Şiir, Sadece: 2016-06-26

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Git Bahar

Çekil bu gölgeli yolda gezinme,
Bahar bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme.
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil...

Işıklar, kokular, sesler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda açtı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil:

Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın
Git bahar...Gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kaşane değil!..

Git bahar, git bahar! Uzaklarda gül,
Denize renginden bırak hediye,
Ufuklarda gezin, semaya süzül...
Kalbime sokulma "Peymane!" diye,
Gördüklerin kandil, peymane değil!


Halide Nusret Zorlutuna
Geceden Taşan Derdler
1981

Bağlamacıya

Çal bağlamacı çal, eski türküler,
Dirilt namelerini ataların!
Dertli, Emrah, Ruhsat dile gelsinler,
Duyur sesini eski ustaların!

Gevheri, Seyrani, Sümmani'yi an,
Ömer gibi ağla, Kerem gibi yan,
Şakısın dilinde Karacaoğlan
Bağlaman şenliğidir odaların.

Çal, söyle bir türkü uzun havadan,
Bir varsağı çağır, sonra bir destan,
Arkadan yine bir Karacaoğlan,
Günahsa boynuma hep kadaların.

"Yiğitler silkinip ata binende..."
Köroğlu'nun ruhu canlanır bende.
Bu türküyü söyler baban, deden de,
Sen de destancısı ol bu dağların.

Hani Dadaloğlu, Kuloğlu, Muslu?
Küsmüş parmakları, sazları yaslı.
Çal ozanların, aşıkların nesli,
Duyur sesini eski ustaların!


Ahmet Kutsi Tecer

Rüzgargülü

Her yandan duyarım bir gül kokusu,
Meltemle dağıtır uzak bahçeler.
Günbatısı, poyraz ve gündoğusu,
Cenup rüzgârları ruhumu çeler.

Bilmem ki nerede bu gizli bahar?
Nereden bu ıtri alıyor rüzgâr?
İklimler dışında bir iklim mi var?
Ne fecir bir şey der, ne şafak söyler.

Gün olur çağırır beni her ufuk,
Sevdalar eline başlar yolculuk,
Elinde bir rüzgârgülü, bir çocuk,
Durmadan yüzüme bakarak üfler.


Ahmet Kutsi Tecer

Her Şey Yerli Yerinde

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak.

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

1 Temmuz 2016 Cuma

Bir Gül Bu Karanlıklarda

Bir gül bu karanlıklarda
Sükute kendini mercan
Bir kadeh gibi sunmada
Zamanın aralığından.

Başında bu mucizenin
Sesler, kokular ve renkler
Ebediyete kadar derin
Bir anın vadiyle bekler.

Ve diyor fecirden berrak
Sesiyle her ürperişte
Geceyi yumuşatarak
Bütün gözyaşlarım işte.

Serinletmesin, ne çıkar
Bu ümitsiz yalvarışı
Hiç bir meyve ve pınar
Ne de günlerin akışı.

Yetmez mi bu müjde sana
Aydınlatırsam alnını
Ben her rüyayı zamana
Taşıyan yıldız kervanı.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

Bir Heykel İçin

Tahtadan ve yumuşak rüya işçiliğinde
Bu kadın başı her an biraz daha derinde,
Daha hülyalı, dalgın, ümitsizce kendisi
Toplanmış ay ışığı, yüzden tek su nergisi
Hiç akmayan bir zaman nehrinin sularında
Ne uçan bir kırlangıç, ne sedef kumsalında
Ateşler püskürerek dolaşan bir ejderha
Uzakta yeşim rengi bir ufkun kenarında
Bir akşam gibi açılıp gülsün diye
Derinleşen bir bahçe lotus çiçekleriyle...
Ne de başka bir remiz uçsuz bucaksız Çin'den,
Gülümsüyor ölümün sonsuzluğu içinden
Gülümsüyor vaktiyle nasıl gülümseydiyse
Ömrünün sabahında ümide ve sevgiye.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

Sabaha Karşı

Bir kadın başı duvarda
Uzanmış süzüyor beni,
Ve gülünç kuşlar dallarda
Kırpıyor kirpiklerini.

Eriyen parmaklarımda
Mumyalanıyor aydınlık
Sesler çınlıyor anlımda
Hafıza gibi dağınık.

Yüzler asılı dallarda
Küçük, sıska, kandil yüzler,
Onlar ağlıyor kemanda
Ve üzüntü dolu gözler.

Bir kadın başı duvardan
Uzanmış gülüyor bana,
Gülüyor ta uzaklardan
Sabahın boş aynasına.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

30 Haziran 2016 Perşembe

Ağa Camii

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!


Nazım Hikmet

Kırk Haramilerin Esiri

Geniş dallardan sızan gecenin gölgesiyle,
Ormanda uğuldayan yağmurların sesiyle,
Bu akşam renklerini kaybedince her çiçek.
Bir kahraman esirin kolları kesilecek.

Bu bir şanlı erdir ki Rabbi bulmuş kanında.
Bir kere düşürmeden yüksek mağrur alnında.
Alevden bir sancağın taşımış gölgesini.
Memleketler çökermiş yükseltince sesini.
Tam altı yüz yirmi yıl bir nur için döğüşmüş,
Fakat günün birinde kafir eline düşmüş.
Şimdi ezmek istiyor onu kırk haramiler,
Bu son akşam kalbinde rabbi bulmazsa eğer.
Ormanda renklerini kaybedince her çiçek.
Bir vuruşta bin kesen kolları kesilecek.

İşte rüzgarda uçan alevleriyle yer yer,
Siyah ağaçlıklardan parladı meşaleler.
Dumanlı bir kızıllık ormanı gölgeliyor.
Şanlı esirleriyle haramiler geliyor.

Ağaçsız bir meydanda büyük kütükler yandı.
Haydutların karanlık yüzleri aydınlandı.
Küçük bir oda gibi yosunlanmış bir taşı,
Kendisine taht yapan haramilerin başı.
Bir şeyler mırıldandı, bir şeyler emreyledi,
Sonra boğuk bir sesle haydi kesiniz dedi.
Haydutlar ağır ağır çekilirken geriye,
Geniş yüksek bir gölge itildi ileriye.

Tunç bir çehre parladı alevin rüzgarıyla,
Yüksek gururlu alnı geniş omuzlarıyla.
Kolları kesilecek kahraman esirdir bu,
Ne dudakları sarı ne gözlerinde korku,
Bir demir heykel gibi öyle hissiz bekliyor.
Nihayet hep kütükler olunca bir yığın kor,
Haydutların içinden birisi ilerledi.
Kolların kesilecek haydi hazırlan dedi.
Zulmette parıldadı çeliği bir baltanın,
Kuru bir ses duyuldu sonra fışkıran kanın,
Damlaları ateşten yer yer duman çıkardı.
Şimdi şanlı esirin yalnız bir kolu vardı.
Ormanı baştan başa dolaştı boğuk bir ses;
Öteki kolu da kes! Öteki kolu da kes!
Bıraktığı baltayı cellat alırken yerden,
Meydana gölgeleri yakınlaşan göklerden,
Haykırıldı bir büyük şanlı mazinin yadı.
Birden balta esirin elinde parıldadı.


Nazım Hikmet

Zaman İçinde

I.

Gök uzak, yer uykuda,
Yalnız değilim ama,
Bir açık pencereden
Ay doluyor odama.
İçim odam gibi loş
Ürperiyor gecede,
Şurada yatağım boş,
Burada uykusuz ben.


II.

Gök uzak, gün uykuda,
Engin mesafelerle,
Ay giriyor buluta..
Sesler hatırlatıyor
Bana uzak-yakını.
Durdurmak istiyorum
Saatin tiktakını!


III.

Ses yok, mesafe silik,
Odamda varlığımın
Bütün tüyleri dimdik.
Odamda iki kardeş,
Bakıyor birbirine.
Birisi can veriyor,
Öbürünün yerine.
Odamda iki kardeş
Biri dün, biri yarın..


IV.

Dün koyu gölgeleri
Üzüntülü bir ömrün;
Beni bana benzeten,
Bütün benim olan dün.
Çağırınca ses veren
Derin bir kuyu gibi,
Yıkılmış kenarları,
Çekilmiş suyu gibi.

Ve bu harabezarın
Yanıbaşında yarın,
Gülüyor acı acı.
Değil bana yabancı
Bu beyaz, temiz yüzün
Ziyneti olan hüzün.
Taze çizgilerini
Yakından tanıyorum,
Sesini eserimin
Son beyti sanıyorum.


V.

Ben su istemiyorum
O karanlık kuyudan.
Bana en unutulmaz
Acıları uyutan
Bir baş dönmesi lâzım.
Ama kalbim duracak
Kapanacakmış ağzım.
Ah ey hülyalarımın
Aynası gibi dümdüz
Bana gülümseyen yüz!
Ey yazıma benzeyen
Bu yüzün çizgileri!


VI.

Odamda iki kardeş:
Biri dün, biri yarın.
Ve ben aralarında
Bir köprüyüm onların...


Kemalettin Kamu

29 Haziran 2016 Çarşamba

Çığıltı

Engin ses veriyor yel ıslığına,
Benziyor dalgalar bir kar çığına,
Çarparak bahçemin parmaklığına,
Üç gün, üç gecedir çağlıyor deniz.

Aslan kükreyişi değil kafeste,
Bir insan yüreği saklı bu seste,
Bu benim derdime uyan bir beste:
"Annem öldü" diye ağlıyor denizi.


Kemalettin Kamu

Kimsesizlik

Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi;
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi.

Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el,
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım;
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel!
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım.

Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!


Kemalettin Kamu

İrşad

Sevgilim güvenme güzelliğine,
Senin de saçların tarumar olur;
Aldanma talihin pembe rengine,
Hayatın uzun bir intizar olur.

Sevgilim her insan doğarken ağlar,
Çiceklerle açar, sularla çağlar,
Rehgüzarı olur, bahçeler, bağlar,
Nihayet isimsiz bir mezar olur.

Sevgilim baksana bir yanda gülen,
Bir yanda gözünün yaşını silen,
Kimi benim gibi erir derdinden,
Kimi senin gibi bahtiyar olur.

Sevgilim senin de geçer zamanın,
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü anın,
Böyledir kanunu kahpe dünyanın,
Dört mevsim içinde bir bahar olur!


Kemalettin Kamu

28 Haziran 2016 Salı

Hazan Yolcusuna

Saçların yine solgun,
Bağrın elemle dolgun,
Nereye yolculuğun
Yeni bir gurbete mi?

Ben de kuru bir yaprak
Gibi seninleyim bak,
Zülfüne takılarak
Oldum gönül veremi

Gözlerin dolu melal,
Yüzün bir ince hilal,
Giderken benide al
Berabarine emi?


Kemalettin Kamu

Gurbet

Gurbet o kadar acı
Ki, ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde

Eriyorum gitgide
Elveda her ümide!
Gurbet benliğimi de
Bitirdi bir biçimde

Ne arzum ne emelim
Yaralanmış bir El’im
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde


Kemalettin Kamu

İzmir Yollarından Son Mektup

Belki şimdi sana son 
Sözlerimi yazmadan 
Gözlerim kapanacak. 
Belki var daha beş on 
Dakikalık bir zaman. 
Anne, için yanacak 
Mektubum okunurken. 
Beliren bir emeli 
Çok görme bana sakın. 
Ben Tanrı'ya en yakın 
Bir yola sapıyorum, 
Milletimin uğrunda 
Türbemi yapıyorum. 
Düşündüm huzurunda 
Ebedi bir akşamın, 
Düşündüm ki babamın 
Dizi dibinde geçen 
Yirmi iki seneden 
Elimizde kalan ne? 
Sorarım sana anne: 
Madem ki gün gelecek, 
Herkes aynı meleğin 
Önünde eğilecek, 
Niçin o güne değin 
Çan sesleri duyayım? 
Bugün de bir yarın da. 
Bırakın uyuyayım 
İzmir kapılarında! 
Anne elveda artık, 
Şu iki üç asırlık 
Gecenin gündüzünü 
Görmeden gidiyorum. 
Ne beis var diyorum, 
O günün seherinde 
Senin ince yüzünü 
Görüyor gibiyim ya... 
Ey genç gecelerinde 
Beşiğimi bekleyen! 
Ediyorum emanet 
Seni Anadolu'ya! 
Sütünden, emeğinden 
Ne verdinse helâl et. 
Söyle Hacer'e o da 
Hakkını helâl etsin, 
Gönülcüğü dilerse 
Başkalarına gitsin... 
Ben ermeden murada 
Ecel kırdı kolumu; 
Artık beyhude yere 
Beklemesin yolumu. 
O ne anne, o güzel 
Gözlerinden akan ne? 
Geri dönemem diye 
Ağlıyor musun anne?


Kemalettin Kamu

27 Haziran 2016 Pazartesi

Sanat

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
Gezersin kırk asırlık mabedin içini
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin
Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz.


Faruk Nafiz Çamlıbel
Bir Ömür Böyle Geçti

Onlar

Dudağında bir ıslık, elinde bir cıgara,
Karışırsın bu gece sen de karanlıklara
Duyarsın bir kafesin ardından öksürükler ...

Alaca bir perdeye çizilen gölge bir baş
Seni kumral saçından tutar da yavaş yavaş
Aralanmış kapıdan bir taşlığa sürükler.

Çevrilir dört yanına örselenmiş fidanlar,
İşte onlar, o adı ağza alınmayanlar,
Gözlerinde çürükler, kollarında çürükler.

Sen avutmak dilerken bir acı hatıranı
Duyarsın, fırlatarak çıkarken son liranı,
İçinden hıçkırıklar... Ardından öksürükler...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Bir Ömür Böyle Geçti

Talas Bağlarında Batı

Daha gün batmadan üstünde beyaz Erciyeş'in
Bürünür tarlaların, bahçelerin rengi yasa;
Karlı bir burcu gezen nuru donarken güneşin,
Atlılar, kaafile halinde dönerler Talas'a.

Yükselen manzara yalçın, suların hüznü derin;
Bazı şirin görünür, bazı da korkunç etraf.
Hepsi bir başka tahassüs veriyor lalelerin;
Kimi şehvet gibi kızgın, kimi sevda gibi saf.

Meyveler yollara yer yer dökülür meşcereden,
Asmalar yemyeşil örter yamacın her yanını;
Kim bilir, hangi bir ummana giden bir dereden
Yol alır köylü kadınlar, sürerek hayvanını.

Kuşlar üstünde gezer, gurbete düşmüş kuşlar,
Yaşlı bir göz gibi sahraya bakan penceremin;
Bu dağın gülleri, derdim ki, neden solmuşlar?
Beddua ettiği yermiş meğer aşık Kerem'in!

Ben de bir türlü garib aşıkım, Aslı'mdan uzak;
Ben de ah etsem eğer karşıki dağlar kül olur.
Gerilir, teşne dudaklar gibi çatlar toprak;
Maveradan bana ağlar gibi sesler duyulur.

Anlarım ruhuma zulmet cereyan ettikçe
Neşemin tılsımı hala o demir pençededir;
Bir siyah dev gibi yaklaştığı esnada gece
Ruhum işkencededir, benliğim işkencededir...


Faruk Nafiz Çamlıbel
Han Duvarları
1923