Şiir, Sadece: 2011

31 Aralık 2011 Cumartesi

Melih Cevdet Anday

Melih Cevdet Anday


Melih Cevdet Anday doğumu, 13 Mart 1915, İstanbul – ölümü, 28 Kasım 2002, İstanbul, şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarı.

Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı`ndan ayrılmıştır. UNESCO'nun Courrier dergisi, 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.

Yaşamı 

İstanbul'da doğan Melih Cevdet Anday'ın çocukluğu Kadıköy Bahariye'de geçti. Ortaokula kadar İstanbul'da eğitim gördü. Liseyi ise Ankara'da, Gazi Lisesi'nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli ve Oktay Rifat ile tanıştı.

Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları'nda memur olarak çalıştığı için öğrenimine devam edemedi. Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek için Belçika'ya gönderildi.

Ukde isimli şiiri 1936'da Varlık Dergisi'nde yayımlandı. Bunun ardından şiirleri Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön gibi dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında Garip isimli şiir kitabını çıkardı.

Hasan Âli Yücel'in tavsiyesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü'ne memur olarak atandı. 1946 seçimleriyle birlikte bakanlığın el değiştirmesi sonrasında önce yeniden askere alındı, sonra Konya'ya atandı. Ancak bu atama daha sonra geri alındı. Anday, bir süre sonra bu görevinden ayrılarak İstanbul'a döndü.

1953-1954 yılları arasında Akşam Gazetesi'nin edebiyat ve sanat sayfasını hazırladı. Fikirleri sebebiyle işten çıkarıldı. Doğan Kardeş Yayınları'na geçti ve çeviriler yaptı. Buradaki görevinden de aynı sebeple ayrılmak zorunda kaldı.

1958'den itibaren Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin ve İkdam'da kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla denemeler ve makaleler yazdı, tefrika romanlar yayınladı. 1960'ta Nadir Nadi'nin desteğiyle Cumhuriyet'te köşe yazıları yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılarını 1997'ye kadar sürdürdü.

1956'da yayınladığı Yanyana isimli şiir kitabı, 142. maddeye aykırı olduğu gerekçesiyle 1964'te yasaklandı. Anday gerek şiir kitaplarıyla, gerekse daha sonraları yöneldiği roman ve tiyatro alanlarındaki yapıtlarıyla birçok ödül aldı.

Anday, İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde diksiyon, özel bir tiyatro okulunda mitoloji dersleri verdi. 1964-1969 yılları arasında TRT'de yönetim kurulu üyeliği, 1979-1980 yıllarında da Paris'te eğitim müşavirliği görevlerinde bulundu.

Solunum ve böbrek yetmezliği tanısıyla Marmara Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi'ne kaldırılan Melih Cevdet Anday, 28 Kasım 2002'de 87 yaşındayken vefat etti. Büyükada mezarlığında toprağa verildi.

Garip hareketinin öncülerinden biri olduğu dönemde de Melih Cevdet Anday'ın lirik türdeki şiirlerinde daha başarılı olduğu söylenebilir. (Anı, v.b.) . İlk şiirlerinde yer yer gözlemlenen 'düşünür şair' kimliği 1960'lı yıllarda yoğunlaştı ve şiirimizde yeni bir anlayışın seçkin örnekleri Kolları Bağlı Odysseus'tan bu yana art arda kitaplaştı. Bu tür şiirlerde Melih Cevdet Anday, kimi kez, düşünce (duyum, sezgi, vb.) ile şiirsel biçimi klasik bir yetkinlikte kaynaştırmayı başararak (Zamanlar, Şaşırtıcı Karşılaşma, Yeni Bir Dünya, v.b.) sadece şiirimiz bakımından değil tüm çağdaş dünya şiiri ölçüsünde seçkin ürünler verdi. Bazı şiirlerinde aşın simge, alegori, benzetme bolluğunun öne çıktığı görüldü. (Teknenin Ölümü adlı uzun şiirin hemen hemen her dizesi bir simge, alegori ya da benzetmedir). Son kitabında insan, doğa ve toplum alanında şiirimizi yeni ayrıntılar, yeni gözlemler ve yöntemlerle zenginleştiren Melih Cevdet Anday, kuşkusuz, yaratıcılık yeteneği, ufuk genişliği, sanatsal düzey bakımından 20. yüzyıl Türk şiirinin en büyük temsilcilerindendir.

Anday, eserlerinde kendi adı haricinde şu takma adları da kullanmıştır: Yaşar Tellidede, Niyaz Niyazoğlu, A. Mecdi Velet, M. C. A., H. Mecdi Velet, Yaşar Tellidere, Gani Girgin, Zater, Yaşar Tellioğlu

Eserleri 

Şiir

  • Garip (1941, Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte)
  • Rahatı Kaçan Ağaç (1946)
  • Telgrafname (1952)
  • Yanyana (1956)
  • Kolları Bağlı Odysseus (1962)
  • Göçebe Denizin Üstünde (1970)
  • Teknenin Ölümü (1975)
  • Sözcükler (1978, toplu şiirler)
  • Ölümsüzlük Ardında Gılgamış (1981)
  • Tanıdık Dünya (1984)
  • Güneşte (1989)
  • Yağmurun Altında (1995)
  • Yalan
  • Şinanay
  • Tohum
  • Tek Başına
  • Anı

Şiir Çevirileri
  • Annabel Lee - Edgar Allan Poe
  • Atlının Türküsü - Federico Garcia Lorca
  • Ben de - Langston Hughes
  • Bir Zenci Kızın Türküsü - Langston Hughes
  • Çayhane - Ezra Pound
  • Gece. Şehir Uyumuş. - Aleksandr Blok
  • Hürriyet - Paul Éluard
  • Kanun - Wystan Hugh Auden
  • Pan Öldü - Ezra Pound
  • Şiir Sanatı - Paul Verlaine

Roman Çevirisi

  • Buz Sarayı (1973 - Tarjei Vesaas)
  • Babalar ve Oğullar ( 1983- [Turgenyev] )
  • Ölü Canlar (1982- [Gogol] )

Roman 

  • Zifaftan Önce (1957 - Murat Tek adıyla)
  • Yağmurlu Sokak (1959 - Murat Tek adıyla)
  • Dullar Çıkmazı (1962 - Murat Tek adıyla)
  • Bir Gecede Üç Erkek (Murat Tek adıyla)
  • Aylaklar (1965)
  • Gizli Emir (1970)
  • İsa'nın Güncesi (1974)
  • Raziye (1975)

Şiir Üzerine Yazılar

  • Anlamın Anlamı
  • Çağlar Geçiyor
  • Şiir Üzerine
  • Şiirin Vazgeçilmez Üç Dönemi
  • Şiirin Anlamı
  • Uzun Şiir - Kısa Şiir
  • Yarın Düşüncesi

Tiyatro Oyunu

  • İçerdekiler (1965)
  • Mikadonun Çöpleri (1967)
  • Yarın Başka Koruda
  • Dikkat Köpek Var
  • Ölüler Konuşmak İster
  • Müfettişler (1972)
  • Ölümsüzler (1984)

Ödülleri

  • 1970 TRT Roman Armağanı (Gizli Emir ile)
  • 1973 TDK Çeviri Ödülü (Buz Sarayı ile)
  • 1976 Yeditepe Şiir Armağanı (Teknenin Ölümü ile)
  • 1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (Sözcükler ile)
  • 1981 İş Bankası Büyük Ödülü (Ölümsüzlük Ardında Gılgamış ile)
  • 1984 Enka Sanat Ödülleri (Mansiyon - Ölümsüzler ile)
  • 1991 TÜYAP Onur Ödülü
  • 2000 Aydın Doğan Vakfı Şiir Ödülü

Necip Fazıl Kısakürek

Ahmet Necip Fazıl Kısakürek, doğumu 26 Mayıs 1904, İstanbul, ölümü 25 Mayıs 1983, İstanbul, Türk şâir, yazar ve düşünür.

Necip Fazıl, 24 yaşındayken yayımladığı ikinci şiir kitabı Kaldırımlar ile tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve o devirde Türk basınının merkezi olan Bâb-ı Âli'nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşayan Kısakürek, 1943-1978 arasında 512 sayı yayımlanan Büyük Doğu Dergisi yoluyla İslamcı görüşlerini kamuoyuna duyuran ve Büyük Doğu Hareketi’ne önderlik eden bir şairdir.

Yaşamı

Ailesi ve çocukluk yılları

1904 yılında İstanbul’da Maraşlı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası o sırada hukuk öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Girit ensarlarından bir ailenin kızı olan Mediha Hanım’dır. Ailenin tek çocuğu idi. Ailesi ona “Ahmet Necip” adını verdi. Necip adını, babasının büyükbabası Necip Efendi’den aldı.

Çocukluğu dönemin ünlü hakimlerinden olan büyükbabası Mehmet Hilmi Bey’in Çemberlitaş’taki konağında geçti. 15 yaşına kadar önemli hastalıklar geçirdi. 4-5 yaşlarında iken dedesinden okumayı öğrendi ve büyükannesi Zafer Hanım’ın da etkisi ile tutkulu bir okuyucu haline geldi.

İlköğrenimini pek çok farklı okulda aldı. Kısa bir süre Gedikpaşa’daki Fransız Frerler Mektebi’nde okudu. 1912 yılında Amerikan Koleji’ne kaydedildi ancak yaramazlıkları nedeniyle bu okuldan atıldı; eğitimine önce Büyükdere’deki Emin Efendi Mahalle Mektebi 'nde, ardından yatılı bir okul olan ve Raif Ogan’ın yönettiği "Rehber-i İttihat Mektebi"’nde devam etti. Sonraki yıllarda yakın dostu olacak olan Peyami Safa’yı bu okulda tanıdı. Rehber’-i İtihat Mektebi’nde de fazla kalmayıp Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebi’ne ve daha sonra seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı Köyü’nün ilk mektebine yazıldı. Kız kardeşi Sema’nın beş yaşında ölümünden sonra annesi vereme yakalanınca ailesi Heybeliada'ya taşındı ve böylece Necip Fazıl ilk öğrenimini, Heybeliada Numûne Mektebi'nde tamamladı.

Bahriye Mektebi

1916 yılında, Mekteb-i Fünûnu Bahriye-yi Şahane’ye (bugünkü adı ile Deniz Harp Okulu) imtihanla girdi. Beş yıl öğrenim gördüğü bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce hayatının Necip Fazıl’a göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım Hikmet Ran aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi.

Necip Fazıl, Bahriye Mektebi’ndeki öğrencilik döneminde şiirle ilgilenmeye başladı, tek nüsha elle yazılmış “Nihal” isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine başladı. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron, Oscar Wilde, Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal dilinde okuma imkanını buldu. Ahmet Necip olan adının “Necip Fazıl” olması bu okulda gerçekleşti.

Bahriye Mektebi’nde üç yıllık öğrenimini tamamladıktan sonra ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedi ve okuldan ayrıldı.

İstanbul’un işgali sırasında annesi ile birlikte Erzurum’daki dayısının yanına giden Necip Fazıl, bu arada henüz çok genç yaşta olan babasını kaybetti.

Darülfünun yılları

1921 yılında Darülfünûn'un Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesine girdi. Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde ilk şiirleri yayımlandı.

Lise ve Darülfünun öğrencileri arasından eğitim hayatlarını devam ettirmek üzere Avrupa ülkelerine gönderilecek ilk grubu belirlemek için 1924 yılında Maarif Vekaleti’nin açtığı sınavda gösterdiği başarı sonucu, üniversitedeki eğitimini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi.

Paris yılları

Sorbonne Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi (1924). Bu okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştı. Paris’te bohem bir yaşam sürdü, kumara ilgi duymaya başladı. Bir yılın sonunda bursu kesildi ve yurda dönmek zorunda kaldı.

1934 yılına kadar yaşamı

Paris’teki bohem hayatına bir süre İstanbul’da da devam etti. 1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştı. Bir Hollanda bankası olan “Bahr-i Sefit Bankası”’nda başladığı bankacılığa Osmanlı Bankası’nda devam etti. Kısa sürede Ceyhan, İstanbul, Giresun şubelerinde çalıştı. 1928 yılında ikinci şiir kitabı olan “Kaldırımlar” yayımlandı. Kitap, büyük bir ilgi ve hayranlık topladı.

1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, İş Bankası’na “Umum Muhasebe Şefi” olarak girdi. Bu kurumda 9 yıl çalışmış ve müfettişliğe kadar yükselmiştir. Ankara’daki yaşamı sırasında siyasal elit ve aydınlar ile yakın ilişki kurdu; Falih Rıfkı ve Yakup Kadri ile sürekli birlikte idi.

1931-1933 arasında askerlik yaptı. Askerlik hayatının 6 ayı Taşkışla'nın 5. Alayının Zâbit kıtasında neferlik; 6 ayı Harbiye’de İhtiyat Zâbit Mektebi’nde öğrencilik, 6 ay aynı yerde subaylık yaptı.

Askerliğini yaptıktan sonra Ankara’ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi"'nin yayınlanmasından sonra ününün zirvesine ulaştı. Dergilerdeki hikaye yazılarını “Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil” adlı kitapta topladı.

1934-1943 yılları arasındaki yaşamı

1934 tarihi, Necip Fazıl biyografisinde bir dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştı. Abdulhakim Arvasi ile Eyüp Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı. Abdulhakim Arvasi ile tanışmasını kendisine milat kabul eden Necip Fazıl’ın şiirlerinde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izleri görülmeye başladı.

Arvâsî ile tanışmasından sonra yaşadığı derin fikir buhranın ardından hayatının yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan “Tohum" adlı tiyatro oyununu yazdı (1935). İslamcılık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eser, Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü halde halkın ilgisini çekmedi.

1936’da bir kültür–sanat dergisi olan “Ağaç Mecmuası”’nı çıkarmaya başladı. İlk sayısı 14 Mart 1936’da Ankara’da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan sonra İstanbul’da çıkarılmaya başladı. Dergi, spirütalist özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçılardan katı sağlanmaktaydı. Büyük ölçüde İş Bankası tarafından finanse edilen derginin yayın hayatı 16 sayı sürdü.

1937 yılında tamamladığı “Bir Adam Yaratmak” adlı piyesi ilk defa 1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye kondu ve büyük ilgi yarattı. Eser, insanın ve aklın güçsüzlüğünü ortaya koymakta ve pozitivizmi, kuru akılcılığı reddetmektedir.

1938 yılı başlarında yeni bir milli marş yazılması için “Ulus gazetesinin açtığı yarışma ile ilgili olarak kendisine yapılan teklifi benimsedi ancak yarışmanın vazgeçilmesi şartını öne sürmüştü. Bu şartı hemen kabul edildi ve böylece “Büyük Doğu Marşı” şiirini yazdı. Şiire verdiği “Büyük Doğu” adı, daha sonra çıkaracağı derginin adı oldu.

1938 sonbaharında bankacılıktan ayrılan Necip Fazıl, Haber Gazetesi’ne girerek gazeteciliğe başladı. Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından atandığı Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı’nda öğretim üyeliğini kısa süre sonra bıraktı ve kendisine İstanbul'da bir görev verilmesini istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atanan Necip Fazıl, Robert Kolej'de edebiyat öğretmenliği yaptı.

1934'te yaşadığı buhranlı dönemini anlatan “Çile” adlı şiirini 1939'da yayımladı. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı. Namık Kemal’in 100. doğum yıldönümü dolayısıyla yayımlanan kitapta Namık Kemal’i şairliği, romancılığı, oyun yazarlığı, fikir adamlığı konularında yerden yere vurdu.

1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendi. Bu evlilikten Mehmet (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu.

1942 kışında yeniden askerlik yapmak üzere 45 gün için Erzurum’a gönderildi. Askerde iken siyasi bir yazı kaleme alması nedeniyle mahkum oldu ve ilk kez hapis cezası aldı; Sultanahmet Cezaevi’nde hapis yattı.

1943-1949 arasındaki yaşamı

Necip Fazıl Kısakürek, 1943 yılından itibaren siyasal tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan faaliyetlerine başlamıştır. Muhalefet anlayışını ifade eden araç, 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığı “Büyük Doğu” dergisidir. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla Necip Fazıl’ın yazdığı yazılar egemen olmuştur. Necip Fazıl’ın takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocuğu, BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdülbaki, Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adıdeğmez, Bankacı, Be-De, Prof. Ş. Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir…

Dergi, ilk olarak 1943 yılının Aralık ayında “dinî neşriyat yapmak ve rejimi beğenmemek” gerekçesi ile birkaç aylığına kapatılırken Necip Fazıl, Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki işinden kovuldu. Dergi, Şubat’te tekrar yayınlandı ancak "rejime itaatsizliği teşvik" suçlamasıyla Mayıs 1944'te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Gerekçe, “Allah’a itaat etmeyene itaat edimez” hadisinin Tek parti yönetimini işaret ettiğine inanılmasıydı. Necip Fazıl, ikinci defa ikinci askerliğe sevk edilerek Eğirdir'e sürüldü.

2 Kasım 1945’te Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladı. Dergide artık daha çok dini yazılara yer veriliyordu ve yazıların çoğu, “Adıdeğmez” mahlasını kullanan kendisinin kaleminden çıkmaktaydı. Dergisinin üst üste kapatılmalarından sonra radikalleşen Necip Fazıl, 4 Aralık 1945 günü gerçekleşen Tan baskını sırasında Vakit Yurdu denilen binanın penceresinden olayları izledi ve kendisine sevgi gösterisi yaparak binanın önünden geçen gençleri alkışladı.

Büyük Doğu, 13 Aralık 1946 tarihli sayıdaki yazısı nedeniyle tekrar kapatıldı. Necip Fazıl, dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesinden dolayı "milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı.

1947 baharında Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya başladı. 6 Haziran’da Rıza Tevfik'e ait “Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı bir şiirin yayınlanması sebebiyle dergi mahkeme kararıyla tekrar kapatılırken Necip Fazıl tutuklandı. Derginin sahibi görünen eşi Neslihan Hanım ile birlikte "Padişahlık Propagandası Yapmak - Türklüğe ve Türk Milletine Hakaret"ten yargılanan şair, 1 ay 3 gün tutuklu kaldıktan sonra beraat etti.[3] Bu tarihten sonra dergide sadece İslamcılığı öven yazılar değil; Yahudilik, Masonluk, komünizm düşmanlığı içeren yazılar yayımladı.

1947 yılı içinde "Sabır Taşı" piyesi "C.H.P. Sanat Mükâfatı"na lâyık görülse de jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Aynı yıl, Büyük Doğu’nun çıkmadığı bir dönemde “Borazan” adlı mizah dergisini üç sayı çıkaran Necip Fazıl, hakkındaki beraat kararı 1948 yılında Temyiz Mahkemesi tarafından bozulunca geçimini sağlamak için evindeki tüm eşyaları satmak zorunda kaldı.

Büyük Doğu Cemiyeti

Sanatçı, 28 Haziran 1949'da Büyük Doğu Cemiyeti’ni kurdu. Başkanı olduğu dernekte başka yardımcısı Cevat Rıfat Atilhan ve genel sekreter Abdurrahim Rahmi Zapsu idi. 1950’de derneğin ilk şubesi Kayseri’de açıldı. Necip Fazıl, Kayseri’deki açılıştan İstanbul’a döndükten sonra bir yazısı nedeniyle tutuklandı; “Türklüğe hakaret davası”nda verilmiş beraat kararı Nisan ayında temyiz mahkemesi tarafından bozdurulunca eşi Neslihan Hanım ile birlikte hapse girdi. 1950 genel seçimlerinden sonra seçimden zaferle çıkan Demokrat Parti’nin çıkardığı Af Kanunu ile hapishaneden tahliye edilen ilk kişi olarak 15 Temmuz’da serbest kaldı. 18 Ağustos 1950’de Büyük Doğu’yu yeniden çıkarmaya başladı. Necip Fazıl, dergide Adnan Menderes’e açık mektuplar yayınlayarak partiyi İslam ekseninde geliştirmesini önermekteydi. O yıl Büyük Doğu Cemiyeti’nin Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı.

22 Mart 1951 yılında “Kumarhane Baskını” olarak anılan olay gerçekleşti. Beyoğlu’nda bir kumarhaneye düzenlenen baskında yakalanan Necip Fazıl, bu olay nedeniyle 18 saat karakolda tutuldu. O dönemki açıklamalarında röportaj yapmak üzere kumarhanede olduğunu ifade eden; daha sonraki yıllarda ise Büyük Doğu’yu koruma için bir adam tutmak üzere orada olduğunu açıklayan Necip Fazıl’a göre bu olay Demokrat Parti’nin bir komplosudur.

30 Mart 1951’de dergisinin 54. sayısını çıkardı. Ancak dergi henüz bayilere dağıtılmadan hakkında toplatılma kararı çıktı. Bu sayıda yer alan imzasız bir yazısı nedeniyle tutuklanan Necip Fazıl, 19 gün tutuklu kaldı. 9 ay 12 günlük mahkumiyet kararı çıkınca mahkumiyetini dört ay erteletti; ardından hastaneden 3 aylık bir tecil raporu aldı.

Necip Fazıl, başkanı olduğu Büyük Doğu Cemiyeti’ni ani bir kararla 26 Mayıs 1951’de feshetti. Örtülü ödenekten aldığı paraya karşılık cemiyeti kapattığı iddia edilir. Kurmayı düşündüğü Büyük Doğu Partisi’nin ana nizamnamesini 15 Haziran 1951’de Büyük Doğu Dergisi’nde yayımladı. Öngördüğü düzende CHP'nin Altı ok'una karşılık Büyük Doğu'nun Dokuz Umdesi, Milli Şef'e karşılık İslâmi bir yüce olan “Başyüce” vardı. Programa göre faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, her türlü keyif verici maddenin yasak olduğu, suçluların kısas yöntemi ile cezalandırılacağı bir ülke yaratılacaktı. Necip Fazıl, Haziran 1951'de dergiye ara verdi. Son sayıda “Müslüman Türklerin günlük gazetesi çıkacak” haberini verdi. Günlük Büyük Doğu Gazetesi 16 Kasım 1951'de yayına başladı.

Necip Fazıl'ın 1951'deki mahkumiyet kararı ile ilgili hastaneden aldığı tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs 1952’de "Malatya Hadisesi" meydana geldi. O gün Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Necip Fazıl, Hüseyin Üzmez'i azmettirmekle suçlandı. 1951'deki mahkumiyeti sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezasını çekerken “Maskenizi Yırtıyorum" başlıklı bir broşür yayımlayarak 1943'ten beri başına gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptı (11 Aralık 1952). Malatya hadisesi davası halen devam etmekte olduğundan 1951 mahkumiyeti ile ilgili cezası dolduktan sonra bir süre daha tutuklu kaldı. Malatya Davası'ndan suçsuz bulununca 1953 yılını Aralık ayında serbest kaldı.

1957'de çeşitli davalardan gecikmiş cezaları nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattı.

1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasıyla “At'a Senfoni” adlı bir eser kaleme aldı.

1960 darbesinden sonra 6 Haziran’da evinden alınan Necip Fazıl, 4,5 ay Balmumcu garnizonunda tutuldu. Basın Affı nedeniyle tahliye edilse de Atatürk’e hakaret suçu içerdiği iddia edilen bir yazısı nedeniyle mahkumiyet kararı o Balmumcu’da iken kesinleştiği için, tahliye edildiği gün tekrar tutuklandı ve Toptaşı Cezaevi’ne sevkedildi. 1 yıl 65 günlük cezayı doldurduktan sonra 18 Aralık 1961’de serbest kaldı.

1960’tan sonraki yaşamı

Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal, sonra Son posta gazetelerinde yazarlığa başladı. 1963-1964’te Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.

1965’te "b.d. Fikir Kulübü"nü kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarını sürdürdü; bazı eserlerini gazetelerde tefrika etti.

1973 yılında Hacca gitti. O yıl oğlu Mehmet’e "Büyük Doğu Yayınevi"'ni kurdurdu. "Esselâm" isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına başladı. 23 Kasım 1975’te Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı.

26 Mayıs1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi.

“İman ve İslâm Atlası” adlı eserini yazmak için 1981 yılında Erenköy’deki evinde odasına kapandı. Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan Turgut Özal’ı sık sık odasına kabul etti, tavsiyelerde bulundu.

Atatürk aleyhinde işlenen suçlar hakkındaki kanuna aykırı fiilinden dolayı 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk'ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay 9. ceza dairesi tarafından onaylandı. Davaya konu olan "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin," adlı kitabın herhangi bir suç unsuru teşkil etmediği mahkemenin atadığı bilirkişi tarafından rapor edilmişse de Necip Fazıl "Atatürk'e hakaret etmeye meyilli olmak" gerekçesiyle mahkûm edildi.

25 Mayıs 1983’te evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Çalışmaları

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl'ın ilk şiir kitabı 17 yaşında iken yayınlandı ve şiirleri M.E.B'in ders kitaplarında okutuldu. Genç yaşta yazdığı tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelendi.

Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta ünlü yaptı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile takdir toplamayı sürdürdü. Birçok kişi tarafından da çok sevilen şair "Üstad Necip Fazıl Kısakürek", olarak anılmaya başlandı.

Necip Fazıl 1934 yılında Nakşî şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanıştıktan sonra İslami kimliği ile öne çıkmaya başladı. Bu dönemde hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına kaleme aldı. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak, Nam-ı Diğer Parmaksız Salih gibi piyesleri büyük ilgi gördü. Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.

Sık sık kapatılan veya toplatılan Büyük Doğu'nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Her Gün ve Tercüman gazetelerinde yayınladı.

Vasiyeti

Vasiyetinin bir kısmı:

Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekün ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve batıl" demekten ibarettir.Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslamî usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım. Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna. Çile şiirindeki şu satırlar vasiyetini teyit eder niteliktedir: Son günüm olmasın çelengim top arabam Beni alıp götürsün tam dört inanmış adam

Siyasi fikirleri

1934 yılında dahil olduğu Nakşibendilik tarikatından sonra ülkedeki siyasi gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulunmaya başladı. 1943 yılından sonra çıkardığı Büyük Doğu dergisinde yazdıklarıyla 1945 yılındaki Tan Olayını, 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olaylarını desteklemiştir. Bu dönemde fikirleri Millî Türk Talebe Birliğindeki gençler tarafından sahiplenilmiştir.

Soğuk Savaş döneminde Türkiye'de antikomünizm akımın öncülerinden olmuştur. Ayrıca dünya bakışı çerçevesinde yakın tarihi de yorumlamış ve bu yönde resmî tarihin alternatifi olarak tarih yazımına girişmiştir.

Eleştiriler

Necip Fazıl’ın düşünce örgüsü din, tasavvuf ve mistisizm ekseninde gelişmiş ve fikri mücadelesini bu çerçevede sürdürmüştür. Fikir ve inançlarını yaymak için kullandığı çok sayıda edebi araç yanında yayın hayatına da girerek kendi medyasını oluşturma çabasına girmiş ve bunun için Demokrat Parti iktidarının imkanlarını kullanmak istemiştir. Demokrat parti iktidarının başvekili Adnan Menderes’e yazdığı yardım mektubu ve Demokrat partiden aldığı 147.000 liralık örtülü ödenek desteği yassıada yargılamalarına da konu olmuştur. Tarihçi Ayşe Hür hayatı boyunca devam eden bağımlılığına işaret ederek Necip Fazıl'ın örtülü ödenekten para talep etmesini "kumar bağımlılığı" ile ilişkilendirir.

Eserleri

  • Örümcek Ağı (1925)
  • Kaldırımlar (1928)
  • Ben ve Ötesi (1932)
  • Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1933
  • Tohum (1935)
  • Beklenen (1937)
  • Bir Adam Yaratmak (1938)
  • Künye (1938)
  • Sabır Taşı (1940)
  • Namık Kemâl (1940)
  • Çerçeve (1940)
  • Para (1942)
  • Vatan Şairi Nâmık Kemâl (1944)
  • Müdafaa (1946)
  • Halkadan Pırıltılar (Veliler Ordusundan) (1948)
  • Nam (1949)
  • Çöle İnen Nur (İzinsiz Baskı) (1950)
  • 101 Hadis (Büyük Doğu'nun 1951'de verdiği ek) (1951)
  • Maskenizi Yırtıyorum (1953)
  • Sonsuzluk Kervanı (1955)
  • Cinnet Mustatili (Yılanlı Kuyudan) (1955)
  • Mektubat'tan Seçmeler (1956)
  • At'a Senfoni (1958)
  • Büyük Doğu'ya DOĞRU (İdeolocya Örgüsü) (1959)
  • Altun Halka (Silsile) (1960)
  • O ki O Yüzden Varız (Çöle İnen Nur) (1961)
  • Çile (1962)
  • Her Cephesiyle Komünizm (1962)
  • Türkiye'de Komünizm ve Köy Enstitüleri (1962)
  • Ahşap Konak (Büyük Doğu'nun 1964'te verdiği ek) (1964)
  • Reis Bey (1964)
  • Siyah Pelerinli Adam (Büyük Doğu'nun 1964'te verdiği ek)(1964)
  • Hazret (1964)
  • İman ve Aksiyon (1964)
  • Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965)
  • Büyük Kapı (O ve Ben) (1965)
  • Ulu Hakan II. Abdülhamid Han (1965)
  • Bir Pırıltı Binbir Işık (1965)
  • Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar I (1966)
  • Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar II (1966)
  • Büyük Kapı'ya ek (Başbuğ Velilerden) (1966)
  • İki Hitabe: Ayasofya / Mehmetçik (1966)
  • El Mevahibü'l Ledüniyye (1967)
  • Vahidüddin (1968)
  • İdeolocya Örgüsü (1968)
  • Türkiye'nin Manzarası (1968)
  • Tanrı Kulundan Dinlediklerim I (1968)
  • Tanrı Kulundan Dinlediklerim II (1968)
  • Peygamber Halkası (1968)
  • 1001 Çerçeve 1 (1968)
  • 1001 Çerçeve 2 (1968)
  • 1001 Çerçeve 3 (1968)
  • 1001 Çerçeve 4 (1968)
  • 1001 Çerçeve 5 (1968)
  • Piyeslerim(Ulu Hakan/Yunus Emre/S. P. Adam) (1969)
  • Müdafaalarım (1969)
  • Son Devrin Din Mazlumları (1969)
  • Sosyalizm Komünizm ve İnsanlık (1969)
  • Şiirlerim (1969)
  • Benim Gözümde Menderes (1970)
  • Yeniçeri (1970)
  • Kanlı Sarık (1970)
  • Hikâyelerim (1970)
  • Nur Harmanı (1970)
  • Reşahat (1971)
  • Senaryo Romanları (1972)
  • Moskof (1973)
  • Hazret (1973)
  • Esselâm (1973)
  • Hac (1973)
  • Çile (Nihaî Tertib) (1974)
  • Rabıta (1974)
  • Başbuğ Velilerden 33 (Altun Silsile) (1974)
  • O ve Ben (1974)
  • Bâbıâli (1975)
  • Hitabeler (1975)
  • Mukaddes Emanet (1976)
  • İhtilal (1976)
  • Sahte Kahramanlar (1976)
  • Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar) (1976)
  • Rapor 1 (1976)
  • Rapor 2 (1976)
  • Yolumuz, Halimiz, Çaremiz (1977)
  • Rapor 3 (1977)
  • İbrahim Ethem (1978)
  • DOĞRU Yolun Sapık Kolları (1978)
  • Rapor 4 (1979)
  • Rapor 5 (1979)
  • Rapor 6 (1979)
  • Aynadaki Yalan (1980)
  • Rapor 7 (1980)
  • Rapor 8 (1980)
  • Rapor 9 (1980)
  • Rapor 10 (1980)
  • Rapor 11 (1980)
  • Rapor 12 (1980)
  • Rapor 13 (1980)
  • İman ve İslâm Atlası (1981)
  • Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu (1982)
  • Tasavvuf Bahçeleri (1983)
  • Kafa Kâğıdı (1984)
  • Hesaplaşma (1985)
  • Dünya Bir İnkılâp Bekliyor (1985)
  • Mümin (1986)
  • Öfke Ve Hiciv (1988)
  • Çerçeve 2 (1990)
  • Konuşmalar (1990)
  • Başmakalelerim 1 (1990)
  • Çerçeve 3 (1991)
  • Hücum Ve Polemik (1992)
  • Başmakalelerim 2 (1995)
  • Başmakalelerim 3 (1995)
  • Çerçeve 4 (1996)
  • Edebiyat Mahkemeleri (1997)
  • Çerçeve 5 (1998)
  • Hâdiselerin Muhasebesi 1 (1999)
  • Püf Noktası (2000)
  • Hâdiselerin Muhasebesi 1 (1999)
  • Püf Noktası (2000)
  • Bekleyen
  • Bayram

Louis Aragon

Louis Aragon (doğumu 3 Ekim 1897, Paris - ölümü 24 Aralık 1982, Paris) Siyasal eylemci ve komünist şair, romancı ve deneme yazarı. Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri olarak bilinir. Özellikle, Türkçe'ye Mutlu Aşk Yoktur adıyla çevrilen şiiriyle tanınır.

Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan André Breton ve Philippe Soupault ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı.

Aragon'un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon romancı olarak da ün yapmıştır, çağdaş romanında önemli bir yer tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982'de Paris'te ölmüştür.

"Kendimle uzlaşmak gibi bir arzum yok, olmadı da hiç. George Brassens'in bestelediği ve yaygınlaştırdığı Mutlu Aşk Yoktur, 1943'de yazdığım bir şiirin dizesidir. Söz konusu mutsuzluk, işgal yıllarının mutsuzluğu. Fransa'nın içinde bulunduğu o acıklı durumda mutlu bir aşk olabilir miydi? Ortak bir mutsuzlukta bireysel mutlulukların olamayacağı teması, o zamanlar işlediğim bu tema, aslında, hemen yazdığım tüm yapıtlarda da var. Gerçekten, bu şiirde ortaya çıkan sorun, mutlu aşkın olup olmayacağı değil, mutlu çiftin olup olmayacağıdır. Kadın - erkek çiftini, erkeğin ve kadının en yüce şekli olarak düşündüğümü söylemiştim. Umarım gelecek günler kadın - erkek çiftine mutluluk taşır."

Günel Altıntaş


Günel Altıntaş

Günel Altıntaş, 8 Ocak 1937'de Urfa'nın Suruç ilçesinde doğdu. Türk şair ve yazar.

Suat Yağmuroğlu takma adını da kullandı. İlk ve ortaokulları Ödemiş’te (İzmir) bitirdi. Edirne ve Denizli liselerinde birer yıl okuduktan sonra diplomasını Haydarpaşa Lisesi’nden aldı (1958). Askerliğini yedeksubay olarak yaptı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini üçüncü sınıfta bırakıp Basın İlân Kurumu Müdürü olarak Erzurum’a gitti. Bir buçuk yıl sonra İstanbul’a döndü.

10,5 yıl çalıştığı Basın İlân Kurumundan, sendika kurduğu için bir grup arkadaşla birlikte atıldı. Önce Soyut, arkasından Seçme Kitaplar yayınevlerini kurdu. 1980’li yıllarda bir süre kırtasiyecilik yaptı. Tekrar yayıncılığa döndü. Sonunda onu da kapattı (2011). 2018'de Urla’ya (İzmir) yerleşti. Evli, iki kızı, iki torunu var.

İlk şiiri 1960 Varlık Yıllığı’nda çıktı. Zamanın Varlık, Evrim, Soyut, Papirüs, Yeni Ufuklar gibi kalburüstü dergileriyle günümüzün İnsancıl, Yaba, Berfin Bahar ve Papirüs dergilerine yazdı. Cumhuriyet, Milliyet ve Aydınlık gazetelerinde de kimi yazıları yayımlandı. Edebiyatımızın ünlü dergilerinden Soyut’un yönetiminde bulundu. Bakırköylü Sanatçılar Derneği’nin Basad Kültür Sanat Dergisi’ni de kısa bir süre yönetti.

Bakırköy Halkevi’nin açtığı şiir (1963) ve Cumhuriyet Gazetesi’nin açtığı Millet Yapar (1965) yazı yarışmalarında birincilik almıştır.

Hazırladığı derleme ve antolojilerin sayısı 20’ye yaklaştı. Öykülerini de Hizmetçi ve Polis Hikâyeleri adıyla toplamayı düşünüyor. Anılarını ise Dedikodu Kitabı adıyla yayımlayacak.

Zeki, ironi, yalınlık ve toplumsal eleştiri ögeleriyle örülmüş şiirler. 1960 kuşağı ürünleri içindeki özgün yerlerinin değerlendirilmesindeki gecikme, kitaplaştırılmalarındaki gecikmeyle açıklanabilir. 

“Erotizm, Günel Altıntaş şiirinin önemli izleklerinden birisi, belki de en önemlisi.” (Bedrettin Aykın)


Deneme - Fıkra - Aforizma:

  • Değinmeler (1973), 
  • Garantili Kız Tavlama Sanatı (Suat Yağmuroğlu adıyla, 1975), 
  • Cinsel Sözler (1978), 
  • Marilyn Monroe Gibi Karım Olsa (1991), 
  • Fındık Kıran Sözler (Değinmeler adlı ilk kitabının genişletilmişi, 1997), 
  • Mürekkep Lekesi Namus Lekesinden Beter (1999), 
  • Türkçe Namaz Böyle Kılınır (2002).

Araştırma:

  • Nasıl Yazılır Nasıl Yazılmaz (Yazım Kılavuzu, 1991).

Şiir:

  • Sevdalı Nehir (1997), 
  • Sözcük Tatlısı (2012).

Antoloji:

  • Unutulmaz Aşk Şiirleri (1999).

Sina Akyol

Sina Akyol, Türk şair. 1950'de Ankara'da doğdu. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu'nu bitirdi. TRT'de program yapımcısı olarak çalıştı. Şiirleri Adam Sanat, Dost, Varlık, Yazko Edebiyat gibi dergilerde yayınlandı.

"Hayku" tadında, neredeyse bilgece sözler. Alabildiğine damıtılmış bir söz ustalığı.


Eserleri

  • Su Tadında (1972)
  • Lokmanla Geçen Şen Günlerim (1982)
  • Haytalarla Hatmiler (1990)
  • Ayda Tümör İzleri (1994)
  • Avluda - Yapı Kredi Yayınları - 1996
  • Belki Çiçek Dağına, Toplu şiirler - 1998
  • İkindi Kitabı (1999)
  • Yetinmek Sevindirir (2007)
  • Meğer Söz Gümüş - 1996- Varlık Yayınları
  • Olmanın Halleri - Everest Yayınları


Ödülleri

  • 1995 Halil Kocagöz Şiir Ödülü
  • 1996 Yunus Nadi Şiir Ödülü
  • 1997 Altın Portakal Şiir İkincilik Ödülü
  • 1997 Cemal Süreya Şiir Ödülü

Pablo Neruda

Pablo Neruda (asıl ismi: Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto) (doğumu, 12 Temmuz 1904 Parral, Şili - ölümü, 23 Eylül 1973 Santiago), Şililiyazar ve şair.

Hayatı

Şili'de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel "La Mañana" gazetesindeki bazı makalelerle katkıda bulunmaya başladı. 1920'de "Selva Austral" isimli edebiyat dergisinde "Pablo Neruda" adıyla yazmaya başladı. Şair, bu takma ismi Çek şair Jan Neruda'da anısına seçmişti. Daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. İlk kitabı Crepusculario 1923 yılında yayınladı. Sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı(Veinte poemas de amor y una cancion desesperada) basıldı. Edebi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da Santiago'daki Şili Üniversitesi'nde Fransızca ve pedagoji okudu. 1927-1935 arası hükümetin elçisi oldu ve Burma, Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid'te görev yaptı. Bu dönemde yazdığı şiirler ezoterik sürrealist şiir kitabı "Residencia en la tierra" (1933)da toplanmıştır.

İspanya İç Savaşı ve García Lorca'nın ölümü onu çok etkiledi ve önce İspanya sonra da Fransa'da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden oldu. Bu sırada şiirlerini topladığı Kalbimdeki İspanya (España en el Corazón (1937)) üzerine çalışmaya başladı. Kalbimdeki İspanya iç savaş sırasında cephede basılması açısından önemlidir. Aynı yıl ülkesine dönen Neruda'nın daha sonraki eserlerini siyasi ve sosyal konular üzerine oluşturmuştur.

1939'da Paris'te İspanyol göçmenler için konsolosluk görevine getirildi. Meksika'daki konsolosluk görevi sırasında Canto General de Chile'yi yazdı. Bu eserde bütün Güney Amerika kıtasının doğası, insanları ve tarihi yazgısı epik şiir şeklinde anlatılmaktadır. Eser, 1950'de Meksika'da basılırken, Şili'de de el altından yayınlandı. Yaklaşık 250 şiirin yer aldığı eser, on kadar dile çevrildi ve bu çeviriler yüzünden Neruda elçilik yaptığı ülkelerde zorluklar yaşadı.

1943'te Şili'ye dönen Neruda, 1945'te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi'ne katıldı. 1947'de Başkan González Videla'nın grevdeki madencilere yönelik baskıcı protestolarını protesto ettiği için, 2 yıl boyunca kendi ülkesinde kaçak yaşadı. 1949'da yurt dışına çıktı ve 1952'ye kadar çeşitli ülkelerde bulundu. Bu dönemde yazdığı eserler politik aktivitelerinin damgasını taşır. Örneğin Las Uvas y el Viento (1954) Neruda'nın sürgündeki günlüğü gibidir.

Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya'daki faşizme karşı durmuştur. 1970 yılında Şili başkanlığına aday gösterilmiş, ancak daha sonra başkan seçilen Salvador Allende'yi desteklemiştir. Allende seçilince Neruda'yı Şili'nin Fransa elçisi olarak görevlendirdi. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü aldı. 1972 yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. 24 Eylül 1973'de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.

Kendisi Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır.Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun (Nazım Hikmet'in) yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür

Eserleri
  • Crepusculario (Alacakaranlık Kitabı), 1923
  • Veinte poemas de amor y una canción desesperada (Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı), 1924
  • Tentativa del hombre infinito. – Santiago : Nascimento, 1926
  • Anillos / Pablo Neruda, Tomás Lago. – Santiago : Nascimento, 1926
  • El habitante y su esperanza. – Santiago : Nascimento, 1926
  • El hondero entusiasta. – Santiago : Empresa Letras, 1933
  • Residencia en la tierra : 1925-1931. – Santiago : Nascimento, 1933
  • Residencia en la tierra : 1925-1935. – Enl. ed. – Madrid : Cruz & Raya, 1935 ­. – 2 vol.
  • España en el corazón. – Santiago : Ercilla, 1937
  • Las furias y las penas. – Santiago : Nascimento, 1939
  • Canto general de Chile : Fragmentos. – Mexico City : Privately published, 1943
  • Tercera residencia : 1935-1945. – Buenos Aires : Losada, 1947
  • Alturas de Macchu Picchu. – Santiago : Librería Neira, 1947
  • Canto general. – Mexico City : Talleres Gráficos de la Nación, 1950
  • Los versos del capitán. – Napol : Naples: L'Arte Tipografica, 1952
  • Las uvas y el viento. – Santiago : Nascimento, 1954
  • Odas elementales. – Buenos Aires : Losada, 1954
  • Nuevas odas elementales. – Buenos Aires : Losada, 1956
  • Obras completas. – Buenos Aires : Losada, 1957. – Enl. ed. 1962, 2 vol. – Enl. ed. 1967. – Enl. ed. 1973, 3 vol.
  • Tercer libro de las odas. – Buenos Aires : Losada, 1957
  • Estravagario. – Buenos Aires : Losada, 1958
  • Navegaciones y regresos. – Buenos Aires : Losada, 1959
  • Cien sonetos de amor. – Santiago : Editorial Universitaria, 1959 (100 Aşk Sonesi)
  • Canción de gesta. – Havana : Casa de las Américas, 1960
  • Las piedras de Chile. – Buenos Aires : Losada, 1961
  • Cantos ceremoniales. – Buenos Aires : Losada, 1961
  • Plenos poderes. – Buenos Aires Losada, 1962
  • Memorial de Isla Negra. – Buenos Aires : Losada, 1964. – 5 vol.
  • Arte de pájaros. – Santiago : Sociedad de Amigos del Arte Contemporáneo, 1966
  • Una casa en la arena. – Barcelona : Lumen, 1966
  • Fulgor y muerte de Joaquín Murieta : bandido chileno injusticiado en California el *23 de julio de 1853. – Santiago : Zig-Zag, 1967
  • La barcarola. – Buenos Aires : Losada, 1967
  • Las manos del día. – Buenos Aires : Losada, 1968
  • Fin de mundo. – Santiago : Sociedad de Arte Contemporáneo, 1969
  • Aún. – Santiago : Nascimento, 1969
  • Maremoto. – Santiago : Sociedad de Arte Contemporáneo de Santiago, 1970
  • La espada encendida. – Buenos Aires : Losada, 1970
  • Las piedras del cie. – Buenos Aires : Losada, 1970
  • Geografía infructuosa. – Buenos Aires : Losada, 1972
  • Incitación al nixonicidio y alabanza de la revolución chilena. – Buenos Aires : Losada, 1973
  • La rosa separada. – Buenos Aires : Losada, 1973
  • El mar y las campanas. – Buenos Aires : Losada, 1973
  • Jardín de invierno. – Buenos Aires : Losada, 1974
  • 2000. – Buenos Aires : Losada, 1974
  • El corazón amarillo. – Buenos Aires : Losada, 1974
  • Libro de las preguntas. – Buenos Aires : Losada, 1974 (Sorular Kitabı)
  • Elegía. – Buenos Aires : Losada, 1974
  • Defectos escogidos. – Buenos Aires : Losada, 1974
  • Confieso que he vivido. – Barcelona : Seix Barral, 1974 (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum)
  • Cartas a Laura. – Madrid : Ediciones Cultura Hispánica del Centro Iberoamericano de Cooperación, 1978
  • Para nacer he nacido. – Barcelona : Seix Barral, 1978
  • El río invisible : poesía y prosa de juventud. – Barcelona : Seix Barral, 1980
  • Cuadernos de Temuco : 1919-1920 / edición y prólogo de Víctor Farías. – Buenos Aires : Seix Barral, 1996
  • Yo acuso : discursos parlamentarios (1945-1948) / edición a cargo de Leonidas Aguirre Silva. – Bogotá : *Editorial Oveja Negra, 2002
Neruda'yla ilgili eserler

Kitap

Neruda'nın Postacısı, Şilili yazar Antonio Skármeta'nın ilk kez Berlin'deyken 1982 yılında tiyatro oyunu olarak yazdığı, 1985 yılında da roman tarzında yeniden yayımladığı eser. Özgün adı önce Ardiente Paciencia olan eser, daha sonra roman olarak El Cartero de Neruda adıyla da yayımlandı. İngilizce dilinde "The Postman" olarak çıktı.
Ateşli Sabır, yukarıdaki romanın Türkçede drama tarzında çıkmış versiyonu
Film
Postacı (film, 1994), İngiliz yönetmen Michael Radford'un 1994 yılında yukarıdaki romandan uyarladığı sinema filmi. Özgün adı Il Postino
Müzik
Yunanlı besteci Mikis Theodorakis Neruda'nın en ünlü şiirlerinden biri olan "Canto General"'i müzik formuna getirdi.
Kanadalı Rock grubu Red Rider 1983 tarihli LP/CD albümlerine Neruda adını verdiler.

Erdal Alova

Erdal Alova


Erdal Alova 17 Haziran 1952, Ankara doğumlu. Türk Şair. 1959’da Eskişehir’de başladığı ilk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladı. 1970’te başladığı Ortadoğu Teknik Üniversitesindeki öğrenimini iki yıl sonra yarıda bırakarak İstanbul’a yerleşti. İlk gençlik yıllarından itibaren o dönemin Türkiye İşçi Partisi çizgisine ilgi duydu.

İlk yazısı kurucuları arasında yer aldığı Liseli Gençlik dergisinde Brecht ve Epik Tiyatro başlığıyla yayımlandı. 1970 kuşağı şairlerinden olan Alova’nın ilk şiiri (Issız Gül), 1973’te Memet Fuat yönetimindeki Yeni Dergi’de yer aldı. Diğer şiirleri de Yeni Dergi’nin yanı sıra Militan, Sanat Emeği, Hürriyet Gösteri ve Adam Sanat dergileri ile yönettiği Politika gazetesi sanat sayfasında yayımladı. Bitik Kent adlı eseri ile 1996 Cemal Süreya Şiir Ödülünü kazandı. Federico Garcia Lorca, Konstantinos Kavafis, Pablo Neruda, Z. Herbert, Guillevic ve Catullus’tan yaptığı çeviriler kitap olarak yayımlandı. Vaptsarov'dan çevirileri de kitap olarak yayınlandı.

"Şiirlerini Nazım Hikmet ve Orhan Veli şiirinin ortak bölgelerinde yazıyor. Yalınlık ve lirizmin toplumcu bir inançla birleştiği bu şiirler, klasik bir tamamlanmışlığa ulaştıklarında şairin Eluard'a sevgisi de seziliyor. Son yıllarda dile, sözcüklere Can Yücel'ce bir yaklaşım. Kendi kuşağının çok az ürün veren, fakat başarılı bir şairi." (Ataol Behramoğlu)  

"Alova, şiirlerinde, siler ‘horozdan çapağını sabahın’, karşısında ‘huysuz bir güneş’ dursa da, gözlerinden hiç gitmez ‘düş artıkları’; ‘En erkek elleri’yle okşar ‘En kadın’ yanını. Aradığı yasemin sesidir şiirde dikenleri terlese de zengin Tensemeler çölünde, varacağı yerde ‘kara mühür’lü kapılarla ‘Rüzgâr’ın acı söylentileridir şiirine katık edeceği. Nergisî: Çözülme yayılır onun şiirine bir biçimde karşılığını hayatta bulan ve bir başına yıkandığı Persona’da keşfettiği. ‘Nesnesini unutmuş kelime’lerdir şiirinin özünü emziren. (...) Şiir yolculuğuna çıkarken şiirin her yerde ve her zaman olduğunu çoktan kavramış biridir o. Göğsünü gere gere ‘Ey nesnelerin sonsuz çeşitliliği!’ diye tüm gücüyle bağırır, sonra da onların şiirini yazmak istediğini duyurur dünyaya. Onun şiirinde nesneler cirit atar, şiirinin atardamarını oluşturur nesneler. Dünyayı nesnelerle kavrayan bir şairdir o. Hayata nesnelerle bakar ve verdiği kavgada nesneleri de yanına alır." (Gültekin Emre)


Şiir

  • Uzaktan Gelen Sesler (1979), 
  • En Son Çıkan Şarkılar (1973-1980 arası şiirleri, 1980), 
  • Giz Dökümü (1989), 
  • Bir Aksacık Karınca (1980-89 arası şiirleri, 1994), 
  • Bitik Kent (1990-95 arası şiirleri, 1995), 
  • Birinci Tekil Şarkı (2001), 
  • Dizeler / 1973 - 2001 (2001).

Çevirileri

  • Nikola Vaptsarov, Bir Hayat Fabrikası Kuracağız (1980)
  • Nikola Vaptsarov, Seçme Şiirler (1992)
  • Federico Garcia Lorca, Bütün Şiirlerinden Seçmeler (1995)
  • Pablo Neruda, Kuşlar Sanatı (1998)
  • Yorgo Seferis, Bir Şairin Günlüğü (1945-1951 Günleri) (2004)
  • Oscar Wilde, Mutlu Prens (2004)
  • Herodas, Mimoslar (2007)
  • William Shakespeare, Atinalı Timon (2009)
  • Catullus, Bütün Şiirleri (2010)
  • Amorgoslu Semonides, Kadınlar Üzerine (2010)
  • Herakleitos, Kırık Taşlar (2012)
  • Pablo Neruda, Kaptanın Dizeleri (2015)
  • Oscar Wilde, Dünyanın Tek Gerçek Hayaleti (2016)


Ödüller

  • 1996 Cemal Süreya Şiir Ödülü, Bitik Kent
  • 2009 Necatigil Şiir Ödülü, Toplu Şiirler (2008 - 1973)
  • 2016 Yunus Nadi Şiir Ödülü, Birinci Çoğul Şarkı

Hakkında

  • Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 3.12.1998),
  • Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), 
  • Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), 
  • TBE Ansiklopedisi (2001), 
  • Turhan Günay / Erdal Alova
  • Turgay Fişekçi / Alova
  • Eray Canberk / Alova Şiirine Kuşbakışı
  • Gültekin Emre / Ömre Akan Dizeler
  • Osman Çakmakçı / Sebil Gibi Nektar (Cumhuriyet Kitap, 21.3.2002)
  • Ataol Behramoğlu / Büyük Türk Şiiri Antolojisi

Şavkar Altınel

Şavkar Altınel, 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Türk şair.

Liseyi Robert Kolej'de (1969-1972) tamamladıktan sonra, Chicago Üniversitesi (1972-1976) ve Glasgow Üniversitesi'nde (1976-1979) İngiliz edebiyatı dalında eğitim aldı. Uzun yıllardır ABD, İskoçya ve İngiltere'de yaşadı. Şimdi İngiltere'de yaşamaktadır.

2009'da yayımlanan Tepedeki Yabancı adlı kitabıyla deneme dalında Memet Fuat Ödülünü aldı. "Edebiyat değerlerine sürekli bağlılığı ve farklı edebiyatlar arasında köprü oluşu" gerekçesiyle 2011 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülüne layık görüldü. 2019 Behçet Necatigil Şiir Ödülü'ne layık görüldü.

Toplu şiirlerini Yol Notları adıyla yayımlamıştır. Yalın, hayatla bağları güçlü, anlatımcı bir şiir anlayışının iyi örneklerini verdi. Son yıllarda anlatı tadında yazdığı gezi kitapları çok kendine özgü ve önemli bulunmaktadır.

Anlık bir gözlemin, bir izlenimin, varoluşsal bir derinlikle algılanışı ... Günlük konuşma dili zorlanmaksızın, tam tersine, böyle bir zorlama olmadığı için ortaya çıkan bir şiir ... Şavkar Altınel'in şiiri, bu özellikleriyle, Roni Margulies'in, belli ölçülerde Turgay Fişekçi, Sunay Akın gibi
şairlerin ürünleriyle birlikte, günümüz Türk şiirinde, "doğallığa dönüş" denebilecek bir yönelişi oluşturuyor.


Kitapları

  • Kraliçe Viktorya'nın Düşü (1991)
  • Gece Geçilen Şehirler (1992)
  • Kuzeyde Bir Adadan: Ortaçağ'dan Yirminci Yüzyıla Elli İngiliz Şairinden Elli Şiir (1995)
  • Güneydeki Ülke: Avustralya'ya Bir Yolculuk (1996)
  • Kış Güneşi (1999)
  • Soğuğa Açılan Kapı (2003)
  • Yol Notları - Toplu Şiirler (2004)
  • Kvangvamun Kavşağı (2004)
  • Tepedeki Yabancı (2009)
  • Mavi Defter (2012)
  • Hotel Glasgow (2014)

S. Aldanır


S. Aldanır

S. Aldanır 1915 yılında, babasının, Birinci Dünya Savaşı'nda, Arabistan'daki Osmanlı ordusunun kurmay başkanı olduğu Medine kentinde dünyaya geldi. S. Aldanır savaştan sonra, önce İstanbul'a, ardından Ankara'ya yerleşti. Kendi ifadesiyle "emekli aylıklarını almaktan almaya" kullandığı nüfus kayıtlarındaki adı Selâhattin Aldemir'dir.

Galatasaray İlkokulu, Vefa Ortaokulu, Kabataş Lisesi, Pertevniyal ve Ankara liselerinde öğrenimini tamamladıktan sonra Hukuk Fakültesi'ne girdi ancak eğitimini yarıda bırakarak iş hayatına atıldı. Devlet ve özel sektör kuruluşlarında uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli oldu.

İlk şiir kitabı Memleket Saat Ayarı'nı 1953 yılında yayınlayan şair, şiirlerinde toplumsal konuları mizahi bir dille işledi. Yaşamının son 7 yılını SGK Dinlenme ve Bakımevi'nde geçiren S. Aldanır, - kesin ölüm tarihi kaynaklarda yer almamakla birlikte Güngör Uras'ın Milliyet gazetesinde yayınlanan yazısına göre değerlendirildiğinde - 4 Nisan 2014 tarihinde yine orada yaşama veda etti.

S.Aldanır'ın şiirleri, acı, ironi, humor, espri özellikleriyle Orhan Murat Arıburnu ve Metin Eloğlu'yla ortaklıkları olan bir çizgide, 1940 toplumcuları ve Orhan Veli kuşağı içinde dikkate değer özellikler taşıyor. Aynı türde ürün veren başka şairler arasında yerinin belirtilmesi, şiirleri üzerinde yeniden düşünülmesi gereken bir şair.

Eserleri

  • Memleket Saat Ayarı (1953) 
  • Bin Cefalar Etse: Şiirin Buyruğu (1982) 
Hakkında yazılanlar

Sabri Altınel

Sabri Altınel doğumu 16 Nisan 1925, Susurluk, Balıkesir; ölümü 19 Eylül 1985, İstanbul. Türk şair.

Sabri Altınel, ortaöğrenimini Balıkesir Lisesi'nde, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Saint Joseph ve Saint-Benoit liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı.

İlk şiirleri 1940'lı yıllarda çeşitli dergilerde yayınladı. Şiirlerde yalnızlık ve yabancılaşma gibi temaları ele aldı. Ayrıca, Federico Garcia Lorca'dan şiir çevirileri yaptı.

Başlangıçta 1940'lı yıllar toplumcu şiirinin genel tema ve söyleyişleri içinde yer alan Sabri Altınel, sonraları daha güç anlaşılır ve bazıları düz yazı görünümlü bir şiire yöneldi. İlk okuyuşlarda ki güçlük aşıldığında, felsefi bir yoğunluğu olan, yoğun bir düşünmenin imbiğinden geçirilerek damıtılmış şiir pırıltılarıyla karşılaşılıyor. Toplumcu şiirimizin bir anlamda kendi içine kapanık, aynı ölçüde de kendine çok özgü bir sesi var. 


Yapıtları

  • İnsanın Değeri (1955)
  • Kıraçlar (1959)
  • Zamanın Yüreği (1982)
  • Şiirler (1983)
  • Kentin Küçük Sokağı (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995)
  • Seçme Şiirler (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995)

Metin Altıok

Metin Altıok

Metin Altıok doğumu 14 Mart 1940, Bergama; ölümü 9 Temmuz 1993, Ankara. Türk şair ve yazar.

14 Mart 1941’de İzmir Bergama’da dünyaya gelen Metin Altıok, Melahat Moral ve Süleyman Altıok’un ilk çocuğudur. Daha sonra Meral adında bir kız kardeşi olan Altıok’un çocukluğu İzmir Karşıyaka’da geçer. Metin Altıok sırasıyla Karşıyaka Lisesi ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl Lisesi'nde Felsefe Grubu Öğretmenliği ve daha sonra sürgün olduğu Bingöl'ün Genç ilçesinde, ayrıca Karaman Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yaptı. Türkiye İşçi Partisi üyesiydi. Sivas katliamından (2 Temmuz) ağır yaralı olarak kurtuldu ancak komadan çıkamayarak 9 Temmuz 1993'te Ankara'da vefat etti. Onno Tunç'un bestelediği 'Kavaklar' adlı eseri Sezen Aksu tarafından yorumlanmıştır. Aksu bu eseri vefatından sonra Metin Altıok'a adamıştır.

Çağdaş Türk şiirinde daha çok lirik, duyarlı, melankolik yönü ağır basan şiirleriyle ön plana çıkmış olan Metin Altıok, resim ile başladığı sanat hayatını otuzlu yaşlardan sonra yayımlamaya başladığı şiirleriyle de genişletmiş, yaratıcı ve çok yönlü bir şairdir. Şiirleri 70'li yıllarda yayımlanmasına karşın Metin Altıok, şiirlerinin kaynakları bakımından 60'lı yılların geç ürün veren (ya da geç yayınlanan) şairlerinden biri olarak nitelendirilebilir.

Gezginde Servet-i Fünun'dan, Ahmet Haşim'den, Ahmet Muhip Dıranas'dan, İkinci Yeni'ye, ve 60'lı yıllar şiirinin bazı ortak söyleyişlerine kadar çeşitli etkilenmeler bulunmaktadır. Bu kuşağın en romantik, duygucu şairleri arasında olan sanatçının dili yalındır. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olmayan simgeler kullanmayı sevdi. Bu kitabında halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.

Yerleşik Yabancı'da tüm şiirleri tek bir şiirmiş izlenimi uyandırmakta, söyleyişte ve konularda benzerlikler bulunmaktadır. Buna karşın, Kendinin Avcısında kendine özgü bir ses, romantik, acılı ve yalın bir söyleyiş gözlenir. Simge, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle Türk şiirinin lirik geleneklerine bağlanmaktadır.

Sivas katliamında vakitsiz ve talihsiz ölümü şiirimiz için gerçek bir kayıptır.


Eserleri

  • Yerleşik yabancı (1978)
  • Kendinin avcısı (1979, Ahmet Telli ile 1980 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü)
  • Küçük tragedyalar (1981)
  • İpek ve klabtan (1987)
  • Gerçeğin öte yakası (1990, Cemal Süreya şiir ödülü)
  • Dörtlükler ve desenler (1990)
  • Süveyda (1991)
  • Alaturka şiirler (1992)
  • Şiirin ilk atlası (1992)
  • Hesap işi şiirler (1993)
  • Bir acıya kiracı (1998-Bütün Şiirleri)

Orhon Murat Arıburnu

Orhon Murat Aıburnu

Orhon Murat Arıburnu, doğumu 12 Aralık 1918, İstanbul; ölümü 11 Nisan 1989, İstanbul. Türk şair, sinema ve tiyatro yönetmeni, oyuncu, senarist ve yapımcı.

Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nden geçtiği Haydarpaşa Lisesi'ni bitirdikten sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirmeden, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne geçen Arıburnu, Alman Filolojisi bölümünden ayrıldı. Öğretmenlik, Tasvir-i Efkar gazetesinde editörlük ve muhabirlik yaparak, İstanbul Belediyesi Hukuk İşleri Bürosu'nda çalıştığı sıralarda, 1936 yılından itibaren şiir yazmaya başladı. Şiirleri; Gün, Varlık, Genç Nesil, Yeditepe, Küçük Dergi, Yenilik ve Gelecek gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. 1940 yılında ilk kitabı Kovan basıldı. İlgi gören şiirleri diğer dillere de çevrilerek yayımlandı. 1947 yılında dünyada ilk kez "resimli şiir sergisi" açan Orhon Murat Arıburnu, 1945 yılında ilk oyunculuk deneyimini edindi. 1950 yılında yönetmenliğe başlayan Arıburnu, bir yandan da film senaryoları yazmaya başladı.

1970 yılında üstlendiği Türk Sanatçılar Birliği Genel Başkanlığı ve Türkiye Edebiyatçılar Birliği Genel Sekreterliği görevlerini iki yıl yürüttükten sonra Türkiye Yazarlar Sendikası Kurucu Üyesi oldu. 1980'den sonra yurt dışına giderek Almanya'da hem çeşitli oyunlar sahneye koydu, hem de tiyatro üzerine oyunculuk ve teknik dersler verdi. Sinema ve tiyatroyla uğraştığı süreçte şiir yazmayı bırakmayarak iki kitap daha yayımladı. Havacılık konusuna da ilgi duyan sanatçı, iki filmin yapımcılığını üstlenmiş, ölümünden sonra adına sinema ve şiir konulu Orhon Murat Arıburnu Ödülleri düzenlenmiştir. Mezarı Zincirlikuyu'dadır.

Orhon Murat Arıburnu, dilsel ya da durumsal bir tuhaflığı çarpıcı biçimde yansıttığı şiirleriyle ün
kazandı. Konuşma dilinden kaynaklanışları, ironi ve söz oyunu, bu şiirlerin başlıca özelliklerindendir. Kimi kere fazlaca yüzeysel ve hatta soğuk kaçan espriler, kimi kere toplumsal bir içerik de kazanarak etkili olmaktadır. Dilin, sözcüklerin değişik kullanım ve çağrışım alanlarını araştırışı, Arıburnu'ya kendi şiir türü alanında tartışılmaz bir yer sağlamıştır. Bu özellikleriyle, özellikle Özdemir Asaf, Metin Eloğlu gibi şairlerin ustası olduğu söylenebilir.


Kitapları

  • Kovan, 1940
  • Bu Yürek Sizin (1982)
  • Buruk Dünya (1985) Adam Yayınları,
  • İnsan Gürültüye Gitmese (oyun), 1972

Filmografi

Oyuncu

  • Gençlik Günahı, 1947
  • Seven Ne Yapmaz, 1947
  • Efe Aşkı, 1948
  • İstiklal Madalyası, 1948
  • Fato - Ya İstiklal Ya Ölüm, 1949
  • Kanlı Döşek, 1949
  • Uçuruma Doğru, 1949
  • Allah Kerim, 1950
  • Çete, 1950
  • Yüzbaşı Tahsin, 1950
  • Yavuz Sultan Selim Ve Yeniçeri Hasan, 1951
  • Lale Devri, 1951
  • Sürgün, 1951
  • Kanlı Para, 1953
  • Bozkurt Obası, 1954
  • Kanlı Pınar, 1955
  • Gün Doğarken, 1955
  • Fakir Kızın Kısmeti, 1956
  • Kaderin Cilvesi, 1958
  • Tütün Zamanı, 1959
  • Kanlı Sevda, 1960
  • Ateşten Damla, 1960
  • Osman Çavuş, 1960
  • Karanlıkta Yaşayanlar, 1961
  • Ölüm Kayalıkları, 1961
  • Elalem Ne Der, 1962
  • On Güzel Bacak, 1964
  • Krallar Kralı, 1965
  • Karaoğlan, 1965
  • Kadınlar Dövülmez, 1966
  • Fato / Ya İstiklal Ya Ölüm, 1969
  • Kızıl Vazo, 1969
  • Gönül Meyhanesi, 1970

Yönetmen

  • Yüzbaşı Tahsin, 1950
  • Sürgün, 1951
  • Beklenen Şarkı, 1953
  • Kanlı Para, 1953
  • Gün Doğarken, 1955
  • Sihirli Boru, 1955
  • Lejyon Dönüşü, 1957
  • Tütün Zamanı, 1959
  • Elalem Ne Der, 1962
  • Ümitler Kırılınca, 1962
  • Prangasız Mahkûmlar, 1964
  • İçimizdeki Boşluk, 1965
  • Ümit Kurbanları, 1966
  • Sarı Çizmeli, 1969
  • Anter, 1974

Senarist

  • Sürgün, 1951
  • Kanlı Para, 1953
  • Sihirli Boru, 1955
  • Gün Doğarken, 1955
  • Kaderin Cilvesi, 1958
  • Tütün Zamanı, 1959
  • Elalem Ne Der, 1962
  • İçimizdeki Boşluk, 1965
  • Anter, 1974

Yapımcı

  • Sihirli Boru, 1955
  • Elalem Ne Der, 1962

Ödülleri

  • Kanlı Para, Birinci Türk Film Festivali, En başarılı yönetmen ödülü, 1953
  • Kanlı Para, Birinci Türk Film Festivali, senaryo yazarı ödülü 1953

Akgün Akova

Akgün Akova doğumu 1962, Akyazı, Türk şair. Şiir dışında fotoğrafçılıkla da ilgilenen Akova'nın deneme, fotoğraf, gezi alanlarında da kitapları vardır. Seyahat editörlüğü, doğa fotoğrafçılığı ve gezi yazarlığı da yapan şair, hem üniversitelerde hem de özel eğitim kurumlarında "yaratıcılık" dersleri de vermektedir.


Hayatı

1962 yılında Sakarya'ya bağlı Akyazı ilçesinde dünyaya geldi. Gebze Lisesi'nin ardından Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü ve İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü'nü bitirdi. 1984 yılında ilk şiiri Milliyet Sanat dergisinde yayınlandı. İlk şiir kitabı olan Sansürttürme Şair Abüüü 1991 yılında yayımlandı. Şaire 1993 yılında Truva Şiir Ödülü, 2003 yılında ise Dionysos Şiir Ödülü verildi. Akova, denemelerinin yer aldığı Yıkık Bir Çocuk Bahçesi Gibiydi Yüzü isimli kitabıyla ise 1998 yılında Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü'ne layık görüldü.

Kadir Has Üniversitesi ve Akademi İstanbul gibi eğitim kurumlarında "yaratıcılık" dersleri de veren şair ayrıca TRT ve Açık Radyo'da sunuculuk, metin ve program yazarlığı da yaptı. Voyager, Skylife, National Geographic gibi dergilerde gezi yazıları da yayınlanan Akova 1998-2006 yılları arasında Voyager dergisinde seyahat editörü olarak da çalıştı.

Attila İlhan, Metin Eloğlu ve Cemal Süreya (en çok) , Turgut Uyar sesleri ve temalarıyla, 80'li yıllara özgü külhani bir edanın özgün, başarılı sentezi. Neredeyse her dizeden taşan dizginsiz bir yaşama sevinci, gençlik ve enerji dolu şiirler.


Şiir kitapları

  • Sansürttürme Şair Abüüü (1991, Cem Yayınevi)
  • Pepetye (1992, Cem Yayınevi)
  • Baba Bana Bağırma (1994, Cem Yayınevi)
  • Aşk ve Kuyrukluyıldız (1997, Çınar Yayınları)
  • Seçme Şiirler (1998, Çınar Yayınları)
  • Sevdiğim Kadın Adları Gibi (2002, Çınar Yayınları) 


Deneme kitapları

  • Güzel Atlar Ülkesi (1996, Çınar Yayınları)
  • Yıkık Bir Çocuk Bahçesi Gibiydi Yüzü (1997, Çınar Yayınları)
  • Elimi Tut Yeter (1998, Çınar Yayınları) 


Fotoğraf kitapları

  • Bir de Baktım ki, Çocuklar... (2001, Eczacıbaşı İlaç Pazarlama)
  • Turkey Over the Rainbow (2003, Serono)
  • İki Şair Arasında, İstanbul (2006, Aya Kitap)
  • Işığın Sevinci Türkiye (2006, Türk Hava Yolları)
  • Kırlangıcın Kanadı Datça (2007, Datça Belediyesi Yayını) 


Gezi kitapları

  • Isparta Gezi Rehberi (2005, Isparta Valiliği Yayını)
  • Türkiye'nin En Güzel Tatil Yöreleri (2005, Novamedya Yayıncılık)
  • Kars 'Beyaz Uykusuz Uzakta' (2006, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık)
  • Sevincin Kıyısı Datça (2007, Datça Belediyesi Yayını)
  • Gaziantep 'Dört Yanı Dağlar Bağlar' (2007, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık)
  • Üsküdar'a Kadar Kastamonu (2008, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık)

Cahit Sıtkı Tarancı

Cahit Sıtkı Tarancı, doğumu 4 Ekim 1910, Diyarbakır - ölümü 13 Ekim 1956, Viyana, Türk şair, yazar.

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en önemli şairlerinden birisidir. En ünlü şiirleri "Yaş Otuz Beş" ve "Memleket İsterim"'dir.


Hayatı

4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Babası, Diyarbakır'da ticaret ve ziraatle uğraşan köklü Pirinçcizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey; annesi, babasının amca kızı Arife Hanım'dır. Ailesi, ona “Hüseyin Cahit” adını verdi. Akrabaları “Pirinççioğlu” soyadını aldığı halde Soyadı Kanunu çıktığı yıl pirinç ekiminden çok zarara uğrayan babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak “çiftçi” anlamına gelen “Tarancı” soyadını almıştır.

Diyarbakır'da başladığı ilk eğitimin ardından aile geleneğinden ötürü orta öğrenim için Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi'ne gönderildi. Lise öğrenimi için 1931 yılındaGalatasaray Lisesi'ne geçti. Fransızcayı çok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarme'yi özümsedi. Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. İlk şiirleri Galatasaray Lisesi’nin “Akademi” isimli dergisinde ve Servet-i Fünun dergisinde yayımlandı. Ömürboyu yakın dost olacak Ziya Osman ile 1928-1929 yılında okulda tanıştı.

1931’de girdiği Mülkiye Mektebi'nden ikinci senenin sonunda atılınca Yüksek Ticaret Okulu'na girdi ancak memuriyet sınavını kazanıp Sümerbank’ta çalışmaya başladıktan sonra bu okuldan da ayrılmak zorunda kaldı. “Ömrümde Sükût” adlı ilk şiir kitabı henüz Mülkiye Mektebi’nde iken yayımlandı.

Karabük’e atanması üzerine Sümerbank’ta başladığı memuriyetten ayrıldı; çalışma hayatını öykülerini yayımlamakta olduğu Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü.

Cumhuriyet Gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi'nin desteği ile [Üniversite yüksek öğrenimini] tamamlamak üzere Paris'e gitti. 1938-1940 yılları arasında Sciences Politiques'e devam etti. Paris'teyken Paris Radyosu'nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı; bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etti. Paris’teki öğrenciliği sırasındaOktay Rıfat ile tanıştı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman uçakları 1940 yılında Paris’i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamadı;bisiklet ile kaçarak Lyon ve Cenevre yoluyla Türkiye'ye geri döndü. Askerliğini 1941-1943 yıllarında Ege'nin küçük kentlerinde yaptı. Ünlü “Haydi Abbas” şiiri, askerlik döneminin bir ürünüdür.

O yıllarda ailesi artık İstanbul’a yerleşmişti; bir süre babasının Eminönü’deki ticarethanesinde çalıştı ancak içki sorunları yüzünden babası ile arası açılınca Ankara’ya gitti. SırasıylaAnadolu Ajansı'nda, Toprak Mahsulleri Ofisi'nde ve Çalışma Bakanlığı'nda tercüman olarak çalıştı. “Otuz Beş Yaş” şiiri ile 1946'da CHP Şiir Ödülü'nde birincilik aldı ve yurtçapında tanınan bir şair oldu. Çalışma Bakanlığı'ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz ile 4 Temmuz 1951’de evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini “Düşten Güzel” adlı kitapta topladı.

1953 yılında geçirdiği bir krizden sonra felç oldu. Yatağa bağlı ve yarı bilinçli durumda olan şair; İstanbul ve Ankara’da çeşitli hastanelerde tedavi gördü; bir yıl kadar Diyarbakır’daki baba-evinde bakıldı. 1956 yılında tedavi ettirilmek üzere devlet tarafından Avrupa'ya götürüldü; zatülcenp hastalığına yakalanarak 12 Ekim 1956’da Viyana'da vefat etti Cenazesi Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi. Arkadaşı Ziya Osman’a yazdığı mektuplar 1957’de “Ziya'ya Mektuplar” adıyla yayımlandı.

Kitaplarına almadığı şiirlerle şiir çevirileri ve kendisi için yazılanlar “Sonrası” adlı kitapta toplanarak 1957’de yayımlandı.

Ailesinin Diyarbakır’daki evi 1973 yılında "Cahit Sıtkı Müze Evi" olarak ziyarete açıldı.

Öyküleri, “Cahit Sıtkı Tarancı Hikâyeciliği ve Hikâyeleri" adıyla Selahattin Önerli tarafından 1976'da kitaplaştı.

Şairi anlatan kapsamlı bir araştırma, Prof. Dr. Ramazan Korkmaz tarafından 2002 yılında İkaros’un Yeni Yüzü – Cahit Sıtkı" adıyla yayımlanmıştır.

Edebi yaşamı

Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan Cahit Sıtkı’nın Fransız okullarında okumuş olmasının etkisiyle ilk şiirlerinde Fransız şairlerin üsluplarıyla benzerlikler görüldü...

Kimileri 'Muhit' ve 'Servet-i Fünun/Uyanış' dergilerinde yayımlanan ilk şiirlerini 1933 yılında yayımlanan Ömrümde Sükut adlı kitapta topladı. Otuz Beş Yaş şiirinin, 1946’da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği, yarışmada birincilik kazanmasıyla ününü pekiştirdi ve Cumhuriyet Dönemi’nin önemli şairleri arasına girdi.

Sanat için sanat ilkesine bağlı kaldı.[kaynak belirtilmeli] Ona göre şiir, kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır. Vezin ve kafiyeden kopmamış; ama ölçülü veya serbest, her türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Açık ve sade bir üslubu vardır. Çoğu gerçeğe bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir. Uzak çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman zaman bazı imaj ve sembollere başvurmuştur.

Eserleri

Şiir kitapları

  • Ömrümde Sükut (1933)
  • Otuz Beş Yaş (1946)
  • Düşten Güzel (1953)
  • Sonrası (1957) 
Mektupları

  • Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra 1957. Ziya Osman Saba'ya mektupları)
Öykü kitapları

  • Gün Eksilmesin Penceremden (Ölümünden sonra derlendi)

Enver Gökçe

Kendi Diliyle Özyaşamı

Gurbet yurdumuzdur bundan böyle:

1920 Yılında Doğmuşum:
Ankara'ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı bir zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındayım. Yağmurlu bir gün­de köyden ayrıldık. Arapkir'e, oradan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas'a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük.

Ulaşım yolları iyi değildi. Hatta o koşullarla zor ilerliyorduk. Ve hayvanlarla geliyorduk. Hanlarda yata yata. O zaman uzun bir yolcu­luktan sonra, on bir günde Ankara'ya gelebildik.

Ankara yeni kurulabilen on beş bin nüfuslu küçük bir kasaba gö­rünümündeydi. Şehir bugünkü Ulus ve Ulus'taki heykel çevresinde ve Samanpazarı denen yer etrafında, Ankara Kalesi'nin çevresinde top­lanıyordu. Bundan böyle burada yaşayacaktık.

Okul yaşamı başlıyor:
Derken '929 yılında o zamanlar, Ankara'da Hüseyin Avni is­minde bir zatın yönettiği hususi bir ilkokul vardı. Oraya paralı gi­rip okunuyordu. Okullar yeni başlamıştı. Ben gecikmiştim zaten. Bu okula kayıt oldum. İlkokulu burada okudum ve bitirdim. '935 ve '936 yıllarında Cebeci Ortaokulu'na devam ettim. Lise tahsilime gene Ankara'nın Gazi Lisesi denen ünlü okulda devam etmiştim. '939 yı­lında öğrenimimi tamamladım.

Bu yıllarda yeni yeni okuyor, tat alıyor, gelişiyor ve kendi­mi yetiştiriyordum. Ta ilkokuldayken bu sevgi içimize atılmıştı. Celalettin Tevfik Bey adlı bir öğretmenimiz vardı. Bu öğretmen bana kendi derslerinde eski şairlerden (N. Kemal ve başka şairler­den) ünlü şiirleri okur ve okuturdu. Bana şiirin güzelliklerini anla­tırdı. Bu öğretmene karşı, bana okuma sevgisi aşıladığı için, saygım büyük olmuştur. Yine Gazi Lisesi'nde edebiyat derslerine Feyziye Abdullah ve İsak Refet gelirlerdi. İsak Refet edebiyat hocamız oldu.

Bu hocalar beni yönlendirdiler edebiyata. Ben de mümkün mertebe faydalandım. Bu hazırlıklarla üniversite yaşamına başlamış oldum. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Türkoloji adlı bir bölüm vardı. Burayı seçtim.

Devrimci düşünce ve derneklerle ilişkiler: 
İşte üniversiteye devam etmem sırasında, daha doğrusu devrimci fikirlere olan yakınlığım dolayısıyla, fakültenin ilk yıllarından itiba­ren, bazı derneklere ve yayınlara yöneldim. Bunlarla bağlantı kurdum.

"Ülkü" dergisi adlı ünlü Halkevi dergisinde çalışmaya başladım. Görevim düzeltmenlik ve dergi çıkarma tekniği üzerindeydi. O za­man dergiye Ahmet Kutsi Tecer ve Bedrettin Tuncel yön veriyorlardı. İdare kısmında Ahmet Serdaroğlu adlı sevdiğim bir insan çalışırdı.
Dergiye, Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer zaman zaman uğrarlar, ve konuşurlardı.

Ben bu arada, gene Ankara' da çıkan bir dergide, bir şiir yayınla­mıştım. Bu şiir Ahmet Kutsi Tecer tarafından görülerek beğenilme­miş, (bu şiir, "Köylülerim" adlı ve "Dost Dost İlle Kavga" adlı kita­bımda yayınlanan şiirdir) bana Ahmet Kutsi Tecer tarafından şiirin çok kötü olduğu söylendi. Benim şiiri bırakarak düzyazı yazmam is­tendi. Ben de o zaman, Ahmet Kutsi Tecer'e "ben daha kötüsünü de yazarım" diye güya esprili olarak cevap vermiştim.

Sanat yaşamında yeni arkadaşlar:
"Ülkü" de birkaç yeni arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesi Sefer Aytekin'di. O zamanlar çok devrimci bir rol oynayan Sefer Aytekin, hayatımda unutamadığım insanlar arasındaydı.

O zamanlar Ankara'da bulunan Arif Damar (Arif Barikat) ve bugün de edebiyatımızın bilinen kişilerinden Mehmed Kemal de benim ilk edebiyat arkadaşlarımdır. Mehmed Kemal'le aynı mahal­lede otururduk. Benim ilk arkadaşlarımdan birisidir. Yine Ceyhun Atuf Kansu da daha ilkokul çağında, belki de ilk tanıdığım en eski arkadaşlarımdan birisidir. Kendisiyle hususi bizim mektepte beraber okumuştuk. Bu arkadaşlardan sonra şair Niyazi Akıncıoğlu'nu tanı­dım. Bunlar "On Beşinci Yıl" isimli kahvenin devamlı sakinlerindendi.

Öğretmen öğrenci ilişkileri:
Belirli hocalar dışındaki hocalarla ilişkimiz her şeyden önce bir talebe hoca münasebetinin dışına çıkmazdı. Yani siyasi bakımdan yahut diğer yönlerden herhangi bir fikir alışverişinde bulunmak ol­mazdı. Yalnız devrimci hocalarımızdan Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes ve karısı Mediha Berkes'le aramız gayet iyiydi.

İşçi arkadaşlar:
O sıralarda gene dergi ve gazete çıkarırken birçok matbaacı, mü­rettip işçi arkadaş tanıdım. Bunlardan bir tanesini hiç unutamam. Bu Hasan isimli bir işçidir. Ve sonra adına Mürettip Hasan isimli şiiri yazdım. Çok iyi, Anadolu halkından bir gençti Hasan. Hasan'la daha sonra '951' de büyük tevkifatta da karşılaştık. Onu da tutup ge­tirmişlerdi. Zavallı Hasan beş seneye mahkum olmuştu ve veremdi de. Sonunda çok yaşamadı zaten.

Dergicilik yılları ve kararlı bir tavır:
O zamanlar gençtik, sıhhatliydik tabii. Her işi benimseyerek ya­pıyorduk. Bu yüzden bizim derginin çıkışında mesela "Ant" dergi­sinin çıkışında, ortaya getirilişinde büyük yararlarım olduğu doğru­dur. Ve bu işleri hiçbir şey beklemeden, kendiliğinden ve tabii olarak yapıyorduk.

Sanatçılık ilişkilerimiz gelişmeye başladı.

Ben gençliğimde de kesin olarak içki taraftarı değildim. Bu yüz­den o zamanki ünlü Ankara meyhanelerinden hiçbirine gitmedim, gitmezdim. Ve arkadaşlarımı da bu yerlere gitmekten men ettim.

Yine bu devrede ünlü halk ozanları, Aşık Ali İzzet, Aşık Veysel, Habib Karaaslan gibi temiz şairlerin hepsiyle teker teker tanıştım, ilgilendim. Onların gerçekten temiz bir halk yüzleri vardı. Ve bu ta­raflarıyla az çok ilgilendim ve temaslar kurdum.

O gün iki şey vardı ortada benim için. Bir yanda Garip hasta sanat anlayışı diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince, ben elbette ki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım. Bu yüzdendir o devrede bu şairlerin yanında olmam. Nitekim halk ozanları bu işte gerçek yerlerini göstermişler ve her zaman doğrunun, güzelin yanında olmuşlardır.

Biz tavrımızı belirlemiştik.

'945 yılında, yani Garipçilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayınlamaya ihtiyaç duymuştuk. Bu devre henüz toplumcu akımı güçlendirmeye çalıştığımız bir devreye rastlar. Orhan Veli ve ar­kadaşları o zaman devrimci şiirleri yoksayan ve yozlaştıran bir çalışma içindeydi. Ve bu sebeple biz "Ant" çevresinde, küçük bir topluluk da ol­sak, devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik. Daha evvelden "Yeni Edebiyat" dergisi tarafından yürütülen akımın mümessili olarak karın­ca kaderince çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Bu devrede biz, bir avuç devrimci genç tarafından ele alınan anti-faşist ve devrimci bir gençlik ve onun devrimci sanatı etrafında yeni bir akımın mümessili toplumcu sanatı ortaya çıkarmayı amaçlayan gençlerdik denebilir.

Bizim varlığımız aslında önemsizdi, küçüktü, ama doğruydu. Biz bu doğrudan dolayı bir aradaydık.

Burjuvazinin sanat silahşörleri:
Bu sırada Nurullah Ataç ve arkadaşları bizim bu tumumumuzdan habersiz gibi görünüyorlardı. Bizim adımızı yok saymak için ellerin­den geleni yapıyorlardı. Rahmetli Nurullah Ataç yalnız kendi dar çevresinde ve Orhan Veli etrafında yaygara koparıyordu.

Bu devredeki edebiyat çalışmalarımızın yararlı olduğu kanısında­yım. Buna rağmen onların bu tavrı yüzünden birçok yetenekli genç körelip gitti. Hatta denebilir ki Nurullah Ataç ve arkadaşları bu dev­rede bizim bu sınıfsal karşı koymamıza, güçlenmemize, bilemeden yardım etmişlerdir.

O günkü tavrımızın sadeliği ortadır.

Türkiye Gençler Derneği kuruluyor:
'948 yılında, o zaman anti-faşist bir dernek kurmuştuk. Türkiye Gençler Derneği davası denildi bu davaya. Bu derneğin yüz elli kadar üyesi olmuştur. Ve harp sonrası devresinin bir parçasıdır.
Dernek her türlü anti-faşist ve demokratik fikirli genci bir araya getiriyordu.

Derneğin Ankara Denizciler Caddesi'nde bir ahşap evde merke­zi vardı. Faaliyetleri arasında halka her türlü yardım vardı. Örneğin, halkın hasatına bilfiil iştirak etmek, katılmak gibi faaliyetler bunlar arasındaydı.

Hatırladığıma göre, o zaman dernek, içlerinde ben de olmak üze­re, sekiz on üyesi İstanbul Ankara arasında bir yürüyüş tertip etmişti. Bu Ankara İstanbul yolculuğu beş altı gün sürdü ve tamamlandı.

Turancılar rahatsız oluyorlar:
Derneğin birçok yapıcı işe yönelmesi, Ankara çevresinde bulunan ırkçı Turancıları rahatsız etmeye başladı. Dernek fakülte ve Ankara çevresinde yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu nedenle ırkçı Turancılar derneğin gidişine karşı birtakım eylemlere giriştiler. Gösteri yapmaya başladılar. Derneğin yıkılması etrafında tehditler çoğaldı.

Biz o zaman safça, yirmi otuz kişi, bir odacık yerde toplandık ve elimizde sopalarla gelenleri bekledik.

Turancıların etkinliği çoktu o zamanlar:
Turancılar saldırdı. Dernek yıkıldı, birkaç saat içinde. Kitaplar yırtıldı. Sokaklara atıldı. Dernek üyelerinden yakaladıkları birkaç ki­şiyi dövdüler. Fakat dernek faaliyetine devam etti. Dernek etrafında birtakım provokasyonlar aldı yürüdü.

Dernekçilik tutuklulukla sonuçlanıyor:
Sonucunda dernek üyelerinden iki kız arkadaş, biri Melahat Kürşal, diğeri Nural ve ben, Mehmed Kemal, Şevki Akşit tevkif edildik. Gerekçe olarak dernek üyelerinin komünizm propogandası yaptıkları ileri sürülüyordu. Bu yüzden tutuklandık. Ankara cezaevi­ne götürülüp tıkıldık.

Üç ay devam eden sorgudan sonra hiç kimseyi mahkum edemedi­ler. Hepimiz beraat ettik. Böylece üç ay boşu boşuna geçti.

Yaşayan anıların şiirleri:
Bu devre hapishanede birkaç tane şiir yazdım. "Görüşmeci" isimli şiir bu devrenin mahsulüdür. Görüşmeye arkadaşlarım, kendi ailem­den kız kardeşim gelirlerdi. Bu şiiri daha sonra "Görüş Günü" adıyla yayınladım.

Görüş Günü
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!
İzin olsun hapishane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaramın ateşi
Gitme dayanamam

Gene bu devrenin anısı olarak "Fakültenin Önü" adlı şiir, bu gös­terilerden sonra yazılmıştır.

Fakültenin Önü
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ taber şahı merdan
"Tanrı dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar müslüman"
Ve de kanlı bıçaklı düşman
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.

Bu şiir de olayları günü gününe yansıtan en iyi bir şiirimdir.

Yüz Umut:
Bu sırada memlekette büyük bir umut başlamıştır. Demokrat Parti memleket için büyük bir ümittir. Ve Türk halkı da Demokrat Parti madrabazlarının peşinden gitmektedir. Benim kişisel durumumsa, fakülteyi bitirmişim, iş arıyorum. O zaman Milli Eğitim Bakam olan Tahsin Banguoğlu benim üniver­siteden hocamdır. İş için müracaat ediyorum. Bana verilen cevap bir sürü bahaneden sonra yine de beklememdir. Nihayet işten ümidimi keserek başka bir ekmek parası kazanmak için yeniden çeşitli işlere girişiyorum.

Bu arada İstanbul'da Yurtlar Müdürlüğü'nde bir işe talibim. Neticede Yurtlar Müdürlüğü'nde yönetim memurluğu işini alıyorum.

Memurluğa girer girmez:
Yurtlar Müdürlüğü'nde görevime 1950 yılının içinde, Ekim ayına doğru başladım. İlk görevim Çarşıkapı öğrenci yurtlarındaydı. Daha sonra çalışmalarım beğenilmiş olacak ki, birçok yurtların kuruluşun­da görev aldım. Çarşıkapı'dan sonra Yıldız Teknik Okulu yurdunda yeni görevime başladım. Bu arada kısa bir müddet için Denizcilik Yurdu'na ve tekrar Kadırga Öğrenci Yurdu'na atandım. Bu devre be­nim hayatımda çok önemli bir devredir.

'951 Büyük Tevkifatı:
Bu devre '951 Tevkifatı'nın başladığı devredir. '951 Tevkifatı İstanbul' da Ekim ayında başlatıldı.
Gazetelerde okuduğumuza göre Sevim Tarı isminde bir kadın Paris'e giderken yakalanmış. Bunun üstünden bir süre geçti. Bundan sonra, buna dayalı olarak Tevkifat başlamıştı. Ben de birkaç öğren­ciden sonra Eylül'e doğru tutuklandım. O zaman Kadırga Öğrenci Yurdu'nda bulunuyordum. Daha önce yurt binasında kaldığım odanın arandığını, didik didik her tarafın araştırıldığını görmüştüm. Bu ola­yın üzerinden bir hafta geçti ki, tutuklanma günüm geldi.

Devrimciler bir bir tutuklanıyor:
O zamanlar İstanbul 1. Şubesi gelip geçici hapishane olarak kulla­nılıyordu. Teker teker o günün devrimcileri ve demokrat fikirli genç­leri alelacele tutuklanıyordu.

Aşağı yukarı tevkifat için bütün hazırlıklar bitmiş olacak ki, bü­yük darbe indi. TKP Tevkifatı denilen meşhur '951 Tevkifatı olayı başlamış oldu. Bu tevkifatta alışılmamış birçok yıldırma yöntemleri uygulandı.

Gene tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler ya­pıldı. Ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı. Gereği şekilde hepsi de cezalandı. Ben şahsen bu davada hiçbir fayda görmediğim için avukat bile tutmadım. Ayrıca birçok, gene hapisha­neden tanıdığım insanlar da savunmalarını kendileri verdiler. Epeyce direndik. Fakat sonuç olarak şunu söyleyeyim, yüz altmış sekiz kişi bu davada hepsi hüküm giydiler. Bunların isimleri ve aldıkları cezalar yayınlanmıştır.

Ben savunmamı kendim yaptım. Hatırladığıma göre o zaman çok iyi bir savunma hazırlamıştım. Yapılan isnatları reddettim. Bazı arka­daşlarımla olan temaslarımın kanuni olduğunu, gizli bir örgüt tara­fından yönetilmediğimi iddia ettim. Fakat kaale alınmadı.

Ben savunmamın özünde Marksizmi istediğimi beyan etmiştim. Mahkeme bildiğini okudu. Sonuçta yedi seneye mahkum edildim. Ayrıca bu cezanın üçte bir bölümlük kısmı kadar da sürgün cezam vardı. Böylece mahkeme sonuçlandı ve herkesi cezaevlerine dağıttılar.

Mapushaneler ve sürgün:
İlk toplandığımız yer İstanbul 1. Şubeden sonra Harbiye Cezaevi'ne, tekrar İstanbul 1. Şubesine ve Yıldızdaki Güvercinlik adı verilen eski bir binada tutuklu kaldık. Böylece iki yıl 1. Şube bir yıl da................

İleri cezaevleri statüsüne göre bütün Türkiye hapishanelerine da­ğıtılmış olduk. Son parti Adana cezaevine gönderildik. l. Şubede kal­dığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği günlerde iki yıl 1. Şubenin ünlü odalarında gün geçirdik.

Bu arada içerde, birçok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi depresyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.

Adana'ya kadar parmaklarımızdan ve ellerimizden kelepçeli ola­rak getirildik. Siyasi koğuşa yerleştirildik. Adana'da Zeki Baştımar, Mihri Belli, Şevki Akşit de bulunuyordu.

Yedi yıl Adana'da tamamlandı. Adana cezaevinden sürgün yeri­me gönderilmek üzere salıverildim. Sürgünü geçireceğim Çorum'un Sungurlu kasabasına geldim.

Her gün Sungurlu'nun bir karakolunda ispat-ı vücut ediyorduk, kendimizi gösteriyor ve imza atıyorduk. Kalacak yerimiz yoktu, iş yoktu. Halimiz Allaha kalmıştı. Böylece sürgünümüz günlerce de­vam etti.

Neden sonra oradan başka bir yere, iş bulabileceğim bir yere nak­limi yaptırmayı istedim. O zaman Sungurlu mahkemesine başvurarak Ankara'ya naklimi istedim. Böylece sürgünün bir kısmı Ankara' da geçti.

Mapushanede günlerimiz:
Hapishanede herkes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu. Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan Yusuf ile Balaban'ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir ça­lışması yapacağım belliydi. Birtakım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. Ve; "Zaman akar, zaman geçer/ Zaman zindan içinde" dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destanı kısa bir müddet içinde, zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum. Destan böylece tamamlanmış oldu. Ben de rahatlamıştım ama, asıl iş bu parçaların dışarıya çıkarılmasıydı. Neticede o işi de başardım. Destan sağsalim dışarıya çıktı. Fakat daha sonra aynı titizlik destanın saklanmasında gösterilemedi. Ve eser ta­mamen bugün elimden çıktı. Kayboldu. Bugün destanın elimde kalan parçaları arasında sonradan, "Başlangıç", "Uy Kirpi Kız Kirpi", "Bu Balabanın Dünyadan Göçtüğüdür," ve "Kirtim Kirt" adlı Son Bölüm kalmıştır.

Destanı birçok arkadaşım okumuştur. Dışarda da okunmuştur. Elden ele geçtiğini de öğrendim hatta. Destanı, Ahmed Arif de okumuştur.

Hapishanede günlük çalışmalarımın arasında Fransızca da önemli bir yer tutar. Orhan Suda ile o zaman aynı ranzada kalıyorduk. Bana dil bakımından çok yararları dokunmuştur. Orhan Suda ile her gün aynı ranzanın etrafında günümüzü geçirirdik. Ve çalışmalarımız bi­tince akşamları volta atardık. Böylece günler akıp geçti.

O zamanlar edebiyatla uğraşan Hilmi Akın, Arif Ünal (Ahmed Arif) ve ayrıca saz çalışmalarına devam eden Ruhi Su ve devlet tiyat­rosundan şimdi rahmetli olmuş Ulvi Uraz ve Kemal Bekir gibi ünlü sanat adamları bulunuyordu. Şükran Kurdakul da o zamanlar tutulup getirilmişti: Sonuçta o da üç sene sekiz aya hüküm giydiği için ceza­sını geçirmeye çalıştı aynı hava içinde. Değerli bir gençti.

İstanbul ve 27 Mayıs öncesi:
Süleyman Ege ile İstanbul sokaklarını, Beyazıt'ı karış karış her gün gezer dolaşırdık. Adnan Menderes'e karşı yürütülen miting ve göste­rileri izlerdik. İşte tam bu sırada yani 28-29 Nisan' da Beyazıt'ta bir­takım gösteriler yapıldı. Aynı gün de Turan Emeksiz'in öldüğü yahut ta ertesi gün Beyazıt Meydanı hınca hınç doluydu. Turan Emeksiz herkese gösteriliyordu. Benim bu olayı anlatan "Turan Emeksiz" adlı şiirim bu devrede yazılmıştır.

Bu gösteriler her gün devam ediyordu.

Bizler de birkaç işçi arkadaşla habire Beyazıt Meydanı'nın etrafın­da dolanıp duruyorduk.

Yeniden sürgün:
Bir gün evimden alınarak götürüldüm. Olaylardan korkan eski yöneticiler ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir liste yapmış. Bu listede adımız vardı. Tutuklandık. Bizim kendi istediğimiz bir yere ama sıkıyönetim dışında herhangi bir bölgeye gitmemiz teklifi yapıl­dı. Ben o zaman, kendi memleketim diye, bildiğim ülke diye ve bun­ca uzun süren hapislik ve sürgünlükten sonra biraz nefes alırım diye Erzincan'ı seçmiştim. Zaten Ankara, İstanbul ve İzmir dışında bir yer seçmemiz gerekiyordu. Böylece Erzincan'a gitmeye karar verdim. Uzun bir yolculuktan sonra Erzincan'a geldim. Birkaç günüm şurda burda gözaltında tutularak geçti. Yollarda bir değişiklik olmadığı için köyüme çok zahmetli gelebildim.

O zamanlar köyden birkaç kişi bu işten sevinmez göründülerse de, çoğunlukla kendi halkım tarafından gayet iyi karşılandım. 21 Mayıs devrimi başladı. Köyün radyosundan devrimin yapıldığı okun­du. Menderes'in de yakalandığı okundu: Bundan sonradır ki, şuraya buraya sürülen arkadaşlar da özgürfüklerimize kavuşmuştuk. Böylece ikinci sürgün de bitince hayat kavgasının içinde kaldık.

Küçük bir gazetede düzelticilik:
Eskiden beri tanıdığım Fethi Giray bir günlük gazete çıkarmaya başlayınca ben de iş için müracaat ettim. O zamanlar için küçük bir parayla gazetenin düzeltmenlik görevine başladım.

Bu gazete küçük tirajlı bir reklam gazetesiydi. Bir ara İsmail Gençtürk isimli genç bir delikanlı da bize yardımcı olarak yanıma verildi. İsmail Gençtürk her haliyle bir memleket çocuğu olduğu belliydi. Biz onunla altı ay kadar beraber çalıştık. Nihayet gazete '963 yılına doğru kapandı.

Bu arada bozulan sağlığımın tedavisi için kaplıcalara gittim. Haymana, Kızılcahamam ilçelerindeki kaplıcalardan şifa aradım. Gazete kapanınca yeniden işsiz kaldık.

Dünyanın büyük ozanlarından biri Neruda:
Pablo Neruda çevirilerini sürdürüyordum. Neruda, bilindiği gibi dünyanın en büyük şairlerinden birisidir. Şiirle uğraşmam dolayısıyla Neruda'ya eğilimim gün geçtikçe artıyor­du. Neruda çarpıcı ve büyük bir ozandır. Dünyayı ve insanları seven birisi. Başından da büyük olaylar geçmiştir. Gizli yaşadığı, sürgün­de kaldığı yıllar olmuştur. Büyüklüğü biraz da buradan gelmektedir. Benim ona ilgim de bu bazı yakınlıklardandır.

Yeniden İstanbul'un arkadaşlığı:
İstanbul'a gittim. Daha önceleri de gitmiş olmama rağmen, İstanbul'u pek tanımıyordum. Yerleştim. Hatta Menekşe'den bir ev de tuttum. Birçok çalışmam olacaktı. Çevirileri de hızlandırmıştım. Ant dergisiyle de bir ara ilişkim oldu.

Bir spor dergisinde de düzeltmen olarak çalışıyordum.

Bu dönemde en önemli iş diyebileceğim çalışmam, Meydan Larus'taki çalışmamdır. Bu işi bana Yaşar Kemal bulmuştu. Yaşar Kemal eski bir dosttu. Çevresi de şimdi genişti. Bu iş beni çok rahatlattı. Bu iş kısa sürdü. Sakıncalılığımızdan dolayı dergiyle ilişiğimiz kesildi. Bu kararı bana o zaman derginin önemli bir yönetmeni olan Günay Akarsu isimli arkadaş tebliğ etti.

İstanbul'da çocuk yayınları yapan bir yayınevi vardı. Bu yayınevi­nin Dünya Masal ve Efsaneleri adlı bir dizisi vardı. Çin, Hint, Eski Mısır gibi dünya uluslarının masal efsane kolleksiyonlarını çevirdim. Yedi sekiz kitap tutuyordu. Basılmak üzere hazırlıklar yapılmıştı.Ekonomik sıkıntılar başgösterince, kendi köyüme yerleşmem ge­rekiyordu. İstanbul'a veda ederek kendi köyüme yerleştim. Kitapların basılıp basılmadığı konusunda bilgi alamıyorum. Bir kazık daha atı­lıyor bize.

Her yıl kış aylarında köyümde bulunuyordum. Yazları gezebile­ceğim zamanlarda dışarı çıkıyordum. Ankara, İstanbul gibi şehirlere geliyordum. Bu arada şiir üzerindeki çalışmalarım ve çevirilerim devam etti.

Ben sanattan ne anlıyorum:
Ben sınıf edebiyatı yapıyorum.

Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.

Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücü­nü kudretini ortaya koymasındadır. 1940 yılına gelinen zamanlarda Türkiye' de çeşitli sanat görüşle­ri varolmuştur. Bilhassa endüalist sanat biçimine karşı ve toplumcu yanı olan cereyanlar bu devrede etkili olmuştur. Gayet tabii olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim. Ve içinde olacağım. Hani eski bir söz vardır:
İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Bu çok doğrudur. Yani düşüncesini, yani bilincini onun sosyal hayatı, sosyal pratiği belirler. İnsana kendi çevresinde olan ilişkiler gene diyalektik bir bakışla açıklanabilir. Sanat ise daha karmaşık bir olaylar zinciri­dir. İyi, başarılı bir eseri meydana getirebilmek için önce sosyal bir içerik, sonra da estetik bir kılıf zorunludur.

Sosyal içeriği ve estetik yönü kuvvetli eserler ancak başarılı olur. Ben büyük sanatçılarda bu içeriği ve estetik yanın kuvvetli olduğunu görmüşümdür. Örneğin, Nazım'da ve Neruda'da bu sosyal ve estetik yönler bir bütün halinde ortaya konmuştur. Güzel ve kuvvetli olmak burdan gelmektedir.

Bir sanatçının doğru, devrimci bir yönde bir şeyler verebilmesi için, pratik ve teori arasındaki işbirliğini daima göz önünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kav­rayıp yorumlayabiliriz.

Sanatta, bilinçle duyarlık arasında tam bir uyum olmalıdır. Ne salt bilinç ne salt duyarlık tek başına yeterli değildir. Bir sanat eserinden, devrimci sanattan söz ettiğimizde, devrimci bir görüş açı­sından hareket ediyoruz. Yani dünyamızı insanca yaşanacak bir hale getirmek için şiiri ve sanatı sosyo-politik bir mücadelenin tanımlayıcı araçları olarak görüyoruz.

Baştan bakıldığında asıl mesele, insanın görüşlerinde karar­lı olmasını meydana getirmiştir. Sadece namuslu olmak da yetmez. Sonuna kadar hem namuslu hem de sapına kadar bilinçli olmak şart­tır. Gerçek sanatçı, pazarlıkların, küçük hesapların insanı değildir ve olamaz da.

Şimdi benim yapmak istediğim bir iş var. '951 Tevkifatını yaz­mak. Eğer sağlığım el verirse, ömrüm vefa ederse, '951 Tevkifatının destanını yazacağım. Bunun için kafamda bazı tasarılarım vardır. Eğer bu işi başarabilirsem çok mutlu olurum.

Genç sanatçı arkadaşlar:
İyi bir sanatçı olmak için önce, kendi halkını sevmesi daha doğru­su bu halkın içinden, bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göster­mesi; içtenlikle bunu yapmak şarttır. Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz.

İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz. Suyunu, dağını, toprağını, çevreyi de kendisi kadar her şeyini se­veceksiniz. Bunu sevdiğiniz bir sürede, bunları yapıtlarınıza geçire­bildiğiniz ölçüde büyük ve yol gösterici olacaksınız.

Ben, Türk halkının içinden çıkmış, halkımızın özelliklerini ya­pıtlarında yansıtmaya çalışan genç sanatçı arkadaşlarımı şimdiden kutlarım.


Enver Gökçe
Ankara, 1977-1980