Şiir, Sadece: 2012-05-20

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Nerdeyse Eksiksiz

Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına.
Biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın.
İki gömleğin de ütülendi, çekmecede,
sadece küçücük bir gül benim özlediğim.
 
Yannis Ritsos 

Yavaşça

Çukuru ölçtük, kirecin içine attık ölüleri;
sonra en ince ayın altında kayığa bindik,
dördüncü arkadaş demir kutuyu kucağına almış,
sanki içindeki gizli bir ateşten ısınıyormuş gibi
üstüne eğilmişti. Duman yükselmedi,
öylece kaldı suların üzerinde.
 
Yannis Ritsos 

Yağmurda

Yağmurda yürüyor. Hiç acelesi yok.
Islak parmaklıklar parlıyor. Gizli bir
kızıllıkla kararmış ağaçlar. Ağılın
bir köşesinde eski bir otobüs tekerleği.
Mavi ev alabildiğine daha mavi.
Hiçlik böyle aydınlanıyor demek. Taşlar
          düşüyor.
Eller kapanıyor. Boş bir dosya
yüzerek yaklaşıyor nehirde. Ama senin adın
belki de dosyanın öbür yüzündedir.
 
Yannis Ritsos 

Görülmemiş Bir Çiçek Açma

Haykırmak istiyordu - daha fazla dayanamayacaktı. Sesini 
 duyabilecek kimse yoktu orada; 
kimse duymak istemiyordu. Kendisi de korkuyordu sesinden, 
içinde boğuyordu sesini. Patlamak üzereydi susuşu. Birden, 
havaya uçtu gövdesinin parçaları. Özenle, sessizce 
 toplayacaktı bu parçaları, 
hepsini bir bir yerlerine yerleştirecekti delikleri kapamak 
 için. 
Ve rasgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa, onları da 
 toplayacak, 
kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı - 
böyleydi, delik deşik, görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu 
 işte.
 
Yannis Ritsos 

Son İstek

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım; dünya
          var.
Bir ırmak akıyor serçe parmağının ucundan.
Yedi kere bu ırmak gökyüzünün mavisi. Yeniden
ilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim.
 
Yannis Ritsos 

Çıplak

Burada, karmakarışık odamda,
toz tutmuş kitaplarla
ölü ve dalgın bakışlar,
bu duraksayan gölgeler arasında,
bir ışık sızıntısı;
o gece durup
çırılçıplak soyunduğun yerde.
 
Yannis Ritsos 

Güz Görünümü

O yoğun nem her şeye sindi. Yazlıkçılar gitti.
İki bulutun altına asılı mavi yazılı
sarı otel tabelaları soldu artık.
Temizlikçi kadın her sabah,
uzun perdeli ve yataklarının altındaki
terlikleri soğumamış yeni evlilerin odalarına
           giderken
ağır ağır geçecektir oradan.
 
Yannis Ritsos 

Bir Çelenk

Yapraklarla gizlenmişti yüzün.
Birer birer kopardım yaprakları sana yaklaşmak için.
Son yaprağı kopardığımda, sen gitmiştin. Sonra
bir çelenk ördüm kopan yapraklardan. Kimsem yoktu
verebileceğim. Ben de çelengi alnıma yerleştirdim.
 
Yannis Ritsos 

Aynı Diken

Gece karşımızda, pencereleri kapalı
iki katlı yetimhanenin cephesi gibi duruyordu.

Ertesi gün, ağaçların altında bir kadın
bir diken çıkardı ayağının tabanından -

bizim her gece üstüne bastığımız o aynı diken.
 
Yannis Ritsos 

Bekliyoruz

Yavaş yavaş gece iniyor mahalleye. Uyuyamıyoruz.
Şafağı bekliyoruz. Bekliyoruz ki güneş
bir çekiç gibi çarpsın saç damlara,
çarpsın alınlarımıza, yüreklerimize,
bir ses olsun, o ses duyulsun - başka bir ses,
çünkü sessizlik silâh sesleriyle dolu, başka yerlerden gelen
 
Yannis Ritsos 

Aynı Yıldız

Islanmış parlıyor damlar ay ışığında. Kadınlar
şallarına sarınıyorlar. Evlerine koşuyorlar saklanmak
           için.
Biraz daha oyalansalar eşikte, onları ağlarken yakalayacak
           ay.

O adam her aynada, çıplaklığı içine kapatılmış
bir başka saydam kadın olmasından şüpheleniyor
- sen ne kadar uyandırmak istesen de onu, o uyanmayacak.
Bir yıldızı koklayarak uyuya kalmış o kadın.

Adamsa uyanık yatıyor koklayarak aynı yıldızı.
 
Yannis Ritsos 

Kadınlar

Kadınlar çok uzakta. "İyi geceler" kokar çarşafları.
Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim 
           diye.
Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp
"Bugün çok yoruldun," deriz ya da "Boş ver, lambayı ben
            yakarım."

Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsiz
bir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle,
kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler,
onun ölüleri, senin kendi ölümün.

Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede,
bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsın
sonra da treni, askerleri cepheye götüren.
 
Yannis Ritsos 

Birden

Sessiz gece. Sessiz. Ve sen vazgeçtin
beklemekten. Nerdeyse dingindi her yer.
Birden, orada olmayan kişinin o canlı
dokunuşunu duydun yüzünde. Gelecek.
Sonra kendi kendine çarpan pancurların sesi.
İşte rüzgâr da çıktı. Ve biraz ötede,
kendi sesinde boğuluyordu deniz.
 
Yannis Ritsos 

Kendine Yeterlik

Sırtına aldı güneşi bu sabah
akkordeonu omuzunda bir delikanlı gibi
Atina tepelerine tırmanan.

Geride kaldı geçirdiğimiz gece, zevkleri
ve o zevklerin korkusu. O bitmek umudu olmayan
hüzün de geride kaldı.
Çamlar, güneş, pencereler - işte oradalar.
Ağaçların altında iki iskemle. Niçin iki?
Haa evet, biri oturmak, biri de bacaklarını uzatmak için.
 
 
Yannis Ritsos 

Bir Sözcük O

Bir şey bilmiyorum - dedi - bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o'dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım-  
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgâra-
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında - yalnız bir sözcük:
Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük.
 
 
Yannis Ritsos 

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
   gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! -  diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
     kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.
 
 
Yannis Ritsos 

Ela Gözlü Sultan Baba

Ela gözlü Sultan Baba
Ululardan ulusun sen
Yedi iklim dört köşeye
Arşa kürse dolusun sen

Seni gören yoksul bay olur
Kafirler imana gelir
Seni sevmeyenler n'olur
Şah-ı Kerem Ali'sin sen

Şahısın eksikli kulun
İçenler ayrılmaz dolun
İnceden incedir yolun
Tamam gerçek velisin sen

Doğru sözün yol kılıcı
Çaldığın iki bölücü
Düşmüşler elin alıcı
Hakkın kudret elisin sen

Dehanından kevser akar
Nazar-ı kula Hak bakar
Kokun cüml'aleme kokar
Muhammed'in gülüsün sen

Parlayıp ateşin yanar
Cüml'alem şulene konar
Susayanlar senden kanar
Ab-ı hayat gölüsün sen

Muhiddin Abdal n'eylersin
Dipsiz denizler boylarsın
Ne bilirsin ne söylersin
Aklın mı var delisin sen


Muhiddin Abdal

Doğruya Nazar Eyleriz

Doğruya nazar eyleriz
Biz eğri nazar bilmeyiz
Nakd ile pazar eyleriz
Veresi pazar bilmeyiz

Biz ol mekanda oluruz
Emr ile bunda geliriz
Nakdi kamilden alırız
Kayba intizar bilmeyiz

Haktır sevdiğimiz bizim
Haktır öğdüğümüz bizim
Boyun eğdiğimiz bizim
Haktır özge yar bilmeyiz

Biz bu mülke gelüptürüz
Ölmeden ön ölüpdürüz
Yar ile yar olupduruz
Arada ağyar bilmeyiz

Sazımızı ele aldık
Koşmamızı çalageldik
Namusumuz yere saldık
Biz aşıkız ar bilmeyiz

Aşk ile meydana geldik
Nazara divana geldik
Pervaneyiz yana geldik
Zincir ile dar bilmeyiz

Evvel ahır yar kuluyuz
Hayder-i Kerrar kuluyuz
Ezelden ikrar kuluyuz
Müminiz inkar bilmeyiz

Muhiddin Abdal coşunca
Dalga deryayı aşınca
Aşk önümüze düşünce
Hiç sabr u karar bilmeyiz


Muhiddin Abdal

Ariflerin Sohbeti Candan Olur

Ariflerin sohbeti candan olur
Küfür gider Lutf-u imandan olur
Tarikatta taatin temiz kılan
Kendi ümmet, tarıkı dinden olur

Talep ile nefsini bilmeyene
Zira bilmezsen kusur senden olur
Bunca nimetler yenilip içilir
Bilir misin aslını kandan olur

Gelsin gevher alan madenini buldum
Maden benim ol gevher benden olur
Genci buldun ise key faş eyleme
Kavga düşer aleme dandan olur

Arifler sohbeti Muhyeddin Abdal
Bile nur bilmeze zindan olur


Muhiddin Abdal

İnsan İnsan Dedikleri

İnsan insan dedikleri
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyü söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim

Kendisinde buldu bulan
Bulmadı taşrada kalan
Müminin kalbinde olan
İman nedir şimdi bildim

Bir kılı kırk yardıkları
Birin köprü kurdukları
Erenler gösterdikleri
Erkan nedir şimdi bildim

Sıfat ile zat olmuşum
Kadr ile berat olmuşum
Hak ile vuslat olmuşum
Mihman nedir şimdi bildim

Muhiddin der Hak kadir
Görünür herşeyde hazır
Ayan nedir pinhan nedir
Nişan nedir şimdi bildim


Muhiddin Abdal

Behey Ela Gözlü Canım

Behey ela gözlü canım
Kul olmaya geldim sana
Gönül tahtında sultanım
Kul olmaya geldim sana

Ne yerdeyiz ne gökteyiz
Dünü günü firkatteyiz
Elim vermez hasretteyiz
Kul olmaya geldim sana

Evlerinin önü yoldur
Kerem kıl aşıkın güldür
Gerek ağlat gerek öldür
Kul olmaya geldim sana

Koynunda turuncu gizli
Tatlı dilli şirin sözlü
Şahin gibi kara gözlü
Kul olmaya geldim sana

Kerem eyle benden kaçma
Sakın yadlar ile yatma
Gamzen okun bana atma
Kul olmaya geldim sana

Mehemmet eydür kulunum
Başı açık bir delinim
Ta ezelden muhibbinim
Kul olmaya geldim sana


Kul Mehmet

Her Dem Yüzüme Gül Gibi

Her dem yüzüme gül gibi
Gülen dilberin kuluyum
Ben ağladıkça yaşımı
Silen dilberin kuluyum

Naz ile salan başını
Oynadıp gözü kaşını
Rahmedip ben yoldaşını
Anan dilberin kuluyum

Mağrur tutmayup kendini
Alçak tutuben gönlünü
Arayıp derdimendünü
Bulan dilberin kuluyum

Soyunup giren koynuma
Rahimsiz gelmez aynıma
Siyah zülfünü boynuma
Salan dilberin kuluyum

Kul Mehemmet eydür ferman
Hastasına eder derman
Benimle her gece mihman
Olan dilberin kuluyum


Kul Mehmet

Bunca Demdir Hasretliğin Çekerim

Bunca demdir hasretliğin çekerim
Gel sevdiğim geld'ayrılık günleri
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Gel sevdiğim geld'ayrılık günleri

Neler gelir koç yiğidin serine
Gece gündüz yanar aşkın narına
Gün bugündür Hak kefildir yarına
Bil sevdiğim geld'ayrılık günleri

Kapında bulunur bay ile geda
Can ile ser gayrı yoluna feda
Şimden sonra sana gayrı elveda
Kal sevdiğim geld'ayrılık günleri

Bülbülünüm feryadım var zarım var
İnci cevher madenidir şarım var
Lale sümbül al çiçekli yarim var
Gül sevdiğim geld'ayrılık günleri

Deli gönül karlı dağları aştı
Hicr oduyla dertli sinemiz pişti
Kul Mehemmet yine gurbete düştü
Yol sevdiğim geld'ayrılık günleri


Kul Mehmet

Yavrum Kuzum Seni Aldırdım Elden

Yavrum kuzum seni aldırdım elden
Kuzum kuzum der de meler bir koyun
Usandım da bezdim bu tatlı candan
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Yine çiçeklendi dağların başı
Koyun ben n'ideyim Mevla'nın işi
Daim durmaz akar gözümün yaşı
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Koyun senin derdin çoktur n'ideyim
Yanına da başka kuzu katayım
Varıp seni koyaklarda güdeyim
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Kuzum senin budur alnında yazı
Hiç elin kuzusu olur mu kuzu
Yüreğimde vardır bir ince sızı
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Seni güden çoban gayrı gütmesin
Yaydığı yerlerde otlar bitmesin
Kuzunu yiyenler onup yetmesin
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Bugün koyun tuz başına gelmedi
Elin kuzusu da kuzu olmadı
Arayıp da kuzusunu bulmadı
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

N'olaydı sen koyun olmaya idin
Elin kuzuların görmeye idin
Ölüp de şu yere gelmeye idin
Kuzum kuzum der de meler bir koyun

Kul Mehemmet bunu böyle söyledi
Söyledi de yaşın yaşın ağladı
Koyun yolum sana nerden uğradı
Kuzum kuzum der de meler bir koyun


Kul Mehmet

Be Yarenler Yine Evvel Bahardır

Be yarenler yine evvel bahardır
Bülbül intizarlık kılar durmayıp
Kuşlar ahenk edip çığrışıp öter
Kalbin kasavetin siler durmayıp

Kadir Mevlam kudretini bildirir
Daim ağlar kullarını güldürür
Menekşeler külahını kaldırır
Yeşil çemenlerde yeler durmayıp

Her ağaçlar sücü dolmuş içilmiş
Yeryüzüne ab-ı hayat saçılmış
Gök sümbül kırmızı lale açılmış
Güller ağzın açmış güler durmayıp

Misal-i Ravzadır Cennet-i Rıdvan
Firdevs bahçesine benzemiş cihan
Kırmızı hulleler giymiş erguvan
Selvi dalı başın sallar durmayıp

Bizim illerimiz aydın illeri
Çifte çifte bülbüllüdür dalları
Kul Mehemmed eydür seher yelleri
Yarin siyah zülfün böler durmayıp


Kul Mehmet

Advice to a Son

Never trust a white man,
Never kill a Jew,
Never sign a contract,
Never rent a pew.
Don't enlist in armies;
Nor marry many wives;
Never write for magazines;
Never scratch your hives.
Always put paper on the seat,
Don't believe in wars,
Keep yourself both clean and neat,
Never marry whores.
Never pay a blackmailer,
Never go to law,
Never trust a publisher,
Or you'll sleep on straw.
All your friends will leave you
All your friends will die
So lead a clean and wholesome life
And join them in the sky.


Ernest Hemingway
1931

Ey Şahin Bakışlım Bülbül Avazlım

Ey şahin bakışlım bülbül avazlım
Bir eli kadehlim bir eli sazlım
İşte ben gidiyom kal ahu gözlüm
Ne sen beni unut ne de ben seni

Yolda harami çok engel arada
Unutma sevdiğim demde sırada
Kalıp gider amma gönül burada
Ne sen beni unut ne de ben seni

Ta ezeli seven sevende
Şu iki cihanda kevn ü mekanda
Nizam başlarında ulu divanda
Ne sen beni unut ne de ben seni

Çekilsin gülbenkler sürülsün devran
Görülsün kayıtlar açılsın meydan
Yönümüzü açsın ulu Yaradan
Ne sen beni unut ne de ben seni

Hüseyin'im eydür gül benzim soluk
Serimizde yazılmıştır ayrılık
Vallahi sevdiğim gönüller birlik
Ne sen beni unut ne de ben seni


Kul Hüseyin

Adem Oğlu Dünyaya Gelince

Adem oğlu dünyaya gelince
Taze açılmış fidana benzer
Bir yaşına kadem basınca
Bülbül gibi şakır gülşene benzer

İki yaşında kalkar oturur
Üç yaşında açuk manalar getürür
Dört yaşında hamaylisin götürür
Beş yaşında bağ u bostana benzer

Altısında fehmeder düşünü
Yedisinde düşürür dişini
Sekizinde fehmeder işini
Dokuzunda mah-ı tabana benzer

On yaşında taze güldür kokulur
On birinde gül gibi açılur
On'ikisinde boy gösterür seçilür
On üçünde selvi re~ana benzer

On dördünde mahbubluğu çağıdır
On beşinde gören aklın dağıdır
On altısında sanki cennet bağıdır
On yedisinde kaşlar kemana benzer

On sekizinde fehmeder arını
On dokuzda gözedür şikarını
Yirmisinde kimse bilmez sırrını
Talimin almış şahana benzer

Yirmi beşinde bir hoşça görünür
Otuzunda akan sular durulur
Otuz beşinde meclislerde anılur
Yarana karışmış irfana benzer

Kırk yaşında gazel gibi bağlarda
Kırk beşinde günahların ağlarda
Ellisinde Suphana bel bağlar da
Yüklemiş yükünü kervana benzer

Elli beşinde ettikleri düş olur
Altmışında pirlik gelür kış olur
Altmış beşinde gözleri yaş olur
Dağ başına çıkmış güneşe benzer

Yetmişinde ağrı iner dizine
Yetmiş beşde duman çöker gözüne
Sekseninde kimse bakmaz yüzüne
Baykuş oturmuş virane benzer

Seksen beşinde beli bükülünce
Doksanın defterin dürülünce
Doksan beşinde ömrün serilince
Bir günde savrulmuş harmana benzer

Kul Hüseyin yüz yaşına varınca
Hakile hak olup yeksana benzer


Kul Hüseyin

Ay Yansın Ağalar Güneş Tutulsun

Ay yansın ağalar güneş tutulsun
Parladı parladı çalın kılıncı
Oklar gıcırdasın ayyuka çıksın
Mevlanın aşkına basın kılıncı

Durmayın orada kargı kucakta
Dolansın yiğitler köşe bucakta
Bir savaş edelim kelle kucakta
Şehitler aşkına çalın kılıncı

Koç yiğitler melemeli dev gibi
Düşman kanı devrilmeli dağ gibi
Dest vurun avını almış bey gibi
Haykırı haykırı çalın kılıncı

Koç yiğitler bu kış burda kışlasın
Yılan dili eğri hançer işlesin
Kafir düşman el'amana başlasın
Kaçanı göndermen basın kılıncı

Koç yiğitler düğün bayram eylesin
Küheylan kişnesin aygır oynasın
Kazanlarda adam kanı kaynasın
Esir etmek yok ha çalın kılıncı

Yürü yiğit beyler namımız kalsın
Kelle getirenler bahşişin alsın
Öldürün atların hep yayan kalsın
Yaya kalana da çalın kılıncı

Koç Köroğlu girdi meydan almaya
Nara vurup düşmanına dalmaya
Yemin ettim yedi derya dolmaya
Doldurun denizi basın kılıncı


Köroğlu

25 Mayıs 2012 Cuma

Tan Yeri Atmadan Şafak Sökende

Tan yeri atmadan şafak sökende
Düşmanın üstüne hörelenmeli
Düşman kalkan alıp kılıç çekende
Yiğit on beş yerinden yaralanmalı

Haber aldım ihvanından kulundan
Doyuk olduk akçasından pulundan
Hey ağalar akan kanın alından
Altımızda Kır-At kınalanmalı

Köroğlu'm der Mirza gele Han gele
Ben isterim günde yüz tufan gele
Derelerden oluk oluk kan gele
Sele düşüp gövde kürelenmeli


Köroğlu

Yiğit Olan Gümbür Gümbür Gürlesin

Yiğit olan gümbür gümbür gürlesin
Yiğidi doğuran ana bin yaşa
Ak gövdede kızıl kanlar şorlasın
Yiğidi doğuran ana bin yaşa

Davlumbazlar yeğde yeğde vuranda
Çarkacılar sallı solu dönende
Eğri kılıç ak gövdeyi bölende
Yiğidi doğuran ana bin yaşa

Gele beyler cenge harbi çalınsın
Çamlıbel askeri ayrı bölünsün
Gece gündüz darbı meydan kurulsun
Yiğidi doğuran ana bin yaşa

Asıl koç yiğitler pusuda saklı
Belleri kılıçlı eli mızraklı
Hep şahin bakışlı arslan sıfatlı
Yürü kan içenler hep binler yaşa

Köroğlu der bugün burda duralım
Sabah olsun darbı meydan kuralım
Akan kandan dolu şarap vuralım
Yürü Deli Hoylu'm sen binler yaşa


Köroğlu

Eğer Kendülerde Erlik Var İse

Eğer kendülerde erlik var ise
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri
Kanından susayıp candan geçerse
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri

Atına binende eyledi dizgin
Alayları çatıp eyledi bozgun
Leşine kondurmak isterse kurgun
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri

Koç yiğitleri aldım da yanıma
Keskin kılıcımı çaldım belime
Serimden geçmişim bakmam ölüme
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri

Karşımda durana kalmaz kararım
Doğrulup gelene yoktur zararım
Ya şehitlik ya gazilik dilerim
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri

Ala sadağımı sundum özüme
Hezaran kalkanım aldım dizime
Köroğlu der kan göründü gözüme
Gelsin döğüşelim Bolu Beyleri


Köroğlu

Muhanetlik Etmek Değil Karımız

Muhanetlik etmek değil karımız
Şehriyar sözüne uyanlardanız
Meydana girende yoktur korkumuz
Kazaya ırıza diyenlerdeniz

Ödleklerle hoş değildir aramız
Teke tek düşmana varmak töremiz
Muhanete sardırmayız yaramız
Yarayı kendimiz saranlardanız

Bineyidim kır atımın üstüne
Alayıdım hançerimi destime
Gafili varmayız düşman üstüne
Vakta hazır olun diyenlerdeniz

Yürün beyler yürün bade içelim
Girelim meydana candan geçelim
Çalalım kılıcı kanlar saçalım
Taş taş üstü koyman burçları şimdi

Yürün beyler yürün şetler kuşanın
Kılıç çekin düşmanlara döşenin
Başın kesin beyler ile paşanın
Durman hemen çekin göçleri şimdi

Yürün beyler n'ettim kestiler başı
Yedi bin pehlivan bir de binbaşı
Diri tutun gelin yedi kardaşı
Ben elimle kesem başları şimdi

Yürün beyler bahar geldi yaz oldu
Bülbül diye beslediğin baz oldu
Köroğlu der bu kumanda az oldu
Ayırın bedenden başları şimdi


Köroğlu

Hemen Mevla İle Sana Dayandım

Hemen Mevla ile sana dayandım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Yoktur senden gayrı kolum kanadım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey

Sana derim sana hey ulu yaylam
Meğer başım alam ilinden gidem
Okum senden yayım sendendir cıdam
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey

Yüce yüce tepesinde yol aşan
Gitmez oldu gönlümüzden endişen
Mürüvetsiz beyden yeğdir dört köşen
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey

Hep sınadım Osmanlı'nın alını
Bulamadım hergiz gönlüm alanı
Anıcağız sevdiğimin halini
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey

Köroğlu der tepelerden bakarım
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Bunca yıldır hasretini çekerim
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey


Köroğlu

Karşıdan Gelen Piyade

-Karşıdan gelen piyade
Bizim iller yerinde mi
Etekleri çimen olmuş
Karlı dağlar yerinde mi

-Beyim ili ne sorarsın
Güzel amma soğuk soğuk
Karlı dağlar eteğinde
Çimenleri soluk soluk


Köroğlu

Selam Verdim Selam Almaz

Selam verdim selam almaz
Selamıma salam seni
Akçasız pulsuz aşıkım
Nasıl benim kılam seni

Hubluğuna yok bahane
Gözlerin benzer şahana
Namın çıkmıştır cihana
Bilir cümle alem seni

Nazlım salınır gezersin
Dertli bağrımı ezersin
Beyaz kağıda benzersin
Yazar m'ola kalem seni

Malım yok ki dökem saçam
Hazinem yok ağız açam
Çarem budur alam kaçam
Hep yanımda bulam seni

Yeni bahçenin narısın
Kırmızı gülden arısın
Koç Köroğlu'nun yarısın
Böyle misin bilem seni


Köroğlu

Yürün Beyler Korkmaz Gününüz Doğdu

Yürün beyler korkman gününüz doğdu
Alın kaleleri burçları şimdi
Bir savaş edelim Çin Maçin ile
Basın dereleri leşleri şimdi

Köroğlu'm çıkalım dağlar salına
At sürelim mal yemezin malına
Başım koydum arkadaşın yoluna
Başı dost yoluna koyanlardanız


Köroğlu

Benden Selam Olsun Bolu Beyine

Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından gürzün sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir

Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır

Köroğlu düşer mi yine şanından
Ayırır çoğunu er meydanından
Kır-At köpüğünden düşman kanından
Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır

-Sağ elde kılınç ettiğim
Sol elde kalkan tuttuğum
Kol kola sarılıp yattığım
Şirin Döne yerinde mi

-Kılınç deyu bağlandığın
Kalkan deyu kullandığın
Seyreyleyip eğlendiğin
Şirin Döne saçın yoluk

-Çamlıbel'in koyağında
Sular akar ayağında
Şirin Döne yanağında
Ürüşen benler yerinde mi

-Çamlıbeli'n koyağında
Su kesilmiş ayağında
Güzel Döne yanağında
Kibar benler soluk soluk

-Küçücükten büyüttüğüm
Saz çalarak uyuttuğum
Mah yüzünü seyrettiğim
Han Ayvaz'ım yerinde mi

-Küçücükten büyüttüğün
Ürgüleyip uyuttuğun
Gül yüzünü seyrettiğin
Han Ayvaz'ın boynu buruk

-Köroğlu der öğündüğün
Taşlar alıp dövündüğün
Arka verip sığındığın
Koca çamlar yerinde mi

-Güdümen der karlı dağlar
Dağda çamlar kara bağlar
Döne söyler Ayvaz ağlar
Ağlaşırlar soluk soluk


Köroğlu

Eşeği Saldım Çayıra

Eşeği saldım çayıra
Otlayıp karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da anasını

Köyüne sokma bed-huyu
Yıkar harap eder köyü
Ölüsüne meyyit suyu
Dökenin de anasını

Gammaz ile madrabazın
Bir de olup da yemezin
Ölürse meyyit namazın
Kılanın da anasını

Derince kazın kuyusun
İnim-inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de anasını

Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkınını bitirenin
İmamın da anasını

Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da anasını


Kazak Abdal

Ormanda Büyüyen Adam Azgını

Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeye dervişan beğenmez

Alemi ta'neder yanına varsan
Seni yanıltır bir mes'ele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
Camiye gelir de erkan beğenmez

İlin kapısında kul kardaş olan
Burnu sümüklü hem gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berber dükkanında oğlan beğenmez

Dağlarda bayırda gezen bir yörük
Kim tımarlı sipah kimi ser-bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehristana gelir ezan beğenmez

Yaz olunca yayla-yayla göçenler
Topuz korkusundan şehre kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli bohçası duman beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu'm-ı fasidince keyif sürecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahvede fağfuri fincan beğenmez

Aslında neslinde giymemiş hare
İş gelmez elinden gitmez bir kare
Sandığı gömleksiz duran mekkare
Bedestana gelir kaftan beğenmez

Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelen bir köylü kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez


Kazak Abdal

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Aşk Resmi Geçidi

Şairin ölümünden sonra, bu şiirin elyazması, diş fırçasına sarılı bir kâğıtta bulunmuştur. Fakat bazı parçaları okunamamıştır


Birincisi o incecik, o dal gibi kız.
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kimbilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? ilk gözağrısı.

... çıkar
... dururduk mahallede
... halde
... adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara
... yangın yerlerinde.

Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.

Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.

Beşinciyi geçip altıncıya geldim
Onun adı da Nurünnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurünnisa.

Yedincisi Aliye, kibar bir kadın
Ama ben pek varamadım tadına,
Bütün kibar kadınlar gibi,
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.

Sekizinci de o bokun soyu:
Sen elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı, küplere bin.
Üstelik kendinde de
Yalanın düzenin bini bir para.

Ayten'di dokuzuncunun adı,
Barlarda göbek atar
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.

Onuncusu akıllı çıktı
Bıraktı gitti beni
Ama haksız da değildi hani,
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da —olsa olsa—
Bir hamama yakışırmış.

İşine bağlı bir kadındı on birinci
Hoş, olmasın da ne yapsın?
Bir zalimin yanında gündelikçi;
Adı Luksandra.
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır
Konyak içer, sarhoş olur,
Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla..

Gelelim sonuncuya.
Ona bağlandığım kadar
Hiçbirine bağlanmadım.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda, mülkte gözü var.
Eşit olsak, der,
Hür olsak, der.
İnsanları sevmesini de bilir,
Yaşamayı sevdiği kadar.


Orhan Veli
(Son Yaprak, 1.2.1951)

Deniz Kızı

Denizden yeni mi çıkmıştı, neydi;
Saçları, dudakları,
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.

Yoksuldu, biliyorum
—Ama boyuna da yoksulluk sözü edilmez ya—
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.

Neler görmüş, neler öğrenmişti kimbilir,
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.

O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğmuş meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkandım durdum rüyalar içinde.


Orhan Veli
(1943/Yaprak, 15.6.1950)

Birdenbire

Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığıyere,
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.
Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu.
Sevinç birdenbire.


Orhan Veli
(Yaprak, 1.4.1950)

-

Erol Güney'in kedisinin bahar mevsiminde ve toplum meseleleri karşısında takındığı tavrı anlatırşiirdir.


Bir erkek kediyle bir parça ciğer;
Dünyadan bütün beklediği.
Ne iyi!
Erol Güney'in kedisinin hamileliğini anlatırşiirdir.

Çıkar mısın bahar günü sokağa,
İşte böyle olursun.
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür,
Durursun.

Bozuk Düzen


Orhan Veli

Rahat

Şu kavga bir bitse dersin,
Acıkmasam dersin,
Yorulmasam dersin;
Çişim gelmese dersin,
Uykum gelmese dersin;
Ölsem desene!


Orhan Veli
(Yaprak. 1.2.1950)

22 Mayıs 2012 Salı

Cevap

Ciğercinin kedisinden sokak kedisine
Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komünistsin.
Demek bütün binaları yakan sensin,
İstanbul'dakileri sen,
Ankara'dakileri sen...

Sen ne domuzsun, seni


Orhan Veli
(Yaprak, 15.1.1950)

Kuyruklu Şiir

Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.


Orhan Veli
(Yaprak, 15.12.1949)

Dalga

I

Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem;
Parmaklarımda cıgaram,
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin.

Giderim, deniz çeker;
Deniz çeker, dünya tutar
İçkiye benzer bir şey mi var
Bir şey mi var ki havada
Deli eder insanı, sarhoş eder?

Bilirim, yalan, hepsi yalan;
Taka olduğum, tekne olduğum yalan;
Suların kaburgalarımdaki serinliği,
İskotada uğuldayan rüzgâr,
Haftalarca dinmeyen motor sesi,
Yalan.

Ama gene de,
Gene de güzel günler geçirebilirim;
Geçirebilirim bu mavilikte,
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız.
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
Her sabah erikleri saran buğudan,
Buğudan, sisten, aşktan, kokudan...


II

Ne kâğıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi... hepsi fasafiso.
Ne takayım, ne tekneyim,
Öyle bir yerde olmalıyım
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
İnsan gibi.


Orhan Veli
(Yaprak, 1.12.1949)

Pireli Şiir

Bu ne acaip bilmece!
Ne gündüz biter, ne gece.
Kime söyleriz derdimizi;
Ne hekim anlar, ne hoca.

Kimi işinde gücünde,
Kiminin donu yok kıçında.
Ağız var, burun var, kulak var;
Ama hepsi başka biçimde.

Kimi peygambere inanır;
Kimi saat köstek donanır;
Kimi kâtip olur, yazı yazar;
Kimi sokaklarda dilenir.

Kimi kılıç takar böğrüne;
Kimi uyar dünya seyrine:
Kan hesabına geceleri,
Gündüzleri baba hayrına.

Bu düzen böyle mi gidecek?
Pireler filleri yutacak;
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek?

Karışık bir iş vesselâm.
Deli dolu yazar kalem.
Yazdığı da ne?
Bir sürü ipe sapa gelmez kelâm.


Orhan Veli
(Varlık, 1.7.1946)

Bir Duyma Da Gör

Bir duyma da gürültüsünü
Dallarda çıtırdayarak açılan fıstıkların,
Gör bak ne oluyorsun.
Bir duyma da gör şu yağan yağmuru;
Çalan çanı, konuşan insanı.
Bir duyma da kokusunu yosunların,
Istakozun, karidesin,
Denizden esen rüzgârın...


Orhan Veli
(Yaprak, 15.8.1949)

İçerde

Pencere, en iyisi pencere;
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa;
Dört duvarı göreceğine.


Orhan Veli
(Yaprak, 1.6.1940)

Yalnızlık Şiiri

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.


Orhan Veli
(Meydan, 15.5.1948)

Baharın İlk Sabahları

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar;
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: «Sıkıntılar duradursun!»
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.


Orhan Veli
(Yaprak, 15.5.1949)

Karşı

Gerin, bedenim, gerin;
Doğan güne karşı.
Duyur, duyurabilirsen,
Elinin, kolunun gücünü,
Ele güne karşı.

Bak! dünya renkler içinde!
Bu güzel dünya içinde.
Sevin sevinebilirsen,
İnsanlığın haline karşı.
Durmadan işleyen saatlerde
Dişli dişliye karşı;
Dişlilerin arasında,
Güçsüz güçlüye karşı,
Herkes bir şeye karşı;
Küçük hanım, yatağında, uykuda,
Rüyalarına karşı.

Gerin, bedenim, gerin,
Doğan güne karşı.


Orhan Veli
(Aile, 1949, sayı 11)

Fırfırlı Şiir

Uyandım baktım ki bir sabah,
Güneş vurmuş içime;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm,
Pır pır eder durur, bahar rüzgârında.
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Cümle âzam isyanda;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Kuşlara,
Yapraklara.


Orhan Veli

Zilli Şiir

Bir memurlar,
Saat dokuzda, saat on ikide, saat beşte,
Biz bizeyizdir caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;
Ya paydos zilini bekleriz,
Ya aybaşını.


Orhan Veli
(Varlık, 1.12.1946)

Sereserpe

Uzanıp yatıvermiş, sereserpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften ;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
içinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!


Orhan Veli
(Varlık, 1.9.1946)

Kumrulu Şiir

Duyduğum yoktu ne vakittir
Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu düştü, nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
Martıların gürültüsü havalarda;
Nedir?
Yolculuk olmalı, yolculuk.


Orhan Veli
(Varlık, 1.1.1947)

Cımbızlı Şiir

Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!


Orhan Veli

İçinde

Denizlerimiz var, güneş içinde;
Ağaçlarımız var, yaprak içinde;
Sabah akşam gider gider geliriz,
Denizlerimizle ağaçlarımız arasında,
Yokluk içinde.


Orhan Veli

Şanolu Şiir

Kadehlerin biri gelir, biri gider,
Mezeler çeşit çeşit;
Bir sevdiğim şanoda şarkı söyler;
Biri yanıbaşımda,

İçer içer, ötekini kıskanır.
Kıskanma, güzelim, kıskanma;
Senin yerin başka,
Onun yeri başka.


Orhan Veli

Bir İş Var

Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bir iş var bu işin içinde.


Orhan Veli

Altın Dişlim

Gel benim canımın içi, gel yanıma;
İpek çoraplar alayım sana;
Taksilere bindireyim,
Çalgılara götüreyim seni.
Gel, .
Gel benim altın dişlim;
Sürmelim, ondüle saçlım, yosmam;
Mantar topuklum, bobsitilim, gel.


Orhan Veli

Tahattur

Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden;
Tabakam senin yadigârın;
«İki elin kanda olsa gel» diyor
Telgrafın;
Nasıl unuturum seni ben,
Vesikalı yârim?


Orhan Veli
(Temmuz 1940/Küllük, 1.9.1940)

Galata Köprüsü

Dikilir Köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, siya siya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çımacıdır halat başında;
Kiminiz kuştur, uçar, şairane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer Köprü'nün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz...
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli, içinizde?
Bakmayın, gün olur ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.


Orhan Veli
(Varlık, 1.5.1947)

Sizin İçin

Sizin için, insan kardeşlerim,
Her şey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;
Ay ışığında yapraklar
Yapraklarda merak;
Yapraklarda akıl;
Gün ışığında binbir yeşil;
Sarılar da sizin için, pembeler de;
Tenin avuca değişi,
Sıcaklığı,
Yumuşaklığı;
Yatıştaki rahatlık;
Merhabalar sizin için;
Sizin için limanda sallanan direkler;
Günlerin isimleri,
Ayların isimleri,
Kayıkların boyaları sizin için;
Sizin için postacının ayağı,
Testicinin eli;
Alınlardan akan ter,
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar, mezar taşları.
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.


Orhan Veli
(Yaprak, 1.5.1949)

Sucunun Türküsü

Su taşırım, eşeğim önümde;
Deh, eşeğim, deh!
Bin kişinin canına can katar günde;
Deh, eşeğim, deh!
İki teneke bir yanına,
İki teneke öbür yanına;
Salına salına;
Can katar günde bin kişinin canına;
Deh, eşeğim, deh!
Şu dünyada varım yoğum:
Karım, eşeğim, oğlum.
Deh, eşeğim deh!
Hepinize uzun ömürler versin Tanrım.
Siz ölürseniz, ben ne yaparım?
Deh, eşeğim, deh!

O su taşır, bana yağ bal,
Karıma süt olur
Çamurlu su, içene afiyet olur.
Günde yüz hane, bin nüfus
—Deh, eşeğim, deh!—
Hayat bulur,
Sıhhat bulur,
Bereket bulur.


Orhan Veli
(Yaprak, 1.11.1949)

Ölüme Yakın

Akşam üstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hâli;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hâli.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim,
—Akşam üstüne doğru, kış vakti—
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fâni dünyada
Kötülükten gayri?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.


Orhan Veli

Kapalı Çarşı

Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkânın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri.
Bu duvak onun duvağı işte.
Ya bu camlardaki kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil fistanlı...
Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?
Ya şu pembezar gömlek?
Onun da bir hikâyesi yok mu?
Kapalı Çarşı deyip de geçme:
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu.


Orhan Veli
(Varlık, 1.3.1947)

Denizi Özleyenler İçin

Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
«Bakar bakar ağlarım».

Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lâpinaların en harelisi...
Hâlâ tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.

Neydi o deli gibi gidişimiz,
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.


Orhan Veli
(Aile, 1947, sayı l)

Yol Türküleri

«Hereke'den çıktım yola,
Selâm verdim sağa sola,
Haydi, benim bu dünyaya garip gelmiş şairim,
Yolun açık ola!»

İzmit sokakları yaprak içindeydi;
Başımızda, unutamadığım şehrin havası;
Dilimde hep oraların şarkıları;
Ellerim ceplerimde,
Bir aşağı bir yukarı.
Sonbahar;
İzmit sokakları yaprak içindeydi.

«İzmit'in köprüsü betondur beton,
Nasıl kadrin bilmez yanında yatan,
Sensin gece gündüz gözümde tüten.
Yüreğim yanıktır, ciğerim delik,
Of, of, kemirir bağrımı of, ince hastalık.»

Arifiye!
Şoför durdu, Enistütü Mektebi, dedi.
Süleyman Edip bey müdürün adı.
Bir yol da burada duralım;
Ellerinde nasır, yüzlerinde nur,
Yarına ümitle yürüyenlere
Bir selâm uçuralım.

«Ada yolu kestane
Aman dökülür tane tane.»

Ada demek, Adapazarı demek;
Kadehler şişe olur Çark'ın başında;
Zaten efkârlısın, Ayağını denk al, şekerim.

«Hükümat önünden geçtim,
Oturdum bir kahve içtim,
Hendek'te bir güzel gördüm,
Yavuklumdan vazgeçtim;

Hendeğin yolları taştan,
Sen çıkardın beni baştan.»

Sabahları erken kalkılıyor yolculukta;
Doğan güneşe karşı,
Dertler biraz daha unutulmuş,
Gurbete biraz daha alışılmış,
Yapılacak işler düşünülüyor.

«Düzce yolu düz gider,
Aman bir edalı kız gider.»
Düzce'deyim Yeşil Yurt Oteli'nde.
Otelin önü çarşı,
Salepçiler salep satar otele karşı.
Yine dertli geçirdim geceyi,
Şarkılar, türkülerle:

«Evlerinin yüzü aşı boyası,
İnsaf bilmez yüreğine acı değesi,
Duyduğumdan beterini duyası.»

Alışamıyacak mıyım,
Unutamıyacak mıyım?
Güneşten sonra yattım,
Güneşten önce kalktım;
Pencereden dışarıya şöyle bir baktım:
Ufuk, yeşil yeşil, ağarıyordu.
Sevgilim, dedim,
Dördüncü uykudadır şimdi;
Galata Köprüsü açılmak üzeredir;
Kül rengi sulara
Kirli bir gün ışığı dökülecektir.
Çatanalar, mavnalar, kayıklar,
Limanda sıra bekleyen gemilerin arasında
İnsanlar hayat mücadelesinde;
Adamlar, kadınlar, çocuklar;
Ellerinde yemek çıkınları,
Rejiye giden işçi kızlar.

«Benden selâm olsun Bolu Beyi'ne,
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır;
Ok gıcırtısından, kalkan sesinden,
Dağlar seda verip seslenmelidir.»

Hey, hey!
Hey dağlar, hey dağlar, Bolu'nun dağları, hey!
Savulun geliyorum, hey Bolu beyleri!
Böyle olur yüksek yerin rüzgârı;
Böylesine söyletir insanı,
Yokuş çıkar, döne döne;
Yokuştan bir Döne çıkar; İsa Balı'nın ardından Hanoğlu Kocabey çıkar;
Ayvaz çıkar, Hoylu çıkar;
Bir yardan Köroğlu çıkar:

«Hemen Mevlâ ile sana dayandım,
Arkam sensin, kalem sensin, dağlar hey!»

Kır At'a nal mı dayanır?
Dağlar uykudan uyanır,
Yer gök kızıla boyanır.
Bu dağlardan geçmedinse,
Bu sulardan içmedinse,
Yaşadım deme be, ahbap.
El dayanmaz, diş dayanmaz pınar başlarında
Kavaklar yatar, boylu boyunca.
Ovaya kereste indiren arabalardan
Ses gelir, inceden ince:

«Arabalar yük indirir ovaya,
Arabacı değnek vurur düveye,
Başın döner, bakamazsın havaya.»

Arabacı nasıl kıyar düvesine?
Varı yoğu bir çift öküzü,
Gelinlik bir kızı,
Üç tane kuzu;
Her şey ateş pahasına.
Korozman yaptık yolda posta ile,
Canım posta, gülüm posta,
Selâm götür eşe dosta.

Şehirliden vilâyete ilâm verilmiş,
Belediye meydanına radyo kurulmuş;
Verdiğimiz haberlerin özeti... Falan filân;
Bir teneke benzin aldık karaborsadan,
«Dayan!» dedik.

Gerede'nin yolu,
Reşadiye gölü.
Bir göl ki...
İnsanın şair olup şiir söyleyeceği geliyor

«Akşam oldu yine bastı kareler.»

Oturdum sırtın üstüne.
Geçmiş günleri düşündüm.
Askerdim, Adilhan köyündeydim;
Böyle bir akşamdı yine;
İçimde yine İstanbul hasreti,
Dalmış düşünmüştüm;

«Bu dağlar Koru dağları değil,
Bu köy Adilhan köyü değil;
Ne şu değirmen Ferhat ağanın,
Ne de bu türkü hazin;
Ne açım, ne susuz,
Ne de gurbet elde yalnız.
Hele güneş bir çekilsin,
Gideceğim bir ahçı dükkânına
Bu akşam da orada içeceğim;
Hele şu Haliç vapuru
İskeleye yanaşsın,
Yolcular çıksın hele;
En güzel saati şimdi Eyüp'ün.»

Haydi yavrum, yolcu yolunda gerek.
Nihayet göründü Ibrıcık köyü.
- Selâmün aleyküm kahveci dayı!
- Aleyküm selâm, evlât,
Bir hastamız var, makine bekliyor.
Bir hastaları varmış, makine bekliyor .
Gübre kokuyor kahvenin peykeleri.
Herkesin derdi başka;
- Memleket, hemşeri?
- Sinop.

«Uy neyimiş neyimiş, aman aman,
Kaderim böyle imiş,
Yâr üstüne yâr sevmek, aman aman,
Ateşten gömleğimiş.»

«Gerede'ye vardık, günlerden Pazar
Kaldırımlarında yosmalar gezer;
Bilmem, bu gurbetlik ne kadar uzar.

Yüreğim yanıktır, ciğerim delik,
Of of, kemirir bağrımı of, ince hastalık.»

Zonguldak yolundayız.
Dağların tepesinden,
Birdenbire denizi göreceğiz.
Denizi gökle bir göreceğiz,
Şimal rüzgârları gelecek uzaktan.
O yolcu, biz yolcu,
Şimal rüzgârlarıyla öpüşeceğiz.
Güneşli bir günde,
Masmavi göreceğiz Karadeniz'i.
Balkaya'dan Kapuz'a kadar,
Karış karış biliriz biz bu şehri;
E.K.İ.'nin çiçekli bahçeleri
Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;
Paydos saatlerinde yollara dökülen
Soluk benizli insanlarıyla.

«Siyah akar Zonguldağın deresi;
Yüzkarası değil, kömür karası;
Böyle kazanılır ekmek parası.»

Gemiler vardı limanda gemiler
Herbiri yeni bir ufka gider.


Orhan Veli
1945

Eskiler Alıyorum

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam


Orhan Veli

Giderayak

Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icadettik,
Avunamadık;
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?


Orhan Veli
(Ülkü. 1.1.1945)

Değil

Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...
Dayanılır şey değil.


Orhan Veli

Tren Sesi

Garibim;
Ne bir güzel var avutacak gönlümü,
Bu şehirde,
Ne de bir tanıdık çehre;
Bir tren sesi duymaya göreyim,
Gözüm, iki çeşme.


Orhan Veli

Yolculuk

Rıfkı Melûl Meriç'e
Ne var ki yolculukta,
Her sefer ağlatır beni,
Ben ki yalnızım bu dünyada?
Bir sabah kızıllığında
Yola çıkarım Uzunköprü'den;
Yaylının atları şıngır mıngır;
Arabacım on dört yaşında,
Dizi dizime değer bir tazenin,
Çarşaflı, ama hafifmeşrep;
Gönlüm şen olmalı değil mi?
Nerdee!.
Söyleyin, ne var bu yolculukta?


Orhan Veli

Sakal

Hanginiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerle, üstüne,
Gülcemal resmi çizmesini;
Beyit düzmesini;
Mektup yazmasını;
Yatmasını,
Kalkmasını;
Bunca yılın Halimesi'ni
Hanginiz bilir, benim kadar,
Memnun etmesini?

Değirmende ağartmadık biz bu sakalı!


Orhan Veli
(Temmuz 1941)

Bir Roman Kahramanı

Çadırımın üstüne yağmur yağıyor,
Saros körfezinden rüzgâr esiyordu,
Ve ben, bir roman kahramanı,
Ot yatağın içinde,
İkinci dünya harbinde,
Başucumda zeytinyağı yakarak
Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum
Bir şehirde başlayıp
Kimbilir nerde,
Kimbilir ne gün bitecek mevzuumu.


Orhan Veli
(Ülkü. 1.1.1945)

Söz

Aynada başka güzelsin,
Yatakta başka;
Aldırma söz olur diye;
Tak takıştır,
Sür sürüştür;
İnadına gel,
Piyasa vakti,
Mahallebiciye.

Söz olurmuş,
Olsun;
Dostum değil misin?


Orhan Veli
(Şubat 1941)

Efkarlanırım

Mektup alır, efkârlanırım;
Rakı içer, efkârlanırım;
Yola çıkar, efkârlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
«Kâzım'ım» türküsünü söylerler,
Üsküdar'da;
Efkârlanırım.


Orhan Veli
(Eylül 1940)

İşbu Deme Erince

İşbu deme erince
Üç kez doğdum aneden
Nice yavru uçurdum
Nice aşiyaneden

Dört doğurdum anamı
Hamil oldum babadan
Babam dokuz ayaklı
Anlama efsaneden

On tayaya emzirdim
İki yüzlü bir çocuk
Kara libas giydirdim
Gösterdim kaşaneden

Kafdağını arkama
Yüklendim etme aceb
Bahr-i muhiti içlim
Kanmadım amma neden

Altmış arşın menare
Çıktım anın üstüne
Çağıruban cihanı
Doldurdum efsaneden

Yüz tınaplı bir çadır
Diktirdim siper için
Ana tuttum yüzümü
Doldum ol kar-haneden

Fir'avn ile görüşüp
Biraz nasihat ettim
Dedi sözün tutmazam
Dönmezem Hamaneden

Yedi başlı bir yılan
Gördüm ki hakim olmuş
Süreti hayvan değil
Bilmezem amma neden

Ak sakallı bir avret
Düştü benim peşime
Zinet etmiş kendine
Lü'lü'i dürdaneden

Yetmiş iki dillice
Düdük aldım çarşıdan
Çaldım ağır sadasın
Geçti asumaneden

Bir top attım maşrıktan
Geldi düştü mağrıba
Bu bir rengin rumuzdur
Anlama efsaneden

Bir mektebe uğradım
Kuş dilini okurlar
Sivri sinek halife
Hocası pervaneden

Alaim-i semayı
Olta edip sarkıttım
Bin bıyıklı bir balık
Çıkardım deryaneden

Gördüm Nuh'un gemisin
Girdim anın içine
Buldum anda necatı
Korkmadım tüneden

Senin "İdris" hakikat
Bu rumuzat sözlerin
Anladı insan olan
Bilmedi hayvaneden


İdris-i Muhtefi

Turnam Gider Olsan Bizim Ellere

Turnam gider olsan bizim ellere
Vezir Ardahan'dan göçtü diyesin
Karşı geldi Kızılbaşın Hanları
Çıldır'da da döğüş oldu diyesin

Al kana boyandı Çıldır dağları
Gaziler diktiler... tuğları
Gözü kanlı Diyarbekir beyleri
Din yoluna şehit düştü diyesin

Çamur dize çıktı kan ile yaştan
Atlar dalmaz oldu serilen leşten
Kaleler yığıldı kesilen baştan
Ak gövdeler kana battı diyesin

İki alay bir araya gelince
Ara yere çarkacılar girince
Beş bin beş yüz belli atlı ölünce
Tokmak Han da kaçtı gitti diyesin

Haberimiz etsin dosta varanlar
Varıp dostun didarını görenler
Şahin şahin paşaları soranlar
Din uğruna şehit düştü desinler


Hayali

Leylam Gelir Deyu Yollar Gözledim

Leylam gelir deyü yollar gözledim
Gelmedi gözümde kaldı hayali
Gizli sırrım beyan etmem gizlerim
Serimi sevdaya saldı hayali

Yarim biçare olduğumu bilmiş
Çifte benler beyaz gerdana inmiş
Bu gece seyrettim beyazlar giymiş
Salındı karşıma geldi hayali

Yarimin sevdası vardır başımda
Uyansam karşımda yatsam düşümde
Ne canibe gitsem bile peşimde
Benim ile yoldaş oldu hayali

Der Hayali hıram ederek yürür
Gece gündüz gitmez karşımda durur
Ben seninim deyü karşımda durur
Garip gönlüm ele aldı hayali


Hayali

İçmişem Bir Dolu Olmuşum Ayık

İçmişem bir dolu olmuşum ayık
Düşmüşüm daglara olmuşum geyik
Sana derim sana sürmeli geyik
Kaçma benden kaçma avcı değilim

Avcı değilim ki düşem izine
Kaça kaça kanlar indi dizine
Sürmeler mi çektin kömür gözüne
Kaçma benden kaçma avcı değilim

Sana derim sana geyik erenler
Bize sevda sana dalga verenler
Dilerim Mevla'dan onmaz vuranlar
Kaçma benden kaçma avcı değilim

Eyder Şah Hatayi'm uçan kaçandan
Zerrece korkmazız bu tatlı candan
Gidip da'vac' olma atana benden
Kaçma benden kaçma avcı değilim


Hatayi

Şu Dünyanın Ötesine

Şu dünyanın ötesine
Vardım deyen yalan söyler
Baştan başa safasını
Sürdüm deyen yalan söyler

Ark kazarlar arkın arkın
Felek çevirmede çarkın
Bu dünyada mal ü mülküm
Vardır deyen yalan söyler

Kur'agaçta olur gazel
Kendi okur kendi yazar
Ahdi bütün hüsnü güzel
Vardır deyen yalan söyler

Avcılar avlarlar bazı
Hakk'a ederler niyazı
Daim beş vakit namazı
Kıldım deyen yalan söyler

Şah Hatayi'm der varılmaz
Varılsa da gelinmez
Rehbersiz bir yol alınmaz
Aldım deyen yalan söyler


Hatayi

Açıldı Cennet Kapısı

Açıldı cennet kapısı
Girebilirsen gel beri
Kıldan incedir köprüsü
Geçebilirsen gel beri

Can melek canıdır
Ten Süleyman tenidir
Suyum arslan kanıdır
İçebilirsen gel beri

Bahçelerin gülüyüm
Ayn-ı cem bülbülüyüm
Kırk kapı kilidiyim
Açabilirsen gel beri

Hatayi'm eyder heman
Dağı bürüdü duman
İşte İncil ü Kur'an
Seçebilirsen gel beri


Hatayi

Vardım Kırklar Yaylasına

Vardım kırklar yaylasına
Gel berü hey can dediler
Yüz sürdüm ayaklarına
Gir işte meydan dediler

Kırklar bir yerde durdular
Yerlerinden yer verdiler
Meydana sofra serdiler
El lokmaya sun dediler

Erenler gönlü ganidir
Yuduğu kalbi arıdır
Gelişin kandan bellidir
Söyle ey ihvan dediler

Gir semaa bile oyna
Silinsin pak olsun ayna
Kırk yıl bir kazanda kayna
Daha çiğsin yan dediler

Gördüğünü gözün ile
Söyleme sen sözün ile
Andan sonra bizim ile
Ol sen de mihman dediler

Düşme dünya mihnetine
Talip ol Hak hazretine
Ab-ı Kevser şerbetine
Parmacığın ban dediler

Şah Hatayi'm nedir halin
Dua edip kaldır elin
Kesegör kıybetten dilin
Cülemiz yeksan dediler


Hatayi

Bahar Eyyamı Erdi De

Bahar eyyamı erdi de
Şadoluben güldü dağlar
Şirin'e gönül verdi de
Ferhad seni deldi dağlar

Üstümüze yüce Gani
Daima zikreyle anı
Ziyaret etmeğe seni
Koç yiğitler geldi dağlar

Hiç yoktur aklım başımda
Dilber hayali düşümde
Sevgili yarin peşinde
Bana mekan oldu dağlar

Farketmem çok ile azı
Bozulmaz yazılan yazı
Arayup sende Ayvaz'ı
Şol Köroğlu buldu dağlar

Kul Muslu der yarim küstü
Bad-ı saba gibi esdi
Güz eyyamı kadem basdı
Gör nice ıssız kaldı dağlar


Geda Muslu

Gör İmdi Ne Demiş Cezayirli De II

Gör imdi ne demiş Cezayirli de
Vermeziz oğlunu bilmiş ol senin
Biz anı gönderdik Sultan Ahmed'e
Kara haberlerin almış ol senin

Yürütmeziz Akdeniz'de gemini
Hakk'ı koyup puta tuttun yönünü
Çevir İslama şol kafir dinini
Gel yezit Müslüman olmuş ol senin

Yine büktük İspanya'nın belini
On dört beyzadeyle aldık malını
Hoş eğlenir idin Mısır yolunu
Hele ettiklerin bulmuş ol senin

Geda Muslu eydür gördüm çuşunu
Gece gündüz ağla salma yaşını
Kilisenin taşlarına sür başını
Yürü var bir zaman çalmış ol senin


Geda Muslu

İspanya Cezayr'e Haber Göndermiş I

İspanya Cezayr'e haber göndermiş
Komazım oğlumu alurum demiş
Eğer vermezlerse kıyametedek
Ben de bu dert ile ölürüm demiş

Kailim beş yıla etseler vade
Cümle emlakimi veririm yade
Peşkeş verirlerse Sultan Ahmed'e
Müslüman ederler bilürüm demiş

Geda Muslu eydür görün harcını
And içti İncil'e tuttu yüzünü
Neylerim ben şimdengerü tahtımı
Varup bir Kil'sede kalurum demiş


Geda Muslu

Sultan Selim Cülusunda

Sultan Selim cülusunda
Sala dedi de yürüdü
Gidelim Mısır'a doğru
Yola dedi de yürüdü

Şamlı çıkıp kaçar köyden
Sofu beri bakmaz Hoy'dan
Mert var ise işte meydan
Gele dedi de yürüdü

Nesne yok imiş aslında
Halife değmiş yerinde
N'arar Yusuf'un şehrinde
Köle dedi de yürüdü

Almak gerek kuh-u Kaf'ı
Kırım var mı ola dahi
Horasan'da ise Şah'ı
Bulam dedi de yürüdü

Bahşi'eydür Mehdi budur
Yücemize ergir Kadir
Kılavuzsa İlyas Hızır
Yola dedi de yürüdü


Bahşi

Yeri Göğü İnsü Cinni Yarattın

Yeri göğü insü cinni yarattın
Sen ey mimar başı eyvancı mısın
Aynı günü çarhı burcu var ettin
Ey mekan sahibi rahşancı mısın

Denizleri yarattın sen kapaksız
Suları yürüttün elsiz ayaksız
Yerleri temelsiz göğü dayaksız
Durdurursun acap iskancı mısın

Kullanırsın kanatsızca rüzgarı
Kürekle mi yaptın sen bu dağları
Ne yapıp da öldürürsün sağları
Can verip alırsın sen cancı mısın

Sekiz cennet yaptın sen Adem için
Adın büyük bağışla anın suçun
Ademi cennetten çıkardın niçin
Buğday nene lazım harmancı mısın

Bir iken bin ettin kendi adını
Görmedim sen gibi iş üstadını
Yeşertirsin kurutursun odunu
Sen bağçevan mısın ormancı mısın

Cibril'e perde altında söylerdin
İnip Beytullah'a kendin dinlerdin
Bu ateşi cehennemi neylerdin
Hamamın mı var ya külhancı mısın

Hafaya çekilip seyrana durdun
Aklı yetmezlerin aklını vurdun
Kıldan ince köptü yaptın da kurdun
Akar suyun mu var bostancı mısın

Bu kışlara bedel bu yazı yaptın
Evvel bahara karşı güzü yaptın
Mizanı iki göz terazi yaptın
Bakkal mısın yoksa dükkancı mısın

Kazanlarda katranların kaynarmış
Yer altında balıkların oynarmış
On bu dünya kadar ejderhan varmış
Şerbet mi satarsın yılancı mısın

Esirci misin koydun cehenneme Arap
Hoca mısın okur yazarsın kitap
Aslın katip midir görürsün hesap
İntisabın mı var yok hancı mısın

Yüzbin cehennemin olsa korkmam birinden
Rahman ismi nazil değil mi senden
Gaffar-üz-zünub'um demedin mi sen
Affet günahımı yalancı mısın

Beni affeylesen düşen mi şandan
Ne dökülür ne eksilir haznenden
Şahlar bile geçer böyle isyandan
Affetsen olmaz mı noksancı mısın

Şanına düşer mi noksan görürsün
Her gönülde oturursun yürürsün
Bunca canı alıp yine verirsin
Götürüp getiren kervancı mısın

Bilirsin ben kulum sen sultanımsın
Kalpte zikrim dilde tercümanımsın
Sen benim canımda can mihmanımsın
Gönlümün yarisin yabancı mısın

Beni deli eyler kendin söylersin
İçerden Azmi'yi pazar eylersin
Yücelerden yüce seyran seylersin
İşin seyran kendin seyrancı mısın


Azmi Baba

Kaside

Elinde Bursa çakısı,
Boynunda kırmızı yazma;
Değnek soyarsın akşamlara kadar,
Fulya tarlasında.

Ben sana 'hayran,
Sen cama tırman.


Orhan Veli
(Eylül 1940)

Festival

Ekmek karnesi tamam ya,
Kömür beyannamesi de verilmiş;
Düşünme artık parasızlığı;
Düşünme yapacağın yapıyı;
El tutar, ömür yeter;
Yanna Allah kerim;
Dayan hovarda gönlüm!


Orhan Veli

Kuşlar Yalan Söyler

İnanma ceketim, inanma
Kuşların söylediklerine;
Benim mahrem-i esrarım sensin.

İnanma kuşlar bu yalanı
Her bahar söyler.
İnanma ceketim, inanma!


Orhan Veli
(Nisan 1940)

İstanbul Türküsü

İstanbul'da Boğaziçi'nde,
Bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.

Urumelihisarı'na oturmuşum;
Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum:
«İstanbul'un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman,martı kuşları;

Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalı'm,
Senin yüzünden bu hâlim.»
«İstanbul'un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş, bana ne?
Sevdalı'm,
Boynuna vebalim!»

İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Velinin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.


Orhan Veli
(Ülkü, 1.2.1045)

20 Mayıs 2012 Pazar

Eski Karım

Nedendir, biliyor musun;
Her gece rüyama girişin,
Her gece şeytana uyuşum,
Bembeyaz çarşafların üstünde;
Nedendir, biliyor musun?
Seni hâlâ seviyorum, eski karım.

Ama ne kadınsın, biliyor musun!


Orhan Veli

Kızılcık

İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha seneye beş tane verir;.
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
İlâhi kızılcık!


Orhan Veli
(Nisan 1940)

Illusion

Eski bir sevdadan kurtulmuşum;
Artık bütün kadınlar güzel;
Gömleğim yeni,
Yıkanmışım,
Tıraş olmuşum;
Sulh olmuş.
Bahar gelmiş.
Güneş açmış.
Sokağa çıkmışım, insanlar rahat;
Ben de rahatım.


Orhan Veli
(Mart 1940/Ses, 1.4.1940)

Karmakarışık

Bir okla yaralı kalbim,
Boyacının sandığında;
Güvercinim kâğıt helvasında;
Sevgilim kayığın burnunda;
Yarısı balık,
Yarısı insan;
İn miyim?
Cin miyim?
Ben neyim?


Orhan Veli

Gemilerim

Elifbamın yapraklarında
Gemilerim, yelkenli gemilerim.
Giderler yamyamların memleketlerine
Gemilerim, yan yata yata;
Gemilerim, kurşunkalemiyle çizilmiş;
Gemilerim, kırmızı bayraklı.
Elifbamın yapraklannda
Kız Kulesi,
Gemilerim,


Orhan Veli
(Kasım 1938/Varlık, 15.3.1940)

Sevdaya Mı Tutuldum?

Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?


Orhan Veli
(Nisan 1939/Varlık, 15.3.1940)

Ne Kadar Güzel

Çayın rengi ne kadar
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!


Orhan Veli

İstanbul İçin

Nisan

İmkânsız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer,
Ve yazmamak,
Aylardan Nisansa.


Arzular ve Hâtıralar

Arzular başka şey,
Hâtıralar başka.
Güneşi görmeyen şehirde,
Söyle, nasıl yaşanır?


Böcekler

Düşünme,
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.


Davet

Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.


Orhan Veli
(Nisan 1940)

Başağrısı

I

Yollar ne kadar güzel olsa,
Gece ne kadar serin olsa,
Beden yorulur,
Başağrısı yorulmaz.


II

Şimdi evime girsem bile
Biraz sonra çıkabilirim
Madem ki bu esvaplarla ayakkaplar benim
Ve madem ki sokaklar kimsenin değil.


Orhan Veli
(Nisan 1938/İnsan, 1.10.1938)

Harbe Giden

Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbegiden sarı saçlı çocuk!


Orhan Veli
(Mayıs 1940)

Derdim Başka

Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her Nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha âşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...


Orhan Veli

Kitabe-i Seng-i Mezar

II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

(Ocak 1940/Varhk, 15,3.1940)


III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matrasında dudaklarının izi;
Öyle bir rûzigâr ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
«Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı.»


Orhan Veli
(Eylül1941/İnsan, 1.8.1943)

Dedikodu

Kim söylemiş beni
Süheylâ'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksekkaldırım'da, güpegündüz?
Melâhat'i almışım da sonra
Alemdar'a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata'ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, 'anam babam, geç,
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Muallâ'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?


Orhan Veli

Şoförün Karısı

Şoförün karısı, kıyma bana,

El etme öyle pencereden,

Soyunup dokunup;

Senin, eniştende gözün var;

Benimse gençliğim var;

Mapuslarda çürüyemem;

Başımı belâya sokma benim;

Kıyma bana.


Orhan Veli
(İşte, 15.6.1944)

Dağ Başı

Dağ başındasın;

Derdin günün hasretlik;

Akşam olmuş,

Güneş batmış,

İçmeyip de ne haltedeceksin?


Orhan Veli

Gözlerim

Gözlerim,

Gözlerim nerde?

Şeytan aldı götürdü;

Satamadan getirdi.

Gözlerim,

Gözlerim nerde?


Orhan Veli
(Ekim 1937)

Gölgem

Bıktım usandım sürüklemekten onu,

Senelerdir, ayaklarımın ucunda;

Bu dünyada biraz da yaşayalım,

O tek başına, Ben tek başıma.


Orhan Veli
(Eylül 1937/Varlık, 15.12.1937)

Sol Elim

Sarhoş oldum da

Seni hatırladım yine;

Sol elim,

Acemi elim,

Zavallı elim!


Orhan Veli

Hicret

I

Damlara bakan penceresinden
Liman görünürdü
Ve kilise çanları
Durmadan çalardı, bütün gün.
Tren sesi duyulurdu yatağından
Arada bir
Ve geceleri.
Bir de kız sevmeye başlamıştı.
Karşı apartımanda.
Böyle olduğu halde
Bu şehri bırakıp
Başka şehre gitti.

(Kasım 1937/Varlık, 15.12.1937)


II

Şimdi kavak ağaçlan görünüyor-
Penceresinden,
Kanal boyunca.
Gündüzleri yağmur yağıyor;
Ay doğuyor geceleri
Ve pazar kuruluyor, karşı meydanda.
Onunsa daima;
Yol mu, para mı, mektup mu;
Bir düşündüğü var.


Orhan Veli
(Kasım1938/Gençlik,19.5.1938)

Bayram

Kargalar, sakın anneme söylemeyin!

Bugün toplar atılırken evden kaçıp

Harbiye Nezareti'ne gideceğim.

Söylemezseniz size macun alırım,

Simit alırım, horoz şekeri alırım;

Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,

Bütün zıpzıplarımı size veririm.

Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!


Orhan Veli
(Kasım 1938/Varlık, 15.3.1940)

İnsanlar

Ne kadar severim o insanları !

O insanlar ki, renkli, silik

Dünyasında çıkartmaların

Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber

Yaşayan insanlara benzer


Orhan Veli
(Ağustos 1937/Varlık.15.0.1937)

Rüya

Annemi ölmüş gördüm rüyamda.

Ağlayarak uyanmışım

Hatırlattı bana, bir bayram sabahı

Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp

Ağlayışımı.


Orhan Veli
(1938/İnsan, 1.10.1938)

Robenson

Haminnemdir en sevgilisi

Çocukluk arkadaşlarımın

Zavallı Robenson'u ıssız adadan

Kurtarmak için çareler düşündüğümüz

Ve birlikte ağladığımız günden beri

Biçare Güliver'in

Devler memleketinde

Çektiklerine.


Orhan Veli
(Kasım 1937/Varlık, 15.12.1937)