Şiir, Sadece: Nazım Hikmet şiirleri
Nazım Hikmet şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazım Hikmet şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2019 Salı

Şarap

Sun bize kadehi!
Biz
bir şişe açabilir
ve acıyı boğabiliriz şarapla.
 
 
Mayakovski 
Yıldönümü
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven
 
 
Bakü’nün mukaddes toprağına yüzüstü düşüp,
avuçlayıp nefti siyah şarap gibi içmek istiyorum!
 
 
Nazım Hikmet 
Varış, 1927

28 Ekim 2019 Pazartesi

Gerekseme

Bundan başka
yeni yıkanmış gömleğe
gereğim var açıkçası
zırdelilik değil.
 
 
Mayakovski 
B. Dolusu
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven 
 
 
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı
 
 
Nazım Hikmet 
Karıma Mektup, 1933

27 Ekim 2019 Pazar

Samanyolu

Saat şimdiden bir ve sen yatmaya gittin
İşte gümüş adiliği Samanyolu’nun geceyle.
 
 
Mayakovski 
Bütünlenmemiş Parçalar, 1928-1930
 
 
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu,
kehkeşanların
güneş aydınlığında!
 
 
Nazım Hikmet

26 Ekim 2019 Cumartesi

At

Bağla beni kuyruklu yıldızlara yabanıl atlar gibi
 
 
Mayakovski 
Omurga Flütü I, 1915
 
 
Mor bir patlıcan gibi çürük omuzlarına basarak karımızın
atladık terli sırtlarına şaha kalkan atlarımızın...
 
 
Nazım Hikmet 
Yeni Sanatın Akını, 1930

Güneş

Günbatımının yüz kırk güneşi patladı
haziran sonuna gelince.
 
 
Mayakovski 
Görülmemiş Bir Olay, 1820
 
 
Bugün pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar..
 
 
Nazım Hikmet
Tecritteki Adamın Mektupları, 1938

25 Ekim 2019 Cuma

Yeğinlik

Anlatıma güç vermek, etkili olmak amacıyla çarpıcı, vurucu örgelere, yeğinliğe rastlanır her iki ozanda:
 
 
atıyor kendini çıplak orospular gibi
tutuşan genelevinin penceresinden,
 
 
Mayakovski
P. Bulut I, 1915
 
 
Fransız zabiti sen
     o üzüm gözlü Azadeyi
bir orospudan
     daha çabuk unuttun!
 
 
Nazım Hikmet
Piyer Loti, 1925

24 Ekim 2019 Perşembe

Yaşam

Kin duyuyorum
     her çeşit ölü etine,
ama tapıyorum
     yaşam olan her şeye
 
 
Mayakovski 
Yıldönümü, 1924
 
 
Açıldı demirlerin, dışında
     büyük, laciverdi bahçem.
Aslolan hayattır...
Beni unutma Hatçem...
 
 
Nazım Hikmet
Çankırı Hapishanesinden Mektuplar, 1940

23 Ekim 2019 Çarşamba

Sevi

"Saati dörtte geliyorum"-
dedi Mariya
Sekiz,
Dokuz,
On.
Pencerelerden ötelere
gitti akşam
karabasanlı bir geceye
işkenceli.
 
 
Mayakovski
P. Bulut I, 1915
 
 
Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış
Çekmecemde kaatlar;
bazıları
- onun el yazıları
 
 
Nazım Hikmet
Gece Gelen Telgraf, 1931

22 Ekim 2019 Salı

Tanrı

Her iki ozan, tanrının varlığı yokluğu konusunda düşünce birliğine ulaşır. Tanrıyı yadsır her ikisi de:
 
 
düşündüm ben:
baş melek korosunun şarkılarını
geliyor soyguncu tanrı ceza vermek için
 
 
Mayakovski 
Pantolonlu Bulut I, 1915
 
 
Ay battı güneş doğdu,
Kalbimde ateş doğdu,
Yaldızlı meşin kabı
Parçalanmış kitabı
Varsın gömülsün diye ebedi bir uykuya
Attım kör bir kuyuya.
 
 
Nazım Hikmet
Meşin Kaplı Kitap, 1921

30 Haziran 2016 Perşembe

Ağa Camii

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!


Nazım Hikmet

Kırk Haramilerin Esiri

Geniş dallardan sızan gecenin gölgesiyle,
Ormanda uğuldayan yağmurların sesiyle,
Bu akşam renklerini kaybedince her çiçek.
Bir kahraman esirin kolları kesilecek.

Bu bir şanlı erdir ki Rabbi bulmuş kanında.
Bir kere düşürmeden yüksek mağrur alnında.
Alevden bir sancağın taşımış gölgesini.
Memleketler çökermiş yükseltince sesini.
Tam altı yüz yirmi yıl bir nur için döğüşmüş,
Fakat günün birinde kafir eline düşmüş.
Şimdi ezmek istiyor onu kırk haramiler,
Bu son akşam kalbinde rabbi bulmazsa eğer.
Ormanda renklerini kaybedince her çiçek.
Bir vuruşta bin kesen kolları kesilecek.

İşte rüzgarda uçan alevleriyle yer yer,
Siyah ağaçlıklardan parladı meşaleler.
Dumanlı bir kızıllık ormanı gölgeliyor.
Şanlı esirleriyle haramiler geliyor.

Ağaçsız bir meydanda büyük kütükler yandı.
Haydutların karanlık yüzleri aydınlandı.
Küçük bir oda gibi yosunlanmış bir taşı,
Kendisine taht yapan haramilerin başı.
Bir şeyler mırıldandı, bir şeyler emreyledi,
Sonra boğuk bir sesle haydi kesiniz dedi.
Haydutlar ağır ağır çekilirken geriye,
Geniş yüksek bir gölge itildi ileriye.

Tunç bir çehre parladı alevin rüzgarıyla,
Yüksek gururlu alnı geniş omuzlarıyla.
Kolları kesilecek kahraman esirdir bu,
Ne dudakları sarı ne gözlerinde korku,
Bir demir heykel gibi öyle hissiz bekliyor.
Nihayet hep kütükler olunca bir yığın kor,
Haydutların içinden birisi ilerledi.
Kolların kesilecek haydi hazırlan dedi.
Zulmette parıldadı çeliği bir baltanın,
Kuru bir ses duyuldu sonra fışkıran kanın,
Damlaları ateşten yer yer duman çıkardı.
Şimdi şanlı esirin yalnız bir kolu vardı.
Ormanı baştan başa dolaştı boğuk bir ses;
Öteki kolu da kes! Öteki kolu da kes!
Bıraktığı baltayı cellat alırken yerden,
Meydana gölgeleri yakınlaşan göklerden,
Haykırıldı bir büyük şanlı mazinin yadı.
Birden balta esirin elinde parıldadı.


Nazım Hikmet

12 Aralık 2014 Cuma

21-1-924

Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor
karanlıklara.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.
Kar...
Üflenen bir mum gibi söndü
koskocaman ışıklar..
Ve şehir
kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak!
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarını anlıyorum.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum.


Nazım Hikmet

Bir Hazin Hürriyet

Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalısırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!

Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.


Nazım Hikmet
1951

Bir Gemici Türküsü

Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
düşmüş dalgalara.
Işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, "Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun."
Bu türkü
diyor ki,
"Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı."
Bu türkü
diyor ki,
"Çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin."
Bu türkü diyor ki, "Dövüşmek.."
Bu türkü diyor ki, "Işıklı büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi.."
Bu türkü diyor ki, "Yıldızlar
rüzgâr
ve su..."

Başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..


Nazım Hikmet

Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları III

3.

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...


Nazım Hikmet
1938

Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları II

2. 

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...


Nazım Hikmet

Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları I

1. 

Senin adını
kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.

Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...

Saat beş, karıcığım.
Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

Bugün de apansız gece olacaktır.
Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâsâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...


Nazım Hikmet

11 Aralık 2014 Perşembe

Bir Ayrılış Hikayesi

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!

Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.
Sarıldılar
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
Ayrıldılar...


Nazım Hikmet

Bir Acayip Duygu

"Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
ilk önce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra

Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
fakat iyice ısınmadı daha
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...

Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
bileklerin kalın ve beyaz
sol avucunu çevir:
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...

Dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...

Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
nar tanesi, nur tanesi
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte .........."

.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.


Nazım Hikmet
7 Şubat 1941

Beyazıt Meydanı'ndaki Ölü

Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmıs yılı Nisanında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar
büyük meydanı.


Nazım Hikmet
Mayıs 1960