Şiir, Sadece: 2009-06-07

13 Haziran 2009 Cumartesi

Tamam Yavrum, Meteliğimiz Yok; Ama Yağmurumuz Var

sera etkisi deyin ne derseniz deyin
eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
özellikle büyük kriz zamanındaki
yağmurlar geliyor aklıma.
kuruş para yoktu ama bolbol
yağmur vardı.
öyle bir gece veya bir gün
değil,
7 gün ve 7 gece
YAĞARDI
ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları
bu kadar çok yağmuru emebilecek
şekilde yapılmamıştı
ve yağmur KALIN
ve KARARLI
ve DÜZENLİ yağardı
ve damlaların çatılara çarpışını
oradan da oluk oluk
toprağa akışını DUYARDINIZ
ve DOLU,
büyük BUZDAN KAYALAR
patlayan
oraya buraya saçılan havada uçuşan;
ve yağmur
kısaca
DURMAZDI
ve bütün çatılar akardı -
evin her tarafına
tencereler,
kapkacaklar serilir
TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı;
ve kaplar boşaltılır,
boşaltılır
ve tekrar boşaltılırdı.
kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
evlere girerdi.
el bezleri vardı, banyo havluları,
ve yağmur genelde
tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
güneşli bir günde
marş basmayan arabalarla,
ve işsiz adamlar
sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
can çekişmelerine bakarlardı
pencereleri önünden;
işsizler,
yenik bir zamanın yenik insanları
hapsolurdu evlerine
karıları ve çocukları
ve kedi köpekleriyle.
kediler ve köpekler
dışarı çıkmamak için diretir
evin garip garip yerlerine
pisliklerini bırakırlardı.
işsiz adamlar
bir zamanlar güzel olan karılarıyla
evde tıkılıp kalmış olmaktan
çıldırırlardı.
korkunç tartışmalar yaşanırdı
haciz ihtar mektupları
kondukça posta kutularına.
yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
yavan ekmekler; kızarmış
yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
yumurta; fıstık ezmesi
sandviçleri, ve her tencerede
görünmez bir tavuk.
babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
her yağmurda, en iyi ihtimalle,
annemi döverdi,
kendimi üzerlerine atardım,
bacaklar, dizler,
çığlıklar
ta ki
birbirlerinden
ayrılana kadar.
"Gebertic'em seni, " bağırırdım "Bi' kez
daha vurursan ona öldürürüm seni!"
"Çabuk bu orospu çocu'unu
çıkar burdan!"
"hayır, Henri, annenin
yanında kal!"
evet, bütün evler kuşatma altındaydı
fakat sanırım bizim evdeki dehşet
ortalamanın üstündeydi.
ve geceleri
uyumaya çalıştığımızda
yağmur yağmaya devam ederdi
ve karanlıkta
suların odama girmemesi için
cesurca direnen penceremden
ayın yağmur sularıyla bulanık
görüntüsünü seyrederken
Nuh'u hayal ederek
ve Gemisini
tekrar oluyor galiba
diye düşünürdüm.
hepimiz düşünürdük
bunu.
ve sonra, birdenbire,
dinerdi yağmur.
galiba hep
sabaha doğru
5, 6 sularında dinerdi,
huzur çökerdi her yere,
ama tam bir sessizlik değil
çünkü hala devam ederdi
tip
tip
tip
sesleri
ve sonra sis ve duman
dağılırdı
ve sabah 8'de
gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
düşerdi yeryüzüne,
Van Gogh sarısı -
çılgın, köredici!
ve ardından
sağanaktan kurtulan
çatı olukları
güneş altında
genleşmeye başlardı:
PENG!PENG!PENG!
ve herkes kalkıp dışarı bakardı
hala yağmuru içine çeken
bahçeler
hiç bu kadar yeşil olmamış
bir yeşil içinde
ve kuşlar
bahçelerde
deli gibi cıvıldayan kuşlar,
7 gün 7 gecedir
yere konup da
adamakıllı bir şey yiyememiş
tohum yemekten
bıkmış kuşlar
solucanların
toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
yarı boğulmuş solucanların.
kuşlar solucanları önce topraktan çekip
havaya kaldırır
sonra da midelerine indirirlerdi;
karatavuklar ve serçeler olurdu.
karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
çalışır
ama serçeler,
açlıktan delirmiş,
daha küçük ve çabuk,
kendi paylarını
kotarırlardı.
erkekler verandada durur
sigaralarını içerlerdi,
şimdi kapı kapı dolaşıp
büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
bulamayacakları bir
iş arayacaklarının,
büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
çalıştırmaya uğraşacaklarının
bilincinde.
ve bir zamanlar güzel olan
karıları
banyoya girer
saçlarını tarar,
makyajlarını yapar,
dünyalarını tekrar
biraraya getirmeye çalışırlardı,
onları saran korkunç mutsuzluğu
unutmaya çalışarak,
kahvaltı için
ne hazırlasam diye
telaşlanarak.
ve radyo
okulların
açıldığını söylerdi.
ve
ardından
işte ben
yine okul yolundaydım,
yollarda kocaman
su gölcükleri,
tepemde yeni bir dünya gibi
güneş,
evde annemler,
okula
zamanında vardım.
Bayan Sorenson bizi
"bugün tenefüs yok,
yerler çok ıslak"
diyerek karşıladı.
çocuklar "AOF"
bağırdı bir ağızdan.
"fakat tenefüs saatinde
çok farklı birşey
yapacağız," dedi,
"ve çok zevkli
bir şey!"
hepimiz merak ettik
bu çok zevkli şeyin
ne olduğunu
ve o iki saat
Bayan Sorenson
dersini anlatmaya
devam ederken
bir türlü geçmek bilmedi.
Küçük kızlara baktım,
çok tatlı ve temiz ve
dikkatli görünüyorlardı,
uslu ve dik
oturuyorlarken sıralarında
ve saçları
Kaliforniya
güneşi altında
çok güzeldi.
sonra tenefüs zili çaldı
ve hepimiz eğlenceyi
beklemeye koyulduk.
ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi:
"şimdi ne yapacağız
biliyor musunuz, birbirimize
yağmur sağanağı sırasında
neler yaptığımızı anlatacağız!
en ön sıradan başlayıp
arka sıralara doğru devam edeceğiz!
hadi Michael, sen başla!..."
ve hepimiz
hikayelerimizi
anlatmaya başladık, Michael başladı
ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
ve sonra farkettik ki
hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
yalan sayılmaz ama
çoğunlugu yalandı
ve oğlanlardan bazıları pis pis
gülmeye başladığında kızlar onlara
kötü bakışlar fırlattı ve
Bayan Sorenson "tamam!" diye bağırdı
"tam bir sessizlik istiyorum!
Siz merak etmeseniz de
ben
neler yaptığınızı
öğrenmek istiyorum!"
böylece biz de hikayelerimize
devam ettik
ve hepsi de hikayeydi.
bir kız gökkuşağı
ilk çıktığında bir ucunda
Tanrı'nın yüzünü
gördügünü söyledi.
bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
bir oğlan oltasını
pencereden sarkıtıp
bir balık yakalayıp
kedisini
beslediğini söyledi.
hemen hemen herkes
bir yalan uydurdu.
gerçek
fazla acı
ve utandırıcıydı.
sonra zil çaldı
ve tenefüs bitti.
"teşekkür ederim," dedi Bayan
Sorenson, "hepsi çok
hoştu.
yarına kadar
yerler
kurur ve
kullanılabilecek
hale gelir."
çocuklardan bir
gürültü koptu.
küçük kızlar
dimdik ve uslu
oturuyorlardı,
çok tatlı ve
temiz ve
dikkatli,
saçları dünyanın bir daha
asla göremeyeceği bir güneşin
ışıkları altında
çok güzel
görünüyordu.
ve



Charles BUKOWSKI


Çeviri: Cem Duran

11 Haziran 2009 Perşembe

Göçümü Kaldırttım Yurttan

Göçümü kaldırttım yurttan
Gelen ağlar geçen ağlar
Elbet bir devasız dertten
Dolan göz bir zaman ağlar

Telli turnam kalktı çölden
Yeşil başlı sunam gölden
Kuzusun alsalar elden
Hayvan iken ceylan ağlar

N'eylerim gülşende gülü
Menekşe susam sümbülü
Uçurdum Hamdi bülbülü
Onunçün gözler kan ağlar

Celali bülbülün zarı
Bizi ağlatma her bari
Hafızın hıfzı tekrarı
Durmuş Hakk'a divan ağlar


Aşık Celali

Bir Peri Aşkından Divane Oldum

Bir peri aşkından divane oldum
Çağladı gönlümüz akıyor hocam
Erenler şahından bir name aldım
Dilim ezber etmiş okuyor hocam

Pir destinden nuş eyledim bu abı
Anda açılmıştı aşkın kitabı
Yegan yegan sor ki verem cevabı
Bugün gam kervanım kakıyor hocam

İndim seyreyledim İrem düzleri
Kuduretten sürmelenmiş gözleri
Oturmuş bir bölük huri kızları
İbrişimden halı dokuyor hocam

Bir yere cemolmuş kırklar erenler
Her bakışta arşı kürsü görenler
Devasız dertlere derman verenler
Her biri bir derse bakıyor hocam

Yaktı Celali'yi bu aşkın narı
Sağ başta durmuştu kırkların biri
İçlerinde gördüm Horasan piri
Hu çekende canlar yakıyor hocam


Aşık Celali

Karadeniz Olsa Aşıkın Aşkı

Karadeniz olsa aşıkın aşkı
Yüksektir yaylama coşamaz burda
Bir yiğit ne kadar kahraman olsa
Karlı dağlar vardır aşamaz burda

Lutfeyle sevdiğim sana yazuktur
Sen bir cevhersin ki sarrafın yoktur
Bar veren ağacı erdeyen yoktur
Keserler kökünden yaşamaz burda

Keda'nın varisi beylerdir dersen
Cenneti hacıya hocaya versen
Yolun doğrusunu nasa göstersen
Celali yaşamaz ölürsün burda


Aşık Celali

Karşı Yatan Ulu Dağlar

Karşı yatan ulu dağlar
Kar kusar bellerin senin
Yazın kışın belli olmaz
Sert eser yellerin senin

Suyun bir kumsaldan kaynar
İner düz ovayı boylar
Şarıl şarıl akar çağlar
Serindir sellerin senin

Çiğdemin menekşen kokar
Güzeller göğsüne takar
İçinde sunalar oynar
Derindir göllerin senin

Dağın çiçekle dolmasın
Umarım yaylan olmasın
Yad ilden avcı gelmesin
Bağlansın yolların senin

Celali der tuzak kurdun
Pusularda sindin durdun
Yahşı yerden yaman vurdun
Kırılsın ellerin senin


Aşık Celali

Yurt Yuva Kıldığın Tenli Mereği

Bu şiir, ozanın ölen karısı için söylediği ağıttır.


Yurt yuva kıldığın tenli mereği
Düzüp kotardığın tepir eleği
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divan-ı Bari'ye yadigar götür

Elinle ördüğün çöpür ağını
Kahan eylediğin kelem bağını
Şu kabal biçtiğin sap orağını
Al Ulu Tanrı'ya bergüzar götür

Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın şu ak küleği
Mahşer yığnağına sakla sar götür

Üç kot arpa beş kot çavdar ekerdik
Kesmik ekmeğine hasret çekerdik
Namertlere ağu merde şekerdik
Sözünü tekrar et iftihar götür

İle kısmet balsa bize pay taştı
Yokluktan derdimiz deriden aştı
Açlıkla uğraşmak hayli savaştı
Çektiğin mihnetten ah u zar götür

Yetim kalmış idin emzik tavında
Gamla kavrulmuştun gençlik çağında
Bir gül yeşertmedin vuslat bağında
Gönül yaraların beraber götür

De ki kadir Mevlam bize ilişme
Dünyada sızıyan çıbanı deşme
Celali Baba'dan sorma söyleşme
Bu dertli çobandan bir selam götür


Aşık Celali

10 Haziran 2009 Çarşamba

Gel Benim Yanıma Nazenin Dilber

Gel benim yanıma nazenin dilber
Bulunmaz cihanda bir tane misin
Siyah kaküllerin kokulu anber
Gerdane dökülen tel dane misin

Bir gün olur bu sevdadan bezersin
Hançer alıp dertli sinem ezersin
Niçin böyle melül mahzun gezersin
Sen de bencileyin revane misin

Leblerinden şeker şerbet ezilir
Ak gerdana siyah benler dizilir
Mahmurlaşmış ela gözler süzülür
Aslından sen böyle mestane misin

Meftuni'yim beni zemmeder alem
Hercayi elinden kan ağlar didem
El söziyle yarin terk etmez adem
Efendim sen deli divane misin


Meftuni

Bugün Güzelleri Seyran Eyledim

Bugün güzelleri seyran eyledim
Yükletmiş arabasını göçmüş geliyor
Nicelerin aklın başından almış
Nicelerin kanın içmiş geliyor

Girdim gülistana güller dermeğe
Durdum yollarına selam vermeğe
Bahçe köşesinde yari görmeğe
Pembe beyaz göğsün açmış geliyor

Var mı güzellerde böyle selvi dal
Gözleri sürmeli kaşları hilal
Gül ü gülistandan çıktı bir maral
Sanasın cennetten çıkmış geliyor

Der Meftuni dilberlerin ardından
Alan akılcığım oldu yurdundan
Aşıkları Mecnun olmuş derdinden
Bir yar için serden geçmiş geliyor


Meftuni

9 Haziran 2009 Salı

Karşıdan Salınma Dilber

Karşıdan salınma dilber
Sana kurban olayım mı
İsmin okur gönül ezber
Sevdi canım öleyim mi

Bu aşıkın mihnet ile
Geçti ömrü zahmet ile
Hey insafsız hasret ile
Şöyle mahrum kalayım mı

Sevdiğim beni yad ettin
Gayrısına gönül kattın
Kulunu yabana attın
Seni Hakk'a salayım mı

Mecnuni düştü bu derde
Sevdası yanıyor serde
Tenhaca bulduğum yerde
Bir şeftali alayım mı


Mecnuni

Mecnun Gibi Çıktım Gittim Çöllere

Mecnun gibi çıktım gittim çöllere
Gözün sevem Leyla unutma beni
Felek saldı bizi gurbet ellere
Gözün sevem Leyla unutma beni

Mevlam takdir etmiş bende bu karı
Yaktı ciğerciğim bu hasret narı
Gahi gahi ben kulunu an bari
Gözün sevem Leyla unutma beni

Ağlayu ağlayu Hakk'a yüz tuttum
Dost amin dedi ben dua ettim
Hüdaya ısmarladım işte ben gittim
Gözün sevem Leyla unutma beni

Der Mecnuni ayrılığa yok çare
İşlesin bende açtığın bu yara
Seni ısmarladım Gani Settara
Gözün sevem Leyla unutma beni


Mecnuni

Bana Aşkın Peymanesin İçirdin

Bana aşkın peymanesin içirdin
Şimdi ben olmuşum mestin ruzigar
Kimini şad edüp konup göçürdün
Bana mı muhalif esdin ruzigar

Bülbül gibi cüda kıldın gülümden
Yad eyledin vatanımdan ilimden
Çeşm-i mestanımı aldın elimden
Beni öldürmek mi kasdın ruzigar

Ne yaman bend ettin beni sevdaya
Ömrümün hasılın verdin hebaya
Hışm eyleyüp beni saldın ferdaya
Bana mı erişti destin ruzigar

Mecnuni'yim terk-i diyar eyledim
Eşimden dostumdan firar eyledim
Şimdi yad elleri karar eyledim
Sılamdan kısmetim kesdin ruzigar


Mecnuni