Şiir, Sadece: Evrensel Şarkı
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2014 Cumartesi

Burada Bitiriyorum

Burada bitiyor bu kitap. Kömür ateşi gibi
bir öfkeden doğdu, yanan ormanlardan oluşan
çayırlıklardan. Keşke devam edebilseydi
kırmızı bir ağaç gibi
ve yayabilseydi berrak yanık izini.
Ama sen sadece öfkeyi bulmadın
ağacın dallarında: kökler yalnızca acıyı değil
kudreti de arıyordu,
ve ben düşünce dolu taşın gücüyüm,
birleşmiş ellerin sevinci.

Nihayet insanların arasındayım.

İnsanlar arasında yaşayan bir rüzgârım,
ve kıstırılmış yalnızlıklardan
giderim sayısız kavgaya,
özgürce çünkü arıyor senin elin elimi
ve kuşatıyor yılmaz sevinçleri.

Bir insanın gündelik kitabı, açık bir ekmek
işte bu benim şarkımın coğrafyası,
ve köylülerin imecesi
toplayacak bir gün bunun ateşini
ve alazını görecekler ve yeniden
yapraklar olacak toprağın gemisinde.

Ve bu sözler doğacak yeniden,
belki başka bir zamanda, acı olmaksızın,
kirli lifler kara otlar gibi
şarkıma yapışmaksızın,
ve tekrar benim korlu
ve yıldız ışıklı kalbim harlanacak tepelerde.
Böyle bitiriyorum bu kitabı, burada bırakıyorum
benim Evrensel Şarkı’mı, sürgünde yazdığım,
yurdumun gizli kanatları altında mırıldandığım.
Bugün, 5 Şubat, bu yıl 1949,
Şili’de, “Godomar de Chena”da,
45 yaşımın dolmasına bir kaç ay kala.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı
1949

22 Ekim 2014 Çarşamba

Cellatlar

Kertenkeleye benzeyen, pullu Amerika, filizlenen
bitkiye dolanmış, dolanmış ağaç gövdesine
boy atan bataklıkta:
zehirli yılanların sütüyle
beslemiştin korku saçan oğullarını,
sıcak beşikler yumurtadan yeni çıkmış
kana susamış bir zürriyet
ve örttü onu sarı bir çamurla.
Erkek kedi ve akrep fuhuş yaptılar
o yabanıl ormanlarla kaplı yurtta.

Daldan dala kaçtı ışık,
fakat uyanmadı uyuyan.

Şeker kamışı likörü kokuyordu battaniye,
malalar kaydı aşağı
dinlencenin utangaç köşelerinde,
ve yüksekten atılan meyhanelerde
çıplak ayaklı ırgat
haykırdı bağımsızlığını.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

21 Ekim 2014 Salı

Chercane Kuşları

İsterdim ki bana güvensizlik beslemeyesiniz: yazdır,
yumuşacık yapıyor su beni ve yukarı kaldırıyor özlemimi
bir dal gibi, şarkım ayakta tutuyor beni
belli izlerle belirlenmiş bir ağaç gibi.
Sizler önemsizler, sizler sevgililer, gelin benim kafama.
Yuva kurun bir kertenkelenin ışıltısındaki
omuzlarımda, bir çok yaprak
düşmüş gibi düşüncemde,
ah küçük sihir çevresi şirinliğin, kanatlı
mısır tohumu, küçük tüylerle örtülü yumurta,
gözün kesinlikle kaçışı ve hayatı izlediği yerdeki
en saf biçimler,
burada, yuva kur kulağımda, sizler korkusuzlar
ve önemsizler: yardım edin bana,
her gün biraz daha kuş olmak istiyorum.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

16 Ekim 2014 Perşembe

Çömlekçilik

Kaba güvercin, kilden küpler,
kalçalarında seni yeterince ifade edemeyen
işaretlerden bir üzünç. Halkım benim,
nasıl da sırtındaki ağrılarla,
dayak yemiş ve küçük düşürülmüş, nasıl da
toplamıştın yapraksız bilgeliği?
Siyah mucize, sihirli madde
kaldırıldı ışığa kör parmaklarca,
toprağın en büyük bilmecesinin lisanını bizim için
açtığı yerdeki önemsiz heykel,
öpüşünde toprağın ve derinin birlikte kaynaştığı
Pomaire fincanı,
balçıktan sonsuz biçimler, küplerden ışık,
benim olan elin biçimi,
beni çağıran bir gölgenin adımı,
gizlenmiş düşlerin karşılaşmasısınız sizler,
seramik, unutulmaz güvercin!


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

27 Eylül 2014 Cumartesi

Dalga

Dipten çağıldıyor dalga, köklerle,
o batmış gök kubbenin kızları.
O esnek istilâ fırlatıldı havaya
Okyanus’un temiz gücüyle:
ortaya çıktı kalıcılığı, su bastığında
o derin gücün kameriyelerini
ve her bir varlık direnç gücünü verdi,
ve kuşağında savurdu o soğuk ateşi
ta ki bükene dek kendi kar beyazı gücünü
kudretin dallarından.

Yeryüzünden bir çiçek gibi geliyor o
yuvarlanırken kararlı kokusuyla
manolya çalısının görkemine doğru,
fakat dipteki bu çiçek, infilâk etmiş,
taşıyor yok edilmiş bütün o ışığı,
taşıyor yanmamış bütün o dalları
ve beyazlığın dolu kaynağını.

Ve onun yuvarlak gözkapakları,
oylumu, fincanları, mercanları,
oynuyor denizin derisiyle ve böylelikle gösteriyor
bu hayat bereketini suyun altında:
o vakit denizin birliği oluşturuluyordu,
denizin havaya yükselen sütunu,
tekmil doğumları ve düşüşü.

Tuzun okulu açtı kapılarını,
tekmil ışık uçtu ve kırbaçladı göğü,
geceden şafağa kabardı
o nemli metalin ekşi hamuru,
tekmil ışığın bolluğu bir taçyaprağı oldu,
çiçek büyüdü taş tüketilene dek,
ölüme doğru yükseldi köpüğün akışı,
fırtınanın bitkileri saldırdı,
gül akıttı kendini çelikte:
suyun iskelesi iki kat oldu
ve çağıldamaksızın çökeltti deniz
kristalden ve ürpertiden kendi kulesini.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

22 Eylül 2014 Pazartesi

Deniz Gecesi

Deniz gecesi, beyaz ve yeşil heykel,
seviyorum seni, uyu benimle.
Gittim, tutuşarak ve ölerek,
bütün yollar boyunca,
benimle büyüdü ağaç, yendi insan
kendi küllerini ve bıraktı kendini
dinlenmeye toprakla çevrili olarak.

İndi gece, görmesin diye
gözlerin onun sefil dinlenmesini:
yakınlık istiyordu, açtı kollarını
korunmuş olarak varlıklarla ve duvarlarla,
ve düştü sessizliğin uykusuna, battı
mezar toprağına kökleriyle beraber.

Fakat ben, ey Okyanus gecesi, geldim senin çıplaklığına.
Aldebarán’ın koruduğu sınırsızlığına senin,
beni oluşturan sevgiyle
senin şarkının ıslak ağzına.

Deniz gecesi, gördüm doğumunu,
sonsuz sedef ışıltısıyla kırbaçlanmış,
gördüm senin yıldız liflerinin örüldüğünü
ve kuşağının elektrik kıvılcımını senin,
ve ahenklerin mavi devinimini
yutulmuş tatlılığını avlarlarken.

Sev beni sevgi olmadan, zalim gelin.

Sev beni uzayınla, nefesinin
akıntısıyla, muhteşem
elmaslarının bütün çoğalmasıyla:
sev beni yüzünün molası olmaksızın,
sun bana yok oluşun temizliğini.

Güzelsin sen, sevgilim, görkemli gece:
koruyorsun fırtınayı korkutulmuş
erciklerinde uyuyan bir arı gibi,
ve düş ve su titriyor kaynak ırmaklarıyla
taciz edilen taslarında göğsünün.

Gecesel aşk, izledim seni her yerde,
senin sonsuzluğunu, titreyen kule
giyinmiş yıldızlarla, ölçüsü
ikircikliğinin, köpüğün
senin kıyılarında yarattığı sevişme yerleri:
zincirlenmişim gırtlağına
ve kumda patlayan dudaklarına.

Kimsin sen? Denizlerin gecesi, söyle bana
senin yalçın saç örtünün bütün
yalnızlıkları kapladığını, kandan ve
çayırlıklardan bu mekanın sonsuzluğunu.
Söyle bana, kimsin sen, gemilerle dolu,
rüzgârın ezdiği kamerlerle dolu,
bütün metallerin hükümranı, derinliğin
gülü, çıplak sevdanın ölçüsüzlüğüyle
kanamış gül.

Dünyanın tuniği, yeşil heykel,
ver bana çan gibi bir dalgayı,
ver bana çılgın turuncu çiçeğin bir dalgasını,
sevinç balosunun çokluğunu, o merkezi
gök kubbeden gemileri, yelken açtığım suları,
o göksel ateşin çeşitliliğini: arzuluyorum
senin sonsuzluğunun tek bir dakikasını ve bütün düşlerden
daha fazlasını, senin boyutunu:
ölçtüğün bütün bu mor, o ciddi
ve düşünceli yıldız sistemi:
karanlığı arayan bütün görkemi
saçının, ve hazırlandığın o gün.

Kavramak istiyorum senin her yerde hazır alnını,
kapatmak istiyorum içimde ulaşmak için
kıyılarına senin, şimdi yitip gitmek için
bütün nefes alan gizlerle birlikte,
senin karanlık çizgilerin saklanmış
bende kan gibi ya da bayraklar gibi,
ve getirmek bu gizli orantıları
her günün denizine, kavgalara,
her bir kapıda olduğu gibi - sevdalanmalar ve tehditler -
uyuyarak yaşar.
Fakat sonra
gireceğim kente senin gibi olabildiğince
çok gözle ve taşıyacağım beni kuşattığın
o giysiyi, ve bırak dokunsunlar bana
kimsenin ölçemediği o kusursuz suya dek:
saflık ve gazap bütün ölüme karşı,
yok edilmez yayılma, bütün uyuyanlar için
ve bütün uyumayanlar için müzik.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

5 Eylül 2014 Cuma

Deprem

Uyandım düşlerin toprağı yittiğinde
altında yatağımın.
Külden kör bir sütun gerindi
gecenin ortasında,
soruyorum sana: öldüm mü ben?
Uzat ellerini bana gezegen çatlaklarının ortasından,
menekşe gökyüzünün yara izi bin parçaya bölünürken.
Ah! Fakat anımsıyorum, neredeler? Neredeler?
Neden cızırdıyor ölümle püre yapılmış toprak?
Ey süpürülmüş evlerin altındaki katılaşmış maskeler,
korkuya asla ulaşmamış gülüş, direklerin altında
ezilmiş yaratıklar, gecenin örttüğü.

Ve bugün ışıklanıyorsun, ey mavi gün, harabelerden
sönmüş denizinin üzerinde
bir altın salıntı gibi balo için süslenmişsin, alazlanıyorsun,
ararken gömülmemiş olanın aranan yüzünü.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Devlet Sahipleri

Trujillo, Somoza, Carías,
bugüne kadar, bu acı
Eylül ayına kadar
yıl 1948,
Paraguay’da
Moriñigo (ya da Natalicio) ile birlikte,
tarihimizin en aç gözlü sırtlanlarıyla,
kemiriyorlar onca kan ve ateşle
fethedilmiş bayrakları,
zenginlikleriyle kirletiyorlar kendilerini
bu cehennem hırsızları,
satraplar, binlerce kez satılmışlar,
ve satıyorlar kendilerini, örnek alarak
New York’taki çakalları.
Aç dolar makineleri,
kuşatılmış acı dolu halk kurbanlarıyla,
fahişe pazarlıkçıları
ekmeğin ve Amerikan havasının,
çamurdan tabutlar, cellatlar, kerhane işleten
sarı sendikacıların kliği,
işkenceden ve halkı acı çektirerek öldüren açlıktan
başka yasayı tanımayanlar.

Kolombiya Üniversitesi’nin
fahri doktorları,
çenelerinin ve bıçağın üzerinden
savrulan cüppeleriyle, zalim
davar sürüsü Waldorf Astoria’dan
ve tutuklanmışın sonsuz
yaşının çürüyüp gittiği
lanetlenmiş odalardan.

Küçük akbabalar kabul etti
izleyici olarak Mister Truman,
saatler takılı, “Loyalty”lerle süslenmiş,
ülkenin kan emicileri, bunlardan daha kötü
ancak tek bir şey vardır, sadece tek bir şey,
ve o benim ülkeme bir gün
bir felaket olarak verildi halkıma.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Notlar:
Rafael Leonidas Trujillo, 1930-61 arasında yaşamış, Dominik Cumhuriyeti’nin Başkanı idi. Metresini görmeye giderken, bir suikastla öldürülmüştü.
Anastasio Somoza, 1933’den öldürüldüğü tarih yıl olan 1956’ya kadar Nikaragua’nın Başkanı olan diktatör.
Tiburcio Carías Andino, 1932-49 yılları arasında Honduras Başkanı idi.
Hinigio Moriñigo, 1941-48 yılları arasında Paraguay Başkanı idi.
Waldorf Astoria, New York’ta bulunan lüks bir otel.
Harry S. Truman, 1884-1972 yılları arasında yaşamış, 1945-53 yılları arasında ABD’nin 33. Başkanı olan kişi.
Loyalty: Bağlılık nişanı.

4 Eylül 2014 Perşembe

Diego Muñoz

Öyle görünse de kendimizi savunmadık sadece,
fırtınalı kağıtlara yayılan fikirler ve işaretlerle,
fakat bir kumandan gibi kendimize yol yardık
o kötücül cadde arasından
ve daha sonra kaldırdık akordeon seslerine
sularla ve palamarla dolu yüreği.

Ey denizci, limanlarından, Guayaquil’den,
zaten getirmiştin tozlanmış meyvelerin kokusunu,
ve çelikten bir güneş bütün dünyadan
utkulu kılıcını akıtmana izin veren.
Anayurdun kömürü üzerinde doğuyor bugün
bir saat - acılar ve aşk – bölüştüğümüz,
ve denizden yükseliyor sesinin üzerine
dünyanın ötelerini kucaklayan kardeşlik ipi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

2 Eylül 2014 Salı

Dilenciler

Katedrallere yaslanmış, bağlanmış
duvara, sürüklüyorlar
ayaklarını, bohçalarını, siyah bakışlarını,
soluk benizli, gotik çatı canavarları,
onların basit yemek çıkınları,
ve oradan, taşın
sert dindarlığından
caddelerin biteyine dönüştü, yasal
vebaların dolanan çiçekleri.

Parkın kendi dilencileri var
işkence edilmiş dalları
ve kökleriyle kendi ağaçları gibi:
bahçenin en dibinde yaşıyor köle,
bir insanın sonu gibi dönüşmüş pisliğe,
kirli simetrisiyle kabullenmiş,
alesta süpürgesine ölümün.

Gömüyor onu merhamet
cüzzamlı toprağındaki deliğine onun:
benim günlerimin insanı için örneğin hizmet ediyor.
Öğrenmeli ayaklarıyla çiğnemeyi ve boğmayı
soyunu hor görmelerin bataklığında,
ki basmalı ayakkabılarıyla yenilenlerin
üniformasını giyenin alnına,
ya da en azından anlamalı
doğanın ürünleri arasında onu.
Amerikan dilenciler, 1948 yılının
oğulları, katedrallerin
torunları, saygı göstermiyorum sana,
antik fildişiyle ve kral sakalıyla
süslemek istemiyorum senin tanımlanmış olan figürünü
böyle haklı çıkarıyorlardı seni kitaplarda,
seni bir umutla yok etmek istiyorum:
benim örgütlenmiş sevdama girmeyeceksin,
cesetlerinle girmeyeceksin göğsümden içeri,
aşağılanmış figürün püskürtüldüğünde
onlarla yaratılmıştın sen,
senin balçığını topraktan ayırmak istiyorum
metaller seni inşa edene
ve sen kendini gösterene dek, bir kılıç gibi ışıltılı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Diplomatlar

Romanya’da aptal olarak doğmuşsanız,
aptalca bir kariyer yaparsınız,
Avignon’da aptal iseniz,
Fransa’nın eski taşları
okullar ve bahçelerin
saygısız çocukları
bilir vasıflarınızı.
Fakat Şili’de aptal olarak doğmuşsanız
sizi hemencecik Büyükelçi yaparlar.

Kendinize aptal bay adı bilinmeyen diyebilirsiniz,
aptal Joaquín Fernandez de, aptal
herhangi bir şey de diyebilirsiniz, ve mümkünse
iyi kırpılmış bir sakal bırakın.
Sizden istenen bütün şey işte bu
"müzakerelere başlayabilmek" için.

Bilge olduğunuz izlenimini vererek
bilgilendirin heyecan verici
sunumunuz hakkında yetkilerin
ve şöyle deyin: Vesaire, atlı araba,
vesaire, Majesteleri, vesaire,
tabirler, vesaire, iyi niyet.

Yapmacık bir sesle konuşun,
şefkat dolu bir ineğin ses tonuyla,
Trujillo’nun elçileriyle
onur belgeleri değiş tokuş edin,
çok tedbirlice tutunuz
bir garsoniyeri ("biliyorsunuz
yararlarını bu tür şeylerin
sınır antlaşmalarında") ,
gönderin, biraz değiştirerek,
önceki gün öğle yemeğinde
okuduğunuz ciddi gazetenin
başyazısını: bir "rapor" olarak.
Toplumun "ileri gelenleriyle"
irtibatınız olsun, ülkedeki
budalalarla, sahip olabileceğiniz ne kadarsa
o kadar gümüş takımlar elde edin,
anma törenlerinde bir konuşma yapın
yanında bronz atların
ve şöyle söyleyin: Hım, ayrılmaz bağlar,
vesaire, hım, vesaire,
hım, gelecek kuşaklar,
vesaire, ırk, hım, saf olan,
kutsal, hım, vesaire.

Ve olduğunca sakin olun:
Şili için iyi bir
diplomatsınız, siz madalyalı
muhteşem bir aptalsınız.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı
1948

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Doğumlar

Yıldızlar dönüştüğünde
toprağa ve metale, ve ölüp gittiğinde
onların erkesi ve şafağın kadehi
ve kömür döküldüğünde ve ateş
sunulduğunda meskenlerinde,
düştü deniz yanan bir damla gibi
mesafeden mesafeye, zamandan zamana:
küre oldu mavi ateşi onun,
tekerleğindeki hava çalan bir çan gibi,
en içteki yaratığı onun titredi köpükte,
ve tuzun ışığında yukarı kaldırıldı
o yayılmış teşrihin çiçeği.

O yalıtılmış yıldızlar
dinlenirken giderek sönen lambalar gibi
ve inceltirken onların dokunulmaz saflığını,
doldurdu deniz kendi muazzam uzayını tuzla
ve yara iziyle, şeneltti günün yayılışını
yalayan ışıltı ve devinimle,
yarattı toprağı ve serbest bıraktı köpüğü,
kaybolduğu yerde kauçuktan bir iz bıraktı,
doldurdu uçurumu heykellerle,
ve kanın temeli atıldı onun sahillerinde.

Dalga kabarmasının yıldızı, ana su,
ana madde, yenilmez ilik,
balçıkta yükseltilmiş titreyen kilise:
sendeki hayat taciz etti gecesel taşı,
geri çekti kendini dokunduğunda yaraya,
çekip gitti kalkanlarla ve taçlarla,
berrak dişleri çekti,
yığdı savaşı karnında.
Karanlığın biçimlediği şey, parçalandı
şimşeğin soğuk özüyle,
yaşıyor senin hayatında, Okyanus.

Dünya yarattı insandan kendi cezasını.

Öldürülmüş canavar, çökmüş dağlar,
inceledi durdu ölümün yumurtasını.

Fakat senin çağının koşusu altında hayatta kaldı
o boğulmuş zaman diliminin kanatları,
ve yaratılmış ihtişam taşıyor
aynı kepekten zümrütleri,
o aç çamlar yutuyor
mavi çember ağızlarıyla,
dalgalı saç emiyor boğulmuş gözleri,
savaşan gezegenlerden yıldız mercanı,
ve balinanın yağla doymuş gücünde
kayıyor o toz eden karanlık.

Eller olmaksızın dikilmiş katedral,
gelgitin sayısız vuruşu altında,
tuz bir iğne ucu oldu,
kuluçkaya yatmış sudan bir bıçak ağzı oldu,
ve saf varlıklar, yeni saçılmış,
kaynaşıp durdu ve iç içe geçirdi duvarları
– mantarın gri mücevheriyle
kuş yuvalarından gruplar gibi –
kayana dek o kızıl tunik yere,
o sarı tanrılaştırma yeni bir hayat buldu,
büyüdü o kireç beyazı horozibiği.

Her şey oluşun kendisiydi, titreten öz,
et yiyen, ısıran taçyaprakları,
üst üste yığılmış çıplak kitle,
tohum ağırlığı bitkilerin bir seğirtişi,
nemli kürelerin kanaması,
yaratıkların bölünmüş sınırlarını deviren
sonsuz bir mavi rüzgâr.
Ve işte böyle dönüştü o dokunulmaz ışık
kendi menekşe cevherlerini ısıran bir ağza.
Okyanus, daha uysal bir biçim oldu,
hayatın apaydınlık mağarası,
karnında hayata gebe, kayan kitlesi
üzüm salkımlarının, dölyatağının dokusu,
filiz dişler savurmuş bilgiyi,
o sabah tazesi lenfin kılıcı,
çiftleşmenin keskin kokulu organları:
her şey zonkladı sende hayatla ve doldurdu suyu
boşlukla ve sallamalarla.
İşte böyle aldı hayatın tacı
kendi yabanıl aromasını, kendi köklerini,
ve dalgalar bir yıldız istilası oldu:
bel ve bolluk hayatta kaldı,
hotoz ve yayılma kaldırdı
köpüğün altın konuklarını.
Ve sahiller üzerinde titredi daima
denizin sesi, suyun gelin yatağı,
o rüzgârla uğultulu, yok eden deri,
yıldızın hiddetlenmiş sütü.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dokuma Tezgahları

Biliyorsunuz uyandığını karın
ovaların üzerinde, ya da daha doğrusu
Güney’in karanlık ilkbaharıdır, bu siyah kuşlar
göğüslerindeki bir damla kanla
görülür titredikleri, kanatlarını açan
sis muazzam bir kıştan, sıradağlardan
ve bakırdan ağırlığı altında direk.
Ve dokuma tezgâhları iplik iplik uğraşırken
çiçeği tekrar yaratmaya, yükseltti tüyü
o kızıl imparatorluğa, mavi
ve safran sarısıyla dokunmuş, ateşin
yağı ve onun sarı hükümdarlığı,
ağacı o menekşe şimşeğin,
kertenkelenin yeşil kumu.
Halkımın dokuma tezgâhlarındaki elleri,
derinde eksik olan yıldız tüyünü
tek tek işleyen o yoksul eller,
kasvetli renklerden Anayurt,
lif lif dolduruyor yerini gökyüzünün
insanlar aşk ve dörtnallar hakkında
şarkı söyleyebilsin diye, ateşe sürsün diye mısırı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Doların Avukatları

Amerikan cehennem, gündelik ekmeğimiz bizim,
yunmuş zehirde, başka bir ses
duyulur senin vefasız ateşinde:
yabancı şirketin
Kreol avukatıdır bu.

Kendi anayurdunda köleliğin zincirini
yapan odur,
küçümseyişlerle dolaşıyor
genel müdürlerin sınıfında
ve hor görerek bakıyor
yıpranmış bayraklarımıza.

New York’tan geldiklerinde,
o emperyalist keşif kolları,
mühendisler, istatistikçiler,
arazi ölçümcüsü, uzmanlar,
ve değer biçtiklerinde fethedilmiş topraklara,
kalaya, petrole, muza,
güherçileye, bakıra, mangana,
şekere, demire, kauçuğa, toprağa,
o zaman sarı gülüşlü
kasvetli bir cüceye benzer
ve verir itaatkar öğüdünü:

Bu yerlilere fazla para vermeye
gerek yok, aptalca
olur, sayın Baylar, bu maaşları
yükseltmek. Akıllıca olmaz.
Bu proleterler, bu yarı yerli kanı taşıyanlar
sadece sarhoş olmayı bilirler
bu kadar çok parayla. Hayır, Tanrı aşkına.
Bunlar ilkeldirler, daha fazla değil
vahşi hayvanlardan, çok iyi tanıyorum onları.
Çok fazla para vermeyin onlara.

Evlatlık alıyorlar onu ve üniforma giydiriyorlar ona.
Tıpkı bir gringo gibi giyiniyor,
bir gringo gibi tükürüyor. Bir gringo gibi
dans ediyor ve terfi ediyor.

Arabası ve viskisi var, gazete sahibi,
yargıç ve milletvekili yapıyorlar onu,
nişanlarla süslüyorlar onu, bakan yapıyorlar,
ve Hükümet’te dinliyorlar söylediklerini.
Tanıyor rüşvet alacakları,
tanıyor rüşvet almışları,
yalıyor tükürükleri, rüşvet veriyor, dağıtıyor madalyaları,
pohpohluyor, gülümsüyor ve tehdit ediyor.
Ve işte böyle boşaltılıyor limanlar arasından
kanayan cumhuriyetler.

Nerede oturuyor, diye soruyorsunuz,
bu mikrop, bu avukat,
bu ekşi mayası pisliğin,
kanımızda semiren
bu haşin, kana susamış bit?
Güneyde, ekvator bölgesinde yaşıyor
Brezilya’da,
fakat onun meskeni aynı zamanda
Amerika’nın merkezi kuşaklarıdır.

Chuquicamatas’da yalçın tepelerde
bulabilirsiniz onu.
Zenginliklerin kokusu peşinde tırmanıyor
dağlarda, geçiyor uçurumları
fermanlarıyla yasa kitabının
çalmak için topraklarımızı.
Puerto Limón’da bulabilirsiniz onu,
kardeşlerimizi zindanlara attıkları
Ciudad Trujillo’da, İquique’de,
Caracas’da, Maracaibo’da,
Antofagasta’da, Honduras’da,
suçlarken yurttaşlarını,
yağmalarken toprak işçilerini, girip çıkarken,
yargıçların ve toprak ağalarının yanına,
basını satın alırken ve yöneltirken
polisi, copu ve tüfeği
artık unutmuş olduğu ailesine karşı.

Smokin giyinmiş
mağrur yürüyor resepsiyonlarda
ve açılışını yapıyor anıtların
şu basmakalıp sözlerle: Baylar,
Yurdumuz hayatımızdan önemlidir,
çünkü anamızdır bizim, toprağımızdır,
düzeni savunalım, inşa edelim
yeni cezaevleri, yeni kodesler.

Ve ölüyor çok şereflice, vatansever
senatör, üstün aristokrat,
Papa’nın madalya taktığı,
anlı şanlı, şansın kendisine güldüğü kişi,
korkunç kişi, bakır cevherinde
ve ekmekte gömülmüş elleriyle
o katı, o derin toprakta,
ölüyor harap ve unutulmuş olarak,
tabutlarına hızla konulanlar
bizim ölülerimizin trajik soyu:
bir isim, haçta bir sayı,
rüzgârın titrettiği, kahramanların
adlarının baş harfleri bile silinip gitmiş.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

7 Ağustos 2014 Perşembe

Drimis Winterei

Adsız bitkiler, yapraklar
ve dağlardan teller,
yeşil havadan örülmüş dallar, yeni işlenmiş
oya iplikleri, karanlık metallerin kuytuları,
sonsuz bitey bir taç gibi
üstünde rutubetin, o yaygın buhar, o muhteşem su.
Ve arasında bu yaprak örgüsünü aramış bütün biçimlerin,
dokunulmamış döküm kalıplarının yağmurda
mucize eşini bulduğu bu yaprakların arasında,
ah ağaç, bir gök gürlemesi gibi uyanıyorsun sen
ve yeşil bir ihtişamla dolu tacında
uyuyor kış bir kuş gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünyadaki Ölüm

Emrederek gitti ölüm ve topladı
evde ve kazdı kendi vergisini:
öğle zamanında ya da ışığında gecenin
umut etti insanlar bir bıçakla ya da bir cüzdanla
öldürmeyi, ve öldürdü,
ve gömdü canlıları ve dalları,
katletti ve derisini yüzdü ölülerin.
Kendi ağını kurdu, ezilmiş,
emdi kanı; kokusu fark edilen av kanı
yola çıktı şafakla,
ve geri döndüğünde evine kazandığı zaferden
ölümün ve acizliğin parçalarıyla sarılmıştı,
ve ölüm yorgunluğuyla kazdı en sonunda
hüzün törenleri altında kendi izlerini.

Yaşayanların evi öldü.
Cüruf, parçalanmış damlar, lazımlıklar,
solucanların yediği sokaklar, mağaralar
paketlenmiş gözyaşlarıyla insanın.
- İşte böyle yaşayacaksın, emretti Ferman.
- İliğine kadar çürüyeceksin, dedi Şef.
- Kirlisin sen, yargıladı Kilise.
- Çamurun içinde yat, dedi onlar sana.
Ve bazıları uyandırdı külü
hükmetmesi ve karar vermesi için,
insanın çiçeği vururken
bunun için inşa edilmiş duvarlara.

İhtişamın ve taşın sahibiydi mezarlık.
Sessizlik herkese ve yüksek, sivri
bitkinin biçimlenişine.

Nihayet buradasın, nihayet bırakıyorsun bize
o kekre yabanıllığın ortasında bir deliği,
nihayet dinleniyorsun kaskatı arasında
yarıp geçemeyeceğin duvarların. Ve her gün
eridi çiçekler kokulardan bir akıntı gibi
ölülerin ırmağıyla birlikte.
Hayatın dokunmadığı çiçekler
düştü bıraktığın o mezarın üzerine.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünyanın Meyveleri

Nasıl tırmanıyor toprak mısırın arasından arayarak
süt beyazı ışığı, yoncanın yelesini ve katı fildişini,
olgun buğday başaklarının muhteşem ağını
ve çekirdekler gibi saçılan bütün altın ülkeleri?

Soğan yemek istiyorum, getir bana bir tane pazardan,
toprağın balmumu ve eşitliğe dönüştürdüğü
dolgun bir küre gibi kristal berrağı kardan,
atılacakken tereddüt eden bir dansöz gibi.
Avdan bazı bıldırcınlar ver bana, rayihasıyla kaplı
orman yosununun, derin tabakta suyu damlayarak duran
kral giysili balık,
limon yığınları altında
açmış solgun altın böceklerini.

Gidelim haydi. Kestane ağacının altında alazlanan ateş
bırakacak meyvelerin çıplak hazinesini korun üzerine,
ve bir kuzu bütün kurbanıyla ihya edecek soyunu
gırtlağında ambere dönüşünceye dek.

Dünyanın bütün armağanlarını ver bana, hâlâ yabanıl salkımlardan
sarhoş yeni vurulmuş orman güvercinlerini,
uysal yılanbalığını, ölümde gibi, ırmağa benzeyen,
yayan ufak tefek incilerini,
ve bir tabak ekşi deniz kirpisi
döküyor portakal sarısı deniz dibini
salatanın soğuk gök kubbesine.

Ve baharatlanmış tavşan
kokulardan çok ormanlı bir füg gibi
doldurmadan hoş kokusuyla öğünün havasını,
koşuyor öpüşüm Güney’in istiridyelerine,
tuzla doymuş ışıltıdan kabuğunda taptazeler,
bütün dünyanın sevdiğim özleriyle ıpıslak
ve kanımın sayısız bayraklarıyla
dalgalanan öpüşüm aceleyle varıyor.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

26 Haziran 2014 Perşembe

Ekvator

Tungagua’dan fışkırır kızıl petrol,
Sangay döker akışkan balı
karın üstüne,
İmbabura fırlatır yücelerinden
karla kaplı kiliseleri
balığı ve bitkileri,
ulaşılmaz sonsuzlukların
sert daldan ürününü,
ve ıssız tarlalara dek, bakırın ayını,
gıcırdayan binayı,
bırakırsın yara izlerin düşsün
damarlar gibi Antisana’nın üzerine,
Pumachaca’nın kıvrımlı yalnızlığında,
Pambamarca’nın kükürt ekşisi bayramında,
volkan ve ay, soğuk ve kuvars,
buz soğuğu alevler, felaketin
süren içgüdüsü, buharlaşan
ve fırtınayla kamçılanan miras.

Ekvator, Ekvator, var olmayan bir yıldızdan
menekşenin çektiği, süsenleşen halkın
kapladığısın meyvelerden sonsuz bir deriyle,
aldatmasıyla bir tur daha atıyor ölüm,
fakir köylüklerde alazlanıyor humma,
açlık bir pulluktur
toprağa geçmiş keskin dişleriyle,
ve merhamet çarpıyor göğsüne
güvenilmez kotraları ve manastırları
göz yaşlarının mayalanma süreciyle
yıkanmış bir hastalık gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

6 Haziran 2014 Cuma

Estrada

Belki gelir Estrada, o küçük,
eski cüce frakıyla,
ve iki öksürük nöbeti arasında
mayalanır durmaksızın Guatemala’nın
sidik ve göz yaşları
serpiştirilmiş duvarları.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

20 Mayıs 2014 Salı

García Moreno

Oradan geldi zorba.
García Moreno’ydu adı.
Eldivenli çakal, papaz odasının
sabırlı yarasasıdır o,
kül ve acı toplar
ipek şapkasında
ve akıtır pençeleriyle
kanını Ekvator ırmaklarının.

O güzelim rugan ayakkabılara
çakılmış küçücük ayaklarıyla
dans ediyor suçun tam ortasında,
istavroz çıkarırken ve balmumu sürünürken
sunağın önündeki merdivenlerde,
paltosunun etekleri bulanmış
resmi geçitlerin kutsal suyuna
yeni kurşuna dizilmişleri sürüklüyor arkasından,
parçalıyor ölülerin bağırlarını,
kaçan kemiklerini yönlendiriyor onların
tabutlara doğru, giyinmiş tüylere bürünmüş
elbisesini büyücünün.

Yerlilerin köylüklerinde akıyor
ölçüsüzce kan, hüküm sürüyor korku
bütün caddelerde ve karanlık yerlerde
(yankılanan ve gecede çağlayan kaygı
yaşıyor çanların altında) ,
ve Quito’nun üzerinde ağır basıyor
manastırların kalın duvarları,
yalçın, dokunulmaz, mühürlenmiş.
Her şey uyuyor kornişlerdeki
oksitlenmiş altından çiçek süsleriyle
asılı duran takdis edilmiş
merteklerinde uyuyor melekler,
her şey uyuyor papazsı
bir dokumada, her şey acı çekiyor
altında zar gibi gecenin.

Fakat uyumuyor zulüm.
Beyaz bıyıklı zulüm
dolaşıyor eldivenleriyle ve pençeleriyle
ve şişe geçiriyor karanlık yürekleri
gücün parmaklıklarında.
Bir gün ışık bir hançer gibi
sızana dek saraya,
açılır yelek ve bırakır bir şimşeği
lekesiz gömleğe.

Böyle terk etti García Moreno
bir kez daha sarayı
aceleyle mezarları teftişe,
gayretli bir cenaze levazımatçısı,
fakat bu sefer yuvarlandı ta
katliamın dibine, tutuldu
o rutubetli morgda
isimsiz kurbanlarının arasında.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı