Şiir, Sadece: 2017-10-29

4 Kasım 2017 Cumartesi

Anne

Alçakgönüllü bir ezgi gibi usulca geliyor adın
ve beyaz kumrular uçuyor ellerinden

Anılarım hep beyazlar giydiriyor sana
buradakilerin uzaktan izledikleri bir çocuk oyunu gibi

Bir gök ölüyor ellerinde ve inceliğinde bir başka gök doğuyor
Sevecenlik bir çiçek gibi açıyor yanında seni düşünürken

Sesin yağmur kadar ilkel
Seninle ufuk arasında

Güller de şarkılar da sessizdir sen varken


Carlos Oquendo De Amat
Çeviren: Ülkü Tamer

Avuçlar ve Gitar

Şimdi, ikimizin arasına, buraya,
benimle gel, bedenini elinden tut getir
birlikte yudumlayacağız ve bir an için geçeceğiz yaşamdan
ölümümüze ortak iki yaşama.
Şimdi, senle gel, bana bir iyilik et
benim adıma yakınarak kasvetli gecenin ışığında
tutup ruhunu elinden getirdiğin
ve biz yavaşça kendimizden yükseleceğiz.

Bana gel ve sana, evet,
eş adımla, birbirimizi farklı adımlarda görebilmek için
son geçiti kaydederek.
Geri dönünceye dek! Bir sonraya dek!
Okuyuncaya dek, bilmezler!
Geri dönünceye dek, hoşçakal diyelim!

Nedir tüfekler bana,
dinle;
dinle beni, nedirler bana
kurşun zaten imzamın saflarında geziniyorsa?
Nedir kurşunlar sana
tüfek zaten kokunda tütüyorsa?
Bu gün yıldızımızı
kör bir adamın kollarında tartacağız
ve benim için bir kez şarkı söylediğinde ağlayacağız.
Bu aynı günde, güzle kız, eş adımınla
ve benim uyarımla esenli cesaretinle,
kendimizden çıkacağız, ikişer ikişer.
Körleşinceye dek!
Taa
böylesi bir dönüşten ağlayıncaya dek!

Şimdi,
ikimizin arasına, getir
ince kişiliğini elinden tutup
birlikte yudumluyacağız ve bir an için geçeceğiz yaşamdan
ölümümüze ortak bir yaşama.

Şimdi, senle gel, bana iyiliğini et
bir şeyler söylemenin
ruhunda bir şeyler çalmanın, avuçlarını çırparak.
Geri dönünceye dek! O zamana dek!
Ayrılıncaya dek, hoşçakal diyelim!


Cesar Vallejo
Çeviren: İpek Göldeli

Kara Haberciler

Öylesine zorlu darbeler var ki yaşamda ... Bilmiyorum
Tanrının lanetinden gelircesine darbeler; karşılarında
çekilen tüm çilenin dalgası
ruha dolarcasına ... Bilmiyorum.

Azdırlar, ama ... Karanlık yarıklar açarlar
en azgın yüzde ve en güçlü kalçada.
Barbar Attila'ların tayları olacak herhal onlar;
ölümün bize yolladığı kara haberciler ya da.

Ruhun Mesih'lerinin büyük dönüşüdür günaha,
yazgıcı küfredilmiş olmaz olası bağlılığa.
Şu kanlı darbeler çıtırdamasıdır
bir somunun bizi kavuran fırın kapılarında.

Ve insan ... Zavallı ... Lanetli. Çevirir gözlerini
omuzlarımızın üstünden bir el çırpmasıyla çağırdığımız günkü gibi;
çevirir çılgın gözlerini, ve set çekilir
bakışında suçun gölcüğünü taşıyan, yaşanılanın tümüne.

Öylesine zorlu darbeler var ki yaşamda ... Bilmiyorum.


Cesar Vallejo
Çeviren: Adnan Özer

Kitle

Savaş sona erdiğinde
ve savaşçı öldüğünde, bir adam vardı yanına
"Ölme seni öyle seviyorum ki!" dedi.
Fakat ceset, ah! sürdürdü ölmeyi.

Yaklaştılar iki adam ve yinelediler:
"Bırakma bizi! Cesaret! Dön yaşama!"
Fakat ceset, ah! sürdürdü ölmeyi.

Milyonlar vardı çevresinde
yalvarıp bir ağızdan: "Kal kardeş!"
Fakat ceset ah! sürdürdü ölmeyi.

Sonunda yeryüzünün tüm insanları
sardılar çevresini; ceset baktı onlara kederle,
içlenip; usul usul karıştı aralarına,
kucakladı en öndekini; koyuldu yürümeye ...


Cesar Vallejo
Çeviren: Adnan Özer

3 Kasım 2017 Cuma

Bir İspanyol Cumhuriyetçisine Ağıt

Bir kitap duruyordu yerde, cansız belinin yanında,
filiz sürüyordu bir kitap ölüsünün üstünde.
Alıp götürdüler yiğidi,
ve somut, mutsuz ağzı karıştı soluğumuza;
hepimiz terliyorduk, gövdelerimiz bir yük;
dolanan ay ardımızda;
ölüsü de terliyordu acıdan.

Ve bir kitap Toledo savaşında,
ardında bir kitap, üstünde bir kitap
filiz sürüyordu ölüsünden.

Mor elmacık kemiğinin şiiri,
söylemekle susmak arası,
yüreğinde taşıdığı
o yiğit bildirinin şiiri,
yalnız bu kitap kalmıştı geride,
çünkü mezarda böcekler yoktu
ve gömleğinin kolları yanında
kanına bulanan hava
buğulanıyor, sonsuzlaşıyordu.

Hepimiz terliyorduk, gövdelerimiz bir yük,
ölüsü de terliyordu acıdan
ve bir kitap, gözlerimi yaşartan
bir kitap, ardında bir kitap, üstünde bir kitap
filizlendi ölüsünden coşarak.


Cesar Vallejo
Çeviren: Cevat Çapan

Kara Taş Aktaş Üstüne

Paris'te öleceğim boşanan yağmurlarla,
anısını şimdiden yaşadığım bir günde.
Paris'te öleceğim -bu da koymuyor bana-
belki de bugün gibi bir güz Perşembesinde.

Bir Perşembe olacak, çünkü bugün, Perşembe,
yazarken bu dizeleri durmadan sızlıyor kolum,
ve hiçbir gün, geçtiğim yollarında yaşamın,
yalnızlığı içimde bugün gibi duymadım.

Cesar Vallejo öldü, dayak yiye yiye herkesten,
oysa kimseyi de incitmemişti:
koca sopalarla vurdular,

Kalın urganlarla dövdüler;
tanığı Perşembeler, kollarında kemikler,
yalnızlık, yağmurlar, yollar ...


Cesar Vallejo
Çeviren: Cevat Çapan

Bir Adamın Adamları'ndan Üç Parça

I.

Yeşil yaprak. Gün ortasında
Kaynaşması
Tepeden tırnağa çıplaklığın. Varlığın
Işıltısı, küçüklüklerle dolu varlık.

Hiçbir şey yok artık
Bu ufacık
Bolluktan başka.
Ah, Tanrının bir hecesi
Geçip gidiyor titrek havada!

Şimdi
Varlık saydam, duru.
Şimdi
Zonklayarak salt gerçek
Olmuştur, yaşayan bir sınır
Beni sürdürüyor kıskıvrak
Her şeyden ayırıyor beni
Kendi içinde ...
Tanrının adası, öğleyin türkülerle!


II.

Zamanın kum tanecikleri
Düşüyor
Kaçıyor...

Günler-
Soğuk ve obur balıklar -
Azap
Sonsuz bir ırmak.

Bu adam:
Sessizliktir, çürüyüştür
Gözleri
Bacakları
Yırtık giysisi
Pis pabuçları ...

Aranıyor
- Kimbilir neyi - soğuk gölgede.
(Gecenin sarp yamaçlarında
dolaşan bir kedi gibi
Tanrı adamın kemiklerinden geçiyor.)


III.

Korku
Gölgelerden çıkıp gelen o kedi
bekliyor
erkek helalarında.
(Göremezsin girdiğini; işitmezsin adımlarını.)

Korku, salt korku
Keskin,
Uçsuz bucaksız, ürpertici dişler
Kemiriyor kemiklerimizi

Yaralar açıyor
Ürküntülü etimizde
Kanımız
Başıboş, bozuk kanımız.

İnsanların oturduğu odalara bakın hele!
Dört duvar,
Dam,
Pencereyle kapı
Boşlukla karşı karşıya ...
İçerde -hey gidi yaralı zaman-
( Göremezsin girdiğini; işitmezsin adımlarını)
Hantal bir darbe, bir yudum
Sessizlik, hiçlik ...


Francesco Perez - Maricevich
Çeviren: Talat Sait Halman

2 Kasım 2017 Perşembe

Uyanış

Çünkü birisi şafağı ördü
Taptaze düşen çiğle
Uyuyan kireçle

Çünkü birisi nakış gibi işledi balıkları
Irmağın bir kanadından bir kanadına
Sisli yaprakların çilesini çözerekten

Çünkü birisi çiğin liflerini ürküttü
On iki burcun içini dışını
ve yıldızları ezdi ateşböcekleri gibi

Çünkü birisi kuledeki sessizliğin yapraklarını yoldu
Cam doldurdu çanın içine
Yapraklar

Çünkü birisi gözlerle ormana çevirdi anıları
içeri çekerek keten çarşafları

Çünkü birisi şafağı ördü
Islak otların iplikleriyle

Çünkü birisi günün borusunu öttürdü.


Ruben Bareiro Saguer
Çeviren: Talat Sait Halman

Cansız Köklerden Un

Eski çağların köklerinde un
-epeski açlık-

Canevlerinin kapılarından öte
Şu sizin isteksiz alıcılar
Kükreyen fırınları alabora eder.
Artık konuk kadına
Canının istediği kadar laf çıktı demektir.

Önce gece
Taze çarşaflarla.

Deri gerilmiştir çırçıplak
Kan denizi üstüne
nabız gibi atan bayram davulu -

Gözler olta atmıştır düzlemine
ellerle dilin.
Balçığın kendi vaktini al
Derinliklerden çamur çıkarmak
Ve siesta güneşinin ateşinde pişirmek için.


Ramiro Dominguez
Çeviren: Talat Sait Halman

Tanrının Limanı

İşte kayıtlar,
Rakamlar,
Çizelgeler,
Başkalarının alınterinin sayımı!

Kahkaha dağarcığı,
Kaygı ve açlık yükü,
Çaput hamulesi,
Istırap ve kan envanteri,

Öfke yükü,
Ağaç yükü
Gazap ve hakaret
içki, köpekler, sıcak
Ve yüzlerinden açlık akan barbar yığınlar

Balta girmemiş orman.
Binlerce yıldır lekelenmişler
Kıyasıya, oburca saldıran suçlarla,
Tükürerek söverek.

Kayıtlar,
Rakamlar,
Çizelgeler,
Başkalarına verilen cezaların sayımı...

Ve sonra
yoksul, zavallı insanların alın teri!


Elvio Romero
Çeviren: T. S. Halman

1 Kasım 2017 Çarşamba

Gölgelerin Koparttığı

Juan ile Pedro'yu alıp götürdüler, ellerini kestiler:
biri sağda kanatsız kaldı
ötekini gölge örttü
sol koluyla.
Andres'in nutku tutuldu
Antonio ana avrat sövüyor sessizliğe.
Maria çıt çıkarmıyor, boğazı kuru,
serzenişi yok onu cezalandıran edasıyla
attığı tavan adımlardan başka.
Ortiz'in yüreğini söktüler
türkü söylüyordu
tuzlu su balıkları şimdi
kumsal boyunca ölü.
Kuzey Rüzgarı gibi bir nefret var
kopup geliyor da zehirliyor ırmakları
Sandal: sal,
ay: kılıç
ve zehir koşuyor alev gibi.
Nice türkü söyleyip dua etseler duyamazlar ki
o sağır cılk yara kulaklarla.
Birbirlerine sarılamazlar artık
çünkü elleri koptu gitti.


Elsa Weizell
Çeviren: T. S. Halman

Bu

Bu aşk doğdu içimde
sözlerden
ısırılmış acıyla
şimdi sürüp gidiyor büyüyor
yüreğin kendi itilimiyle.
Artık adsız gecenin
ayazı kopup gelse bile
hırpalamıyor beni.
Acısını çekmez oldum
çığrışan neşidelerin
bir başka susuzluğun.
Aşk duruyor yerli yerinde
ölümümün
gizli omurgasında.


Elsa Weizell
Çeviren: Talat Sait Halman

Bendeki

Özveri
Dört yanda
Ve yaralı taşbebeği
Çocukluğun.
Düşler
İtti beni
Eylüle doğru
Ansızın
Bir telaş
Tanıdım erkeği.
Esirgedim türküyü
Çekingen
Güz içerisinde
Kurdum evimi
İki penceresi var
Biri ağaç gövdesi biri çiğ.


Elsa Weizell
Çeviren: T. S. Halman

31 Ekim 2017 Salı

Testi Yapan Kadınlar


Bir düşünseniz testilerin kıvrımlarını -
kıpkırmızı öpücükleriyle ateş perdahlar kili
ve suyun depreşen şifası bir sığınak bulur.
Bir düşünseniz o yuvarlak ve titiz elleri -
kumların sarkan dilindeki iştaha
olanca durgunluğunu sebil ederek
testinin ham maddesini dalga dalga getiren
ırmaktaki küplere biçim veren, can veren eller.
Bir düşünseniz.

Hem bu yurdun hem uzakların kadınları -
saç örgüleri hamaktır,
kara salıncaklar gibi kalın -
çene kemikleri çıkık
yüzlerinin cılız tirşesini yırtarcasına,
dudakları sımsıkı oldum olası -
ta o zamandan beri,
törende sütle kucaklaşmayı uzatmak için
ana memesini ittiklerinden beri.

Testi yapan kadınlar.
Ayakları nasırlı, pis, gergin,
damarlar kaslar coğrafyasında kumların örttüğü çelik,
eğri büğrü ayaklar, baştan başa bolluk,
hepsinin işi gücü toprağın alınyazısı olmak,
taşımak desteklemek güç vermek,
ayakların somut ve yalın görevi.

Kuru kuru et, güneşte, öğle sıcağında ışıltılı ve kavruk
ve birtakım kararmış eller, yarık,
testilerin düşünü görmek için hep uyanık.

Su. Kadın. Toprak.
Bir düşünseniz.


Jose-Luis Appleyard
Çeviren: Talat Sait Halman

Ekmek

Ekmek ara.
Koş peşinden.
Koş. Uyu. Uyan.
Yeniden başla.
Koş. Ara.
Ye. Uyu.
Başka bir şey yapma.
Ekmek ara.
Koş peşinden.

Dudaklarına getir titreyerek.
Ye ekmeği.
Koş.
Uyu.
Yıllanmış sokaklardan git gel.
Koş.
Yemek için-
iki ayağınla.

Görmek için gözleri
Ve sert kırıntılar üstünden
Salyası ağır aksak süzülen acı ağzı.
Ekmek ara.
Koş peşinden.
Kavgaya tutuş uğrunda.
Yarala gerekirse.
Ye.
Uyu.

Yeniden doğma sakın.
Yaşamak budur işte.
Ama yaşamak
Düşünmek değil artık
Sevişmek değil, var olmak değil.
Ye.
Uyu.
İyisi mi: öl.



Jose-Luis Appleyard
Çeviren: Talat Sait Halman

Ülkemin Erkekleri

Ülkemin erkekleri, bu toprağın insanı.
İşte daha şimdiden ölü görünüyorlar;
derin bir uykudalar dıştan bakıldığında,
içten bakarsan savaş düşlerine uyanık.

Onlar hep bu topraktan, ta kendisi toprağın:
Ölmüşlerinin yapraklarıyla yürüyorlar
görüntü yok, yolar yok, çöller de yok artık;
her ne varsa savaşın izini gösteriyor.

Eski yaralar kendi derilerini deşmiş,
çiçeklerin açtığı derinliklerden kökler
sere serpe fışkırmış nadas tarlalarına.

Ülkenin erkekleri, bu toprağın insanı:
göğüslerinin kanlı rengi öyle güzel ki
onlar savaştığında Barış tomurcuklanır.


Augusto Roa Bastos
Çeviren: Talat Sait Halman

30 Ekim 2017 Pazartesi

Saat Sıfır'dan

Orta Amerika'nın tropikal geceleri,
ayın altında güller ve yanardağlar
ve başkanların saraylarında ışıklar,
kışlalar ve hüzünlü boru sesleri
sokağa çıkma yasaklarında.
Ubico bir sigara yakarak,
"İdam kararlarını sigara içerken verdim," diyor,
pembe bir doğum günü pastasına benzeyen sarayında
Ubico nezle olmuş,
Dışarda fosfor bombalarıyla dağıtmışlar halkı.
Gecenin karanlığı altında San Salvador,
odalarda, pansiyonlarda muhbirler
ve çığlıklar karakollarda.
Halk taşa tutmuş Carias'ın sarayını.
Çalışma odasının camı kırılmış
ve polis ateş açmış halka.
Çikolata rengi sarayın pencerelerinden
makineli tüfekler için bir hedef Managua,
sokaklarda kol geziyor çelik yelikliler.

Gözcü, gecenin kaçı?
Gözcü, gecenin kaçı?

Paralarını sombrerolarında saklardı Honduraslı köylüler
toprağı kendileri ektiklerinde
ve Honduraslıların olduğu zaman toprak.
Paraları olduğu zamanlar.
Yabancılara borçları olmadığı zamanlar,
vergilerini Perpont Morgan and Company kesmeden önce,
yemiş şirketi küçük ekiciyi ezmeden önce.
Ama United Fruit Company geldi yan şirketleriyle
Tela Raulroad Company'yle,
Trujillo Railroad Company'yle,
yan kuruluşu Cuyamel Fruit Company'yle.
Vaccaro Brothers and Company'yle,
sonra Standard Fruit and Steamship Corporation'a bağlı
Standart Fruit and Steamship Company'yle:
United Fruit Company'yle,
darbeler düzenlediler ayrıcalıklar sağlamak için
milyonlarca dolarlık ithalatlardan, ihracatlardan
vergi iadeleri sağlamak için
yeniden düzenlemek için eski ayrıcalıkları,
yeni sömürülerine yatırımlar sağlamak için
anlaşmaları bozmak için, bozmak için
Anayasa'yı...
Yükümlülükler vardı ortada
(ulusun yükümlülükleri, Şirket'in değil)
günün birinde eğer
99 yıllığına bedavaya verilmiş
o varlıklara el koyarsa ulus
koşullar vardı (Şirket'in koşulları)...
"işbu anlaşmada imzası bulunan şirketin kurmuş
bulunduğu
ya da ileride kuracağı şirketler de
bu anlaşmanın daha önceki maddelerinde belirtilmiş
haklardan
aynı koşullarla yararlanma olanağına sahiptir..."
(Dili de bozdu Şirket.)
Şirket demiryolu kuracaktı koşullara göre
ama kurmadı,
çünkü katırlar daha ucuzdu demiryolundan Honduras'ta
- ve Zemurray'ın dediği gibi -
"milletvekili katırdan da ucuz"du,
vergi bağışıklığından yararlanıyordu yararlanmasına
Şirket'e armağan edilmiş 175.000 dönümden yararlanıyordu
yararlanıyordu
yapmadığı her mil için para ödeyecekti ulusa
hiçbir şey yapmadı, hiçbir şey ödemedi.
(Diktatör Carias'ın bir rekoru var:
demiryolu yapmama rekoru)
ve sonunda yapıldı demiryolu
ulusa beş paralık yararı yoktu
Trujillo ile Tegucialpa arasında değil,
iki işletme arasında yapılmıştı çünkü.

Dili bozuyorlar, Parlamento'yu.
İşletmelerde çürümeye bırakılıyor muzlar
ya da demiryolu yanındaki vagonlarda çürümeye bırakılıyor
ya da dallarda bekletiyorlar uzun süre onları
rıhtıma gelince geri çevrilsinler
ya da denize dökülsünler diye;
hevenkler zedelenmiş diyorlar, muzlar küçük diyorlar,
kurtlu diyorlar, ham diyorlar, fazla olgun, çürümüş diyorlar:
muzun satış fiyatı düşmesin diye bütün bunlar,
ve kendileri ucuza kapatsın diye.


Ernesto Cardenal
Çeviren: Ülkü Tamer

Güz Dizeleri

Kokuşlanır sana düşende gönlüm;
öyle tatlıdır ki bakışın işler derinlere.
Tanırsın dudaklarında mutluluğunu yeryüzünün,
köpüğün aklığıdır ayaklarının dibinde.

Geçip giden sevdanın güzelliği ne kadar kısa,
sunar aynı yazgıyı neşeye ve kedere de.
Bir saat önce bir ad kazıdım kara;
bir dakika önce söyledim aşkımı kum üstüne.

Sarı yapraklar düşer kayın korusunda,
pek çok aşığın çift çift dolaştığı.
Ve hayali bir şarap kalır gözün kupasında
senin güllerinin, baharın yapraklarının döküldüğü.


Ruben Dario
Çeviren: Adnan Özer

Gri Majör Senfoni

Deniz civalı, uçsuz bir cam gibi
yansıtır levhasını çinko bir gökyüzünün,
uzak kuş sürüleri kirletir
cilalı tabanını solgun grisinin.

Güneş toparlak ve donuk bir vitray gibi
hasta adımıyla yürür doruğa;
dinlenir gölgede deniz rüzgarı
yastığıdır kara trompeti.

Kurşuni karnının dalgaları salınır
iskelenin altında inlercesine.
Düşünür bir denizci, kaf diyarının,
uzak sisli bir ülkenin sahillerini
bir halatın üstüne oturmuş, tüttürürken piposunu.

Şu ihtiyar deniz kurdu. Kavurmuş yüzünü
Brezilya güneşinin yalaz ışınları;
görmüşler içerken bir şişe cinini
Çin denizlerinin yaban tayfunları.

İyot ve güherçileden kötü kokan köpük
tanır öteden beri kırmızı burnunu,
kıvırcık saçlarını, atletik pazularını,
yelken bezinden kepini, pamuklu yeleğini.

Tütünden çıkan duman bulutunun ortasında
görür o ihtiyar uzakları, sisli diyarı,
sıcak ve altuni bir akşam
yelkenleri salınmış çektirgeyle çıktığı.

Tropik siestası. Uyur deniz kurdu.
Ve sarıp sarmalar onu grinin tüm tonları.
Sanki yumuşak devrisi bir gölge kalemi
siler ufuğun kavisli çizgisini.

Tropik siestası. İhtiyar ağustos böceği
dener boğuk sesli, emektar gitarını
ve ses verir çekirge tekdüze bir solodan önce
kemanının tek teli üzerinde.


Ruben Dario
Çeviren: Adnan Özer

Görevin Kokusu

Hastalandığında, gize benzer bir şeylerin
atlandığını gördü düşünde.
Onu betimleyemiyoruz.
ne o ne ben,
fakat
geçip gidiyordu o korkusuzca
şaşkınlığın, tehdidin, korkunun ve umutsuzluğun
yapmacıkları arasından.
O anda biliyordu
bu garip kişinin her şeyini
dizginsizce giden bu kişinin
görev kokusuyla dolu düşüncelerini:
Şöyleydi onursallık listesi:
yararsızın ıslahı,
geniş imparatorluğu yapmacığın,
sefil kalıntıların titrek sahibinin Kocaman Dünyası,
ve gelip geçici sevgilerinin parlaklığını ve uçuculuğunu
ya da can çekişmesinin resmini bulgulayanlar;
karşılıklı nefretin telgrafla iletiminde,
ya da birbirine bağlananları bağlayan bağın gölgesinde
aşağsamasında aynı varlığın
böyledir değerler. Akşamları ve günleri
patlayan kızgınlıklarla doludur, kaygısızdır gene de
gene de.
Gece, yalnızlık, kafesler arasında düşünce
derin uyuşukluk içinde görüyor geldiğini
sığınağına kadar hastalık nöbetlerinin


Francisco Cervantes
Çeviren: M. Uyguner