Şiir, Sadece: 2014-03-09

15 Mart 2014 Cumartesi

Görkemli Ölüm Çağırdı Beni Bir Çok Kez

Görkemli ölüm çağırdı beni bir çok kez:
dalgalardaki görünmez tuzdu O,
ve farkedilmez tadındaki yayılan şey
uçurum ve doruğun parçaları gibiydi
ya da rüzgâr ve yağmurdan kocaman evlerdi.

Demir grisi bu yumurtaya geldim, havanın
ensizliğine, tarımın ve kayanın ölü şebnemine,
yıldızsızlığın son basamağına,
başdöndürücü bu helezon yola:
ama sen, yayılmış deniz, ey ölüm! yaklaşmıyorum
sana her bir dalganda,
ne ki gecesel açıklığın dörtnalası
ya da gecenin bütün toplamı gibi geliyorum.

Hiç yeltenmedin ceplerimizi karıştırmaya, senin varışın
ancak
kızılın en güzel giyitinde olasıdır:
kuşatılmış sessizliğin sabahkızılı halısında:
gözyaşlarının gömülü büyük vasiyetnâmesinde.

Her insanda bir ağaç sevemedim
omuzlarındaki küçük ilkbaharlarıyla (bin yaprağın
ölümü) , bütün sahte ve topraksız ölümler,
uçurumsuz yeniden dirilmeler:
yüzmek isterdim o engin hayatta,
o geniş deltalarda,
ve kaynak tazesi ellerimin avutulmaz hayatsızlığını
dolanmaması için yolu ve kapıyı kapattığında,
ve azar azar yadsıdığında beni insan
ve dolandığımda caddeden caddeye, ırmaktan ırmağa,
kentten kente, yataktan yatağa,
ve tuz maskelerim dolandırıp durduğunda çorak toprakta,
ve en son alçakgönüllü lambasız evlerde, ateşsiz,
ekmeksiz, taşsız, rahat yüzü görmeden,
yapayalnız kıvrıldım ölürcesine kendi ölümümün
içlerine doğru.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu'dan
Canto General

Gözden Kaçırdık

Gözden kaçırdık bu alacakaranlığı da.
Kimse görmedi bu akşamda bizi el ele,
inerken mavi gece yeryüzünün üzerinde.

Penceremden gördüm
günbatımının eğlencesini uzak tepelerde.

Bazen oluyordu, ki bir sikke gibi
yangın oluyordu ellerimde bir tutam güneş.
Anımsıyordum seni, kaygılıydım yürekten
çok iyi bildiğin bir hüzünle.

Neredeydin o zamanlar?
Hangi insanların arasındaydın?
Ne söylemiştin onlara?
Niçin bütün sevdam doldurmalı birdenbire beni,
hüzünle vurulurken ben, ve sen bunca uzakken benden?

Düştü yere alacakaranlıkta hep sığındığım kitap,
Ve yaralı bir köpek gibi kaydı pelerinim ayaklarımın önüne.

Daima, daima gidiyorsun uzaklara akşamları,
alacakaranlığın heykelleri hızla yok ettiği yere.


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera'dan

Soğuk Yel

Issız taş, dinleniyor sırtım
anısız, bensiz,
ölü külünden zamanlarım.

Soğuk bir yel esiyor zaman zaman.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

14 Mart 2014 Cuma

Grev

Garipti o durmuş fabrika.
İşliklerde bir sessizlik, bir mesafe
makineyle insan arasında, bir kesilmiş
ip gezegenler arasında, zamanı
inşa etmekle geçiren
insan ellerinden bir boşluk, ve o çıplak
konaklama çalışma olmaksızın, ses olmaksızın.
Terk ettiğinde insan türbinin
boşluklarını, ayırdığında kollarını
ateşten ve yüksek fırının
içinde düştüğünde, çekip aldığında çarktan
kendi gözlerini ve o baş döndüren ışık
durdurduğunda görünmeyen çemberini,
o muhteşem kuvvetlerden,
o şaşırtan enerjiden
sadece bir yığın anlamsız çelik kaldı geriye,
ve insansız hollerde terk edilmiş rüzgâr,
o yalnız kokusu yağın.

Hiçbir şey yaşayamadı bu kırbaçlanmış
kırık parça olmaksızın, Ramirez olmaksızın,
yırtık elbiseleri içindeki adam olmaksızın.
Orada duruyordu motorların derisi,
üst üste yığılmışlar ölü güç için
siyah balinalar gibi zehirlenmiş
dalgasız deniz diplerinde
ya da gezegenlerin yalnızlığı altında
birden batmış dağlar gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

Üçüncü Gün

Külrengi gökler gürüldüyor, Ravensbrück'ün ağaçları,
Üçüncü gün bugün.
Ve duyuyor kökler gelişini ışığının.
Rüzgar çıkıyor. Ve neşeleniyor dünya.

Kiralık askerler öldürebilirdi onu.
Durabilirdi yüreğinin vuruşları -
Üçüncü gün, yendi ölümü
Et resurrexit tertia die.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

13 Mart 2014 Perşembe

Guatemala

Şirin Guatemala, evindeki her bir
fayans kaplanların çeneleriyle emilmiş
çok eski bir
kan damlasını saklar.
Soyunu Alvarado ezdi,
uçurdu havaya yıldızların mezartaşını,
senin eziyetlerine düşürdü kendini.

Ve soluk kaplanların ardında
geldi piskopos Yucatan'a.
En derin bilgeliği topladı
ki işitilmişti göğün altında
dünyanın ilk gününde,
ilk maya anladığında
ırmağın titreyişini, kağıda döktü
çiçektozunun yerbilimini, Mumie-tanrılarının
kızgınlığını,
halkların göçlerini
ilk evrenler arasında,
arıkovanının yasalarını,
yeşil kuşun gizliliğini,
yıldızların dilini,
gecenin ve gündüzün bilmecelerini,
dünyasal gelişimin kıyılarında
toparladı.


Pablo Neruda
Los conquistadores'den
Canto General

In Memoriam F. M. Dostoyevski

Eğiliniz. (Yere kadar eğiliyor.)
Kalkınız. (Doğruluyor.)
Gömleğinizi, donunuzu çıkarınız.
(İkisini de çıkarıyor.)
Bana bakın.
(Geri dönüp bakıyor.)
Giyininiz.
(Giyiniyor.)


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

12 Mart 2014 Çarşamba

Guayaquil

San Martin girdiğinde içeri, kavranmaz bir elden
gecesel bir şeyler girdi salona,
deri ve gölge.
Bekledi Bolivar.
Biliyordu çünkü işlerin nasıl gideceğini.
Yükseklerde uçuyordu, tezdi, metalsiydi,
saf önseziydi, yaman bir göçtü,
temkinli bedeni titredi
ordaki odada, durdu
tarihin karanlığında.

Tarifsiz yükseklerden geldi,
yıldızların nurundan,
geceyi yararak geldi uzaklardan
ordusu için,
kendisini izleyen karın
göze görünmez kaptanı.
Işık titreşti, San Martin'in arkasındaki kapı
taşıdı geceyi,
gecenin ulumasını, bir deltanın
tembel vızıltısını.

Sözcükler, uzaklaşan ve onlara geri dönen
bir patika açtı.
Bu iki organ konuştu birbirleriyle,
öteye ittiler birbirlerini, saklandılar,
kulak asmadılar birbirlerine, kaçtılar birbirlerinden.

Güney'den boz-sayılardan bir çuvalla
gelmişti San Martin:
yorulmaz üniformaların
yalnızlığı, kumdaki kalesinde birleşen
toprağı döven atları.

O'nunla birlikte geldi Şili'nin kaba
katır-sürücüleri, hoyrat
ve demir katılığındaki ordu,
savaş hazırlığının yeri,
bozkırın toprağında yaşlandı
adlı bayraklar.

Ne söyledilerse, düştü bedenden bedene
sessizlikte, aralarındaki uçurumda.
Söz değildi bu, zıt dünyalardan gelen
bir başka anlaşılmaz metali döven
insan taşından gelen,
derin bir dalgaydı bu.
Sözler geri döndü kaynağına.
Herkes gördü gözleriyle
kendi buyruklarını.
Gözkamaştıran çiçeklerle ilk zaman
sefil geçmişli ikinci zaman,
ordunun adi paçavraları.

Bolivar'ın yanındaki bir beyaz el
bekledi O'nu, hoşça-kal dedi,
yalazlı izlerini dölledi,
gerdek-gecesinin çarşafını serdi.
San Martin ovasına bağlıydı.
Düşü bir dörtnalaydı,
tehlike ve kayıştan bir ağdı.
Özgürlüğü anlaşılmış bir bozkırdı.
Utkusu bir buğday düzeniydi.

Bolivar bir düş kurdu,
bilinmez bir boyut, kalıcı hızdan
bir ateş,
öyle vakumladı ki O'nu
esaretinde, zincirledi ateşi özüne.

Düştü sözler ve sessizlik.
Yeniden açıldı kapı, bir kez daha
bütün bu Amerika gecesi,
sayısız dudaklardan geniş bir dalga titredi bir an.

San Martin döndü bu geceden
geriye, yalnızlığa, buğdaya.
Bolivar tuttu yolunu, yapyalnız.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

Yaradılış Masalı

Gece böcekleri ışığın çevresinde
Yıldızlar yıldızların çevresinde
Düşüncelerim senin çevrende
Ben hiçliğin çevresinde
Hiçlik benim çevremde.

Düşüncelerim kendi çevresinde
Sen düşüncelerimin çevresinde
Hiçlik senin çevrende
Gece böcekleri hiçliğin çevresinde
Yıldızlar benim çevremde.

Ben düşüncelerimin çevresinde
Yıldızlar senin çevrende
Gece böcekleri yıldızların çevresinde
Gece böceklerinin çevresinde ışık
Hiçlik ışığın çevresinde.

Yıldızlar kendi çevrelerinde
Gece böcekleri kendi çevrelerinde
Sen kendi çevrende
Ben kendi çevremde
Çevre çepçevresinde çevrenin.


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

11 Mart 2014 Salı

Guillermina Nerede Olabilir Acaba?

Kız kardeşim davet ettiğinde onu
ve kapıyı açmak için çıktığımda dışarı,
güneş girdi içeri, yıldızlar girdi içeri,
buğdaydan iki belik girdi içeri
ve iki yorulmaz göz.

On dört yaşındaydım,
ve gurur duyduğum buluğ çağımdaydım,
inceydim, kıvraktım ve kaşlarımı çatmıştım,
cenaze gibiydim ve törensi.
Yaşardım örümceklerin arasında,
ormanın nemi, kınkanatlı böcek
ve üç renkli arılar tanırdı beni,
kekliklerin arasında yatardım,
saklanırdım nanelerin altında.

Sonra Guillermina geldi
mavi ışıltılı gözleriyle
tarayarak saçlarımı
ve kışın duvarlarına doğru
kılıçla iliştirdi beni sanki.
Bunlar Temuco’da olmuştu,
Güney’de, sınırda.

Ağır ağır geçti yıllar,
adımlayarak gergedanlar gibi,
havlayarak çılgın tilkiler gibi,
kirlenmiş yıllar geçip gitti,
yaşlanmış, yorulmuş, ölümsü,
ve yürüdüm buluttan buluta,
ülkeden ülkeye, gözden göze,
sınırdaki yağmur
düşerken aynı boz biçiminde.

Yolculuktaydı yüreğim
aynı çift ayakkabıda,
ve benimsedim dikenleri.
Bulunduğum yerde dinleniş yoktu:
vuracağım yerde vuruldum,
öldürüldüğüm yerde hissettim,
ve dirildim, her zamankinden daha diriydim,
ve sonra ve sonra ve sonra ve sonra –
anlatmak uzun zaman alır.

Ekleyeceğim başka bir şey yok.

Yaşamak için geldim bu dünyaya.

Guillermina nerede olabilir acaba?


Pablo Neruda
Estravagari'dan

Çiçek Masalı

Odanın içinde aşağı yukarı dolaşıyorum, çömeliyorum masanın
yanındaki sandalyenin üzerine, bir kitap karıştırıyorum, bir
yudum bir şey içiyorum, sözcüklerimi arıyorum.
Kocaman, pembe şakayık kımıldamadan duruyor vazonun içinde.
Paltomu giyip dışarı çıkıyorum, işlerimin, işlerim olduğunu
sandığım şeylerin peşine düşüyorum, geri dönüyorum sonra.
Aynı yerde duruyor şakayık, bana dönmüş durumda; kocaman
taç yapraklardan başıyla bakıyor bana.
Hep bana bakıyor. Bıkmıyor benden, yorulmuyor. Açılmış, iri
iri açılmış bir göz gibi gramofon borusu gibi güneşi gibi tıpkı
Notre Dame'ın.
Nasıl konuşsun, ne söylesin?
Konuşmak istemiyor şakayık. Kendi kendinin eşi, başka bir
şey değil, o kadar. İşte bu yüzden bunca güzel.
Gene de nasıl duyarlıdır! Yanından geçecek olsam, bütün
taç yapraklarıyla titremesi için yeter döşemedeki adımlarım.
Bitki yaşamına mı özeniyorum, bitkilerin bilinçsizliğiyle
insanlığımı avundurmak mı istiyorum?
Hayır. Kendim olmak istiyorum, başka bir şey değil, o nasıl
yalnız kendisiyse ben de olmak istiyorum.
Çiçek olmak istemiyorum, onun gibi. Çiçeğin çiçekliğince,
ben de insan olmak istiyorum, o kadar.
Pembe, kocaman bir şakayık


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

10 Mart 2014 Pazartesi

Güçlülerin Yasalarını Bildirmesi

Yurtsever olduklarını söylediler.
Kulüplerde nişanlar verdiler birbirlerine
ve tarihlerini yazdılar.
Parlamento dolup taştı
Şatafattan, o günden beri
bölüştürüyorlar toprağı, yasayı,
en güzel caddeleri, havayı,
üniversiteleri ve ayakkapları.

Onların alışılmadık girişimleri
acımasız aldatılarla süslü yöntemleriyle
kurulmuş bir Devlet oldu.
Konuşup durdular bunu her zaman
eğlencelerde ve resmi ziyafetlerde,
önceleri tarım bölgelerinde
subaylar ve avukatlarla.
Ve en sonunda getirdiler Kongre'ye
en yüce Yasa'yı, ünlü,
saygın, dokunulmaz,
Güçlülerin Yasası'nı.
Kabul edildi böylece yasa.

Tıklım tıklım ziyafet sofrası zenginlere.

Yoksullara çöpleri.

Zenginlere para.

Yoksullara iş.

Zenginlere büyük evler.

Yoksullara sefil baraka.

Ayrıcalık büyük hırsıza.

Hapis bir ekmek çalana.

Paris, Paris şövalyelere.

Madene, çöllere yoksul olan.

Senyor Rodriguez de la Crota
konuştu Senato'da bal gibi tatlı
ve lezzetli sesiyle:
"Bu yasa en sonunda gerçekleştiriyor
zorunlu hiyerarşiyi
ve her şeyden önce Hristiyanlığın
bütün ilkelerini.
Bu yasa, su kadar gerekliydi.
Yalnızca cehennemden geldiği bilinen
komünistler karşı çıkarlar, bilge ve katı olan
bu Eşitsizliğin yasa kitabına.
Fakat alt-insana özgü
bu Asya muhalefetini ezmek
çok basit: hepsini hapse atmak yeter.
Toplama kampları var,
böylece yalnız biz kalacağız geriye,
biz harika şövalyeler
ve Radikal Parti'nin
sevimli uşakları."

Bir alkış koptu
aristokratların sırasından:
ne konuşma yeteneği, ne kadar da ruh dolu,
ne büyük düşünür, ne ruhsal ışık!

Ve herkes fırladı dışarı
doldurmak için ceplerini iş yerlerinde,
biri sütü tekelleştirdi,
öbürü çelik tellerle yolsuzluk yaptı,
başka biri şekerle,
ve hepsi yüksek sesle yurtsever dedi
kendi kendilerine, yurtseverlikte de
tekelleşerek, ve en güçlünün Yasa'sına sığınarak.


Pablo Neruda
La arena traicionada
İhanete Uğramış Kum
Canto General

Nazım Hikmet'e

Ayrıldın, bir veda sözü mırıldanmadan
Nazım.
Ve bir kez daha
Acılar eklendi hayata
Ve bir dost eksildi ondan.

Çıkıp gelmiştin bize bir gün
Şiirlerin elle tutulmayan dünyasından
Soyut ülkesinden gazete haberlerinin
Ve ağızdan ağıza dolaşan efsanelerden;
Ve söylemesi bir tuhaf bu ad
Bir can yoldaşına dönüşüverdi birden.
Hey kocaman gülümseyişli Türk!
Ağzında mahpushanelerden yadigar hüzünlü bir kıvrım
Geniş omuzlarında sürgünlüğün ağır yükü
Ve göğsünde iyi bir devin yüreğini taşıyan ...

Vaktimiz azdı masa sohbetlerine ayıracak
Ve oturup susmaya
Azdı, kesintisiz çalışma ve yolculuk yılları arasında
Adacıklar, bir soluk alacak ...
Konuşamadık hiçbir zaman
şöyle doyasıya ...
O ayrılırkenki el sıkışmalarda
Ne kadar söylenmedik söz kaldı sonsuzca.
Fakat her zaman
Yanıbaşımda duydum seni
Bir el sıkımı uzaklığında;
Ve yılları örten sislerin arasından
Ve iki bin kilometre uzakta da
Aynı masaya oturduğum
Çoğundan daha yakın ve gerçektin bana.
"Hoşçakal!" derdik ayrılırken birbirimize
"Budapeşte'de görüşmek üzere"
"İstanbul' da görüşmek üzere"
Fakat ne karşılaşma olacak artık ne görüşme.

Şiirler kalıyor
İçinde yüreğinin çarptığı şiirlerin
Ve tıpkı senin gibi onlar
Günler ve uykusuz geceler boyunca
Çalışıyor, dövüşüyor ve seviyorlar
Düşlerini bir bir gerçekleştirerek;
Ve öz dilinde senin
Ve dünyanın bütün dillerinde
"Barış, ekmek, özgürlük, gerçek"
sözlerini haykırarak girdikleri dövüşte
Ne zindan korkusu var onlar için
Ne sürgün
Ne de yüreği bir diş gibi zonklatan sancılar.

Dostum benim, kardeşim benim. Nazım
Her şeyini veren ve vermekte olan.
Hayranlık dolu gezgin, insanlık ve
insan aşkına müptela.
Sevdiğin o toprak, seni bağrına basmak için
Gelip isteyecek kemiklerini bir gün
Yazık ki gecikmiş olarak;
- Gelecek o gün, çünkü kuraldır bu
Bir acı avuntu da olsa -
Ve coşkun söylevler, gözyaşları
Ve halkın, ellerinde çiçeklerle
Bekleyecek seni sevgili yurdunda ...


Laszlo Benjamin
Çeviren: Ataol Behramoğlu