Şiir, Sadece: 2013-10-27

2 Kasım 2013 Cumartesi

Niçin Göndermezler Aya

Niçin göndermezler aya
köstebeklerle kaplumbağaları?

Oyuklarla dehlizleri planlayan
bu hayvanlar

gerçekleştiremez mi
o uzak denetlemeyi?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Niçin Güneş Kötü Bir Arkadaştır

Niçin güneş kötü bir arkadaştır
çöldeki seyyah için?

Ve niçin o denli cana yakındır,
hastane bahçesindeki güneş?

Ayın ağına burada yakalanmış olan
kuş mudur yoksa balık mıdır?

En sonunda kendimi bulduğum yer
beni yitirdiğiniz yer miydi?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Picasso

Altamira mağaralarının yeni bir ressamı
kurtarıyor imgelemin bizonlarını.
Yabanıl yumruğuyla Vulcanus'un, fırlatıyor
yenileşmenin ışın ve oklarını.

Bu yeni oğlu İberik'in
veriyor maddeye
yalın ve erden biçimlerini.

Yorgun ve eski ayinli
şu Avrupa toprağında
yitmemiş çocukluğun biçimlerini


Miguel Torga
Çeviren: Özdemir İnce

1 Kasım 2013 Cuma

Niçin Sevmiyorum

Niçin sevmiyorum
kadın ve sidik kokulu kentleri?

Döşeklerden hiddetle çarpan
büyük bir okyanus değil midir kent?

Yok mudur rüzgârlar okyanusunun
adaları ve palmiyeleri?

Niçin dönüyorum geriye
o muazzam okyanusun aldırışsızlığına?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Niçin Solgun Giysilerim

Niçin solgun giysilerim
sallanır bir bayrak gibi?

Ara sıra kötücül müyüm
yoksa her zaman iyi miyim?

İyiliği mi öğreniriz
yoksa iyiliğin maskesini mi?

Kötücül beyaz değil midir gül çalısı
ve siyah değil midir iyiliğin çiçekleri?

Kim belirler adları ve numaraları
sayısız masumlar için?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

31 Ekim 2013 Perşembe

Niçin Uçuyor Gecenin Şapkası

Niçin uçuyor gecenin şapkası
onca delikle?

Ateşle gezmeye giderken
ne diyor o eski kül?

Niçin ağlar bulutlar böyle
ve daha da sevinçli olurlar her gün?

Karanlıkların gölgesinde kimin için
alazlandırılır güneşin toz yolu?

Kaç tane arısı vardır acaba günün?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Nokta

Elemden daha engin bir yer yok,
orada kanayandan başka evren yok.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan

30 Ekim 2013 Çarşamba

Oğul

Ah, oğul, bilir misin, bilir misin,
nereden gelirsin?

Beyaz ve aç martılı
bir gölden.

Kış suyunun yakınında
yola koyulduk, o ve ben,
alazlanan bir ateş gibi öyle kızıl,
yıprandı dudaklarımız
ruhların öpüşleriyle,
fırlattı her şeyi ateşe,
yandı hayatlarımız.

İşte böyle geldin dünyaya.

Fakat o – görmek için beni
ve görmek için seni
bir gün aştı denizleri
ve ben – dolamak için
onun küçük belini
dolandım durdum bütün dünyayı,
savaşlarla ve dağlarla,
kumlarla ve dikenlerle.

İşte böyle geldin dünyaya.

Bir çok yerden geliyorsun sen,
sudan ve topraktan,
ateşten ve kardan,
uzak diyarlardan geliyorsun
ikimize doğru,
bizi zincire vurdu
o korkunç sevda,
bilmek istiyoruz bu yüzden,
nasıl olduğunu, bize ne anlatacağını,
çünkü sana verdiğimiz dünya hakkında
daha çok şey biliyorsun sen.

Muazzam bir fırtına gibi
çalkaladık
hayatın ağacını
ta köklerinin
en gizli lifine dek,
ve görünüyorsun şimdi
şakıyarak yapraklarda,
seninle birlikte ulaştığımız
dalın en yükseğinde.


Pablo Neruda
"Kaptanın Dizeleri"nden

Oğulları Ölen Analara Türkü

Onlar ölmediler yok,
Ateş fitilleri gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!

Karıştı, bakır tenli
Çayır çimene,
Karıştı,
O canım hayalleri:
Zırhlı bir rüzgâr,
Perdesi gibi;
Bir set gibi:
Kızgın çehreli,
Göğüs gibi:
Göğün görünmez göğsü gibi!

Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi.
Bir çan darbeleri gibi,
Onlar.
Ölmüş gövdeler arasında,
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi
Onlar,
Kara bir ses gibi.
Ey canevinden vurulmuş,
Toz duman olmuş bacılar!
İnanın oğullarınıza.
Kök oldu onlar,
Sade kök:
Kan suratlı,
Taşlar altında.
Karışmadı toprağa,
Dağılmış kemikçikleri.
Ağızları ısırır hala,
Kuru barutu;
Ve demir bir okyanus gibi,
Titreşirler hâlâ.
Ben ölmedim, der,
Yumrukları;
Yukarı kalkık yumrukları,
Daha.

Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları,
Ölü gözleriyle,
Kılıcı dopdolu,
Dünya ümitlerinden.

Dursun,

Dursun yas esvaplarınız.
Yığın derleyin,
Gözyaşlarınızı;
Bir metal oluncaya kadar:
Bununla vuracağız,
Gündüz gece;
Bununla çiğneyeceğiz,
Gündüz gece;
Bununla tüküreceğiz
Gündüz gece
Kin kapılarını,
Kırıncaya kadar.

Oğullarınızı bilirdim,
Unutmadım acılarınızı.
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam,
Hayatlarıyla da öyleyimdir.
Onların gülüşleridir:
Karanlık atölyeleri ışıtan.
Her gün metroda, yanıbaşımda:
Onların ayak sesleridir,
Çın çın.
Akdeniz portakallarında,
Güney ağları içinde;
Yapılarda,
Basımevi mürekkeplerinde;
Kalplerini tutuşur gördüm onların,
Güçle, yangınla.

Ben de sizler gibiyim, analar.
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu.
Gülüşlerinizi öldüren kanla,
Serpilip gelişmiş;
Bir orman gibidir kalbim.
Günlerin kahredici yalnızlığı,
Uyanışın sisli öfkeleri
Girmiştir içine.

Susamış sırtlanları,
Bitip tükenmez ürmeleriyle
Afrika'dan gürleyen hayvan sesini;
Öfkeyi, iniltileri, hoş görmeleri,
Bırakın, bir yana bırakın.
Ölümün ve tasanın
Çemberinden geçmiş analar,
Doğan ulu günün ortasına bakın:
Bu topraktan güler ölüleriniz.
Kalkık yumrukları titrer,
Buğdayın üstünde,
Bilesiniz.


Pablo Neruda

29 Ekim 2013 Salı

Okyanus

Görünümün çıplak ve yeşil midir
elma biçimin sonsuzca,
kökenin olan karanlıkta mı
yürüyor mazurkan?
Gece
daha tatlı geceden
anne tuz,
kana susamış tuz, suyun anne kubbesi,
köpük ve ilik arasından hızla geçen gezegen:
yıldız berrağı genişliklerin muazzam şefkati:
eldeki tek bir dalgayla gece:
denizin kartallarına karşı fırtına,
sülfatın izi bilinmez elleri altında kör:
o kadar çok geceye gömülmüş şarap mahzeni,
soğuk taç yaprağı kahramanı istilanın ve sesin,
şimşeğin altında yıldızda gömülmüş katedral.

Senin kıyılarının ömrü boyunca avlıyor
o yaralı at, buz soğuğu ateşle bastırılmış,
orada o kırmızı çam dönüşmüş tüyün azametine,
ve zalim kristali paramparça etmiş ellerinde,
ve adalarda o sürekli, saldırılmış gül,
ve sudan ve yarattığın aydan yapılmış taç.
Anayurdum, senin toprağına
bütün bu karanlık gökyüzü!
Bütün bu evrensel meyve, bütün bu
çılgın taç!
Yıldırımın kör bir albatros gibi koşturduğu,
Güney’in güneşinin yükseldiği
ve senin bozulmaz doğanı seyrettiği yerde
bu köpükten kap senin için.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Okyanuslular

Denizin onuru, fok balıklarının çürümüş derilerinden
başka tanrılar olmaksızın, Antarktik kırbaçla
pataklandı yámame’ler, yağa ve dışkıya
bulanmış alacalufe’ler:
kristalden ve uçurumdan duvarların arasında
denizdeki buz kütlesinin ve gökkuşağının
çağıldayan düşmanlığı arasında sürükledi kanoyu
kurtların huzursuz aşkı
ve ateşin alazları korudu
en uçtaki ölümlü suları.

Ey insan, eğer yok ediliş inmeseydi aşağıya
karın ırmaklarına doğru,
gelmezdi katı ay
buzulların soğuk nefesi üzerine,
fakat uzaklardan gelen insandan
karın özüne dek ve Okyanus’un
en kıyıdaki sularına dek
geldi ticaret topraktan çıkarılmış kemiklerle,
her şeyin ötesinde seninle karşılaşana dek,
ki senin kanon bugün, her şeyin ötesinde, ötesinde karın,
ve buzun denetimsiz fırtınası
dolaşıyor yabanıl tuzun arasında
ve hiddetli yalnızlık arıyor
ekmeğin sığınacağı yeri, - o zaman kendinsin ey okyanus,
denizin bir damlası ve onun öfkeli mavisisin,
ve yıpranmış incecik yüreğin çağırıyor beni
ölen müthiş bir ateş gibi.

Köpüklenen şarabının uğultusuyla savaşılmış
buz katılığı bitkini seviyorum,
ve dere çukurlarının yanında
kabuklu hayvanların lambaları üzerinde ışıldıyor
ateş böceklerinin küçük ahalisi
soğukla yıldırılmış suda,
ve solgun ve hayali parıltıdan kendi şatosundaki
o Antarktik şafak.

Berrak ellerin sabah kızıllığıyla yanmış
bitkilerdeki o muazzam kökleri de
seviyorum ben,
fakat sana, sen denizin gölgesi, oğlu
buz soğuğu tüylerin, paçavra içindeki
okyanuslu, karşıt akıntılardan doğmuş
bu dalga geliyor, rüzgâr altındaki
o yaralı aşk gibi yönlendirilen.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan

28 Ekim 2013 Pazartesi

Okyanusun Yaşlı Kadınları

Ağırbaşlı denize gelir yaşlı kadınlar
etraflarında düğümlenmiş şallarıyla,
zayıf ve kırılgan ayaklarıyla.

Kendi başlarına otururlar kıyıda
değiştirmeden gözlerini ya da ellerini
değiştirmeden bulutları ya da sessizliği.

Kasvetli deniz köpürür ve çağıldar,
aşar boru sesli dağları,
silkeler boğasının sakallarını.

Soğukkanlı kadınlar otururlar
saydam bir kayıkta gibi
bakarlar yıldıran dalgalara.

Nereye giderler, nerede kaldılar?
Gelirler her bir köşeden
gelirler kendi hayatlarımızdan.

Şimdi sahibi onlardır okyanusun
soğuk ve yanan boşluğun,
alevlerle dolu yalnızlığın.

Geçmişten gelirler,
bir zamanlar güzel kokan evlerden,
yanık alacakaranlıklardan.

İzlerler ya da izlemezler denizi,
bir bastonla çiziktirirler işaretleri,
ve deniz siler onların hüsnühatlarını.

Ayağa kalkıp gider yaşlı kadınlar
kırılgan kuş ayaklarıyla,
en gürültücü dalgalar
yuvarlanırken rüzgârda.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan

Oligarşiler

Hayır, daha kurumamıştı bayraklar,
uyumamıştı askerler henüz,
özgürlük giyitlerini değiştirdiğinde
ve dönüştürdüğünde kendini mülke:
yeni ekilmiş topraklardan yükseldi,
yeni bir kast doğdu,
kalkanlı, polisli ve hapisli
yeni zengin bir güruh doğdu.

Çektiler kara bir çizgi:
"Biz burada, Meksika'nın
porfiristleri (*) , Şili'nin
'şovalyeleri', işsiz güçsüzleri
Buenos Aires Jokey Kulübü'nün,
süslü püslü 'özgürlük savaşçıları' Uruguay'ın,
Ekvador'un uyuşukları,
kiliseye ait yamalar her taraftan.>Şeytan canımızı alsın, proleterler, kansız kızılderililer,
Meksika'lı yoksul canlar, melezler,
domuz ağıllarında üst üste yığılmışlar,
acizler, yamalılar,
bitliler, domuzlar, ayaktakımı,
iradesizler, sefiller,
kirliler, tembeller; yani halk."

Her şey bu kara çizgiye göre kuruldu.

Başpiskopos vaftiz etti bu duvarı
ve afaroz etti
bu kast duvarını tanımayan isyancıyı.
Cellat elleriyle yaktı Bilbao kitaplarını.
Polis gözetime aldı duvarı, ve o kutsal mermere
yaklaşan aç adamın
başında paraladı sopayı
ya da hapse koydu
ya da askere aldı tekme tokat.

Dinginlikte ve güvenlikte hissettiler kendilerini.
Kayboldu caddelerde ve tarlalarda halk
yaşamak için tıkış tıkış, penceresiz
tabansız, gömleksiz,
okulsuz, ekmeksiz.

Amerika kıtamız boyunca bir hayalet geziyor
çöple beslenen, cahil,
gezgin, her bir enlem ve boylamda aynı,
bataklığın mahpuslarından yeni salıverilmiş,
ayyaş ve serseri biri; giysiler, düzenler ve kravatlar
arasında boğulan o korkunç hemşehrisinin işaretlediği.

Meksika'da pulque (**) yapıyorlar
O'nun için, Şili'de
mor renkli litre-şarabıyla (***)
zehirlediler O'nu, kemirdiler ruhunu
bedeninden parça parça,
kitabı ve ışığı yasakladılar O'na,
toz toprağa düşene kadar,
iki büklüm eğildi veremin tavan arasında,
ve dinsel törenle gömülmedi:
O'nun için yapılan tören, çıplak cesedini
adsız diğer cesetlerin arasına atmaktı.


Pablo Neruda
"La arena traicionada", "İhanete Uğramış Kum", "Canto General"den


Notlar: 
(*) Porfirist: 1876-1911 yılları arasında yaşamış Meksika devlet başkanı Porfirio Diaz'ı destekleyen kimse.
(**) Pulque: Amerika kıtasında yetişen sabır otundan yapılan ve Meksika'ya özgü bir çeşit konyak.
(***) Litre: Şili'de yetişen, yaprakları zehirli, şnaps yapımında kullanılan bir ağaç.