Şiir, Sadece: 2011-01-09

13 Ocak 2011 Perşembe

At My Touch It Turns Into A Faded Rose

It falls off a lot of people, heaven knows,
Yet no passerby catches sight of it,
I bend and pick it up,
At my touch it turns into a faded rose.

In one of those big cities
He wanders at this or that crowded spot
In the country at a far-off place where he is
In a hotel room or a coffeehouse;
Wherever he goes at this late hour
He sticks his hands into his pockets
And through cigarettes and pieces of paper
It gently slips out and goes,
I bend and pick it up, no one materializes
At my touch it turns into a faded rose.

Or it lingers on the lipstick
That a lonely girl takes off
On the threshold of another weary night
When she rests her head on the pillows
Sometimes at midday it cuddles up to me
You know it's on that same cloud of sorrows
That descends mostly at autumn or at rainfall.
I reach out and clutch it, no one materializes
At my touch it turns into a faded rose.

On hands and lips and desolate inscriptions
It gets caught in nets drawn across the night
Panting like a wounded animal
In anguish, he yearns to escape the net's throes
And to run along the roads or the mementoes.

Time and time again I take it along, it stays awake all night
Stirring in darkness, whenever I touch it
At my touch it turns into a faded rose.


Behçet NECATİGİL

Yıldızlarda Uyku

Şehre çöken karanlık
Sokakta bir adam gördü.
Kattı adamı önüne
Evine götürdü.

Adam dinlendi biraz,
Sofraya oturdu.
Yemeklerini yediler,
Annesi çocuğu yatırdı.

Şehre çöken karanlık
Her gece başucunda
Yalnız korkan çocuğa
Masallar anlatırdı.

O gece garip bir şey oldu:
Karanlık uzandı göğe,
Gökten bir yıldız aldı,
Odaya getirdi.

Boşlukta dönen yıldız
Işık ışık bölündü.
Renkli maytaplar gibi
Çocuğun üstüne döküldü.

Çocuk hemen uyudu
Uykusunda güldü.



Behçet NECATİGİL

Tahta Kürsü Çocuklar

Tahta sınıfa karşı
Kürsü tahtanın yanında
Sınıfta otuz çocuk vardı.

Tahtanın önünde silgi
Üç dört tebeşir
Öğretmen içeri girdi
İlk ders cebir.

Tahta tahtadır ama
İnsanlardan anlayışlı
Hiç sevmediği halde
Tahta cebiri kavradı.

İkinci dersin öğretmeni
Geçti kürsüye oturdu
Tahta yan gözle ilgili
Öğrendi Auguste Comte'u.

Üçüncü derste tahtaya
Bir öğrenci kalktı fakir
Yaz dedi öğretmen yazdı:
"Hayata neş'e güneştir
Melal içinde beşer
Çürür bizim gibi..."

Tahta şairin halini
Çocuğunkine benzetti
Üzüntüler, yoksulluklar elinde
Çocuk da çürüyüp gitmişti.

Dördüncü ders boş geçti
Zil çalsın bekle çalmaz
Tebeşiri kaptığı gibi
Bir çocuk geldi haylaz
O canım mısralara
İki çizgi çizdi çapraz
Yazdı iri iri:"Yuha!"
Kayboldu tahtanın nuru
Kayboldu tahta
Sonraki çizgiler altında.



Behçet NECATİGİL

Solgun Bir Gül Dokununca

Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.


Behçet NECATİGİL

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.


Behçet NECATİGİL


Nilüfer

Benim oralarda hiçbir işim yoktu
Şeytana uydum,
Aç ahtapotlar kaynaşırken dipte
Kaypak kalabalıkta sürükleniyordum.

İnce yüzünüzde üzgünce bir bakış
Birden sizi gördüm,
Açtı arı doruklarda bir safran
Durdum.

İlk sevgili güldü yitik anılardan
Mutsuz, yalnız
Sessiz kınamanızı, utançlarda küçülmüş
Aldım, geri döndüm.

Gelsem,
Siz yine orada mısınız?




Behçet NECATİGİL
 
 

Kirli Soru

Benim oralarda hiçbir işim yoktu
Şeytana uydum,
Aç ahtapotlar kaynaşırken dipte
Kaypak kalabalıkta sürükleniyordum.

İnce yüzünüzde üzgünce bir bakış
Birden sizi gördüm,
Açtı arı doruklarda bir safran
Durdum.

İlk sevgili güldü yitik anılardan
Mutsuz, yalnız
Sessiz kınamanızı, utançlarda küçülmüş
Aldım, geri döndüm.

Gelsem,
Siz yine orada mısınız?


Behçet NECATİGİL

Gizli Sevda

Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce.

Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan burdan,
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan.

Seni sordu
Hiç değişmedi, dedim,
Bildiğin gibi...
Anlıyordu.

Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri..
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selâm söyledi.




Behçet NECATİGİL

Kırmızı Bayrak

Çelik tekerleklerle yağmur gecesi,
vagonların sarsıntısı, kükremesi
her vadiyi demiryoluna bağlıyor
ve trenin genzinden gelen çığlık
bölerek yankılanıyor evden hiçbir yere
kadar yarı yolda. Ağız mızıkanla
çaldığın Kırmızı Bayrak'ı dinliyorum,
ansızın biten çocukluğun son gününde
trenler alıp götürmüş yangın yerine.

1931. Baban yeni dönmüş üç ay süren
mahpusluktan; sen dikilmiş duruyorsun
onun arkadaşlarıyla birlikte duman dolu
bekleme odasında istasyonun; tren
lambaları karartıyor; alıp götürüyorlar
onu. Küçücük bir çocuktun o zamanlar,
dört yaşında, aklının kesmediği olayların
suç ortağı, olup bitenleri annen
ya anlatmıyor ya da anlatamıyor ki.

Belalı bir çağda kahramanlara gerek duyulunca
yetim kalanlar uyanırlar gece trenlerinin
dağda bayırda öten düdüğüyle,
noel ezgileri çalınır, sonra çamlar, rüzgar,
bir çelik damda kozalaklarla dallar. Sokakta
bekleyip duruyorsun sevdiğin kızı. Sen beklerken
ötede eski bir toprak setin ordaki el arabası
üstü zehir zıkkım baklalarla kaplı
örtüyor babanın açtığı yolları, bıraktığı izleri.


Michael Jackson
Türkçesi: T. S. Halman

12 Ocak 2011 Çarşamba

Dostlar Bilin Şimdiden Geri Nam-u Nişan Olmaz Bana

Dostlar bilin şimdiden geri nam-u nişan olmaz bana
Ben dost havasına düştüm belli beyan olmaz bana

Hakk'ın tecellisi yetti cismim toprağın tozuttu
Hep benliğim benden gitti yadlı yaman olmaz bana

Ne canım kaldı ne tenim ne oyum derim ne benim
Ben beni bilmezem kimim ad ile san olmaz bana

Nazar eylen bana n'oldum ölümü yok dirlik buldum
Soru hisap hep ben oldum sırat mizan olmaz bana

Acayip devrana erdim la'sı yok illa'dır virdim
Ben Mevla'm didarın gördüm özge seyran olmaz bana

Çünki ben yar ile yarım Mansur oldum dikin darım
Nesimi'yem yüzün derim assı ziyan olmaz bana

Görün Seyyid Seyfullah'ı kendide bulmuş Allah'ı
Ben dostu gördüm billahi şekk-ü güman olmaz bana


Nizamoğlu

Bir Dertliyim Derdim Vardır

Bir dertliyem derdim vardır
Ya ben nice dönmiyeyim
Her dem işim ah-u zardır
Ya ben nice dönmiyeyim

Aşk odu yürekde yanar
Beni gören mecnun sanar
Gökyüzünde Ay gün döner
Ya ben nice dönmiyeyim

Gel şekki gönülden gider
Mü'minlerde inkar nider
Melekler Arşı devreder
Ya ben nice dönmiyeyim

Biziz ümmet-i naciler
Din yolunda duacılar
Ka'bede döner hacılar
Ya ben nice dönmiyeyim

Bu sırra münkirler ermez
Dost yüzünü körler görmez
Çarh-ı felek döner durmaz
Ya ben nice dönmiyeyim

Yeller eser deniz coşar
Irmaklar dağlardan aşar
Döne döne sular taşar
Ya ben nice dönmiyeyim

Seyyid Nizamoğlu tek dur
Münafıkın işi şektir
Evvel ahır dönmek haktır
Ya ben nice dönmiyeyim


Nizamoğlu

Gözlerin İçin Üç Şiir

I.

gözlerin haki
savaşta mısın
av partisinde mi?

Ev kedisi olmak istemem ama
ölmekten öyle korkuyorum ki


II.

seninkiler kedi gözü gibi ışıl ışıl
gündüz yanıp sönüyorlar
gide gide yine de gide gide

sen bana gelirsen eritirim
camları söndürürüm ışıkları
yatarım püsküllü salkım söğüdün üstüne


III.

nasıl külrengi yeşilimsi su
çukurlara yan gelip yatar da
dört dönerse burgaçlarında

nasıl yeşiller küçülüp giderse
külrengi kalınlaşınca ürkerse
rüzgar tıka basa doldururken bulutları
koyun bir ucundan bir ucuna
senin gözlerin de öyle zonkluyor
sonra illetten kurtuluyor çabucak
liman kararınca benim üstümde


Rachel Macalpine
Türkçesi: T. S. Halman

11 Ocak 2011 Salı

Trende

bir kadın konuşabilir bir kadınla
ve bir adam konuşabilir bir adamla

kadın kocasının- nasıl öldüğünü anlatır
ve nasıl bu sürekli baş ağrısına

sahip olduğunu fakat ilaçların
şişmanlattığını onu, sersemlettiğini

yetmiştir ona bir kafa
içi dolu sosis etiyle

ölümü düşünür mü
ya da ölümden sonrasını?

bazen düşünür ve geçen hafta
bir içki dolabı satın almıştır

uyuşturucunun gizini bilir
nasıl bir karanlığa çektiğini

Tanrının olmadığı, gerçeğin şiddetle estiği
(ah insan nasıl da yalanlara sarılır!)

hemşireler elini tutarlar
seyrederek ağlayışını

seyrederek şaşkınlık duymadan
ruhunun geri tırmanışını

insanlar ona karşı iyidir


Rachel Macalpine
Türkçesi: Ali Cengizkan

10 Ocak 2011 Pazartesi

Yayla Havası

Yapayalnız doğduk
ve yalnız öleceğiz;
Henüz gördük kızaran bulutları
parlayan karlı dağın üstünde.

Yayla yolu üzerinde
yürü dur, garipçik:
Teslim et göktekine
kızgın yüreğini.


James K. Baxter
Çeviren: M. Uyguner