Şiir, Sadece: Macaristan Şiiri
Macaristan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Macaristan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2017 Cuma

Akşam

Bazen, giderken hiçbir yerden hiçbir yere
yakalarım ay televizyonunu ve bakarım
insanlığın geleceği konulu yayımladığı izlenceye
ve haykırırım sokaklarda
yeryüzüne sadık bir iyimser olarak
protestolarımı,
ortaya çıkıncaya kadar birkaç insan
kurşun izleri taşıyan evlerle
köşe başındaki meyhane arasında

Kimse çıkmaz
benim için bildiri dağıtacak.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

Ordular Yolu (Samanyolu)

Ne kan, ne ateş, ne devrim,
Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma yalnızca


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

14 Aralık 2017 Perşembe

Keleti Anna Keleti

Keleti Anna Keleti
İşte yılların yaprak dökümü
Yok olmuş çocuk düşleri
Başladı yolculuğun

En kızıl ana doğru
Büyüyor ışıltılı yıldızın
Zaman içinde, artıp giden
Senin gittiğin gibi zaman içinde
Saçlarım sensizlikte
Okşayan parmaklarından yoksun

Neden doğmadın daha önce benim için
Bunca kadının oyuncağı olan!
Duygularımızı uyutan zaman
Aldatır, ihanet eder bize,

Arzularımızın çıplak kutuplarında
Ancak ellerimizdir birleşebilen
Kaderin bağlamış seni
Yalan bilmeyen bekçi.

Neden gelirsin, umut maskesi
Yüzünün baharıyla.
Aynamın gecikmiş aksi
Ben başka bir çağın yavuklusuyum.

Anna Keleti, sevgili Anna
Ne bir çare, ne de vaat,
Beklemiyorum seni bekleme beni
Çağırma beni, beni bırak.


György Timar
Çeviren: Yaşar Nabi

Akşam Türküsü

Severim, çalışıp doyasıya ve avuçlarım ağırlaştığında artık,
Ve ruh, dingin ve dışında günlük kaygıların;
Durmayı sessizlikte, yükselen mavi sis bulutlarıyla yan yana,
Bakmayı, yolun bitiminde gitgide koyulaşan görüntüsüne ağaçların.

O zaman, erken akşamın yumuşak fosforunda
Seçerim, yaprakların bakırdan dökülmüşçesine koyu kırmızı rengini,
Üstünde onların kırpar gözünü bir yerde ilk yıldız,
İnekler sallayarak seçer sütten gerilmiş memelerini.

Ve bir akşam böcekçiği, uçarken yanıbaşımda
Çarpar bana, gülümseyerek alırım onu elime;
Ve salarım karanlığına akşamın bu vızıldayan yolcuyu,
Uçup gider, bir gönül yoldaşı arayarak kendine.

Ben de öylece, çıkardım aramaya seni, öyle körlemesine;
Sonunda, herhangi bir uzaklıkta, seni mutlaka bulacağımı bilmeme rağmen.
Çünkü her zaman, karanlığında evrenin, bulur birbirini
İki uzak yıldız, karşı konulmazca birbirine akan iki beden ...

Severim bu akşam vaktini; çalışmış olarak doyasıya
Duyarım omuzlarımda tüm yorgunluğuyla erkek yükümün ağırlığını.
Ve dururum kımıltısız, dinlerim akşamı ve göçmen kuşlarının
Akşam sisinde durmaksızın bağırışlarını.


Ferenc Juhasz
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Kasımpatı

Kasımpatı açtı babamın mezarı üzerinde,
Kar gibi tıpkı: soğuk ve beyaz
Ay gibi tıpkı: güzeller güzeli.
Güzelleştiriyor sona eren şu ekim akşamını,
Bu sisi ve bu yası.

Toprağın altında babam, eller kavuşmuş,
Bir kemikler kalmış o diri gövdesinden
Bir tahta üzerine uzanmış.
Gülümsüyor kafa kemiği
Oyuncak bebekler nasıl gülümserlerse.
Bir gömü gibi bastırmış göğsüne
O güzelim acısını.

Acımasız görünüyor sakin tatlı yüzü,
Sert mi sert.
Görüntüsü yükseliyor gün batımlarına karşı
Gelip yerleşiyor gövdemin içine
Ve bakıyor benden mezara.
Beyazdır kasımpatı, titremeye başlıyor
Ağlıyor belki de.


İmre Takacs
Çeviren: Özdemir İnce

13 Aralık 2017 Çarşamba

Kuş

Omuzumda durur bir kuş,
Doğduğumda gelip konmuş.
Öyle büyük, öyle ağır,
Adım atsam dizim acır.

Ey inme, ey sırtımdaki yük!
Boştur kovalasam ne kadar.
Bir çam kök salmış, büyük,
Etimin içinde pençeleri var.

Kulağımda duyarım bütün
Vuran o iğrenç kuş yüreğini.
Uçacak olsa bir gün.
Cansız bırakır beni.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

Şairin Özgürlüğü ve Tutsaklığı

Şair, çevresinde değişip duran mevsimlerin, yıldızların durumlarının, birbirlerini çeken ve iten binlerce evrensel gücün, yakın ve uzak gökcisimlerinin saldığı ışınların ve bu cisimlerdeki lekelerin, hem iyi hem kem bakışları, horgörünün ve hayranlığın, (zanaatının ayrılmaz yol arkadaşları olan) inatçı karşı koyuşun ve utanç verici tapımının, küçüklerin kıskançlığının ve bu dünyanın büyüklerinin tumturaklı umursamazlığının, her zaman ve her yerde onu tehdit eden ve olağanüstü bir hafiflikle kötüyü iyiye ya da iyiyi kötüye çeviren anlayışsızlığın, düşündaşlarının ihanetinin ve başka türlü düşünenlerin kuşkularının, kötülüğe dönüşen aptallık ya da aptallığa dönüşen kötülüğün zehirleyici iğnelerinin, kitaplarının yazgısını etkileyebilecek sayısız rastlantılar riskinin, dindarların gerçeğinde düş kırıklığına uğrama ve yalancıların yalanına kanma olasılığının; kentinde, ülkesinde ve dünyadaki tüm çekişmelerin ve çelişkilerin, halkının tüm önyargılarının, yakınlarının anlayışsızlığının, ailesinin ve çocuklarının yabancılaşmasının, dostların vefasızlığının, aşık olduklarının bencilliğinin, yakındakilerin umursamazlığı ve uzaktakilerin unutuşunun, aptallıkla karışık erkek fitnesiyle fitneyle karışık kadın aptallığının, çoğunlukla güzel ve akıllı çocukların zamanla yetişkin ve ahmak olmaya doğru onulmaz eğilimlerinin; yaşamın sonsuzca bayağı, sonsuzca kaba, sonsuzca acımasız yasalarının; birbirlerini kemirmekte olan insanların yiyip içme, çiftleşme ve egemen olma konularındaki açgözlülüğünün... egemenliği altındadır. (Tüm varlıklar gibi o da bu açgözlülük iğnesiyle doğdu, fakat başkalarını sokmak için değil de kendisini soksunlar diye ve günün birinde bir yara açtıysa bile, ölen kendisi oldu yine; tıpkı birini soktuğunda kendi yaşamını ve iğnesini kurban veren arı gibi.) Şair, başkalarının gücünün ve güçsüzlüğünün, nefretin ve aşkın inanılmaz geriliminin ve hepsinden daha önemli olarak da onu her zaman ve her yerde tehdit eden ölümün dehşetinin egemenliği altındadır. 

Ve ayrılıp gider şair, toprağından, göğünün altından; sürünerek
çıkar vücudundan ve derisinden, atomdan atoma ayrıştırır her şeyi ve
her şeyi atomdan atoma yaratır.

Ve o zaman ayak basar özgürlük toprağına
çünkü özgürlük olanaklıdır, eğer şair
güçsüzlükten gücü yaratacaksa, döverek örsünde.
silahsızlıktan, silahı
ürkütücü boşbeyinlilikten, aklı
başkaldıran rastlansallıktan, yasayı
yaşama saldıran başıboşluktan, düzeni
karmaşık belirsizlikten, yazgıyı
süprüntüden, değeri
ve ideali yaratacaksa, döverek örsünde, kurnazca ve
buram buram tüten maddeden ...

Tutsağım, şairim çünkü-böyle başladı bu.
Hizmet ediyorum, çünkü şairim-böyle sürmekte.

Tutsaklığım, yaptığım hizmettir.

İnsanlık soylulaşıyor benim acımda; dünyanın tüm başkaldırıcılığını,
tüm utancını onun, yıkılabilirliğini ve utkusunu keşfediyor.


Sandor Rakos
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Tahttan İndirme

Boynuna asıyoruz tarihini,
Bir levhaya yazılı.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

12 Aralık 2017 Salı

Dün ve Bugün

Dün yağmur çiseliyordu ve önümüzde
diz çökmüş bir insan gibi duran çalılıktan, çayırlığa
iki sevdalı çıktı ve uzaklaşıp gittiler
Çiçekler gibi açılmış dudaklarıyla.

Bugünse yamaçtan bize doğru sürünen
toplardır ve balçık içinde dönen tekerlekler.
Miğferlerle örtülü alınlar
Ve arkada kan ve ter kokuları bırakarak
Yürüyen askerler.

Kumral çocukluk! Çoktandır yoksun artık!
Yaşlılıksa ulaşılmayacak kadar uzak!
Dizlerine kadar kan içinde duruyor şair
Söylediği her türküyü son türkü sayarak


Miklos Radnoti
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Denizin Kılıçları

Yatağına çekilince deniz
Kasıp kavurduktan sonra bizi
Yapraklarımız serilmişti yere
Savaş alanında, savaş alanında

Ah, kıyının zavallı ağaçları
Tomurcuk umutlarımız yatıyor yerde
Çılgın deniz yere serdi hepsini
Yeşil kılıçlarıyla, yeşil kılıçlarıyla.


Zoltan Zelk
Çeviren: Yaşar Nabi

Sessiz Akşam

Dal eğilir bir ağ gibi
Sessiz akşamın suyuna dalar
Sonra yükselirken ağır ağır
Kızıl bir kaynaşmayla dolar


Zoltan Zelk
Çeviren: Yaşar Nabi

11 Aralık 2017 Pazartesi

Halk

Bir eliyle sarılmış sabana
Öbür eliyle kılıç tutmakta.
Böyle görülür uysal halk karşıdan
Durmadan alın teri dökmesi bundan
Ve bulanması al kanlara.

Gereksinimleri o denli az ki
Bunca alınteri doğrusu boşuna!
Yiyeceğini ve giyeceğini
Çalışmasa da verir belki
Kendisine Toprak Ana.

Düşman geldiğinde can veren hep o
Kılıç sallayan hep o, bakın.
Niçin? Hep yurdu savunmak için mi?
Hakkı olduğu yeri yurt bilir ancak kişi
Hiçbir hakkı yok olsa bu halkın!


Sandor Petöfi
Çeviren: Tahsin Saraç

Bir Düşünce Beni Üzüyor

Bir düşünce bana acı veriyor:
Yatakta, yastıkların arasında ölmek,
Gizli bir böcek dişinin kemirdiği
Bir çiçek gibi yavaş yavaş solmak ...
Boş bir odada bırakılmış
Bir mum gibi sessiz sedasız sönmek...
Böyle bir ölüm verme Tanrım
Bana böyle bir ölüm verme!
Yıldırımın vurup geçtiği.
Ya da fırtınanın kökünden söktüğü
Bir ağaç olayım.
Yeri göğü sarsan gök gürültüsünün
Tepeden vadiye yuvarladığı bir kaya olayım ...
Bir gün bütün köle uluslar
Boyunduruktan usanarak ortaya atılınca,
Kızarmış yüzlerle, al bayraklarla,
Bayraklarında "kutsal dünya özgürlüğü" parolasıyla:
Bu parolayı haykırsınlar,
Haykırsınlar Doğudan Batıya kadar.
Baskı onlarla çarpışsın
İşte ben orada öleyim,
O savaş alanında.
Genç kanım yüreğimden orda aksın.
Dudaklarımda sevinç dolu son sözüm çınlarken
Onu çelik şakırtıları
Boru sesleri, top gürültüleri yutsun.
Soluyan küheylanlar kazanılmış zafere doğru dört nala koşarak
Cesedimi çiğneyip geçsinler.
İşte beni orda bıraksınlar, çiğneneyim.
Dağılmış kemiklerimi orda bir araya toplasınlar ...
Yarın büyük gömme töreni günü gelince,
Orda görkemli ve büyük yas müziği ile
Kara tüllere sarılı bayraklarla
Kahramanları ortak bir mezara koysunlar;
Onlar ki ey dünya özgürlüğü, senin uğrunda öldüler.


Sandor Petöfi
Çeviren: Sami N. Özerdim

Şiir

Hiç bilmezler kadrini senin, ey kutsal şiir!
Soysuzlaştıralım şunu, derler,
alırlar ayaklar altına seni,
bir güzel çiğnerler.
Kulak ver şu imansız papazların çığlıklarına:
Yokmuş farkın bir beyzadenin salonundan.
yaldızlı, göz kamaştıran, baktıkça bakılan.
Ama o salona kimler girer?
Yalnız cilalı ayakkabısı olan.
Yalancı dudaklar, susun!
Kesin sesinizi, yalancı peygamberler!
Şiir hiç de bir salon değil,
kibar takımının çene çalmaya geldiği.
Bütün insanlara açık bir kapı.
Yani, kutsal bir tapınak,
yalınayakların da girebileceği.


Sandor Petöfi
Çeviren: A. Kadir - Ş. Hulusi

Tutuculara

Düşmana savaş açtık biz
Ve atıldık yiğitçe ileri
Tutucular! Geride bir yerdeydiniz
Savaş ağırlıklarının sürüklendiği.
Gölgesi yürüyüş kollarının
O kof vücutlarınıza düşüyordu
Güneşin kavurduğu saatlerde
Bu gölgeler sizi serinletiyordu.

Savaş başladığı anda da
Kendi kendinizle tutarlı kaldınız.
Engel olmak için çarpışmaya
Paçalarımıza sarıldınız
"Geriye! Geriye!" diye haykırarak
Yükselttiniz korkak bir uluma
"Ateş etmeyin! Ateş etmeyin!
Dayanamıyoruz barut kokusuna."

"Geriye! Geriye zaman var daha
Başka çıkış yolları da var
Evlere dönelim bir an önce
Ne güzel çıtırdar şimdi soba!
Kırbaçla dövsünler bizi ne çıkar
Kellemiz yerinde kalsın da
Evlere dönelim, evlere dönelim
Kırbaç kılıca yeğdir ne de olsa!"

İşte tam böyle bir savaş türküsü
Zırlayıp duruyordunuz gerilerde.
Tanrı yardım etti de bu savaş
Sonuçlandı büyük bir zaferle.
O zaman nadide bir kuş sürüsü
Olup yükseldiniz başımızın üstünde
Ve bu baykuşlar, sizler yani
Başladınız zafer marşını öttürmeye.

Ah eğer susmanız zorsa bu denli
Yavaş ötemez misiniz biraz daha
İnanın daha çok saygı duyarız-
Size o zaman ... Nedir bu yaygara?
O ikiyüzlü, hain coşkunuzla
Kendinizi aldatıyorsunuz ancak:
Zaferle biten her savaş sonunda
Bizi aldatabileceğinizi sanarak!


Sandor Petöfi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

29 Mart 2014 Cumartesi

Şiir

Gülden, bir tek gülden maymuncukla
açmayı deniyorum kapalı kapıyı.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

28 Mart 2014 Cuma

Yönelim

Elim bazen yüreğimin üzerinde durur
İşte oradadır vatanım benim.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

27 Mart 2014 Perşembe

Siz İnancımsınız Benim

Sabahleyin tramvayda
dokunup dururuz ya birbirimize
dirseğimizle, sırtımızla,
akşamleyin keyifle kadeh tokuştururuz ya birahanede,
ve sabah
ve öğlen yemeğinde,
ve cumartesi,
ve pazar,
en olmayacak cinsinden fıkralar anlatırız ya,
zaman öldürmek için
çocuk yaparız ya,
geçsin diye pazar günleri,
ve yerleştiririz ya dudaklarımıza sigarayı
koz çektiğimizde,
ve bir torna kalemi gibi
iz bıraktığında basan
ve yanıbaşımızdaysa kaygı,
ve hiç kimse son veremiyorsa ona,
sağlamıyorsa düzeni,
ve güneş alev alev tutuştuğunda,
kar yağdığında,
öfkeyle dolduğunda yürek:
her zaman,
her gün,
her saat,
her dakika
iğneli olsun, okşayıcı ya da
sizin üstünüzedir söylediklerim,
proletarya üstüne.
Sizler, nasipsizler!
bir mezara yatmak için doğan,
sizler, kadınların ihanet ettikleri,
ya da kısraklar gibi boyun eğerek-
sevdikleri, gücünüz yettiği sürece!
Yüksek fırında demir gibi
öylesine kaynaşmak istiyorum ki sizinle,
ayrılsın moleküllerim
curuftan;
döküleyim biçimlerine
kolay unutuşların,
görevin ve sevincin,
ve emeğin;
kaynaşma susuzluğundayım sizinle
sonsuzca!

Yoksullar!
Kaldırımdan bir taş söker gibi
koparıyorum kendimden
bu şiiri!
felaket, uyuz bir it gibi
her an ardınızda!
Sözlerim ulaşır mı size!
sonsuz öksüzlere?
Sizler, uzamış sakallarıyla,
sevincin kıyısında toplaşanlar,
kapı önlerinde
toplaşır gibi...
Şairlerin yaşamı
şaşmaz bir süreklilikle
son bulur bir kurşunla,
yalnızlıkla
ya da tekerlekleri altında bir trenin.
Fakat hepsi de bir gün
gelecektir kapınıza,
açlıktan ya da susuzluktan bitkin.

Her zaman ölçüm olacaksınız benim,
sizler hiç de ideallerden gelmeyen başlarının dönmesi;
koparmayın afiş tahtasından
şiirimin,
hayallerinizi ve düşlerinizi.


Mihaly Ladany
Çeviren: Ataol Behramoğlu

26 Mart 2014 Çarşamba

Bir Çiçektir Bu Kadın

Bir çiçektir bu kadın, bir rastlantı buraya bıraktılar
Yatıyor kum yatağında kıyıdaki,
Çıplak güzel bir bakış gibi
Bir taş gibi çıplak.

Uyudu, unuttu zamanı,
Kocaman beyaz bir kelebek uçuyor üstünde
Ve bir başka böcek;
İşte Cennet bahçesinin ülkesi
Aşkın doğuşundan önce.

Boğa başlı dağ da bakıyor ona.
Ve tahtadan oyuncaklara benzeyen hayvanlar.
Bir balıkçı olurdum ona bakmasaydım eğer.
Soluğu karışıyor saçlarına.
Bir perili uçurumdur böğürleri.

Başlıyor dünya onun yattığı yerde,
Yalnızlık ufkuyla kuşatılmış olduğu yerde,
Başlıyor dünya biz yüreklenelim diye,
Gövdelerin birleşmesinin ötesinde,
Son bir umudumuz olsun diye.

İnildiyor gemi, ağlıyor dalga, hışırdıyor kamış,
Yarat, Tanrım, bir elma ağacı, bir gülüş yarat,
Sıkıntı içinde uyanırsa eğer kadın
Sigaramın dumanını küçük bir yılan sansın diye.


Sandor Csoori
Çeviren: Özdemir İnce

25 Mart 2014 Salı

Yiyecek

Öğle yemeği yiyen bir adam gördüm:
Üst üste koyduğu asfalt parçalarının
Yerleşti üstüne güzelce,
Bir kıvrım yaptığı noktada sokağın.

Küçük bir küskü sapladı ortasına yolun
Sürücüler biraz dikkat etsin diye;
Tarttı gözleriyle yiyecek paketini
Çıkardı tıpasını süt şişesinin. Durdu bir süre.

Başını ilgiyle eğdi üstüne yiyeceklerin
Sıcak francalayı ikiye böldü bıçağıyla:
Ne gevşeklik vardı, ne gerginlik,
Ne tezcanlılık, görkemli davranışlarında.

Isırdı ekmeği, çiğnedi beceriyle
İçerek sütünü her lokmanın üstünden.
Duyduğu hoşnutluk besbelliydi
Dünyadan, kendinden, bu öğle saatinden,

Ve başka hiçbir şeye gereksinim duymadığı
Okunuyordu bütün davranışlarından.
Bir sıcaklık yayılıyordu güçlü vücuduna
Bitiyordu şişe - uçuyordu zaman.

Sizler! Sofra başı uzmanları!
Oburlar, pisboğazlar, züppeler!
Gırtlağına kadar yiyeceğe saplananlar!
Öğle yemeğinde giysi değiştirenler!

Sıkı bir perhizin sofu yandaşları!
Gastritliler! isterdim görmenizi
Bıyıklarının altında, süt şişesinden
Nasıl yuvarlacık bir halkanın çiçeklendiğini.

Bir törendi - kutsal ve olağan,
Yiyeceklerin görkemle yutuluşu;
Ve yüzü, çalışan adamın,
Bayramlar gibi kutluydu.

Hiçbir neden yoktu kibirlenmesine
Fakat sanki sonsuz bir ışık kaynağıydı;
Aydınlatıyordu güneş gibi
Kalkıp, ağır adımlarla geçtiği sokağı.

Yürüyordu, sakin ve yumuşak bir düşünceyle dolu:
Her şeyin iyi, alışkın ve sağlam olduğuna dair yaşamda.
Tıpkı bu öğle sonrası gibi. Soğuyan terin tadı gibi...
Ve yarın yeniden başlayacaktı ekmek ve çalışma ...


Gabor Garai
Çeviren: Ataol Behramoğlu