çekirdeğini
Ya yere atarsın ya da denize

O çekirdek ki mutlu
O ben'im işte


ZAHRAD

Çeviri: Can YÜCEL

Oy Reis! Koca Reis!

Oy reis, koca reis, alnımızın akıyla döndük seferden.
Savuşturup onca belâ, onca fırtınayı, sonunda murada erdin.
İşte liman, bak, çanlar çalıyor, bayram ediyor ahali,
Gördüler pupa yelken geliyor, gözüpek, gözü yeşil yelkenli.
Neyleyim, neyleyim ki ama...
Bu kan damlalarını nideyim?
Gayri uzanmış güverteye reis,
Soğumuş ellerini mi öpeyim?

Oy reis, koca reis, kalk da şu çanları dinle bari!
Baksana, senin bayrağın çekilen, senin şarkın söyledikleri!
Senin için bu çiçekler, senin için toplaştılar sahillerde,
Seni çağırıyorlar, bak, senin adın geziyor dillerde!
Gel, reis ağacığım benim,
Kolumun üstüne yatırayım seni.
Çoktan öldüğünü unuttum ama,
Bu kan damlalarını nideyim?


Reis cevap vermiyor sözüme, dudakları söylemez olmuş,
Ağam kolumu duymuyor bile, ne yüreği ne kalbi kalmış.
Sağ salim demir attı gemi, bitti artık sona erdi sefer,
Savuşturup onca belâyı, kazanılan bir güzelim zafer.
Bayram etsin sahil, çalsın davullar!
Yalnız bırakın beni gideyim!...
Reisin yattığı güvertenin üstünde
Böyle dolaşmayıp da nideyim?


1865



Walt WHITMAN

Çeviren : Can YÜCEL
Şiirin Aslı : O Captain! My Captain!

23 Ocak 2009 Cuma

Sardalyeci Kadınların Türküsü

Dönün bakalım dönün
Ufacık kızlar
Dönün fabrikanın etrafında
Handiyse girersiniz siz de içeri
Dönün bakalım dönün
Balıkçı kızları
Balıkçı yetimleri
Beşiğinizin etrafına dizilen

Melekler vardı ya hani
Belli fabrika sahibinden para yedikleri
Tutup alınyazınızı yazmışlar
Yazılacak birşey olsaydı bari

Siz yok yoksul yaşayacaksınız
Biçok da çocuğunuz olacak
Ama biçok çocuğunuz
Onlar da yok yoksul kalacak
Onların da biçok çocuğu olacak
Ama biçok çocuğu
Biçok çocuğu ama

Dönün bakalım, dönün
Ufacık kızlar.
Dönün fabrikanın etrafında
Handiyse girersiniz siz de içeri
Dönün bakalım dönün
Balıkçı kızları
Balıkçı yetimleri


Jacques PREVERT

Çeviren : Can YÜCEL

Gönüllü Ölü

Koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
Bir derin çukur kazsam cânım için cihanda,
Serip kart kemikler'mi, bi yatsam, bi uyusam,
Bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda.

Nefretim vasiyetler, nefretim kabirler tüm.
Avuç açacağama bidamlacık yaş için,
Sağken, akbabaları başıma üşürürüm,
Gölkanlara belensin o cenabet cesetim!

Kurtlar, gözsüz-kulaksız, benim kankardeşlerim,
Bolahenk feylesoflar, daldölleri leşlerin,
İşte size bir ölü, güloynar ve gönüllü!

Örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
Var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
Ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?



Charles BAUDELAIRE

Çeviri : Can YÜCEL

Deniz Meltemi

Hayır yok tenden artık; hatmedildi kitaplar.
Ah! Bi kaçsam! bilirim, o mest kuşlara diyar,
Bir akl'almaz köpükle göklerin arasında.
Bir şey tutamaz gayrı, gözlerin aynasında
Yanan bahçeler bile, bu deniz kokan gönlü;
Tutamaz ne geceler, ne duran o hüzünlü
Boş kâğıtlar üstüne iğilmiş kandil öyle;
Tutamaz o çocuğunu emziren taze bile,
Gidiyoruz! Kalk, gemi! Yalpanı vur şöyle bir,
Ve sonra al bir günâ âleme doğru demir!
Ümitten onca çekmiş sıkıntı şimdi, dersin,
Hayır duasına mı kanmakta mendillerin?
Belki de bu direkler, fırtınalara davet,
Nâçar bir gün yığılır güverteye...Ne imdat,
Ne görünürde ada ve ne kürek ne yelken;
Ama sen geçme gine gemici türküsünden!


Stéphane MALLARMÉ

Çeviri: Can YÜCEL

Bahçe

Duvara savrulmuş bir ipek çilesi gibi boşalmışçasına
Tahta bir çit boyunca yürüyor bir patikasında
Kensington bahçelerinin,
Dokunsalar dağılıverecek sanki
öylesine kurumuş ki içi.
Aksi gibi nereye çevirse başını
O mundar, o yedi canlı, topuz gibi çocukları ayaktakımının,
düşün, bu piçlere kalacak yarın dünya!

Geçmiş ondan üremek de, üretmek de.
Güzel ama, ağır bir kokuya benziyor can sıkıntısı.
Biri gelsin yanına konuşsun istiyor han'fendi.
Hani korkmuyor da değil, belli,
ben işleyeceğim diye bu densizliği...


Ezra POUND

Çeviri: Can YÜCEL

Ayrım

Gigo kendine bir gözlük aldı
Neye baksa hep mavi görüyor
Gökleri mavi- denizleri mavi
Sevdiği kızın gözleri mavi
Mavi görüyor hep neye baksa

Etrafına bakınıyor burnunda gözlüğü
Sen diyorsun ki denizler mavidir
oldum olası
Sen diyorsun ki gökler mavidir
oldum olası
Yeni oldu bu diyor - inanmıyor sana

Gigo kendine bir gözlük aldı
Maviyi mavi görüyor artık


ZAHRAD

Çeviri: Can YÜCEL

Amerika Amerika Olsun Yeniden

Amerika Amerika olsun yeniden.
Döllensin yeniden o düş.
Hani öncü gelir ya düzlerden
Özgür bir yurt bulmak için yollara düşmüş…

(Amerika’nın görmedim Amerika olduğunu ben.)

Amerika düşlerin düş geldiği düş olsun.
O döllü döşlü sevgilerin civan ülkesi,
Ne kıral, ne tiran, sökmez olmuş o oyun,
Susa durduramazlar gayrı herkesi…

(Amerika’nın görmedim Amerikalığını hiç.)

Ey, öyle bir yurt olsun ki benim yurdum
Boğmasınlar vatan-millet çelenklerine erkinliği,
Ama hakkı hak, özü özgür olsun,
Aldığımız her solukta duyalım eşitliği.

(Eşitlik nedir bilmedim ömrümde,
Ne de özgürlük gördüm bu “hürler ülkesi”nde.)

Karanlıkta ne homurdanıyorsun ulan?
Kimsin sen, yıldızlara balçık sıvıy’can?
Ben yoksul beyaz, iteklenip kazıklanmış,
Ben zenciyim, sırtımda köleliğin kırbaç izleri,
Ben toprağından koğulmuş Kızılderili,
Ben boş bir umuda kapılanmış muhacir…
Nereye el attıysam, aynı kurt meseli,
İt ite, it kuyruğuna yesir…
Ben umut, ben hayat dolu delikanlı
Düşmüşüm bu kahrolası örümcek ağına:
Kâr, Kazanç, Haraç! Hücum komşunun toprağına!
Altına hücum! Hücum ekmeğine yoksulun!
Çalıştırıp adamı çökün gırtlağına!
Para vurun! Parti vurun! Adam vurun!

Ben rençperim, toprak elin toprağı,
Ben işçiyim, makineye kiralık,
Ben zenciyim, hepinizin uşağı,
Ben halkım, boynu bükük, bağrı yanık,
O güzelim düşe rağmen aç, hâlâ şamar oğlanı…
Ah, öncüler, ben buyum işte,
Adam olamamış bir yurttaşınız,
Dikiş tutturamamış hiçbir işte!

Ama o yalvaç düşü gören de benim
O Eski Dünya’da, daha bendeyken kırala,
Ne gerçek, ne güçlü, ne dişli bir düş görmüşüm,
Yerin kulağında çınlıyor yiğitlemeleri…
Amerika’da Amerika diye bişey kaldıysa hâlâ,
Onun taşı, onun harcı, onun teri.
Bendim ya o erkeç denizleri aşan
“Yurdum” diyecek bir yurt bulmaya!
Bendim o sarp İrlanda kıyısından,
Leh düzü ve İngiliz çayırından açılıp
Ve özgürlüğe doğru yelken açıp
Bendim gelen buraya
Bu “hürler ülkesi”ni kurmak için…
Hür mü dedin?

Hür mü dedin? Kim? Ben mi?
Ben mi hürüm? Bu işsiz yığınlar mı hür?
Gırev yaptığımızda kurşunlanan kardeşler,
Boğaz tokluğuna çalışanlar mı hür?...
Gördüğümüz bunca düşe,
Başardığımız bunca işe,
Okuduğumuz kitaplara,
Çağırdığımız türkülere,
Diktiğimiz ağaçlara,
Doğurduğumuz çocuklara,
Önerdiğimiz yasalara…
Ve Emeğe eski karşılık,
Bu işsiz milyonlar mı hür?
Yeninin ekmeği bir düş,
Yeni Dünya Kuyusu’na
Belki o da düşmüştür…

Amerika, ah, bi Amerika olsa yeniden!
Bulunup da bir türlü kurulamayan o ülke!
Ama kurulacak er geç o özgür olduğu yer herkesin,
Fakirin, yani zencinin, Kızılderilinin,
Benim, yani Amerika’yı bulan sizlerin
Kanıyla, canıyla inancıyla,
Ocakta kürek, donda sapan ve yanan yüreğiyle
Yüzyıllar önce bulduğu,
Yüzyıllardır hayalini kurduğu…
Kuracağız o yurdu!
Bu yıkım, bu kıyım, bu zalım gangster ecelinden,
Bu uğursuz, bu namussuz, bu uzun ellilerin elinden
Biz ki Halkız, hakkımızı alalım!
Bu dağları, nehirleri, fabrikaları
Kurtaralım bu uçsuz bucaksız ovayı!
Bu yemyeşil, bu cânım topraklar üstünde
Kuralım yeniden AMERİKA’yı!


Langston HUGHES

Çeviri: Can YÜCEL

Alla Sen Söyle Nedir Aşkın Aslı Astarı!

Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
Kimine göre bir kuş,
Kimi der, onun üstünde durur dünya,
Kimi der, kalp kuruş;
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Mânalı mânalı baktı,
Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
Aşkedecekti tokadı.


Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
Yoksa kandil çöreğine mi,
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu
Yoksa leylak çiçeğine mi?
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


Tarih kitapları dokundurur geçer
Köşesinde kenarında,
Hele bir lâfı açılmaya görsün
Şirket vapurlarında;
Eksik olmaz gazetelerden, bilhassa
İntihar haberlerinde,
Mâniler düzmüşler gördüm üstüne
Telefon rehberlerinde.


Aç kurtlar gibi ulur mu dersin
Bando gibi gümbürder mi yoksa,
Taklit edebilir misin istesen kemençede,
Ne dersin piyanoda çalınsa;
Çiftetelli gibi coşturur mu herkesi
Yoksa ağıraksak bir hava mı?
İstediğin zaman kesilir mi sesi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

Bir hâl oldum çardakların altında
Onu araya araya,
Küçüksu'ya baktım, orada da yok,
Boşuna çıktım Çamlıca'ya;
Anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
Bir acayip gülün lisanı da;
Benim bildiğim o kümeste değildi
Ne de yatağın altında.


Aklına esince çıkarabilir mi dilini,
Başı döner mi asma salıncakta,
At yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
Usta mı düğüm atmakta,
Millet der peygamber demez mi,
Para mevzuunda nedir efkârı,
Borç alır borcunu ödemez mi?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!


Ona rastladığı zaman duyduğu şeyleri
Kabil değil unutamazmış insan,
Yolunu gözlerim bacak kadardan beri
Ama o geçmedi bile yanımdan;
Merdiven dayadım otuz beşine,
Öğrenemedim gitti bir türlü,
Nemene mahlûktur bu düşerler peşine
Bunca insan geceli gündüzlü?


Gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
Burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
Ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
Talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
Gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
Selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,
Değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!




Wystan Hugh AUDEN

Çeviri: Can YÜCEL

Yapraktı

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,
Yaşadığından uzun;
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.

Ağacın yüksekliğince,
Dalın yüksekliğince rüzgarda;
Ve bir yeni ö'mü'r
Vardığın çimen yeşilliğince.


Can YÜCEL

Ve Komiser Kolombo

Haldun Taner’e


Vay hafiye rüzgar vay!
Sıcakların nereye taşındığını
efendice tahkike yanaşmış
Hafiften zatülcenp muşambasıyla
Havadan sudan
dereden tepeden
hoşbeşti derken
sabah beri
Yaprak izlerini alıyor çınarın
Yandın çavuş yandın!

Böyle bir sonbahar iptidasında
Tutuklanmıştı zavallı Amerika’da



Can YÜCEL

Ukte

Dünyamın güzeli martılar
Sizden nasıl da yok yere korkmuşum
Kaşık Ada’nın orda!

Dalın üstüme dalın
Vurun beni, urun
Denizanası kokan gagalarınızla!
Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum!

Bilmiyordum ki çünkü
Ben hem balığım hem kuşum

Ben ama hala anlayamıyorum ki
Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum


Can YÜCEL

Taksim Mitinginden İzlenim

Milletçe
Aklanmaya da
Paklanmaya da
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
Çivit
ÇİVİT MAVİSİ


Can YÜCEL

Şiir Dikeni

Safo'ya

Sözler uçuşuyor
Ben ardından hezarfen
Yere indirip sözleri
Toprağa dikiyorum
Yediveren şiirler açıyorlar
Dikeni sikeyim


Can YÜCEL

Suda

Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık,
Tutmuşum tutmuşum ellerinden senin;
Düşmüşüz yavaşça bir sâkin derenin
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.

Balıklar gibiymiş, sessiz ve karanlık,
Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin;
Susarmışız öyle, bir sâkin derenin
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.


Can YÜCEL

Sevgi Duvarı

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi


Can YÜCEL

Sen Sağ Ben Selamet

Kurtarıcılar kurtara kurtara
Kurtardılar Memleketi memleket olmaktan



Can YÜCEL

Rıfat'a

Ilgaz, Anadolu'nun sen yüce bir dağısın
Eteklerinde kitaplar...


Can YÜCEL

Rambrandt'ın Resmi Üzerine



Karanlıklar arasından bir ışın
Bir kadın vucuduna vuruyor
Aşağıdan yukarıya
Yıkanmak uzre
Geceliğini kaldırmış
Bacakları bütün kadınların
bacaklarından
Ama o ezele kalacak
O bir ışın yüzünden
Aydınlatan yaşamımızı
Aydınlatan yalnızlığımızı
Bir tek ışın
yaşasın.


Can YÜCEL

Prova

Hava cehennemi sıcaktı
Daltaşak yatıyordum sedirde
Bir esinti çıktı birden
Göğsümün kıllarını
Sikimin tellerini titretti.
Böyle olsun benim ölümüm dedim
Soğuktan önce serinlemek
Yaylı bir tambur taksimi sanki


Can YÜCEL

Poetika

Yalnızlığı sevmiyorum
Yalnız kim ola ki
Kendim...
Kendimin kendini sevmiyorum
Kediler hariç...

Kahve ocakçısı olacaktım ben
Tuttum kavlimi
Yazdıklarımsa hep nafile
Hep nişanlı angaje ısloganlı
Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına
Kallavi olsun!

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip
Ve cazveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini
Taşırmadan pişiriyorum

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan
Ocağımızı bucağımızı
Isıtamayacağımı!

İşte onun içinde de içim titreyerek
Cezvenizi sürüyorum ateşe

Bir kahvenin hatırı vadır değil mi
Bir kahvenin, bir şiirin hatırı?..

Dileğim sizden
Tersine bir reklamla!
OKUMAYIN BENİ!
Ki sizler için yazılmıştı bu sadeler...

Ben ki Özelleştiri lafını icadeden herif
Hiç böyle medhiye düzmemiştim
Kendi kendimi düzüp...

Kime mi?
İnsafın insafsızlığı
Tekrarın tekrarsızlığı gibi
Ve GEBE
Kime mi
Elbette size
Aziz müşterilerime...


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Övgü

Komünizm kızılcıktır
Kabza iyi gelir
Ne güzeldir daneleri
Ne güzel reçeli olur
Şurubu da
Yemiştir ama yenilmiş değildir


Can YÜCEL

Mülemma

Cemal Süreya'ya

Kaçıncı seferberliği bu şiirin
Fizan yemen Kokayin

Bu ters çizilmiş yürek
Bu götyüzü
Kediye verdim yemiyor
Kedimin adı gece

Âşık bir tosbağa sazınnan
Kahvesi kapandığı için
Uçuyor yakin bir uzaya
Habire

Maydanozu muyum ben papahanın
Neden hiçdurma dâvet ediyor beni
Türkçesinden tutuşmuş ormana

Pır ediyor sinir uçlarım
Gümlese ya
Ve nerde o
Nerde o nedircik
O hiç üzülmeyen nüzül

Utanmadan gülüyorum hâlâ
Dayamış başını sevgi duvarına
Amamonyak helânın

Yaşamaktan başka çarem yok ki

Topa tutmak için dostum Kristofu
Bütün balyemezlerimi verirdim oysa
Terbiyeli bir köfteye

Canfeda

Buluşuruz yarın sabah
Saat beşte bre timsah
Bre yeşil
Bre güneş



Can YÜCEL

Muhabbet

Bir fasulye çimleniyordu
Çiseledikçe yağmur.
Koştum vardım ki yanına
Anlasın ne nimet olduğunu
Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın
Böyle kibar erkeyin ayağ’na
Ben kendi ayağ’mnan gelirim

Bu muhabbeti görünce uzaktan
Kıpkırmızı oldu biberiye

Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye


Can YÜCEL

Metamosmoris

İlkin ELİFBA'ydı
Sonra ALFABE oldu
Derken ABeCe
Şimdi de A.B.D.


Can YÜCEL

Mare Nostrum

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!


Can YÜCEL

Küçük Kızım Su'ya

Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucunda sen oturuyorsun

Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!



Can YÜCEL

Kimesne Öldü

Onat'a merhamet değil, çok
acındım
Sanki içimden, bileğim değil,
Bir dal kırıldı.
Nerdeyse dünyaya değil,
İnsanlara değil,
Kendime sevgim azaldı.
Azmak için değil, öldürmek için
değil,
Kimseyi değil,
Zâten kimsesiz kaldım.
Parasız kaldım
At yarışında kaybetmişçesine.
İshak.


Can YÜCEL

Kibar Hırsızın Türküsü

Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan
Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan
Taksinize mülkünüze dairenize...
Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın
Belledim seyyarenizi ve kelimelerinizi...
Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize
Vesairenize...
Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!
Aşk yokmuş sizde beş paralık!
Gidiyorum ben boşçakallar
Sıçmışım ortalık yerinize
Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık


Can YÜCEL

Kayıp Çocuk

Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi?


Can YÜCEL

Kaçamak

Yalnız kaldıkça, yani Güler benden kaçtıkça
Tekmil elektrikleri yanık bırakıyorum yirmi dört saat
İki radyo var ikisini de açıyorum
Yarım alacağıma bir bütün ekmek alıyorum
Bugün büyük olsun yoğurt diyorum bakkala

Gören düğün var sanır


Can YÜCEL

İtiraf

Nahide Hanım söyledi yine
Neden babama yazmışım da
anama şiir döktürmemişim
Kaç kere yazdım
cebimden uçup gittiler
Ben onyedi yaşında beni yıkayan
Anneme şiir yazacak kadar şair değilim


Can YÜCEL

İşte Bu İş

Shakespeare
Beatiful is terrible
Terrible is beatiful
demiş

Bu söz Türkçe şöyle söylenir mi acep?
Güzelden güzeldir gazel
- O düşen sonbahar yaprağı-

Ve müthiş

Benim şiirden anladığım işte bu iş


Can YÜCEL

İşçi Marşı

Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel

Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak
Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak
Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel

Köylükler uykusunda döndü dönüyor sola
Güne bakıyor bebek büyüyen yumruğuyla
Başaklar gövderdi bak başkoydular bu yola
Şaltere uzanıyor allaha açılmış el
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel


Can YÜCEL

İrtihal

Sen ölüyorun kardeşim öldüğünü bil
Bile bile ve teamüden
Ecel öldürmez insanı
Kendisi öldürür
Vakti zamanı gelince...
Ben onun için yastutuyorum ya hep
Vakti gelmeden öldürülenlere


Can YÜCEL

İmana Geldim

Bir kız buldu beni akşam üstünde
Bâkire değil ama kızmış
Allahına kadar
O ne memeler o
O ne uyluklar o
Ooo
Hele o engebesiz aşağlara
İnen o göbeği o
O müselles o müselles o
Hiç ağda görmemiş ayda
Allahıma güzel

İşte o zaman imana geldim


Can YÜCEL

Güler Yüzümle

Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev
Serinliğine serin
Ferah olmasına ferah ya
Tam bir hakuran kafesi.
Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir
Bir çift de kumru gelip
Yuva yapmış çatısına.
Öyle usturubunla yerleşmişler ki
Çürümüş tahtaların arasına
Dışardan görünmüyorlar hiç.
Yalnız
El-ayak çekildikten sonra
Derinden
Ve civan demlerle demlenircesine
Başlıyor dem çekmeleri

Benim de çökmeye yüz tutmuş
Şu can kafesimde
Kadir sevgilim Güler’e sevgim
ÜSKÜDARA GİDELİM diyor hala
ÜSKÜDARA GİDELİM



Can YÜCEL

Götümsür

Gün gidiyor limoni, bana kalsa da nezle
Sümüklü deniziyle, bulut mendilleriyle
Hapşırdı hapşıracak burnu morarmış Kıble,
Yaşıycağız demek ki bir eyyam daha böyle

Dün gidiyor limoni, mükedder filleriyle


Can YÜCEL

Fitilli

İçerimde bir bokluk var
Yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor

Yüzümde bir maske var
Çekiyorum, çekiyorum, çıkmıyor

Böğrümde bir ölü çocuk
Ölüyorum, ölüyorum, ölmüyor

Gözümde bir çakmak var
Çakıyorum, çakıyorum, çakıyor

Suratınıza!



Can YÜCEL

Epigram

Marx’ın da pek sevdiği bir Latin sözünü anımsıyorum
Nihil humanum mihi alienum est
Bu sözün altına ben de imzamı basıyorum
İnsana ilişkin ne varsa kabulüm
Şu hümanistler hariç


Can YÜCEL

El Tutuşa Tutuşa

Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi



Can YÜCEL

Dörtlük



Kaybederken kazanmayı şiirden öğrendim
Öyle bir harp meydanına döndü ki ömrüm
Mağlup bir şah iken gâlip bir nefer-i merkûm
Yürüyorum sılaya, uyağımda ölüm.


Can YÜCEL

Dostum Samaripa'ya Mektup

Baksana Samaripa
Şu gümüşü bacaya!
Ne güzel kesmiş tenekeyi tentene!
Güneş de vurmuş üstüne...
Ve salkım salkım sakalları
Rüzgarda saçaklanan bir duman
Arkadaki Papaz Okulu’nun
Çamlarını çulluyor
Baca değil, buhurdan...
Alt katta da o dumanın ısıttığı suyla
Sakız gibi bir kız yıkanıyor
Ve Sakız Adası gibi köpükte
Yuvarlanıp gidiyor g..leri

Sevgili dostum
Öyle göreceğim geldi ki seni
Burnumda tütüyorsun...
Ha, onu soracaktım
Sen hiç lohuk yedin mi?
Ben ki tatlı sevmem
Nefis bişey



Can YÜCEL

Değişim

İnce uzun bir hayvan
Çarpıyor
Çarpıyor
Çarpıyordu kendini taşlara.
Canı mı sıkılıyor
Can mı çekişiyordu yoksa?
Yok efendim dedi yanımdaki adam
Gömlek değiştiriyor yılan
Bu hallerden anlarız dedi az çok
Biz de sınıf değişmiştik bi zaman


Can YÜCEL

Değişik

Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.


Can YÜCEL

Çalındı

Kapı çalındı
Açmaya davranayım derken
Uyandım ki
Çamların altında yatmıyor muymuşum
Sırtüstü,
Hücum etti gözlerime
Göğüm mavisi

Hoş
Böyle de
Kapıyı açtım sayılır
Diğ mi

Aynı kapıya çıkmasa bile


Can YÜCEL

Cankurtaranla

Yardın be cancağzım
Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini
İlkyardım pamuklarıyla
o ölümcül acelenden
Korna çiçekleri açıyor şimdi
yaralarının üzerinde
Ölen yok sen gibi güzel
Sınıfsal ecelinden


Can YÜCEL

Can'ın Mezartaşı'na

İstenmeyen o rüyanın parçasıydım
Hani güneş hani aydım
Aymazoğlu bir sarhoştum
Kimi dolu kimi boştum
Tüm maratonlarda koştum
Koşumların atmış hergele
Tavla oynar zarı gele
Ne met ne de cezir
Anam ağlar gide gide
Basurumdan başlar bezir
Taşındaydı nazım bezir
Bir Sultan'dan beri yesir
Serilmiş altına hasır
Orhan gibi müzmin nasır
Yıktın mıydı yerle yatır
Kalktı mıydı İsa Musa
Bazan uzun bazan kısa
Şeytan ileydi dünür
Kamışında bir mühür
Dövmeyinen dövülmüşnen
Dağa çıkmış gümüşliylen
Çıktı mıydı lamülahe
Her yanı dağdan lale
İndi miydi bir lekeyle
İne çıka ine çıka
Şiiri pençe sırtın yaka
Bu dünyaya baka baka
Zeynep'le aşktan Ayşe
Can olduğundan nâşe
Kar yağdığından meşe
Bakmayın bu gebeşe
Çıktıysa da arşa
Dikiynen kaşağnan
Kabirine mezarına
N'olur arazozla işe

Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi



Can YÜCEL

22 Ocak 2009 Perşembe

Yazıyorum

Yazıyorum
Aklımda birşey olmadan
Kalem gidiyor kendiliğinden
Boş kaldığımda
Arkadaşlıklardan
Aşklardan
Yazarım
Boş bir kağıda
Korkmadan
Ortaya çıkacaklardan
Yalandan dolandan
Önce alırım elime bir kitap
Okumaktır
Ağrı kesicim
Başım ağrıdığında
Yazmaktır
Psikoloğum
Gönlüm sızladığından
Bu yüzdendir
Şimdi elimde bir kalem
Özellikle bir mum
Yaktım
Isıtsın diye içimi
Erisin gönlüm karışsın
Mürekkebe
Yazayım içimdekileri rahatlıkla.


Essadarius

Bıktım

Mum kokusunda bira içiyorum
Çerezim de önümde
Kağıda kalemin gölgesi
Düşüyor
Aklımdakiler hem hoş
Hem değil
Fazla üzerlerinde durmuyorum
Yazımda berbat zaten
Yine de
Ne yaptığımın ne önemi var
Müzik dinlerken
Mum ışığında
Mektup yazsam
İsterdim hep sevgilime
Şimdi bunları yaparken
Sevgilim geliyor aklıma
Daha kim olduğunu bile
Bilmiyorum
Ona gittikçe bağlanıyorum
Gölgelerde arıyorum çünkü
Bulamıyorum insanların kendisinde
Bıkmıyorum
Devam ediyorum


Essadarius

...Mek ...Mak

Öylesine oturmak
Saatin 12:00 olmasını beklemek
Ateşle oynamak
Yarın 7:30'da uyanmak
Okule gidip gitmemeye
Karar vermek
Canı sıkılmak
Biraz sessizlik istemek
Bunların suç olması
Şimdi bu kalemle yazmak
Daha koyu yazmak
Saat 12'ye 10 olmak
Tekrar sıkılmak
Büyük ihtimalle uyuyamamak
Kalemin ucunu yakmak
Kalemin ucu berbat olmak
İmza atmak
İmzamı sevmek
Öykü yazmayı istemek
Şiir yazmayı istemek
Hiçbir şey yazmamak
Ivır zıvırla oynamak
Zaman geçirmek
Şimdi hazırlanmak
Ve
Uyumak...


Essadarius

21 Ocak 2009 Çarşamba

Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım


Can YÜCEL

Bir Ölüm İlanı

Zaten hayalet olan
Gölge yazar Oğuz’un ölümü de
Herhalde kendinden rivayet

Oğuz’un cenazesi mi
Hayret!

Hem o hiç uyumaz ki
Belki de ilk kez oradan
Kendi kendini Türkçeye çevirecek
Yeni dikilmiş bir kalem selviyle
Ya da en eski daktilosuyla gecenin
Yıldızları tuş


Can YÜCEL

Bi Damlacık

Duru bir yeşildi ortalık
Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu
Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,
Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı
Pullarını döküyor üstüme
Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir
Belki de anmak için
bi damlacık bir sessizliği


Can YÜCEL

Bayramlık

Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı
Bu barış var ya, bu barış
Cephedekiler için o kadar barış

Can YÜCEL

Baharla Ölüm Konuşmaları

I

Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya ağrıya tabi, ağraya ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra

II

İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe kendi kendini mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor ötüyor ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgarına gerilmiş bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla ağlaya ağlaya
Yepyeni bir insan pırıl pırıl bir can bitecek toprağa...

III

İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )
Öbürüne
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e biraz
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
eminim)
Eyitti kim:
Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa
Hiç dinlemez oyumu ona veririm

IV

Sevda Tepesinde geçen gün
Karşıki masanın altında
İki tane tavuk gördüm
Toprakla yıkanıyorlardı
Eşeledikleri çukurda
İnsanlar için de belki ölüm
Toprakla bi tür
Yıkanmaktır diye düşündüm

V

Üşüyor mu deniz üstüne boşandıkça yağmur?
Ondan mı dersin tüyleri böyle ürperiyor?

Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba
Yıllar sonra yılmayıp yine
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?

VI

Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde

Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
Yamacında bir masa
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde

Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı
“Şunu siliver!” derdi garsona
“Şu muşambayı siliver, mirim!”
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye
Yine de bu bahar öğlesinde
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
-İsterse kalpten olsun, isterse-
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye

VII

Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Mızrapsız bir tambur gibi
Apayrı bir hava çalıyor vücudum

Ruhum sıkıldıkça ruhum,
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
Apayrı bir hava çalıyor vücudum

Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
Başka yere, başka yere, başka yere!

Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Cemil Beysiz bir tambur gibi
Kendi kendini çalıyor vücudum

VIII

Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da
Duvarda bir gedik ilişti gözüme
Uydurdum gözümü deliğe:
Bir bahçe
Bahçe değil bir havuz
Havuz değil bir bahçe
Üstü nilüfer kesmiş silme

O nefti yapraklarıyla gelmiş
O aksarı çiçeğiyle
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
İnsanoğlu beni görsün diye mi?
Bahçede oysa
Bahçedeki bir havuz
Bir havuz ki bir bahçe
Ne in var ne cin ne bey ne ağa
Surları da çekmişler dört bir yanına
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa
Sade bir garibim yavru kurbağa
Serilmiş o ortası çukur
O sal gibi yaprağa
Yarı suyun içinde
Yarı yansımış ışığa
Pırıla pırıl yeşile yeşil
Rezil mi rezil
Başladı birden haykırmağa
Başladı inin cinin ağanın beyin
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
Çevresine bizler görmeyelim diye
Surlar çektiği
O kimsesiz güzele türkü yakmağa

Şairim ben
Benim işte o kurbağa

IX

Hep ölümü çalacak değil a Zangoç
Bu da
Sema’yla Asaf’ın kızına
Hoşgeldin demek için

Oysa
Ne kadar
Ne kadar
Ne kadar yalnız
Sanıyordum kendimi demin

X

Atkestanelerini geçen süvari ışıklar
Er-erken kaldırmış hanımellerini tühallah üşüyecekler!
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle
Esen yel!
Esen yel!

Kim gördü böyle gül yiyen horoz
Tanyeri kokuyor sesi...
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı hapiste dolmuş bir şarap şişesi
Öbür horozlar da ayaklanıyor merdiven nakışlı ibikleriyle
Ve balkonlardan sarkarken düşleri bebelerin bir albayrak yarışı gibi
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi
Hırsızlar!
Hırsızlar!

Ve deniz levent gölgeleriyle Turgut Reis’in
Bütün bu dizelerden alınıyor
Bir ala bir mora kesiyor yüzü
Esen yel!
Esen yel!

Bu sabah bir firardır kan-davasından bir çocuk
Kuşluk vaktine kalmadan önce
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak
Ve akşamladı mıydı çamlar ve karardı mıydı
Tepelerde
Tepelerde
Öyle güzel ki esen yel
Esen yel!
Esen yel!

Bu sabah ve bu bahar bir firardır
Baruta koşan bir fitil
İfil
İfil
Öyle güzel ki esen yel!
Esen yel!
Esen yel!
Öyle güzel
Öyle güzel ki
Esmese de
Esmese de
Güzel

XI

İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
İçimden bir his.
Bir his ki
Çapraz oturmuş denizin kıyısına
Taş
Taş
Taş
Derken bir GÜNEŞ!
Tıpkı Üsküdarda’ki
Şemsi Paşa Camisi gibi.
Sen iskeletlerle değil diyor bana
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini
Ve öyle köpeksin ki sen
Öldükten sonra bile
Yılmaz’ın UMUDundaki
Paytonların ardından
Koşacaksın hep
Geleceğe
Çın
Çın
Çın

Ve karnımın gevşemesine karşın
Taş..larımdaki tarçın
Bırakmıyor beni ölmeceye
Evet diyemiyorum
Diyemiyorum ki evet
O hayırlı
O hayırlı geceye

XII

Ben de Boğaziçi de bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı hem deliler gibi ihtiyar

Can YÜCEL

Ay! Ay! Ay!

Şu gökteki ay var ya
Şu boktan şu yarım ay
Bakarsan bakarsan bakarsan
Bi tek sözüme bakıyor benim
dolunay olmak için
O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona,
Hepimiz ama
Hepimiz
Hepimiz
Bakıyoruz hep birbirimize
bakıyoruz hep bakıyoruz
ADAM olmak için hep

Ay! Ay! Ay!

O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona
Canım yanarcasına
Ne zaman
Ama ne zaman olacak bu iş?

Bakıyorum bakıyorum da aya
Bakıyorum da ayın ayaklarına
Yatırmışlar yine Ahmed’i falakaya



Can YÜCEL

Aşık Ölmez

Sessizliğin içinden yürüyen horoz sesleri
Beni ölüm yeşiline götürüyor
Vardım zaten varacağım yere
Yalnızlık
Bütün perdeleri kaldırmış bütün pencereler
Son bir ışık
Sikimin tellerini çınlatıyor yine de
Yine de âşığım yine de âşık


Can YÜCEL

20 Ocak 2009 Salı

Aslandan Al Haberi

Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları.
O Hıristiyanlar ki
Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir
düzene
inanmaktan başka suçları yoktu...
Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını
O zamanın gazetesi
Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanları

O Mehmet Turgut ki
İşsiz olmaktan başka suçu yoktu
İşsiz parasız evsiz-barksız
Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek
kadar uykusuz...
O Mehmet Turgut ki
Libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir
Kunuri Aslanıydı
Adana’nın Girne yolunda bir lunaparkta
Buldular parçalanmış vücudunu...
Sade Adana’nın Girne yolunda değil
Roma’da da böyle
Oyalamak için işsiz yığınlarını
Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı
O zamanın gazetesi
Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanları...

Ama Ali adındaki
O kendi de müebbete mahkum aslan
Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir
Yemedi kardeşim yemedi
Kore Gazisi Mehmet Turgut’un göğsündeki
Silver Star nişanını!


Can YÜCEL

Arkamdan Konuşmasınlar Diye

Her Donkişotun bir yeldeğirmeni vardır
Benim ki Heybeli’de
Yarı yarıya yıkık
Üstünde
Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
Kocaman
TÜRKİYE HALK BANKASI
Yazılı
Vallahi billahi de
Beş kuruş almadım o reklam için


Can YÜCEL

Anayasası İnsanın

Ustamız Eluard’ın izinden

Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!

Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!

Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!

Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman



Can YÜCEL

Al Bir Uzun Hava

Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin
Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!
Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını
Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin!

Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya
Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye
Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun
Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya



Can YÜCEL

Akis

Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme...
Dudaklarım öpüşmekten mosmor...
Bir putum sanki ilahilerle
denize fırlatılmış
Ve bir deniz yağıyor üstüme
Bakma sen sevgili Teodorakis
Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
Avluların o en çakırkeyiflisine
Mısır daneleri gibi serpilmişler ama
Mısır danesi değil ki bu adalar
Ne de biz güverciniz...

Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
Birbirimize
Ve kendimize
Bilakis

Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme



Can YÜCEL

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği

Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım

Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi

Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer

Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru

Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize

Can YÜCEL