Şiir, Sadece: 2013-12-08

14 Aralık 2013 Cumartesi

Manuel Rodriguez

Cueca
Senyora, diyorlar ki orda
Ana, tekrar tekrar diyorlar ki
Su ve rüzgar diyorlar ki
El Guerrillero'yu görmüşler 


-Hayat-

Bir piskopos olabilir,
belki ve belki de değil,
Sadece karın üstündeki rüzgâr da
olabilir:
kar'ın üzerinde, belki,
ah, ana, bakma o tarafa,
tırısa kalkmış
Manuel Rodriguez'in atları.
Gölü geçerek geliyor
El Guerrillero.

Cueca
-Tutku-
Melipilla'dan yola çıkıp
Talagante'den hızla akıp
San Fernando'yu geçerek
Pomaire'de ortaya çıkmış.
Rancagua'da sürerek atı,
San Rosendo'dan,
Cauquenes'den, Chena'dan,
Nacimiento'dan:
evet, Nacimiento'dan,
ta Chinyigue'den,
her bir yönden geliyor
Manuel Rodriguez.
Bu karanfili ver O'na.
Haydi gidelim O'nunla.

Cueca
Sussun gitarlar, çalmasın
Şimdi yas zamanı memlekette
Toprağımız ışıksız kaldı
Öldürüldü çünkü El Guerrillero

-Ve ölüm-

Til-Til'e getirdi
Kâtiller O'nu,
kanıyordu sırtı
yol boyunca,
evet, yol boyunca.

Kim inanabilirdi böyle bir şeye,
bütün hayatımızdı O bizim,
bütün sevincimiz.

Kan ağlıyor toprak şimdi
Haydi sessiz olalım şimdi.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

Manyetik Sanat

Bütün bu aşktan ve dolaşmadan kitaplar oluşur.
Ve barındırmazlarsa öpüşü ya da gökleri,
barındırmazlar bereket için insanları,
barındırmazlar kadınları her bir damlada,
açlık ve arzu, öfke, berrak yollar,
ne kalkan olarak işe yarar ne de çan olarak:
gözsüzdür onlar, açamazlar benim iki gözümü,
yalnızca kuralın ölü ağzına sahipler.

Sevmiştim o yaprak asılı cinsel organları,
ve kanla aşk arasında kazdım kendi dizelerimi,
ateş ve çiy arasında paylaşılamayan
bir gül diktim katı toprağa.

Bu yüzden şakıyarak dolanıp dururum.


Pablo Neruda

Yıldızlara Dedim Ki

Yıldızlara dedim ki
birer şamdan olun
ve her elde
yedi kollu şamdan

Kayın ağacına dedim ki
kır at
ol
Ve işte kişniyor kayın ağacı
kuyruğuyla
kovuyor kuşları

Kendime dedim ki
akgürgen ol
akgürgen ol
Ve binlerce
pas renkli yaprak
oldum

Ve gürültüm uğuldadı
her türlü diliyle
sonbaharın


Jerzy Harasymowicz
Çeviren: Muzaffer Uyguner

13 Aralık 2013 Cuma

Mapocho Irmağı’na Kış Gazeli

Ah, evet, sürekli kar,
ah, evet, titreyerek açılmış çiçeği karın,
Kuzey’in gözkapağı, donmuş küçük şimşek,
kim, kim çağırdı seni bu kül grisi vadiye,
kim, kim sürükledi seni kartalın doruklarından
berrak dalgalarının anayurdumun
korkunç paçavralarına değdiği buraya?
Irmak, neden taşıyorsun
soğuk ve gizli suyu,
taşların katı şafağının
ulaşılmaz katedrallerinde sakladığı suyu,
halkımın yaralı ayaklarına?
Geri dön, geri dön kardan leğenine, acı ırmak,
geri dön, geri dön yayılmış ayazına,
indir gümüş beyazı kökünü o gizli kaynağına
ya da at aşağı kendini ve gözyaşsız bir denizde püskürtül!
Mapocho, ey ırmak, gece geldiğinde
ve uyuduğunda karanlık, devrilmiş bir heykel gibi
kara bir çıkınla altında köprülerinin
soğuk ve açlığın iki muazzam kartal gibi
taciz ettiği başlar, ey ırmak,
ey taştan doğmuş katı ırmak,
niçin yükseliyorsun o zaman bir canavar hayalet gibi
ya da yeni bir yıldız haçı unutulmuşlar için?
Hayır, senin zorlu külün akıyor şimdi
siyah suda akıtılmış gözyaşı yanında,
acımasız rüzgârın demirden yapraklar altında
titrettiği parçalanmış giysi kollarının yanında.
Mapocho, ey ırmak, nereye sürüklüyorsan
sonsuzca yaralanmış tüyünü buzun,
senin kül grisi kıyında
o yabanıl çiçek her dem açacak, bitlerin ısırarak ufaladığı,
ve soğuktan dillerin çirkinleştirecek
çıplak anayurdumun yanaklarını.
Ey, izin verme böyle olmasına,
ey, izin verme, bırak kara köpüğünden bir damla
sıçrasın batağından ateşin çiçeğine
ve hızlandırsın insanın tohumunu!


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Marti

Küba, köpüklenen çiçek, gürleyen
kızılın zambağı, yaseminçalısı,
çiçeklerin örgüleri altında bulmak zor
senin karanlığını, işkence edilmiş kömürünü,
ölümün bıraktığı o eski buruşukluğu,
köpükle örtülmüş yaraizini.

Ama son ağaçkabuklarının çatladığı
Marti'nin eşsiz bir badem gibi dinlendiği
için filizlenen kar'ın
ışıksaçan geometrisi gibi.
Yuvarlanan derinliğinde O havanın,
memleketin mavi merkezinde dinleniyor O,
ve bir su-damlası gibi parıldıyor
uyuyan tohumunun arılığı.

Kristalden O'nu örten gece.

Ağlayış ve acı, zalim damlalar
sızıp gidiyor bir kerede topraktan
sonsuz, uyuyan berraklığın mekânına.
Ara sıra batırıyor halk köklerini
gecenin içine dokununcaya dek
O'nun gizlenmiş harmanisinin durgun suyuna.
Ara sıra yeni biçilmiş tarlaları çiğneyen
öfkeli öç-isteği geliyor,
ve bir ölü düşüyor halkın çanağına.

Ara sıra vızıldıyor gömülmüş kırbaç yeniden
yüksek kubbenin havası içinden,
ve bir taçyaprağı gibi düşüyor kan
toprağa ve batıyor sessizliğe.

Hepsi ulaşıyor o sessiz parıltıya.
En küçük titreyiş vuruyor
gizlenmişin kristal kapısında.

Her bir gözyaşı ulaşıyor O'nun akıntısına.

Her bir ateş O'nun yapısının titremesine yol açıyor.

Ve işte böylece, dinlenen kaledeki,
zuladaki varsıl tohum
yükseliyor adanın savaşçılarına.

Çok özel bir kaynaktan geliyor onlar.

Kristal berrağı durumdan doğuyorlar.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"

12 Aralık 2013 Perşembe

México

MÉXICO, de mar a mar te viví, traspasado
por tu férreo color, trepando montes
sobre los que aparecen monasterios
llenos de espinas,
el ruido venenoso
de la ciudad, los dientes solapados
del pululante poetiso, y sobre
las hojas de los muertos y las gradas
que construyó el silencio irreductible,
como muñones de un amor leproso,
el esplendor mojado de las ruinas.

Pero del acre campamento, huraño
sudor, lanzas de granos amarillos,
sube la agricultura colectiva
repartiendo los panes de la patria.

Otras veces calcáreas cordilleras
interrumpieron mi camino,
formas
de los ametrallados ventisqueros
que despedazan la corteza oscura
de la piel mexicana, y los caballos
que cruzan como el beso de la pólvora
bajo las patriarcales arboledas.

Aquellos que borraron bravamente
la frontera del predio y entregaron
la tierra conquistada por la sangre
entre los olvidados herederos,
también aquellos dedos dolorosos
anudados al sur de las raíces
la minuciosa máscara tejieron,
poblaron de floral juguetería
y de fuego textil el territorio.

No supe qué amé más, si la excavada
antigüedad de rostros que guardaron
la intensidad de piedras implacables,
o la rosa creciente, construida
por una mano ayer ensangrentada.

Y así de tierra a tierra fui tocando
el barro americano, mi estatura,
y subió por mis venas el olvido
recostado en el tiempo, hasta que un día
estremeció mi boca su lenguaje.


Pablo Neruda
1940

Martínez

Martínez, El Salvador’un
şarlatan hekimi, dağıtıyor
değişik renkli ilaç şişelerini
bakanlar teşekkür eder gibi
diz çökmüş önünde itaatkar reverans içinde.
O küçük sahtekar, vejetaryen,
yaşıyor Saray’da ve yazıyor reçeteleri
şeker kamışı tarlalarında inlerken
kasıp kavuran açlık.
O zaman emir veriyor Martínez:
ve bir kaç gün sonra
çürüyor cesedi köylerde
yirmi bin çiftçinin,
Martínez izin veriyor yakılmasına
hijyen hakkındaki tüzük uyarınca.
Saraya dönüyor tekrar
şerbetlerine ve kabul ediyor
o hazır tebrikleri
Kuzey Amerikan Elçileri’nden.
“Güvenlikte” diyor onlara,
“Batı ülkelerinin kültürü,
Batı ülkelerinin İseviliği,
ve bunun yanı sıra iyi ticari anlaşmalar,
muz imtiyazı
ve gümrük kontrolü”.

Ve birlikte içtiler uzun süre içilen
bir şampanya bardağından, boşanırken sıcak
bir yağmur morgun çürümüş yığınlarına.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
1932


Not: Maximiliano Hernández Martínez, El Salvador’un Başkanı idi. 1944 yılında bir askeri darbeyle devrilmiştir.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Maruri Sokağı’ndaki Pansiyon

Bir sokaktır Maruri.
Birbirine bakmazdı evler, benzemezdi birbirine,
ama gene de bağlantılıydı birbirleriyle
duvar duvara, fakat
konuşmayan pencereleri görmezdi sokağı,
sessizdiler.

Kış ağacının kirli yaprakları gibi
uçardı bir kağıt.

İkindi tutuştururdu gurubu. Rahatı kaçmış
gök yayardı kaçak ateşini.

Kara sis işgal ederdi balkonları.

Açtım kitabımı. Yazdım
sanki bir madenin
dehlizindeymişim gibi, rutubetli
terkedilmiş bir galeri sanki.
Biliyorum kimse yok şimdi,
o evde, o sokakta, o kekre kentte.
Kapısı açık, dünyası açık
bir mahkûmum ben.
Hasret çeken bir öğrenciyim şafakta,
ve tırmanıyorum erişte çorbasına
ve atılıyorum yatağıma ve gelen güne.


Pablo Neruda
"Memorial de la Isla Negra"dan 
1964

Maruri Sokağındaki Pansiyon

Karşı karşıya değildi evler, sevmezlerdi birbirlerini,
yine de yan yanaydılar.
duvar duvara, fakat
pencereleri
bakmazdı sokağa, konuşmazdı,
öyle sessizdiler.

Bir kâğıt uçuruyor havalanır gibi ağaçtan
kışın kirli bir yaprak.

Akşam ortalığı tutuşturuyor, kaygı içinde
yok oluveren bir ateş boşaltıyor gök.

Kara sis balkonları örtüyor.

Açıyorum kitabımı. Yazıyorum
bir maden ocağının
çukurunda sanıp kendimi,
bir ıslak,
bırakılmış dehlizde.
Biliyorum kimse yok şimdi
evde, sokakta, acı kentte.
Bir mahkûmum açık kapısının önünde,
açık dünyanın önünde,
akşam alacasında şaşkın, gamlı bir öğrenciyim,
çıkıyorum işte o zaman şehriye çorbasına,
iniyorum ardından yatağa ve yarına.


Pablo Neruda

10 Aralık 2013 Salı

Matilde'ye Sone

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.


Pablo Neruda

Mavi Kitabını Yazarken

Mavi kitabını yazarken
yeşil değil miydi Rubén Darío?

Kızıl değil miydi Rimbaud,
Góngora koyu menekşe?

Ve Victor Hugo üç renkli?
Ve ben sarı çizgili?

Köylerde mi toplanır tıkış tıkış
bütün anıları yoksulluğun?

Ve minerallerden oyulmuş kutularda mı
saklar zenginler düşlerini?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

9 Aralık 2013 Pazartesi

Mayısta Muson

Mevsimin rüzgârı, o yeşil rüzgâr,
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.

Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.

Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

Meksika

Meksika, bir denizden öbürüne gördüm seni,
delik deşik olmuşsun
kendi demir grisi renginden, altında dikenli manastırların
yattığı dağlara tırmanırken, zehirli gürültüleri
büyük şehrin, akın akın gelen şairlerin
sinsi dişleri, ve ölülerin yaprakları
ve merdivenleri üzerine,
onulmaz sessizliğin ortaya çıkması gibi –
cüzamlı bir aşkın sonrasında kesilen parçalar gibi -,
duruyor yıkıntıların nemli parıltısı.

Fakat amansız sahra ordugâhından, utangaç
terden ve sarı mısırın mızraklarından
yükseliyor ortak kullanım
ve dağıtıyor anayurdun ekmeğini.

Başka zamanlar bölündü yolum
kireç dolu sıradağlarla,
Meksikalı derinin ağaç kabuğunu yaran
makineli tüfeklerin delik deşik ettiği fırtınalı rüzgârlardan dillerle,
ve ataerkil koruların altında
baruttan öpücükler gibi toplanmış
süvari sınıflarıyla.

Cesurca yok edenler
mülkün sınırlarını ve toprağı dağıtanlar
kanda fethedildiler
unutulan mirasçılar arasında -
Güney’in köklerine bağlı olan
bu ağrıyan parmaklar da
dokudu o mükemmel maskeyi,
çiçeklenen oyuncak ve tekstil endüstrisiyle
donattı ülkeyi.

En çok hoşlandığım şey – amansız
taşın şiddetini koruyan yüzlerin
yeraltından çıkarılmış yaşıydı,
ya da büyüyen gül, geçmiş günün
kanlı elleriyle yaratılmış.

Böyle dolaştım durdum ülkeden ülkeye,
geçti kendi bedenime bu Amerika toprağı,
ve damarlarımdan yükseldi zamanın
dinlenen unutuşu, ta ki onun lisanı
bir gün ağzımda titreyerek duruncaya dek.


Pablo Neruda
"Yo soy", "Canto General"den
1940