Şiir, Sadece: 2018-03-25

31 Mart 2018 Cumartesi

Salkım Meselesi

"Bir başınaysan, bütün bütüne
kendininsin".

Leonardo



Elmas bir tasarıdır aslında, tek düşleyelim
kömürü. Tutku da biter çünkü, an gelir gece de büyür
içimizdeki geceden:
Sim korkumuz balkır derin gözümüzden.

Yaşam, atlasa ve ipeğe doladığımız kadırgada
sarıp çözdüğümüz Gün makarası
kalıba döksek ayrışır sise ve saydama,
biri doğrularsa çelişir öteki, sesimizle.

Ey kan ve ivme ilişkisi! Düşün ki hem izcidir gölge,
gövdedir hem avcı. Bu açılma yeri, dışavurduğumuz bu
yaramız, ki bir kapansa...

...de bir tasarıdır aslında - orada takvim çevirir zamanı
insan diline, pafta ayırır işte, ayırsa ayırsa sem ateşi
ender sudan
ve Alaşım: Yalım dilinin
şiir diline deydiği
kılpayında eriyen
has sınır bünyesi!

Çoğalırken bir-leştirir salkım her gözünü;
Salkım ki gecel bir tasarıdır aslında
Aslından düşleyelim tek taneyi.


Enis Batur
Yazılar ve Tuğralar
Şiirler 1973 - 1987

Tersinmeler

Her dağ
bir gün açıklar
sürgün bir deniz olduğunu

Cam sıkılınca kendinden
kum dilinde konuşur

Gece
bir çakıltaşı operasıdır
kurbağaların söylediği

Sonsuzluğun dudağında
mavi bir uçuktur gök

Kızılcıklar
o yanık yağmurlar

Her ırmak
açıklar bir gün
yüzünü hiç görmediğini

Ve sırayla
döneriz yaban yanımıza.


Erdal Alova
Adam Sanat
Ekim 1990

30 Mart 2018 Cuma

Kâr Şiiri

kapılarıyla geçiyor kullar
güneş dille yazılı mezar taşlarına

tefeciler tefe koymuşlar
kafeslenmiş ayılar sessizlikte aç oynuyor

şimdi gökten ecdad inecek
ve bütün idare meclislerinin azasını öpecek

neden şaşıyorsun? artık değer kaldı mı hayatta
gemisinden kurtulan kaptandır

sertadımlarla geçen işbölümünü dikerek
bahar, yaz ve kâr aylarıdır.


İzzet Yasar
Yazko Edebiyat
Nisan 1981

Garip Bir Savaş

Önce tanklar geldi ,
Cephede yerlerini aldılar.
Öncü birlikler çoktan keşfe çıkmışlardı,
Az sonra telsiz bildirdi roket hedeflerini
Tantana başladı.

Onca transistör, havan topu, er
Bir komutla
Mızrak oluverdiler.
Toprağın çeşitli yerlerinden
Kopup gelen sürüyle insan
Başladı acı çekmeye.
Kırıldılar, yırtıldılar, parçalandılar,
Kalanlar adım adım, hendek çukur
Kararlaştırılan kente ilerlediler

Bir asker vardı ki aralarında
Bozmakta savaşın ciddiyetini
Saçları taralı, üstü başı temiz pak
General oldu
Yönetti birlikleri,
Pilot oldu bir ara,
Sonra bir miğfer geçirip
Çatışmanın en civcivli yerine seyretti.

Anlaşılan bu mehmetçik şerbetliydi kurşuna
Şarapnele, alev makinasına, el bombasına
Ast üst tanımadan büyük bir zevkle
Dolaşıp durdu, yorulmak bilmeden
Siperden sipere.

Kent alınıp, erler dalınca sokaklara
- Sıkılmış olmalı oyunun tekdüzeliğinden -
Bir makinalının önüne attı kendini.
Kanlar içinde düşüp çamurlu yola,
Seyretti yattığı yerden
Savaşın gidişini.
Önce arkadaşları, sonra bir kamyon,
Sonra koca bir tank geçti üstünden,
Donuk gözlerinin ardında keyiften kımıl kımıl
Gözledi parçalanırken gövdesini
Pike yapan uçakları
Kenti boğan sisi.

Tarih bu, yazmaya adam gerek.
Eylemi ölümsüz kahramanların.
İşte İstanbul, Burçlar, bayraklar,
Asılı topuğundan bir serdengeçti
Arka planda ticaret ve rüzgar.


Barış Pirhasan
Tarih Kötüdür

La Esmeralda

Kollarından vurulmuş paslı çiviyle
Çarmıhta dolaştırıyorlar Esmeralda'yı
Gözdağı olsun diye bütün halklara
Çarmıhta dolaştırıyorlar Esmeralda'yı

Adını çaldılar bir köylü kızdan
Bir çiçekten çaldılar adını
Sürdüler karanlık bodrumlarına
Yoldular kanatlarını

Çaldılar rengini And dağlarının
Doruklarına yağmış süt beyaz kardan
Dikenli tellerden urbalar dikip
Gerdiler sırtına cüzzamlı yelken

Kaldırdılar sabah uykularından
Böldüler binbir direkli düşlerini
Tırmanıp kirli insanlar küpeştesine
Astılar ozanın kanlı bileklerini

Açtılar yarayı bir usturayla
Dolarla, tankla açtılar yarayı
İşte sunuyor kano korsanlar
Halklara bir katil gibi Esmeralda'yı

Elleri oysa Esmeralda'nın
Temizdir bereketlidir
Ya tohum saçar tarlanın birine
Ya su gözünden tohumlar devşirir

Sesi güleçtir Esmeralda'nın
Yel vurdukça saçları türkü söyler
Dostlarıyla başbaşa ekmek yemek
Kitap okumak ister

Evleri vardır Esmeralda'nın
Bütün işçi evleri gibi
Çöreklenmiş çatısına Pinoçe
Yağmalanmış küçük yoksul mutfağı

Dinleyin sinsi hışırtısını
Yaklaşıyor bize de yılan tekne
Suçluların suçluları sırıtır
Salhaneye dönmüş güvertesinde

Ve işçiler, gencecikler, analar
Koşuyorlar rıhtımlara, doklara
Bu gelenler dostu Esmeralda'nın
Görevimiz, taşlanacak Esmeralda

Taşlanacak ağaracak yine süt
Taşlanacak zorbaların gözdağı
Taşlanacak gülsün diye gökyüzü
Taşlandıkça kurtulur Esmeralda


Barış Pirhasan
Tarih Kötüdür

29 Mart 2018 Perşembe

Güney Geceleri

serer sarı saçlarını
salkımsöğüt serin suya
su seviyle kucak açar
ilk akşamdan doğan aya

gönlüme gökbeşik olur
sonsuzluğa kuşak olur
samanyolu boydan boya

kadifeden gece gümüş
börtü böcek ninni okur
evrence bir duygu ve düş
gökgergefte yıldız dokur

sırılsıklam salkım saçak
sarhoş asmanın üzümü
şarap olmaya ezilir
ince imbikten süzülür
dindirir sevda sızımı

mor bulutlar yüreğimde
dağa duman gibi durur
buz dondurur eteğinde
saçında yıldız yandırır

çalkan mavi deniz çalkan
yürek değil bu bendeki
volkan mavi deniz volkan

ışkın damardır ışıktan
bu gönlümün duyargası
ürperir mavinle senin

rengi sıcak suyu serin
ey sabırlı toprak testi
kara derin gecelerin
iççekişi nasıl esti

kekik koktu buram buram
salındılar sıram sıram
sülün selviler bilgece

ak kavaklar konuştular
yaprak dilleriyle
şıpır şıpır çokseslice

deli gönlüme usluca
uzun havalar çaldılar

ben özümde ney'i duydum
argın akan suyu duydum
ve esridim bir ezeli
yorgun şarabın tadıyla

gök yıldızlı harmanidir
onu kuşanıp giyindim
ve oturdum bağdaş kurup
ulu çınara dayandım
aynakışlı güzel gece
senin ninninle uyandım
yıldız bana yardır diye
senin ninninle uyudum
düşte dostlar vardır diye

ateşböceği bağrında
ağan yıldız gibi yüzdü
ateşten inciler dizdi
senin zenci saçlarına

renginden bir yudum içtim
bir yudum da al şaraptan
içimde üşüdü sümbül
nar çiçeği yandı aşkla

nilüfer erince erdi
yaprağını göle gerdi
ak çiçeği uyur suda

ışık dikenidir ışık
başakların kılçıkları
karanlıkta ince ince

akşam olup gün dönünce
içerim kalaylı tastan
dolunayın ışığını
deli gönlümün yavaştan
ırgalarım beşiğini
bebeler uyur bağrımda
bebeler büyür bağrımda
cıvıl cıvıl çoğalırım

yakamozlar gümüşlenir
akışır yeşil yosunlar
kumlar kaynar kumlar oynar
sularında mor denizin
kayaları kıyıları
yalar duvaklı dalgalar
tadını duyarım tuzun
serin yelin esişiyle

kuştüyünden sevinç bende
hüzün bende gülsuyundan
bende düşün bende duygu
düş bende uykular boyu
gecelerinde güneyin

yelin suyun söylediği
sazlıkların senfonisi
kuyu kuytuların sesi
toprakların dinlediği
bağrımı verip yattığım
gecelerinde güneyin

an peteğinde uyur
bala banarak dilini
sunam yatağında uyur
bana sararak kolunu
gecelerinde güneyin

karınca toprakla kurar
buğday düşünü düşünü
yükü kendisinden ağır
gider taşını taşını
gecelerinde güneyin

sarhoştur eğer başını
kardeş yapraklı palmiye
her ağaç gibi ayakta
o da razıdır ölmeye
gecelerinde güneyin

bir kuş öter titrer eli
tamburamın ta derinden
gönlümün ince yerinden
gecelerinde güneyin

nar çatlamış nar ikiye
yüreğimi yar ikiye
yeryüzüdür bir parçası
bir parçası gökyüzüdür
gecelerinde güneyin

ah güneyin geceleri
bitse dünya acıları
gündüz kadar güzelsiniz
cangözüyle bakınca siz


Ozan Telli
Şahince

Dağların Siperi

Akranıdır
Ağzı taçyaprağı yar.
İnce usul boynuna al dudaklarını
Açarken gelincikler
İlkyazı sesleriyle süslediler.

Dilleri ekmeğe dönmezken daha
Ağıt öğrendiler.
Lokmayı bölemeyen ufacık elleriyle
Döğündüler.

Gönül gönlü tutar.
Gözün ıraklığı gönülsüze arkadır.
Gönülleri körebede bile
İlikle düğme gibi sarılıştılar
Ve kaleme ve yazıya ilk
Birbirinin adıyla alıştılar.

Velakin dünyanın illeri muhannetlik
Ferhadın gürzü kaç para
Yoksulluk dediğin prangadan dağ
Bir acayip güç erişemez zebella
Ne kurşun değer alnına
Ne böğrüne bıçak

Gidi felek namerdin koynuna yar
Güzelim gerdana
Altın dişlerden çürükler dizerek.

Ve artık dağlar da fukara...
Ömrü bütün yanası, kül olası yürek ah
Sana dağların da siperi yok.


Seyyit Nezir
Dağları Öylecene

Varna'da Dostlarla

Çekiyor keman yayını kıyının çiçekliğinden,
Çarşaflara doluyor Karadeniz soluğu,
Güneşin ve doğanın fısıltıları.
Yürekler güzel, ekmek gül, makina gül,
Uyanınca beyaz balkonlardan görürsün,
Yanına sokulmuşlar kızıl kuşlar.
Anneler gözlerine güven doldurmuşlar
Ve yüreğin çağlayanlarında kayıyor çocuklar.

Toprağı ve denizi emekte örgütlemişler,
Martılar ışığın sevgisini kokluyor,
Bahçelerde aynı yemişler
Ve aynı yeşil dağ suyundan doğma bir kız
Telini incitmeden gül topluyor

Devrimler ve berrak belgiler taşıyor yüzüyle
Ak şakaklı ülkemin yanıbaşında.
Ve ülkem gibi doğanın bağrından yunmuş özüyle,
Gülüşünde eski acılar taşıyan ihtiyarların
Ve korular gibi gülen çocukların yurdu,
Ak şakaklı ülkemin yanıbaşında.

Dillerde aynı hava, omuzlarda aynı halaylar,
Dostluktan damıtılmış kadehlerde içkiler.
Ve sevginin gelip dayandığı bir duvar,
Ki bir yanına halkım şölenler kurmuş,
Bir yanına onlar güller dikmişler.

Doludizgin bir güneş Varna sabahlarında,
Saçlarını döküyor bir kız güne,
Adı barış, soyadı dostluk.
Ve bir demet aşkla ellerimde
Ben nasıl da vurulmuşum kalbine,
Kardeşler nasıl da benziyor çocuklarınız,
Büyüyerek özgür bir sevecenlikte
Oyunlarıyla ve özlemleriyle bizimkilere.

Gün olur ince sofralarımızda
Oturur, birbirimize birer buket türkü veririz,
Kıvançla çınlatırız kadehlerimizi:
Siz bize gelirsiniz, biz size geliriz,
Aynı daldan koparırız yemişleri.
Yüreklerin köprüleri açılır,
Bizler de geçmeden, birer sonbahar gibi
Bırakmadan ardımızda acıları ve sevinçleri.


Azer Yaran
Mayıs

28 Mart 2018 Çarşamba

Ölüm Hayatı Kuşatalı Beri

Kül yağıyor gökten
Kül renginde güneş
İki şey örtüyor kırları
Kül ve leş

Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu

Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı

Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı


İsmail Uyaroğlu
Hayatı Karşılayan Şiirler

Gecekondusu Yıkılan Kadının Türküsü

Beş gün su taşıdık dereden
Musa, Mahmut ve ben
Ter değil kan aktı yol boyu
İnce ince gül tenimden

Yıkma zalım yıkma kondumu
Yarın hesap sorulur devran döndü mü

Dere uzak, yol taşlı
Mintanım ıslak, yaşmağım yaşlı
Tepemde güneş diye bir ejderha
Ki yedi değil yüz bin başlı

Yıkma zalım yıkma kondumu
Nerde yatar yavrularım gece oldu mu

Biz nerdeysek o orda
Musa on, Mahmut yedi yaşında
Su taşıdık tam beş gün
Kıpkırmızı bir göğün altında

Yıkma zalım yıkma kondumu
Yarın hesap sorarlar devran döndü mü

Çimentoyu, tahtayı, briketi
Babaları taşıdı, babaları çattı
Yiğit Osman'ım benim, aslan Osman'ım
Uyumadan gece vardiyasına çok gitti

Yıkma zalım yıkma kondumu
Nerde yatarız erkeğimle gece oldu mu

Komşular da yardım ettilerdi
Gül'ün kocası, Zehra'nınki, Esma'nınki
Hepsi iyi komşu olacaklardı ama
Hey gidi kahpe dünya hey gidi

Yıkma zalım yıkma kondumu
Yarın hesap sorulur devran döndü mü

Perdelik alacaktım İstanbul'a inip haftaya
Ucuzca bir şey, pek iyi olmasa da
Zehra'nınkiler gibi iri iri
Çiçekleri olsun istiyordum mutlaka

Yıkma zalım yıkma kondumu
Nerde yatarız çoluk çocuk gece oldu mu

Çatısını da kurduk muydu
Artık ne çimentoydu, ne briketti, ne suydu
Ama feryadımızı duymayanlar
Bir evimiz olduğunu hemen duydu

Yıkma zalım yıkma kondumu
Yarın hesap sorulur devran döndü mü


İsmail Uyaroğlu
Yakında

Gökyüzü ve Şiir

Bir kelime gelir, sürtünür, yoklar beni
Anılarım, bir şiirin elçisidir
Bırakır hemen elimdeki işi, sokağa çıkarım
Bakarım, günlerdir içimi sancıtan şiir
Orda, esinimi ışığından süzdüğüm
Sonsuz göğün altında
Bana incecik gülümsemektedir


İsmail Uyaroğlu
Yakında

27 Mart 2018 Salı

Yaralı Güller

Koyunların ilk merhabasıyla
Dağ eteklerinden dökülür kuş sesleri
Giderim güne karşı bayırda
Çeler gözlerimi papatyaların şöleni

Günlerce gecelerce aylarca
Külhan uykusuz sevdalı
Şehir kalır arkamda
Bir yanı ışık tufanı
Bir yanı gözbağı

Fabrikalarında
Emeğin cengi vurur
Hırçın
Güzel
Halayda

Yüreğin bordasında rüzgar
Selamlar o çelik öfkeyi
Harami elinde mahzun
Yaralı gülleri

Bulutlar gider, nergisler
Giderim yamaçlarda düşünceli
Çelik pırıltısı taşır düşlerim
Bir yanım kıvılcım
Bir yanım kar çiçekleri


Ahmet Ada
Gün Doğsun Gül Üstüne

Bir Silvan Gecesi

sen de yaşasaydın o silvan gecesini
kaç adamı gözün ısırır gibi olurdu
yağmurlar taşırdın gözlerine
hüzün sıvanırdı dört duvarına
cüzzamlı bir oda arkadaşıyla bölüştüğün odanın

sana da bir şeyler sorarlardı elbet
zındanlardan bakan o gözler
ana, baba, yar, memleket
neyin varsa sevdiğin, unutur gibi olduğun
kırbaçlardı belleğinin yorgun atını
giderdin sisler içinde bir çocukluk akşamına
bulurdun küçük yüreğinin sevgilisini
batan günün uzak arkadaşlığında

bir yıkıntıya işerdin kaçamak
batman'dan gelen tankerler geçerdi
kaldırımları tarardı gözlerin
bir adam durdururdu
çakılar, çakmaklar gösterirdi, satacak
yüzüne güvenirse yeşil saplı sustalılar
düşünürdün:
- bu bıçaklar hangi yüreklere saplanacak?...

sen de yaşasaydın o silvan gecesini
yolda kalmış bir yolcu olarak
gözlerin nöbetini tutardı yolların
sürgün bir otobüsü tanırdın sonra
küfürler savuran şoförüyle
tozlar bırakarak giderdiniz ardınızda
silvan'ın güne batmış o gariban sabahında

sonra bir solgun resim olur asılırdı duvarlarına
o bir gecesi silvan'ın
arada bir belirip yiterdi buğulu aynalarında


Hüseyin Yurttaş
Uzunçakar

Ustası Olacağız İşimizin

I.

Çırağız
her birimiz
tan atanda başlarız işe
bütün gün kir pas içinde
vururuz çekici örse
öfkeyi yüreğe
Hasretiz sabah uykularına
ve güneşe
ustası olmak için işimizin
takmak için kolumuza
altın bileziği
katlanırız bunlara
yaşımız çok küçükmüş
solmuş gülümüz
yaşamın baharında
böyle diyor Sefer usta


II.

İlk işimiz açmak dükkanı
silip süpürmek ortalığı
duymaktansa küfürü
yemektense tokadı
üretime hazır etmeli çırak
patron gelene kadar dükkanı

Çekiçler çıkarılmalı sudan
maskelerin camı silinmeli
kovulmak istemiyorsak eğer
patronun aradığı eline gelmeli

Çay söyle
kahve getir
kaynak çapaklarını taşla
demir kırpıntılarını toplayıp
bir kenara koy
takımları yerli yerine diz
elimizden önce
nasırlaştı ensemiz
Ahi Evran'dan bu yana
bitmek bilmedi çilemiz
Bizim için
eti senin
kemiği benim dendi
köleliğimiz
bu sözlerle perçinlendi

Büyüyoruz
küfür duya duya
tokat yiye yiye
suyu zehir bıçaklar gibi bilenerek

Büyüyoruz
yaralı parmaklarına
işeyerek birbirimizin
nakış nakış işleyerek demiri
ayva sarısı
meneviş rengi
susuzluğa doyurarak çeliği
ustası olacağız işimizin
ve sahibi
sabahları açan çiçeklerimizin

Hınçla dolu damarlarımız
alon bileziği
kölelik zinciri yapanlara

Kine kin ekliyor kaynağımız
öfke soluyor körük
bedenimizin bereketini çalanlara
ve puntasını koparıyor özgürlük

En güzel dünyayı armağan etmek için çıraklara


Murtaza Vural
Terimle Suladım Hollanda Lalelerini

26 Mart 2018 Pazartesi

Böğürtlen

Kokumla yaşıyorum, dağ, orman kokuyorum ben
Çalı kokuyorum, ıssız bozkırlar kokuyorum, tren kokuyorum
Patikalarda böğürtlenler korku içinde çekilirler derin yarlardan
Yılgın seviler kokuyorum, böğürtlen kokuyorum

Yaşadım bir su gibi, eriyerek
Köpek havlamaları gibi.
Çınlıyorum da, kimsesiz çocukların uykuya geçmeleri nasıl çınlarsa;
Sonsuz ve mutsuz olanı duyuyorum yalnız.


Mehmet Taner
Arka Oda

Kahverengi Cüce

İster parlak kuşak bir dergi sayfasında
İster rastgele masa başına bırakılmış kağıt parçasında
Tutunsun elinize bizden kalan şiir demetleri
Arasında okunuyorsa kayış dili, Akdeniz ateşi
Dizeler ayrılmıyorsa havalı çekiçle birbirinden
Gök adalar yaratıyorsa okuyanın göz bebeklerinde
O şiir bizimdir, kara kirli sayfada doğsa bile

Samanlıkta iğne aramak şu şairin işi
Süs geçiyor iç geriliminden
Doğuyor odasında yaratıcılık ateşi
Ayırt edilmez masa başındaki şiirle
Yayınlanmış güneş halısı ürünleri birbirinden

Sekiz kutuplu bir dünyadır onunki
Gökyüzünü daraltır, ırmakları kısaltır
Gizemli kayalıklar yaratır kendine
Sanki şair değil, kahverengi cüce
Dizelere tutunmak size kalmıştır

Kalın dağ kazaklarıyla karşılar bizi
Kumaşına iş işlemiş
Terletir onca koşturmanın arasında
Şiirin yarası boncuk ve tüylerle kaplıdır
Şairin düşüyse gök taşıyla uğrar üstümüze


Hüseyin Peker
Yer Bezinden Bir Köle

Kuğu ve Kadın

kuğu gibiydi kadın
boynundan ellerine uzanan ırmak
buğdaylardan geçen ipeksi saçlar
ve teninde çiçek açan gelinliğiyle.

sesi düşüncenin uçurtmasına takılı
elleri ellerime değerken gökkuşağı
yüzü göle dökülen ayışığı.

kuğu gibiydi kadın
dağların geceye hazırlandığı bir akşam
ormanların/diz boyu çayırların renginde
papatyaların ve kırlangıçların yelinde.

ömrünce bir manolyaya su vermişti
kanatlarında güzelliğin ışığı
sevginin aynasına dökülüvermişti.

kuğuydu kadın
geceye damlarken sıcaklığı
suyun sesi katılıyordu aşkına
bir de bembeyazlığı yaşamın.


Ahmet Özer
Aşkın Taçyaprağı