Şiir, Sadece: 2013-10-13

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ölü Dörtnal

Kül gibi, insanla donanan denizler gibi
sarhoş uyuşuklukta, biçimsizlikte,
ya da yukarısında yolların işitmek gibi
çan vuruşlarının birbirlerine rastlaşmasını
bu sesle ayrılıyor metalden,
bir ağır, şaşkın ses, öğütülüyor toz oluncaya dek
o çok aşırı uzaklarda, hatırlanan
ya da görülmemiş biçimlerin değirmenleri,
ve yuvarlanıyor toprağa erik kokuları
ve çürüyor zamanla, sonsuzca yeşil.

Ve bütün bunlar çok hızlı oluyor, çok canlı
ve gene de kımıltısız kendi kendisinde, o avara kasnak,
özetle iyi, motorların bu tekerleri.
Varlar ağacın çivisinde o sert ip gibi,
varlar suskunca her yerde,
ve bütün eller ve ayaklar karışır birbirine.
Fakat nereden, nereye, hangi enleme?
O inatçı belirsiz çember, manastırın etrafındaki
sümbüller gibi suskunlar
ya da ölümün gelişi gibi öküzün diline
keskinleşmeyi arzulayan boynuzuyla
çakılırken birden kafa üstü toprağa.

Bu yüzden hissetmek, sıkıştırılmış kıpırtısızlıkta,
oraya, muhteşem bir kanat çırpış gibi başın üzerinde,
ölü arılar gibi ya da sayılar,
ah, benim solgun yüreğimin kucaklayamadığı şey,
ölçülerce, belirsiz akan gözyaşlarıyla
ve insanın zahmeti ve ıstırapları,
kasvetli işler birden buz gibi
açığa vurulan, düzensizlik kadar haşmetli,
okyanussu, benim için şakıyarak içeri dalan
korunmasızlar arasında kılıçlı.

Şimdi tamam, fakat neden oluşuyor üzümlerin bu çağıltısı,
gece ve zaman arasında bulunan gibi, nemli bir yar gibi?
Uzun süredir var olan ses,
düşüyor ve düzeltiyor yolların köşelerini taşla,
ya da neredeyse, sadece bir saat
beklentisiz büyüyor, genişliyor durmaksızın.

Yazın çemberinin derininde
dinliyor büyük kabaklar hep birden
ve yayılıyorlar, karartıyor ki ağır damlaları,
kışkırtıcı asmaları dolmaya başlıyor
özlem duyarcasına böyle bir şeye.


Pablo Neruda
"Yeryüzünde Birinci Konaklama"dan

Ölü Kadın

Ansızın yoksan,
ansızın yaşamıyorsan,
yaşamayı sürdüreceğim.

Cesaretim yok,
cesaretim yok yazmaya,
ölürsen.

Yaşamayı sürdüreceğim.

Çünkü bir insanın sesini kullanamadığı yerde
sesim var benim.

Zencilerin dövüldüğü yerde
ölü olamam.
Kardeşlerim hapishanelerdeyken,
onlarla birlikteyim ben.

Zafer,
benim zaferim değil,
ama o büyük zafer
geldiğinde,
konuşmalıyım, dilsiz olsam da:
görmek isterim geldiğini, kör olsam da.

Hayır, bağışla beni.
Yaşamıyorsan,
eğer sen, canım,
aşkım,
ölmüşsen,
bütün yapraklar düşer göğsümde,
yağmur yağar ruhuma gece gündüz,
yüreğimi yakar kar,
dolanırım soğukla ve ateşle ve ölümle ve karla,
ayaklarım uyuduğun yere gitmek ister yalnızca,
fakat
yaşamayı sürdüreceğim,
çünkü her şeyden önce sen istemiştin benden
boyun eğmememi, ve sevgilim,
çünkü biliyorsun, ben yalnızca bir insan değilim,
fakat bütün insanlarım.


Pablo Neruda
"Kaptanın Dizeleri"nden 
1952

Avrupa 45

IV.

İnsanları ve evleri anlatıyorum
yaşayanları ve ölüleri:
geçmişi ve geri dönmeyecekleri...
Matematik olarak ispatlandığını söyleme.
ah! kuramlar sürme önüme!
Yıkıntıları ve açlığı görüyorum.
Nedensiz can sıkıntılarını,
kurbanların acılı yüzlerine yazılmamış vahşeti.
Gördüğümü ve düşlediğimi biliyorum yalnızca
trajedinin en alçakça en anlamsız yönünü.
Görüyorsam da inanmıyordum.
Her şeyi görmekle ya deli ya veli olacaktım.
haydutlar şefi ya da yollarda eşkıya
- fakat inanmıyordum gördüklerime.

İnsanları, evleri ve hayvanları seyrediyorum.
Sonsuz bir şaşkınlık içinde seyrediyorum.
ve kalıyorum öylece sessiz
insan olduğumu bilmenin acısı önünde
şöyle davranılabilir belki:
Onlar kanlı bir bataklığa çevirdiler dünyamızı.
bu ruh ve kan çamuru
eşya ve varlık
ve can sıkıntım hala bir umut olup olmadığını soruyor,
kin de karışır bazı işlere çünkü ...
Bırak beni ağlayayım, ağlayayım!

Gözyaşları yıkayacak insan olmak utancımızı
ve susmakla cinayetin bir kurum olmasını onaylamamızı.
ve biz ağlarken
bu dramın kendimizin olduğuna inanacağız belki de
bir zaman sonra bizimki de başkalarının acısı olacak,
bir anda ölüp gideceğiz, işkenceye uğrayacağız,
cesetlerin çürüdüğü bir toprak olacağız,
ağaçların özsuyu olacağız,
yağmalanmış evlerin acılı koynunda
- evet bir süre içinde acı olacağız...
Bilmiyorum niçin ağladığımı,
niçin titrediğimi, içimdeki ürpermeyi,
bu savaşta ne anam babam var, ne dostum,
her şeyin uzağındayım.
Bu düzenli ve fukara evimdeyim.
bir savaş yok kapımın önünde.
- neden titriyor ve hıçkırıyorum?

Söyle; ağlayan kim içimde? Ağlayan kim içimizde
Kıvrıntılarını izleyen yorgun ırmak gibi yolunda gidiyor
her şey hurda.
Sokaklar, insanların ve arabaların bulunduğu sokaklar,
sonsuz panikleri haykıran canavar düdükleri yok artık.
öncekinden farksız yoksulluk ...
Eğer her şey öteki günlerdeki gibiyse
Avrupa yanımızda olsa da yoksulluk ve ıstırap,
düş görmekte olup olmadığımızı soruyorum ara sıra.
dostsuz ve bilinçsiz bir varlık değilsek,
canlı olarak gömülmemişsek,
bu gözyaşlarına karşın hiçbir şeyi olmayan varlıklar
geç gelenler ve bu gece, artık seheri olmayan bu gece
çevremizde dolaşanlar var.


Adolfo Casais Monteiro
Çeviren: Muzaffer Uyguner

18 Ekim 2013 Cuma

Ölüm

I

Dünyaya birçok kez gelmişim
Yok olmuş yıldızların dibinden
Ellerimde tuttuğum
Ölümsüzlük bağlarını dokuyarak
Şimdi öleceğim yeniden
Vücudumu örten toprağa sarınarak!

II

Ne papazların sattığı
Gökyüzünden bir parça aldım.
Ne de tembel zenginler için
Metafizikçilerin,
Düzüp koştuğu, karanlıklardan.

III

Ölüm içinde yoksullarla bir olmak istiyorum
Göğü elinde tutanların kamçıladığı
İnceleme yeteneği olmayanlarla!
Şimdiyse ölüme hazırım
Beni saran bir elbise gibi
Sevdiğim renkten
Boyu posuma tıpatıp; uygun
Ve benim için gerekli olan
Beni saran bir elbise gibi!


Pablo Neruda

Ölüm

Pense gibi köpek balıkları,
deniz dibinin kadifesi gibi,
dar aylar gibi ortaya çıkıyorsunuz
birdenbire o kızıl yumurtayla:
yağla parıldayan yüzgeçler karanlıkta,
üzünç ve hız, hangi suça doğru
baş döndüren ışığıyla bir taçyaprağı gibi
korkunun gemileri,
bir ses bile olmaksızın, yeşil bir ateşte,
bir kıvılcımın bıçak vuruşu.

Denizin derisinde aşk gibi
kayan temiz gölge biçimleri,
gırtlağa dalan aşk gibi,
güvercinlerde pırıldayan gece gibi,
şarabın hançerlerdeki ışıltısı gibi:
muazzam meşinlerden geniş gölgeler
tehditkâr sancaklar gibi: kollardan
dallar, ağızlar, dalgalanan bir çiçekle
yutulmuş olanı çevreler gibi diller.

Hayatın en küçük damlasında
bekliyor kararsız bir ilkbahar
dokunulmaz sistemiyle kuşatacak
boşluğa titreyerek düşeni:
kötücül fosfordan bir kuşağı
yitik olanın kara ölüm savaşına
götüren o morötesi bağ,
ve boğulmuşun battaniyesi örtünmüş
mızraklardan ve yılan balığından bir ormanla,
her şeyi yutan dipte
titreyen ve dipdiri bir mekik gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan

17 Ekim 2013 Perşembe

Ölüm

Halkım, burada karar vermiştin
bozkırın ezilen işçisine elini uzatmaya, ve çağırmıştın
bir yıl önce adamı, kadını, çocuğu
bu Meydan’a.

Ve burada aktı kanın.
Anayurdun ortasında döküldü kanın
önünde sarayın, ortasında caddenin,
görsün diye bunu bütün dünya,
ve silmesin diye kimse kanı,
ve onun kızıl lekeleri kalsın diye
baş eğmez gezegenler gibi.

Bu olduğunda bütün Şilililerin elleri
açtı parmaklarını bozkıra doğru
ve onların sözcüklerinin birliği
dalgalandı dürüst bir yürekten:
sen o zaman, halkım, başladın
gözyaşlarıyla, umutla ve acılarla dolu
eski bir şarkıyı söylemeye:
işte o zaman gelmişti celladın eli
ve boğmuştu alanı kana.


Pablo Neruda
"La arena traicionada", "Canto General"den

Ölüm Istırapları

Cajamarca'da başladı bu ölüm savaşı.

Genç Atahualpa, mavi etamin,
şanlı ağaç, duydu rüzgârın nasıl da
çelik bir gürültüyü beraberinde getirdiğini.
Örtülü bir parıltı
bir titreyiş geldi kıyıdan,
inanılmaz bir dörtnal demirden
- ayışığıyla yere vuran ve kudretli -
ve çimendeki demirden.
Devlet sahipleri yaklaştılar.
Kabilenin en yaşlılarıyla çevrilmiş
İnka ileri çıktı müzikten.

Ter içinde yüzen, sakallı konuklar
başka bir gezegenden geldiler
sunmak için övgülerini.

Papaz Valverde,
hain yürekli, çürümüş çakal
uzatıyor tuhaf bir şeyi öteye,
sağır bir sepet, belki atların geldiği bir
gezegenden gelen bir yemiş.
Atahualpa alır onu. Bilmiyor
ne olduğunu: parıldamıyor, çınlamıyor,
ve bir gülüşle bırakıyor düşsün diye.

'Ölüm
ve kin, acımadan öldürün, size veriyorum mutlakiyeti, '
diye bağırıyor katil haçın çakalı.
Haydutlar gökgürültüsüne izin verdiler.
Beşiğinde akıtıldı bizim kanımız.
Bir koro halinde duruyor prensler
ölüm saatinde İnka'nın başında.
Onbinlerce Peru'lu düşüyor
haç ve kılıç altında,
kan yıkıyor Atahualpa'nın giyitini.
Pizarro, Extramadura'lı zalim domuz
bırakıyor İnka'nın narin kollarının
bağlanmasını. Siyah bir köz gibi
Peru'nun üstünde batıyor gece.


Pablo Neruda
"Los conquistadores"den, "Canto General"

16 Ekim 2013 Çarşamba

Ölümün Dar Sokağında

Ölümün dar sokağında
ısrar etmek ne anlama gelir?

Tuz çölünde
olanaklı mıdır çiçeklenmek?

Hiçbir şey gerçekleşmeyen denizde
ölüm için giysi var mıdır?

Yok olup gittiğinde kemikler
kim yaşar o son kalan tozda?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Pablo Kardaş

Fakat bugün geliyor köylüler beni görmeye: 'Kardaş,
hiç suyumuz yok, Pablo Kardaş, hiç su yok,
yağmur yağmadı.
Ve ırmağın
kıt akıntısı
yedi gün akıyorsa, yedi gün kuruyor'.

'İneklerimiz dağlarda öldü gitti'

'Ve kuraklık çocukları öldürmeye başladı.
Yukarda oturanların çoğunun yiyecek bir şeyi yok.
Pablo Kardaş, Bakan ile konuşmalısın'.

(Evet, Pablo Kardaş, Bakan ile konuşmalı,
fakat bilmiyorlar ki, benim oraya gidişim nasıl karşılanacak,
o onursuz derilerden koltuklar
ve üstelik bakansı tahta, kemirilmiş
ve kasıntılı tükürükle cilalanmış) .
Bakan yalan söyleyecek, ellerini kıvıracak,
ve yoksul comunero'nun davarı (*)
eşeği ve köpeğiyle birlikte düşecek
ufalanan kayalardan, açlıktan açlığın içine doğru. 


Pablo Neruda
"Los flores de Punitaqui", "Canto General"den


Not:
Comunero, komüncü anlamına gelmektedir. Şiirdeki özel anlamında, Nueva Granada'daki komünlerin bağımsızlığı için savaşan kimseye gönderme yapılmaktadır.

15 Ekim 2013 Salı

Pablo Neruda Adında Olmak

Pablo Neruda adında olmaktan
daha aptalca bir şey var mıdır hayatta?

Kolombiya göklerinde
bulutları toplayan biri mi var?

Şemsiyelerin kongreleri
niçin düzenlenir hep Londra’da?

Saba kraliçesinin kanı
horozibiği renginde miydi?

Ağladığında Baudelaire
ağlıyor muydu siyah gözyaşlarıyla?


Pablo Neruda
"Sorular Kitabı"ndan

Pacaembe'da Söylenmiştir

Neler söylemek istemezdim ki sizlere bugün,
ey Brezilya'lılar,
kaç öyküyü, savaşı, umduğunu bulamamayı,
size anlatmak için
yüreğimde yıllardır taşıdığım utkuyu,
düşünceleri ve selâmları. And-dağı karlarının selâmlarını,
Pasifik Okyanusu'nun selâmlarını, geçip giderken
bana söyledikleri sözcükleri, işçileri, dağlıları,
duvarcıları, yurdumun bütün insanlarını.
Neler söyledi bana kar, bulut, bayrak?
Hangi gizini açtı bana denizci?
Neler söyledi o küçük kız uzatırken bana birkaç başağı?
Bir mesajı vardı onların: Prestes'e benden selâm söyle.
Bul O'nu, diyorlardı, yabanıl ormanda
ya da ırmak boylarında.
Kurtar O'nu esaretten, bul hücresini, çağır O'nu.
Ve eğer izin vermezlerse sana O'nunla konuşmana, bak yalnızca O'na yorgun düşene dek
ve anlat ertesi gün bize ne gördüğünü.

Gururluyum bugün O'nu utkulu yüreklerden
bir denizin çevirdiğini görmekten.
Şili'ye diyeceğim ki: O'nu selâmladım
halkının özgür bayraklarıyla dolu bir havada.
Paris'te bir kaç yıl önce bir akşam üstü bir halk topluluğuna
yaptığım bir konuşmayı
hatırlıyorum, cumhuriyetçi İspanya için
yardım istemeye gelmiştim
halk için bu kavgada.
Enkaz ve onurla sürülmüştü her yanı
İspanya toprağının.
Fransızlar dinledi benim dileğimi sessizlikte.
Yaşayan her şey adına yardım istedim
ve dedim ki onlara: Yeni kahramanlar, İspanya'da savaşanlar ve ölenlerdir,
Modesto, Lister, Pasionaria, Lorca,
Amerika kıtası yiğitlerinin oğullarıdır, kardeşidir
Bolivar'ın, O'Higgins'in, San Martin'in, Prestes'in.
Ve andığımda Prestes'in adını kocaman bir dalga
geçti gitti sanki
Fransa'nın göğünden: Paris selâmladı O'nu
Gözü-yaşlı yaşlı işçiler baktılar
Brezilya'nın içlerine ve İspanya'ya doğru.

Başka küçük bir öykü daha anlatacağım size.
Şili'de denizin altına uzanan büyük kömür-ocaklarına
yakın bir yerde, Talcahuano'nun soğuk limanına
çok uzun zaman önce bir Sovyet şilebi gelmişti.

(Daha diplomatik ilişkiler kurmamıştı Şili
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ile.
Bu yüzden yasakladı aptal polis
Rus tayfaların karaya çıkmasını
ve Şili'lilerin gemiye binmelerini.)
Gece çöktüğünde
geldi büyük madenlerden binlerce işçi,
erkek, kadın ve çoluk-çocuk, ve her yandan
işaret verdiler bütün bir gece
küçük maden-lambalarıyla, yakıp söndürdüler,
Sovyet limanlarından gelen o gemiye.

O karanlık gece yıldız doluydu:
insan yıldızlarıyla, halk lambalarıyla.

Bugün de, bizim Amerika'mızın
her yanından, özgür Meksika'dan, özlem dolu Peru'dan,
Küba'dan, halk varsılı Arjantin'den,
Uruguay'dan, sen ey sürgündeki kardeşler için barınak,
ey Prestes, selâmlıyorlar küçük lambalarıyla seni
insanlığın yüce umutlarının ışıldadığı yerde.
Bu yüzden gönderdiler beni buraya
Amerika kıtasının göğü arasından,
seni görmek için ve sonra da anlatmak için
nasıl olduğunu, bunca yıl suskun olan liderin
neler söylediğini,
bunca zalim yılların yalnızlığı ve karanlığından sonra.
Onlara kin tutmadığını anlatacağım.
İstediğinin yalnızca memleketinin yaşaması olduğunu.

Ve özgürlük yeşermeli sonsuz bir ağaç gibi
derinliğinden Brezilya'nın
Brezilya, anlatmak istiyordum sana onca yıl susturulup da
bu yıl içimde derimle ruhumun arasında barındırdığım onca şeyi,
kan ve acı arasında, zaferler, şairlerin ve halkın birbirlerine
anlatacakları şeyleri: ne ki başka bir güne erteliyorum bunu,
bir güzel güne.

Bugün volkanlardan ve ırmaklardan büyük bir sessizlik
istiyorum.

Büyük bir sessizlik istiyorum dünyadan ve erkeklerden.

Amerika'dan büyük bir sessizlik istiyorum kardan
pampanın toprağına kadar.

Sessizlik: Halkın kaptanı aldı sözü.
Sessizlik: çünkü konuşacak Brezilya O'nun ağzıyla.


Pablo Neruda
"Los libertadores"den, "Canto General"
Brezilya - 1945

14 Ekim 2013 Pazartesi

Paraguay

Dizginsiz Paraguay!
Neye yarar
senin altın geometrinin kağıtlarını
aydınlatan o berrak ay?
Neye hizmet etti düşünce,
sütunlardan kalan miras
ve o kutsal sayılar?

Çürümüş kanla ağzına kadar
dolu bu deliğe,
ölümün saldırdığı
bu gündönümünden karaciğere.

Parafinden bataklıklarındaki
hapishanelerinde yöneten
hükümdar Moriñigo’ya,
elektrikli sinekkuşlarının
al tüyleri üşüşürken
ve pırıldarken cengelin
zavallı ölüleri üzerinde.

Kötücül yıl, bodurlaştırılmış güllerin yılı,
karabinaların yılı, bak, fakat indirme gözlerini
böylece kamaşmaz
uçağın alüminyumundan gözlerin, hızın
kuru ve çınlayan müziğinden:
bak ekmeğine, ülkene, derisi soyulmuş halkına,
ezilmiş soyuna!
Görüyor musun bu vadiyi,
yeşil ve kül grisi, yukardan yüce gökyüzünden?
Berbat tarım, hırpani dağ insanları,
sessizlik ve gözyaşları düşüyor
ve doğuyor yeniden buğday gibi
kötü niyetli bir sonsuzlukta.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Partenogenez

Bana öğüt vermiş olanlar
her gün daha da delileşti.
Çok şükür aldırmadım onlara
ve taşındı hepsi birlikte yaşadıkları
ve geniş gölgeli şapkalarını
sürekli değiştirdikleri başka bir kente.

Saygıdeğer varlıklardı,
politik olarak derinlikli,
ve yaptığım her hata
acı çekmelerine yol açtı
ki griye döndüler ve kırıştılar,
bıraktılar kestane yemeyi,
ve bir sonbahar melankolisi
nihayet çılgınlaştırdı onları.

Şimdi bilmiyorum nasıl olsam,
unutkan mı yoksa saygılı mı,
sürdürmeli mi öğütlerini,
ya da kınamalı mı deliliklerini:
bağımsız olamıyorum,
yitmişim onca bitki yaprağında,
ve çıksam mı yoksa girsem mi,
gitsem mi yoksa kalsam mı,
kediler mi satın alsam yoksa domatesler mi?

Anlamaya çalışacağım
ne yapmamam gerektiğini
daha sonra yapmak için,
ve kafamı karıştıran yolları haklı çıkaracağım,
çünkü hata yapmazsam eğer,
kim inanır benim yanlışlarıma?
Eğer akıllı kalmayı sürdürürsem
kimse varmaz benim farkıma.

Fakat değişmeyi deneyeceğim:
özenle selâm vereceğim,
bakacağım dış görünümüme
ciddiyetle ve şevkle
olmamı istedikleri şey olana dek,
biri olurken öbürü olmaz ya,
başkalarında var olana dek.

Ve sonra rahat bıraktıklarında beni,
büsbütün başka biri olacağım,
ve değiştireceğim derimi
ve başka bir ağzım olduğunda,
başka ayakkabılarım, başka gözlerim,
her şey değiştiğinde
ve kimse tanımadığında beni,
başka bir şey yapamayacağımdan
sürdüreceğim aynı şeyi yapmayı.


Pablo Neruda
"Estravagario"dan, 
1958