Şiir, Sadece: 2018-05-27

2 Haziran 2018 Cumartesi

Kundak

Boyun eğmiş olarak
ya da suskun, silik, uzlaşmış
çekip gitmek istemem bu karanlık alemden..
Alınmamış öcün duygusu bu,
sorulmamış hesabın,
gecesinde gündüzünde dişler durur insanı...
işte yine o duygunun
kefenden daha soğuk örtüsü altındayım..
Ölmek istemem açıkçası
O örtüyü yırtmadan ...
Yaşarken, içimdeki ateşi saçarak yaşamalıyım.

Doğduğu gün tutunduğu ışığı
kıran, çelmeleyen tuzaklar karşısında
insanı ancak kavgası yatıştırır,
sıyrılıp canında sınanmış acılardan
karanlığa karşı söndürmeden taşımak içindeki ateşi...
Korkak da yılgın gibi kirlidir benim için ...
Ne teslim ne ihanet,
ne zulüm ne kölelik ...
Başkaldırmış olanın mirascısıyım ...
Binlerce sızının bağrında bilediğim bu çığlık
tutuşmak için sabırsızlanan
yaşama sevincinin sesidir ...
Aydınlığın özlemi solumalı sesimden kendi sesini ...
İnsanı kulu kılan her şeyin kundakçısıyım ...
Öcüm var, sorulacak hesabım.

Kolu olan savursun ne bulursa üstüne,
benzin, fitil, çivilenmiş kutular,
hayatı karartanların ...
Geçtiğim her sokakta,
manşetinde aldığım her gazetenin
zorbalık ve sinişin,
talan ve yoksulluğun yankılandığı
bir dünyanın can çekişen bakışları var ..
Başka çare kalmadı,
ne bulursam üstüne bu karanlık alemin
savuracağım...
Avuçlarımda çıralar, kıvılcımlar... yüreğim,
barut, dinamit, zehir ...
Kanım böyle ısıtmalı gövdemi,
atacaksa böyle atmalı nabzım ...
Böyle direndim ayrılık günlerinde,
sevdiklerimle böyle kucaklaşmalıyım ...
Durulmayı özleyen ırmaklar için,
filizin şarkısıyla dokuduğu dallarda
yuvaları dağıtılmış sakalar,
kahır dolu bakışlar, ağıtlar için,
süzgün gözleri için yoncaları kurutulmuş tayların,
korkutulmuş gülüşler, küskün anışlar için,
sevda için, aşk için yaşamalıyım ...
Dorukların rüzgarından köz alıp, yalanın inadına,
mazluma zincirle, kırbaçla saldıranların inadına,
yavruları diyar diyar göçer olmuş analar için,
başağı yağmalanmış tarlalar,
deşilmiş, mayınlanmış çayırlar için,
kanlı pusuların, talanın inadına, yangınlar başlamalı.

Nankörün, hilekarın, arsızın kuşattığı değil,
üzülen, seven, acıyan, insanların savunduğu
bir dünyamız olmalı ..
Başka çare yok, yangınlar başlamalı ardı ardına ..
Zalim, saklanacak karanlık bulamamalı ...
Öyle ki, gökyüzü bile çıldırsın sevincinden
alev alev kanatlanan yangınlar karşısında
bir ucundan bir ucuna ufkun, sancılanıp,
yıldırımlarla dünyayı alkışlasın.

Sabahı sabah gibi solumak istiyorum,
güveni güven, merakı merak,
güzü güz, baharı bahar olarak ..
Dokunup koklamak istiyorum büyüdüğüm şehrimi,
gençlik günlerimi şarkılar söyleyerek aramak ..
Çocuğum dönüşümden kaygılı gözlerle bakmasın istiyorum
giderken arkamdan, bu beni kahrediyor ..
Babamın bir ömür boyu yüreğinde koruduğu incelik
yaralanmamalı,
aldatılsam da aldatmayacağım, ona sözüm var,
bu borcu ödemeden nasıl yaşarım?

Yoksul da olsalar, onurlu insanlar doldursun sokakları..
Aşkın da ayrılığın da içten yankılanan
sahici şarkıları duyulsun ...
Bölüşmek isteğinin tomurcuğuna uzanamasın kimse
koparmak için ..
Yanılmak korkunç olmasın,
ürkmesin birbirinden insanlar.

Yangınlar başlamalı başka çare yok ...
Düşlerimi karartacak kadar koyulaşan bu karanlık
dağılmalı ..
Durmalı ekrandaki o yılışık uluma,
o çürüyüş, o şımarık saltanat,
azdıkça yaygınlaşan kabalık, kalpazanlık,
o sahte kahkahalar ..
Kanlı dişleri tırnaklarıyla
aşımızda, düşümüzde yuvalanan
seçkinler sürüsü efendiler, çetebaşları
ve onların el pençe kapıkulları,
şen şakrak soytarıları kadar
köleliğin prangası o sessizlik de
kül olup ufalanmalı.

Kolu olan ne bulursa savurmalı üstüne
bu karanlık alemin,
mazot, moloz, ateşlenmiş paçavra,
katran, zift, cam kırıkları...
Alçaklık kimsenin yanına kar kalmamalı ..
Hırsız ki işini hüner sayacak kadar pervasız,
katil ki katlettikçe katmerleşiyor,
yağması şımartıyor yağmalayanı,
nasıl başka çare aranır?

Ey dünyanın sahibi,
onu sen buldun, söndürme elindeki ateşi,
tutuştur ufkunu karartan kara perdeyi,
kaderini değiştir!


Nihat Behram
Ağustos 1999

Bir Veda Havasında Aysız Sevinçsiz Kelimeler

Yıllarımın en acar
en uçarı
duyguları
nasıl da
yüreğimin en kırçıl
en acımsı
yaraları oldular.
Bu ne yaman
bir rüzgar?
Sanki gök
bir uçurum..
Bulutlar
kırlangıçsız
ışıksız..
Kırağı vurdu kıra..
Dal sızlanıp kurudu..
Köreldi
kökleri nanelerin.
Itır
kokusundan soğudu..
Bu ne sakar bir duygu?
Bir yanı
yangınlanır
parıldar
bir yanı
canatar solgunluğa..
Kırağı vurdu..
Söndü ateş böceği,
dağıldı ürpertisi ruhuma..

Bir kararıdır artık
en körpe tomurcuğun
en narin gözeneği..
Elveda nazlı bebek...
Elveda kelebeğim..
Yüzünü gecelerin
ıssız boşluğuna gizleyip
için için ağlayan
yanık gelin
elveda..
Yazık ki
bağrımda uğuldayan
huysuz
uykusuz kelimelerle
bu son tutuşum seni,
bu sana son bakışım..
Geçip gidiyor işte
günler
hiç durmadan..
Dilerim
tozlanmasın yeniden
özlemindeki uyum,
o hırçın inceliğin
karlanmasın birdaha..
Ne benimle acılan
ne ömrün acılansın..
Bağrımda uğuldayan
aysız
sevinçsiz kelimelerle
bu son tutuşum seni
bu sana son bakışım..
Elveda mavi çiçek
Elveda tarla kuşum.


Nihat Behram
Irmak Boylarında Turaç Seslerinde
1978

1 Haziran 2018 Cuma

Hatırlayışlar III

O aşk ki
bana yalnız narinlik
kırağı, mahmuz,
tarçın serpilmiş bir göz
o aşk ki
beni yalnız fıskiyeden damıtmış süzgecine

Ağzım - ki yaralardan
koparılmış kabuk -
parmaklarım - ki bataklıklara
saplanmış sazlardı -
ve her biri tek tek duygularımın
açılmış sonradan
titreşim ve gülümseyişle

O aşk ki
bana yalnız yabanlık
endam, benek,
başıboş azı dişleri
o aşk ki
beni yalnız
uyuşmuş dizlerimle kaçırmış
yapışıp bir atın yelesine
uçurum diplerinden
tan vaktine


Nihat Behram
Hayatımız Üstüne Şiirler

Yürüyüşler III

Güneşin ışıktan kollarını yakalıyor gök
ağır ağır çekiyor dağın sırtına
tepelerde yangınlar başlıyor
alaca bir kuş
halkalar çiziyor ilk avının üstünde

Kavaklar
gecenin gözcüleri gibi dimdik
yelin hışırtısı
saksağan sesleriyle bölünüyor dallarında
söğütler dereyle fısıldaşıyor
cevizler ilkel adamlar gibi kabasaba

Şehre doğru eserken
eksiliyor rüzgarın uğultusu
kenar semtlerde işçiler
küme küme
fabrikalara doğru akıyor
keser
ve kesik kesik
türkü sesleri geliyor inşaatlardan

Ana caddelerde perdeler örtük
bankaların
ve gıda pazarlarının vitrinleri
çelik çubuklarla örülmüş

Aydınlık
gizemli adımlarla
şehre doğru sokuluyor
ilk ışıkla birlikte
denize açılan balıkçılar
martılar topluyor uzaklara

Gemiler
boğulan bir adamın
sesiyle uyanıyor
trenler
isli bir kılıcı biliyor gökte

Üç arkadaş
güneşin eflatun bakışıyla
bir mermerin kalbine
çizerek şehrin krokisini
ayrılıyoruz

Patlasa
rahatlayacak bir uyku gibi şehir
kıvranıyor kuyusunda


Nihat Behram
Hayatımız Üstüne Şiirler

Yürüyüşler I

Mandalin bahçeleri ilkin kokuyla büyülenir
bir kuş vardır güneyde
sıçrayıp daldan dala
incirlerin olmasını bekler

Yapraklar arasından fışkıran nar çiçekleri
sanki senin avcuma düşecek gibi duran
dudaklarındır

Limon fidanları
toprağında nazlanır
portakallar
boy ölçüşemez yüksekteki çamlarla,
muzlar
duvağına düşkün
bir gelin gibidir.

Dağların denize bakan yamaçlarında
seni düşünerek dolaştıysam
ay gömleğime sürtünecekti elbet
yörük gençlerinin
boynunda gibi ışıldayan yıldızlar da

Meşelerin altında
binbir renk kuşanmış
bir sürü kuş cıvıldaşır
deniz
ıslak bir rüzgar olup
dağları sevgiyle sarar,
ıssız ormanlarda
geceleri çamlarla konuşaraktan
sevişen böcekler vardır

Daha goncadayken
üzümle anlaşan yağmur
serin yaylalarda
yeni doğmuş
kuzu seslerine yağıyor

Sanki yanımdan geçiyorsun bunları anlatırken
turuncu entarinde çırpman bir keklik kanadı
bileklerinde kıvır kıvır asma sürgünleriyle


Nihat Behram
Hayatımız Üstüne Şiirler

31 Mayıs 2018 Perşembe

Sana Dedim Allı Gelin Has Gelin

Sana dedim allı gelin has gelin
Suya gider sağ elinde tas gelin
Yedi yıldır ben sevdana düşeli
Kerem eyle şu sevdamı kes gelin

Zalim aşk elinden içmişim ağı
Senin için dolanırım bu dağı
Alam beliğine altın saç bağı
Tak saçına ince bele as gelin

Ben seni severim sen de seversen
İnsan olman el sözüne uyarsan
Çizme olam ayağına giyersen
Ökçesin de çamurlara bas gelin

Karac'oğlan der ki nic'olur halim
Yoluna dökülsün olanca malım
Giyin hint kumaş karşımda salın
Ko desinler şu yiğidin has gelin


Karacaoğlan

Sabahtan Çıktım Da Seyran Yerine

Sabahtan çıktım da seyran yerine
Ay yıldız karşımda salınıp durur
Kadir Mevlam ben günahkar kulunum
Defterim elinde dürülüp durur

On iki yıldızın ucu terazi
Karıştı ülkere, gitti birazı
O mahşer yerinde aralar bizi
Hak mizan terazi kurulup durur

İki derler bu dünyanın kapısın
Yerden göğe inmiş anın yapısı
Korkulu yollarda sırat köprüsü
Ummanın üstünde salınıp durur

Karac'oğlan der ki, nedip nederler
Hak olan işleri beyan ederler
Zemanede doğru eğri söylerler
Ay, gün, yıldız gibi durulup durur


Karacaoğlan

Yaşayan ve Ölü

her gün bir öncekinden kötü insan geçmişini özlüyor
özledikçe bir bacağım kısalıyor öteki bacağımdan
yaşayan ölü bir köprünün arkasından kötü konuşulmaz
kirliydi yıllardır yıkanmamış güzel bir şey gibi kirliydi
o bir şeyi aradım belki de hiç utanmadım kendimden
ölü ele geçirilen bir beden gibiydi galata köprüsü
aylarca sürüklediler cesedini haliç'te ordan oraya
ibret-i alem olsun diye yaşadıklarımın sürüklediler
yasayan bir ölüydü kendinden ve gemiden atılamayan
şans gişesi'nin önünde yan yana iki çocuk beşiği gibi duran
bir daha giyilemeyecek olan uzun ömer'in postallarıydı
duruşundan mıdır tarihti ve tarihinin itirazı gibiydi
eskiyen yanan yakılan bütün haliç köprüleri gibi
sonunda bağlandı balat'la hasköy arasına üstü başı
kurşunu kopmuş oltalar gibi aklımızda kaldı köprü altı

yaşayan ölü bir halkın arkasından kötü konuşulmaz
bittiği an umut en azından yaşamak için gerekliydi


Nevzat Çelik
1997

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Ötme, Turaç, Ötme; İşin Var Senin

Ötme, turaç, ötme; işin var senin.
Şahan salıp avlanacak yer değil.
Vardım, gördüm, ağyar göçmüş yurdundan;
Vatan tutup eğlenecek yer deyil.

Güzel, senin ak saraylı yurdun var;
Divitin var, kalemin var, ördün var;
Güzel, senin türlü türlü derdin var;
Hosça sallan, karşındaki tor değil.

Bir düğme diktirem göğsün ağ ise.
Etrafı da lale, sünbül, bağ ise.
Eğer güzel bende gönlün yoğ ise,
Benim işim minnet ile zor değil.

Karac`oğlan der: Gezelim yurtları,
Söyleyelim başa gelen dertleri,
Sevmeseydim senin gibi sertleri.
Ah, n`eyleyim, aklım başa yar deyil.


Karacaoğlan

Ömrüm Uzun Eyle

Ömrüm uzun eyle Barı Hüda,
Hamd ü sena, şükür etmek isterim,
Çalısıp, kazanıp nefis taamlar
Dişlerim var iken yemek isterim.

Açıldı dehanım, söyler zebanlar.
Sana muhtaç bunca şahlar, gedalar.
Ay, yeşil hırkalar, türlü libaslar,
Böylece münasip geymek isterim.

Bir küheylan at ver, istemem eşek.
Üstü kaplan postu, tek olsun öşek.
Kuş tüyünden yastık, yumşak döşek,
Keçeler içinde yatmak isterim.

Bir güzel isterim, ahu bakışlı;
Gerdanı bir karış benli, nakışlı;
İnci dişli olsun, hem kara kaşlı;
Boynuna sarılıp yatmak isterim.

Kalk gönül, gezelim helv`alayına.
Ol helvalar da dişe kolayına.
Her akşam de pirinç pilavına,
Kahvaltıda ballı kaymak isterim.

Bamyayı severim, dolma hoş olur.
Balli börek pişer, içi boş olur.
Hele zerdali yanında hoş olur,
Yedikçe karnıma koymak isterim.

İçli köfte gerek yola gidene,
Bumbar doldurması benzer harane.
Baklavayla börek şifa bedene,
Yedikçe ellerim yumak isterim.

Sütlü ile tek helise olaydı,
Tavuk kızartması sahna dolaydı,
O tel helvası da dişe kolaydı,
Aranmaz, üşenmez emek isterdim.

Kaz, turaç olmasa, günde yüz serçe.
Ya kuzu doldurması nere kaça?
Seherden evvel de ekşili paça,
Limon bulunmaza somak isterim.

O güzel meyvalar bittiği zaman,
Toplayan, getiren cümleden heman.
Dediler lezzetli şol adı yaman,
Anında kabuğun soymak isterim.

Nerde kaldı şekerli kurabiye?
Ne demeli furun eti kebaba?
Bazılar da su mu katar şaraba?
Neme lazım, adın demek isterim.

Kocadım, ihtiyar oldum kardaşlar.
Halime rahm edin, bakın yoldaşlar.
Döküldü, ağzımda kalmadı dişler.
Yağlıca höşmerim koymak isterim.

Yedirdin, içirdin hepsi de yalan.
Ahir ömrümüzü ederler talan.
Bu sözüm dinleyip nasihat alan,
İşitip tutanı duymak isterim.

Azrail göğsüme çöktüğü zaman,
Öyle bilin, halim perişan, yaman,
Bülbülüm kafesten uçtuğu zaman,
Cesedimi kabre koymak isterim.

Karac'oğlan der ki: Böyle kalaydım,
Zahir, batın muradıma ereydim.
Ol gün dahi cemalini göreydim,
Hakk`ın dıdarını görmek isterim


Karacaoğlan

Üvercinka'nın Kızı

ben o'nun elma yiyen kızının
kızını gördüm konak'ta
bir sincabın kuyruğu gibi
en uzaktayken gördüm
iştahla annesine vapurdan
elma sallıyordu

ben İzmir'e İstanbul'dan defalarca gitmiştim
İstanbul İzmir yolunun üzerindeydi amasya
İzmir İstanbul yolunun üzerindeydi amasya
ben bazen onun kuzeylerini özlüyordum
o kalkıp anasının elmalarını yiyordu
İzmir İstanbul arasında yolunu bulup
memleketine döner dönmez amasya

elmanın bu devamlılığını görse
ölümle arasına bir espas koyardı
sevgili cemal süreya


Nevzat Çelik
Sevgili Yoldaş Kurbağalar

29 Mayıs 2018 Salı

On Birinde Bir Yar Sevdim

On birinde bir yar sevdim
Yeni açmış güle benzer
On ikide şeker şerbet
Oğul vermiş bala benzer

On üçünde gözün süzer
Zülüfün gerdana düzer
Kargı kamış gibi uzar
Boyu servi dala benzer

On dördünde pek derbeder
Dostun ikrarını güder
Nere çekersen ora gider
Boynu toklu kula benzer

On beşinde yaşar yaşın
Her örnekten bağlar başın
Tenhalarda arar eşin
Tez alışkın tele benzer

On altıda kurt bilekli
Yüreği Hakka dilekli
Sağrısı yeşil örekli
Esen poyraz yele benzer

On yedide delidolu
Hiç bilmez gittiği yolu
Hasbahçenin gonca gülü
Kız turnada tele benzer

On sekizde geçer gücü
Kız oğlana bulur suçu
Gelinin ibrişim sacı
Kızın altın tele benzer

On dokuzda olur hasta
Zülüfleri deste deste
Gelin şeker şerbet tasta
Kız petekte bala benzer

Naçar Karac'oğlan naçar
Aşkın kitabını açar
Yiğirmide vakti geçer
Geçmez akça pula benzer


Karacaoğlan

Nuh'un Gemisine Bühtan Edenler

Nuh`un gemisine bühtan edenler,
Yelken açıp yel kadrini ne bilir?
O Süleyman kuş dilini bilirdi,
Her Süleyman dil kadrini ne bilir?

Arap atlarında olur fırkalar,
Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar.
Zibilliğe inip konan kargalar,
Has bahçede gül kadrini ne bilir?

Dünya benim diye zenginlik satan,
Helal ekmeğine haramlar katan,
Sonradan sonraya beğliğe yeten
Zalim olur, el kadrini ne billir?

Karac'oğlan der ki: Belim büküldü,
Ağzım içinde dişim döküldü,
Nuh Nebi`nin haddesinden çekildi,
Saz çalmayan tel kadrini ne bilir?


Karacaoğlan

Suda Seken Hayat

bindokuzyüzaltmış doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular
doğru uçtular yanlış uçtular
bıkmadan usanmadan uçtular
bindokuzyüzaltmış doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular

firtınalara bindi
ateşi harlayan kanatları
en acemi
ve en usta
gözlerimize değen gözleri
kaçamadığımız yangın
karanlıkta
suda seken taş
onların hayatıdır
suda seken
yassı parlak taş
hayatımızın en dehşet anıdır
üç kere seker
beş kere seker

başı bulutlara değer

belki varamadı
karşı yakaya
varacak fakat
suda seken

hayat


Nevzat Çelik

28 Mayıs 2018 Pazartesi

Nem Kaldı

Terkeyleyim seni hey kaşı keman
Vefası olmayan yârda ne kaldı
Hiç mi yok sevdiğim göğsünde iman
Beni mecnun eden yârda nem kaldı

Felek benden beter etsin hâlini
Ben ölürsem yadlar sarsın belini
Garip bülbül güle versin meylini
Figanım arttıran yârdan nem kaldı

Akar gözüm yaşı bir dem silinmez
Ko başım sağ olsun yâr mı bulunmaz
O yârin yanında kadrim bilinmez
Kadrimi bilmeyen yârda nem kaldı

Karacaoğlan der ki severim candan
Can esirgemezdim cananım senden
İşittim sevdiğim vazgeçmiş benden
Giderim gurbete daha nem kaldı


Karacaoğlan

Kadın ve Çocuk

kadın açmadan tüketiyor yazı
çocuğun dünyası anası
ağaç son deminde mavinin

kuş göç edecek yakındır
çiçek kısa ömürlü güzel
göl bir damla gözyaşı
sazlık
çok sık

kadının elinde çocuk
ağacın dalında kuş
gölün kıyısında sazlık
az ötede çiçek

ağacın ince mavisinden
uçtu kuş
düşürdü kanadını suya
gölgesini istedi çocuk
vermek için kuşa

soyundu
giysisini yüzüğünü tokasını
yanına bıraktı çocuğun
koştu
saçları ensesinde bir kısrak yelesi
memeleri
bir karnına bir yüzüne
ayak vurup kıyıdan
dalıverdi göle
kalçalarında şavkıdı güneş

bir adam
arasında sazlığın
kaçtığı
ama özlediği kadının

çocuk babasız
yıllardır erkeksiz kadın
bir adama
bir çocuğa

baktı kanadına kuşun
usulca yüzdü sazlığa
unutkan teninde diri bir ürperti

çocuk çiçeği kopardı
kırdı mavisini dalın
başka acılara yürüdü
bir daha giyinemedi kadın


Nevzat Çelik
Şafak Türküsü

27 Mayıs 2018 Pazar

Sıcak Saklayın Gecelerimi

geçici ayrılık benimkisi
ilkyaz çiçeğine gebeyim
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim

sıcak saklayın gecelerimi
karlar altından çıkıp geleceğim
düşlerinizin ateşinden
ılık bir rüzgar gibi eseceğim

demlice bir çay koyun üstüne
aç çocuk gibi besleyin sobayı
nasıl tütüyorsanız gözlerimde
öylece tütsün buharı

uzunca serin yatağımı
boyunca uzansın ayağım
eleman deyince gece
usulca kıvrılır yatarım

can canım canlarım
hazır mı koynunuzda yerim
gün olur gecikmiş çocuk gibi
bağıra çağıra gelirim


Nevzat Çelik
Şafalı Türküsü