Şiir, Sadece: 2015-03-08

14 Mart 2015 Cumartesi

Yirmi Beşinci Kısım

ışıkları söndür suna su
vapurları duyacağız ha
dün gece uykumda sıçradım
beni mi çağırdın suna su
nereye gideceğiz ha

yabancı değil ben kaptan'ım
aç kapıyı suna su
büyük yağmurda ıslandım
şarabın var mı suna su
sabahı bulacağız ha

kadehini dinleme çıldırırsın
elimden gelmeyen bir o
bütün trenleri kaçırdım
saatin kaç suna su
yarın öleceğiz ha


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Belma Sebil

seni ben kallâvi sokağı'nda gördüm
sen beni görmedin görmedin
kapıları çaldım adını sordum
söylemediler öğrenemedim
seni ben kallâvi sokağı'nda gördüm
bir daha görmedim bilmedim
belma sebil adını yakıştırdım
aklıma geldikçe her sefer
gözlerinin mavisini bitirdim
saçlarının siyahına başladım

kallâvi sokağı'nda güvercinler
benim karanlık istanbul'um
bir esnaf kahvesine oturdum
belma sebil ya geçti ya geçer
rüzgârını içime doldururum
kallâvi sokağı'nda güvercinler
bunca yıl sönmemiş umudum
nisan değilse mayıs
perşembe değilse pazar
ben belma sebil'i bulurum


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

Sen Beyaz Bir Kadınsın

asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
ben ki tek damla şarap içmedim
ekmeğin beyaz zeytinin siyah olduğunu biliyorum
asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
benim kusturucu sarhoşluğum
yoksulluğum

yüzüme bakmasan da yağmura düşürsen de gözlerini
gözlerime bakmasan da ne kadar
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor
uykularımda nefesinin sıcaklığı
o kadar
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin
sen değil misin
gizli bir kıvılcım gibi gözbebeklerimde duran
umutsuzlandığım her akşam
senin rüzgârın almıyor mu uğultulu yorgunluğumu
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu
senin
iyimserliğin

bu tezgâhı kurdumsa ben senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa iktisat okudumsa geceyarıları
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus'dan
senin için okudum
geceyarıları

sen beyaz bir kadınsın
uzaktaki
gözlerin aklımdan çıkmıyor
sen beyaz bir kadınsın karanlıkları dinleyen
uzaktaki
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
yorgun başını üşümüş yastığına koyuyor musun
uyuyor musun


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

13 Mart 2015 Cuma

XVI. Mustafa Kemal'in Sofrası

yarın akşam gelin dedim ya
yırtık pırtık gelin zarar yok
üç işimin biri barış
biri dünya
biri de sizsiniz dedim ya
yarın akşam gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız

siz yukarı çiğli'den misiniz
o nasıl şey
demek gözleriniz ışık tutmuyor
ellerinizi bir sattınız bulamıyorsunuz
bu evleri böyle tutan siz misiniz
o nasıl şey
insan gözlerine inanamıyor

sofraya buyurun sofraya
belli yorgunsunuz
peynir kestim sucuk doğradım
günbalı erittim bakın ya
içinizi ısıtırsınız
su içersiniz
sofraya buyurun sofraya
buğday konuşacağız
benim sizi bir görmüşlüğüm var
dur dur nereden bileceğim
ayvansaray'da dokumacı osman mı
hani geceleyin şarabını içtiğimiz
osman değil mi yanlışım mı var
öyleyse dur sebat matbaasından ibrahim
gözü daima tok karnı daima aç
gördün mü nasıl bildim
ibrahim gel ellerini silmeden gel
bu cıgara senin bu minder senin
ibrahim gel buyur sofraya
gel dedim ya
buğday konuşacağız

ragıp saatin kaç saatin
unutma dokuzda ajans dinleyeceğiz
demek yine kitapların ellerinden tutuyorsun
şiir deyip daldığın oluyor roman deyip daldığın
yine çocuk bahçesinde mor salkımlar uyanıyor
üniversite kitaplığında büyük kitapların
bu sabah haydi hegel'i okuyorsun
st-simon'u yarın
ragıp saatin kaç saatin
beyazıt meydanında fıskiyeler davrandı mı
haydi gel sahaflar çarşısına uğra da gel
unutma bir tutam ışık getir sofraya
bir avuç fikret getir bir yürek dolusu mustafa kemal
kalpakları tozlu paşaların çığlıklı gözlerinden
bir tutam kuvayı milliye mavisi
bir avuç umut getir dedim ya
en iyisi
sofraya buyur sofraya
buğday konuşacağız

akşama yarın akşama gelin
işte gelin hepinizi bekliyorum
siz de gelin pamuk halkı tütün milleti
hemen öylece gelin yabancı mıyız
ağrı çobanları sizi de beklerim
raman sen de gel çocuklarını da getir
soframda şenlik olsun içim açılsın
siz olmadınız mı yalnızım yadsıyım yabancıyım
siz yok musunuz varlığım ne kelime
yarın akşama gelin
ama mutlaka gelin
buğday konuşacağız


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

XV. Silahlı Dört Besmele

dört atlı sarıgöl boğazı'na devrildiler
rüzgârı burunlarıyla biçip
arkalarına dökerek
kara sular gibi boşandı gecenin boşluklarından
köpek havlamaları
dört atlı sarıgöl boğazı'na devrildiler
omuzlarında çapraz tüfek
kalpaklı ve siyah çizmeliler
yıldız yıldız sıyrılıp akıyor
padişah karanlığında mahmuzları
hafız ahmed'in değirmeninde
ateşin başına oturdular
önce bir soğan kırdılar
dut pekmezi ve yoğurt sordular
bıyıkları tekmil ayaktaydı
müslüman ve hilâl biçiminde
sonra erkekçe yatsıyı kıldılar
çakal gözleri saattaydı
kulakları köpek seslerinde
acı tütünler içilip
sonra bir vakit konuşuldu
cezveler sürülmüş ocaktaydı
atının dizginlerine olduğu kadar
her birisi kendi ölümüne sahip
bir ordu gibi savaşmak kudretinde
bir umutları kemal paşa'daydı
öbürü ankara hükümeti'nde

hızlı solumalarla kımıldanıyordu karaağaçlar
ahırda bir beygir aksırdı
munzur dağlarının üstünü bir tamam tutmuş
yıldızın neyin kalabalığı
yukarılarda kar altındaki köylerde
ihtimal öfkeli kurtlar dolaşıyor
«-kemal paşa'dır çağırdı
demirhan oğlu gitmemiş olmaz
sakarya toprağında erkekler sofrası kurulmuş
ahkâmlı köşkemli savaşılıyor
yazılmışsa biz dahi
azrailin ekmeğinden tadacağız
şehitlik mertebesini
yaşamak cihetine makbul tutacağız»

«-…ankara hükümeti ne demek
maraş'ta üzümler parmaklarımızdan damlamıyor mu
gümüşâne üzerinde elmalar amasya'da
adam
tarafımızdan yenilecek
ayrıca zeytinin yağı ineğin yoğurdu
tokad'ın ceviz sucukları
anteb'in bulaması da
adam
hünkâr kullarının sabanına koşulmayacağız»
«-…biz her nokta-i nazardan insan olmalıyız
acılar gördük
bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımızdır
fikrimiz zihniyetimiz medenî olacaktır
şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz
medenî olacağız
bununla iftihar edeceğiz»

gözleri iyice birbirinden ayrık
kaşları düz kirpikleri insafsızca kalabalık
kısa boyları ve yaylı ayaklarıyla adamakıllı türk
bakırcı hasan
demirhanoğlu sadık
paşoların Süleyman
ve hacı yörük
silâhlı dört besmele halinde göğe baktılar
sabahın ilk horozları çırpınıyordu
besbelli sabahın ayazından
ufarak yıldızlar
tevatür kırılıyordu
bir kuvayı milliye sabahının kapısını açtılar
karadeniz'deki en son limanımız kadar
rüzgârlı kızgın ve açıktılar
sonu yoktu hiddetlerinin ve ümitlerinin
bir millet olarak çıktılar sarıgöl boğazı'ndan
kendinden
ve hürriyetinden emin


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

XIV. Bir Garip Yolcu İt

uzak kamyonlar uğulduyor kar karanlığında

sarı tüyleri kanlı heybetli bir it
kendini yola vurmuş gururlu ve ıslak
en sivri
en küstah dişleri çakılı ağzında
bir tamam
gözleri soğukta çırılçıplak
soluğu duman duman
burun deliklerinde bir vakit
bildik bir samanlık kokusu
bir vakit kar isi
kurt kokusu
tanıdık havlamalar kesik kulaklarında

bir başına yol tüküren bir garip yolcu it
kar karanlığında


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

12 Mart 2015 Perşembe

XIII. Sendikacılar

yeryüzüne başka bir yıldızdan inmiş gibi yabancılar
meşin ceketleriyle çarşıda
konuşmaları başka türlü
cıgara içmeleri değişik
gülüşleri ve bakışları da
iki yatak peylemişler bir otelde şimdilik
yeryüzüne başka bir yıldızdan inmiş gibi yabancılar
meşin ceketleriyle çarşıda
sendikacılar

damarlarından emziriyorlar
külrengi benizlerini çoluk çocuğun
cam yoksa derilerini geçirmişler kırık pencerelere
bir şey okudular mı susuyor gibiler adamakıllı yorgun
susmaları ıslıklı su buharıyla yüklü
bir lokomotif gibi gürültülü
büyük kapılar halinde açılıyorlar işçilere

yalnızlığın sofrasına namuslarının ekmeğini getirmişler
yoksulluğun altında kalmamak yetilerini
mutluluk umutlarını getirmişler
sendikacı hüviyetlerini
şimdilik bir otelde iki yatak peylemişler
yeryüzüne başka bir yıldızdan inmiş gibi yabancılar
meşin ceketleriyle çarşıda
sendikacılar


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

XII. Fırat Rüzgara Karşı Aktığı Zaman

fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
suyun yüzü telâşlı bir korkuyla ürperir
atmaca kayalıklarında poyrazın yalçın soluğu
dökülür sığırcıklar
çıplak kavaklardan
tortop olmuş
simsiyah ve ufacıklar
içimsıra sonbahar garipliğinin ağır yorgunluğu
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
sessizce kendi kendime ağlayasım gelir
nedense kim bilir

bir fakir gözyaşına dövülmüş bir avuç tuza damlar
bıçaklı dört bıyık tersine dönmüş soğuktan
bunlar muhakkak keleriç köylüleri
iki peynir tulumu sarmış küçük kulaklı atlarına
sağlı ve sollu
erzincan pazarına indiriyorlar

durup cıgarasını yakıyor çarıklarının üstünde biri
sırtını verip poyrazın kırbacına
muhakkak keleriç köylüleri bunlar
uzaktan
yorgun adımlarının bir tozutması var ki yolu
bir yalnızlığı var ki allahın huzurunda
bu dört köylünün
bir başlarına kalmışlığı «fani» dünyada
adamın kemiklerini sızlatan

uzak bir şahin birdenbire hışım gibi alçalıyor
bir vakit süzüldükten sonra nazlı nazlı havada
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
batık bir umut türküsü halinde ölüm
köpeküzümlerinde ıslık çalıyor
atmaca kayalıklarında
ve devedikenlerinde


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

XI. Kalpaklı Süvari

gecenin arkasında bir yerde
ufaldıkça gaz lambaları
nehrin omuzlarına yaslanıp yaslı ve dindar

yalnızlıktan soğumuş dağlar
kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde
köylüler böyle diyorlar
yatsıları

nal sesleri duyulur mu yağmur olursa
ne mümkün en usul havalarda duyulacak
erzurum'a doğru şahdamarın oynar gibi
gören eden yok her nasılsa
kalpaklı olduğunu biliyorlar
bir elinde kılıç bir elinde sancak
kemah köylüğünde fakir fukaraya azık dağıtasıymış
üçer arşın kefenlik
içlik ve mintan
birer kese sarı lira cep harçlığı
olur mu olmaz mı orası bilinmiyor

tılhas'ta bir kağnıya dokunmasıyla bir ne halsa
araba traktöre tebdil olmuş
allah tarafından
tercan toprağındaki kerametini
anlata anlata bitiremiyorlar

köylüler böyle diyorlar
gecenin arkasında bir yerde
ufaldıkça gaz lambaları
nehrin omuzlarına yaslanıp yaslı ve dindar
yalnızlıktan soğumuş dağlar
kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde
yatsıları

kemal paşa'dır diyorlar


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

11 Mart 2015 Çarşamba

X. Ya Bereket Deyip Islanıyoruz

burnu eğik adımları tüy gibi kalleş
bir çoban köpeği solumasıyla ansızın bastırdı yağmur
akşamın iki parmak berisinde ıslanıyoruz
gönül ferahıyla kardeş kardeş
yabanî nar fidanları
biçilmiş tarlalarda sıçrayan çekirgeler
hozonsu köyü'ndeki telâşçı horoz
ya bereket deyip ıslanıyoruz

ahmediye rampasında
soluk soluğa pancar kamyonları
nadasa dökülmüş
çatık boynuzlu öküzler
ovanın güney batısında
boylu boyunca ezik bir sarı
kirli bir gümüş
ve dorukları dağıtan bir yağmur dumanı bütün
bağlarda kurşun gibi ıslıkla büyüyen siyah üzümler

asmaların ortasında
kadınla çocuk arası bir genç kız
yalnızca başı örtülü
ehramsız
yağmurun çalışkanlığına aldırmadan
akşam namazına çökmüş
tertemiz bir hüzün
ıslak kirpiklerinde parlayan

besbelli bu gece yıldızlar görünmeyecek
yağmur aralandı mı
dumanlı boğazı'na geyikler gelirmiş
tahta gibi dağ köylüleri fırat'ın arkasından
bazı bazı türkmenler hiç umulmadık
uzun yeleli bal rengi atlarıyla
yemeni yorganları ve yün yataklarıyla
ve çıtırtılı ateşleriyle böcek böcek

besbelli
bu gece yıldızlar görünmeyecek


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

IX. Kürtler

usul usul karanlıkta kürtçe konuştular
ağaç suratlı iki adam
kürt olduklarını bilmiyordum
ne dediklerini anlamadım
birdenbire konuştular
dağların umum susmuşluğunda dinlenip dururken sonbahar
belki bir dilekte bulundular
bir tutam mutluluk dilediler gönüllerince
saçları topuklarını döven çatık bir dağ kadını
sekiz on kadar koyun
biraz kilim ve keçe
gurbetçi kirvelerini andılar belki usanıp
üzerlerine mezar toprağı gibi serpilen yalnızlıktan
istanbul uzağında kaybolmuş akranlarını
çukurova düzündeki dersim çobanlarını
o fena halde bıyık ve burun
divit kalem tertibi ince
belki dua ettiler ateş tutmasına
çaldıkları her kibritin
görünmez suların sedasını duyup okuyup üflediler
birini vurmak geçiyordu belki akıllarından
belki zehir zemberek açtılar
belki bir yola gideceklerdi geceleyin
usul usul karanlıkta kürtçe konuştular
ne dediklerini anlamadım
kürt olduklarını bilmiyordum
sonra bir vakit sustular
yere çözüldüler ansızın


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

VIII. Fabrika

bu ağır soluklu adamlar işçi olacaklar
dudakları yanık kötü cıgaralardan
avuçlarının dibi delinmiş
ayakları yere heybetle basıyor
birileri gümüşhâne'den
birileri şirân'dan
bu adamlar hilâfsız toprak adamları
işçi olacaklar

nemli şayak giyimleri tüte tüte getirecekler sabahı
çarşının en yağlı en sıcak çorbasına ekmek doğrayacaklar
bandula'lı ismail'in kahvesine uğrayacaklar
ve bir gocuk gibi alıp sırtlarına yağmurlu gökyüzünü
tütün dumanı dökerek
erkek burunlarından
şeker fabrikası'na varacaklar
az buçuk efkârlı
tedirgin biraz
ama mağrur ve kararlı

hey allahım
nasıl dağlara vurup geliyor fabrikanın gürültüsü


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

10 Mart 2015 Salı

VII. Çarşı İçi

güneşe karşı havalandı mı kuşlar
kanatları pır pır yaldızlanıyor
çarşı esnafı sabah sabah
kaldırımları sulamışlar
yırtık kargaların kış telâşı yeniden başlamış
uzakta bir traktör
gizli bir diş ağrısı gibi vızıldıyor

kıl heybeleri kalaylı bakraçlarıyla
anlaşılmaz dağlarından iniyorlar
yarık çetrefil suratlı kadınlar
ezanla bir sabah kahvelerini haramiler gibi basmış
kalabalık bıyıklı birtakım adamlar
güzel eşkıya gözleri
fena halde uzamış saçlarıyla


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

VI. Neden Kızkardeşlerim

neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
niçin peçelerin peştamalların arkasına gizliyorsunuz
nur yüzünüzü
sık ve sert sıhhatli siyah saçlarınızı
cömert ağzınızı
neden kızkardeşlerim
hep böyle bir şeyden korkmuş gibi huzursuz
hep böyle bir şeye kızmış gibi öfkeli
acı ve alaca gözleriniz
daima gölgeli

niçin kızkardeşlerim
kim geçerse geçsin yanınızdan
ışığı kendinize haram ediyorsunuz
bir vücut noksanını saklar gibisiniz
utanıyorum utancınızdan

neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
görmek istemez miyim hünerli ellerinizi
yastık örtülerine çitlembik gözlü kuşlar işleyen
çay takımlarına mor menekşeler
hercaî menekşeler dizi dizi
kızkardeşlerim
görmek istemez miyim ellerinizi
buğday sularına batmış ölesiye ırgat
hızlı ve çabuk teknede hamur yuğururken
çamaşır günleri bambaşka hamarat
bir erkek eli kadar yiğit ve kararlı
dağ kuşlarının pençesi gibi çevik
yırtıcı üstelik
çocuk doğururken

hem gözlerinizi de görmek isterim
ne zararı var
bütün kirpikleriyle üzerime açılsınlar
hem tüyleri yaldızlı boyunlarınızı
herhangi bir sokağı ilkbahar gibi bir anda şenlendiren
tepeden tırnağa çiçekli giyimlerinizi
alnınızdaki mavi damarcıkları da görmek isterim
her şeyinizi


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

V. Üç Köylü

bir ağaç dalına asılı lüks lambasının
üç köylü
su gibi dökünerek çıplak aydınlığını
ağız ağıza yüklü bir traktör römorkundan
ışık damlıyor tuzlu bir ter halinde burunlarından
üçü de bıyıklı
üçü de genç
çalışmanın yüceltici hızına kapılmış üçü de
sarp kayalar gibi yakışıklı
karanlığa karpuz taşıyorlar
en yeşil küfürlerle kendi kendilerini kırbaçlayarak
rüzgârlı söğüt dalları gibi esnek oynak
boğazlarına kadar yaşama sevinciyle yüklü
üç köylü
çalışıyorlar


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

9 Mart 2015 Pazartesi

IV. Heyet-i Temsiliye Namına

biz buralı türk düşük bıyıklı
yedi toprağa düşük allah diyen
barut yalamışlı tekbir soluklu
üç hilâl dökülür ellerinden
uf içi kalabalık büyük allah

biz buralı türk eski türk
düşük bıyıklı
ölmek bilir
tozlu atları kara köpük
kâfir üstüne vardık ne allah
bir sabah ezanı
tabur tabur
kösük
eskişehir üzerinden
uf içi kalabalık ölmemek bilir
kemal paşa'nın atlıları

afyon
gizli gizli yağmur dokur
bir süvari ıslanır
karanlıkta
ıslıklar sıyrılır izmir'den
kuvayı milliye tutmuş kapıları
geceyarıları
üç telgraf gelir
redd-i ilhak uyanır
maşatlık'ta
uf içi kalabalık büyük allah

bir telgraf gelir
sıvas uzaklarından
bir çift mavi kan damlamış
imzasına
belki mustafa kemal
heyet-i temsiliye namına

saklı mavzerleriyle büsbütün başka türkler
dökülüp tek tek keçi yollarından
silâh çatmış salihli ovasına
kurulu yumrukları
patladı patlayacak
uf içi kalabalık ölmemek bilir
gözlerinin akına kan işlemiş
solukları hızlı avuçları sıcak
kemal paşa'nın atlıları


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

III. 923'de Demiş

akşamüstü
bir öküz burnunun ıslak siyahlığı nasıl bileniyor
eylül'de bir akşamüstü
ağaçlar tozlu yapraklarıyla ilk serinliğe yaslanıyorlar
ufacık eşeklerini önüne katmış sabahlara kadar tuz çekiyor
yukarı fırat köylüsü
allahım
sırtlarda yine dumanlı dağ ateşleri
lâcivert bıyıklarına ayran bulaşmış
yıldızların dibinde umutsuz türkülere giren
tütün koyun ve kıl kokulu çobanlar
kesik kulakları ve tebeşir beyazı dişleri
karanlıkta adama dehşet veren
halbuki bakışları insancasına dost
nefes nefes çoban köpekleri
allahım
gece ilerledikçe nasıl artıyor dağların ağırlığı
cimin dağı öteden şu adını aklımda tutamadığım
ova köylerini nasıl eziyorlar
harman yerlerinde gündüzden kalma testiler sızıyor
ağır kamyonlara yüklü
kemah yolunda sonbahar
ve yorgun kavakların bitmez tükenmez arkadaşlığı
arkta sürbehan köyünde sular
gülüşerek karpuzlara uzanıyor
küçük neşeli fakir su
kumlarda dinlenen karpuz
çıplak
çamurlu ayaklarıyla gece suyuna çıkmış köylülerin
karanlıkta sönüp yanan isli fenerleri
uzak uzak
allahım
memleketim

demiş ki mustafa kemal
«… memleket demiş
asrî medenî ve müreffeh olacaktır
behemehal
bu demiş bizim için bir hayat davasıdır.»
923'de demiş


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum

II. Demir Kuşaklı Halkımız

bıçak dövüyor bıçak bursa'da bıçakçılar
bir dilim güneş gibi bursa bıçakları
götürüp belki izmir'de fuar'da satacaklar
belki balıkesir'de bıçakçılar içinde

halı dokuyor halı uşak'ta halı esnafı
bir ilkbahar sahifesi kimisi silme çiçek
dövülmüş bir bakır aydınlığı kimisinde
kimisi tertemiz sofalara serilecek
encamı bilinmeyecek kimisinin de
halı dokuyor halı uşak'ta halı esnafı
hünerli elleriyle bir dünya cenneti dokuyor
içinde çırılçıplak kendisi işin tuhafı

akşehir'de semerciler semer dikiyor
ufacık yere yakın bozkır atları için
çuvaldızın ucunda ağaç saman ve meşin
toz bıyıklarını yakıyor semercilerin
bir iğne sokuyorlar bin ah çekiyorlar

demir dövüyor demir demirciler Sivas'ta
örsün üstünde kibrit gibi, parlatıyorlar
yumuşatıyorlar çifte su veriyorlar
altı yüz çırak yüz elli usta Sivas'ta
çekiç burunlarından çıngı sektiriyorlar

küçük asya düzünde ay ve yıldız
omuz omuza vermiş ekmek yuğuruyor
yıldız kadınhan'da buğday savuruyor
ay ramandağı'ndan petrol çıkarıyor
küçük asya düzünde ay ve yıldız
her köşebaşında her gün rastladığımız
gözleri bozkır gibi kuru ve aydınlık
avuçları sıcacık demir kuşaklı halkımız


Attilâ İlhan
Ben Sana Mecburum