Şiir, Sadece: 2016-01-31

6 Şubat 2016 Cumartesi

Aaaa

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor.

Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Kesin

Gözlerim bir balığın onu tutma denizlerinde

Gözlerim bir balığın

Bir balık ellerimde

Balıktan bir göz ellerimde

Kirpiksiz, tuzlu, diri

Bakışları günlerce.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Ey

Bu böyle kimin gittiği? Sen dur ey!
Belki de ellerimiz mi? biraz ince, biraz da çok kelimeli!
Bu sanki niye durduğumuz mu? açıkken sevişme bölgeleri
Ay, pencere, göz! Siz git ey!

Kimbilir neyi saldığımız bu da, yalnızlığımız gel
Yırtıcı kuşları mı gözlerimizin, onlar mı bu sürüylen
Yoksa onlar mı işte seninle sevişme biçiminde
Oysa sevgimiz yerde, kara sevda sen uç ey!

Sen usul, ben yavaş, kime yaraşır bu sessizlik
Kim biner bu gemiye insandan kıyılar yapılırken
Yetmez mi dalgası vursundu azıcık gözlerimize
Gözlerini gözlerime, siz bak ey!

Şu sen de olmasan insan çıldıracak mı
Hiç yoktan bir yerlere mi gidecek belki
Olsun neresi olursa, git karanlık ama git
Gecemizde duranı sen kal ey!

Benim bu çok elli, bu çok gözlü delişmen
Çok bildim sana yaraşır olmayı günlerce
Şunu sevdim, şuna özendim, şununla yetindim sonunda
Ben miyim şimdi nerede, ben çok ey!


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Şekerli Gerçek

Ev karanlık kap kacak iğne üstünde
Karısı çocukları var mı yok mu belli değil
Masa iskemle ocak
Arama öyle şeyleri
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok işte
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez
Kıl bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karısı çocukları
Islak taşlar sabah işleri
Adam dükkâna döner gene
O gerçek dediğimiz şey ışıl ışıl
Yapışık sesler çıkarır şekerlerin üstünde.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

5 Şubat 2016 Cuma

Mesire Yerleri

Sonra yavaş yavaş siz de
Kırlara gömüldünüz
Yaşayan bir âleme doğru
Açıldı hafifçe şemsiyeniz.

Nasıl da kaynaşıyordu meydan
Değişmemişti kırların hali
Otlar fidanlar gibiydiniz
Uzakta şimdi.

Sıcakla beraber upuzun
Dereyle akıyordunuz
Yahut sallanıyordu rüzgârda
Başaklar gibi kollarınız.

Devam edin devam edin
Gittikçe otlar karıncalar gibi
İşte serçeler buğday sapları
Günün civcivli vakti.

Güneşle karışıvermiş
Kırın içinde ne varsa
Öyle gürültüsüz ferah
Sıcak sıcağına dünya.

Bir de şöyle düşünün
Otlar fidanlar uzanmış
Arasında insanlar
Kaynayıp gitmiş.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Dipsiz Testi

Beni dinlersen Üsküdar’a gitme
İbrahim’i görme şiir yazma
Şu herkesin bildiği düzlük
Bu deli alacası çayır
Ardıç kuşu türkülü sokak
Senin için değil.

Sen yoksun

Çevrende kimseler yok
Zengin de olsan
Yoksulluğun gitmez.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Türküler

öylesine geniş ki yüreğim bir deniz gibi,
güler yüzün bir güneş ışığınca
tatlı ve derin yalnızlığında,
dalganın dalgaya sessiz karıştığı yerde.
gece mi bastırdı? gün mü yoksa? bilmiyorum.
güler bana o tatlı o sevimli
güneş ışıltılı yüzün,
ben bir çocuk gibi mutluyum.

gece yarısı bir de rüzgar
yavaştan yavaştan pencereme çarpar.
bir sağnak başlamış inceden
damlar odama yavaşça.
mutluluğumun düşüdür benim,
rüzgar gibi yalar geçer yüreğimi.
bir buğudur o bakışında senin.
bir yağmur tadıyla sarar yüreğimi.


Friedrich Nietzsche

4 Şubat 2016 Perşembe

Korkarak Yaşıyorsan

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
 
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
 
Kendi kendime konuştum bazen evimde.
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki "söz ver kendine"
 
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
 
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundandı
Anladım...


Şebnem Ferah

Ariadne'nin Yakınması

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
vur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence
körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
Böylesi gece yarısında? ...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
- Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
Gururumu kırıyorsun işkencenle?
Sevgi ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - kendini!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim! ...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! Acım benim!
son mutluluğum benim! ...


Friedrich Nietzsche

The Unending Rose

Susanna Bombal'a


Hicret’in ardında beş yüz yıl.
İran kendi minarelerinden
çöl mızraklarının saldırısını seyretti,
Nişapurlu Attar da bir güle baktı
sessiz sözcükler söyleyerek
dua eden biri değil de, düşünen biri gibi:
“Kırılgan küren elimde. Ve zaman
büküyor ikimizi de, biz farkında olmadan,
bu akşam saatinde, unutulmuş bir bahçede.
Senin tüy gibi gövden havada nem içinde.
Kokunun yoğun ve sürekli yayılışı
yaşlı ve yıpranan yüzüme yükseliyor.
Ama ben seni bir düşün katmanları arasında
ya da bu bahçede bir sabah görmüş olan o çocuktan
çok daha uzun bir zamandan beri tanıyorum.
Güneşin beyazlığı senin olabilir,
ayın yaldızı ya da zafer kazanmış kılıçtaki
kurumuş kırmızı kan lekesi de.
Ben körüm, bir şey de bilmiyorum. Ama
gidilecek daha çok yol olduğunu ve her şeyin
eşyanın sonsuzluğu olduğunu görüyorum. Sen
müziksin, ırmaklar, gökler, saraylar, meleklersin,
Ey sınırsız, gizdeş sonsuz gül, sonunda
Tanrının benim ölü gözlerime göstereceği.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

3 Şubat 2016 Çarşamba

Ak Geyik

İngiltere’nin yeşil kırlarını anlatan hangi baladdan?
Hangi İran tahta baskısından, hangi düş ülkesinden
Geçmişimizin tutsak aldığı günlerden gecelerden,
Çıkıp geldi bu sabah düşüme giren ak geyik?
Bir an çaktı geçti. Çayırları geçtiğini gördüm
Bir akşam kızıllığının ılgımında yitip gittiğini,
Birazı belleğin, birazı unutuşun ürünü olan
Ağırlıksız yaratık, tek boyutunu gösterip gitti.
Bu tuhaf dünyayı yöneten cinler ve tinler
Düşlememe izin verir seni ama efendin olamam;
Belki de geleceğin derinliklerinde bir oyukta
Karşılaşırız yine, düşlerin ak geyiği.
Ben de zaten bir düşüm, gelip geçici, çayırların
Ve aklığının düşünden bir iki gün daha süren.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Doğu

Vergilius elini gezdiriyor
Su serinliğindeki kumaşın üstünde
Zamanı ve kumları aşan kervanların
Roma’sına taşıdığı yük bu
Biçim ve renk dokuması.
Geleceğe kalacak bir düzesinde Georgicaların.
Eşini benzerini görmemişti. Bugün ipek diyoruz.
Bir Yahudi can veriyor
Kapkara çivilerle gerilmiş çarmıha
Yargıcın buyruğuyla, ama insanlar
Kuşaklar boyu yeryüzünde
Unutmayacak akan kanı ve yakarışları
Ve bir tepenin üstündeki en son üç adamı.
Büyülü bir kitap biliyorum altıgen yıldızlı
Talihin biçtiği tür uykular ve uyanıklıkların
Bizi sürüklediği altmış dört yolu belirleyen.
Oyalanmak için uydurulmuş ne çok şey!
Kumdan ırmaklar biliyorum, altın balıklar,
Etiopya Kıralının, Preste Juan’ın yönettiği
Ganj’ın Aurora’nın yukarısındaki yerlerde.
Hai ku'yu biliyorum, iki üç hecede
Bir anı, bir yankıyı, bir esriyişi yakalayan;
Sarı madenden bir ibrikte tutuklu
Şu duman cinini de biliyorum
Ve karanlıklarda verilen sözleri.
Ah akla sığmaz defineleri gömen beyin!
Yıldızları ilk gören Caldea.
Yüksek direkli Portekiz gemileri: Goa.
Clive’ın kazandığı utkular, daha dün
Canına kıydı Kim ve kızıl laması
Kurtarıcıları olan yolda gidecekler hep.
Buram buram çay kokusu, sandal ağacının kokusu.
Kurtuba ile El Aksa camisi
Ve kaplan, sümbül denli kırılgan.

İşte böyle Doğum benim. Anıların
boğmasın beni diye edindiğim bahçe.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Ephialtes

Düşler var düşün ardında. Her gece
Yitip gitmek isterim karanlık sularda
Üstümden gündüzü yıkayan, ama bu katıksız
Sular altında, bize en sonuncu Hiçliği sunan
Edepsiz harikanın nabzı atıyor bu hüzünlü saatte.
Bambaşka yüzümü yansıtan ayna olabilir.
Bir dolambacın gitgide büyüyen tutukevi olabilir.
Bir bahçe olabilir. Hep bu karabasandır.
Dehşeti başka dünyalardan. Adı konulmayan bir şey
Bana ulaşır söylencelerin ve sislerin dününden;
Tiksinilen imge retinaya yapışır kalır
Lekeler uykusuzluğu tıpkı gölgeyi alçalttığı gibi.
Neden boy verir benden bedenim dinlenirken
Ve gönlüm kalmışken yapayalnız, şu ahmak gül?


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

2 Şubat 2016 Salı

Tanık

Adam düşünde devi görüyor
Biritaya’da olduğunu gördüğü düşünde
Ve yüreğini bu yiğitlik serüvenine hazırlıyor
Ve mahmuzluyor Rocinante’yi.
Güçlükle döndürüyor kanatlarını yel
Kederli adamın saldırdığı değirmenlerin.
Küheylanı savruluyor; mızrağı paramparça
Ve herhangi bir şey oluyor bunca şeyin içinde.
Zırhlarını kuşanmış adam yerde yatıyor;
Komşunun oğlu görüyor düştüğünü,
Serüvenin sonunu bilemeyecek
Yazgısının onu sürükleyeceğini Hint Adalarına.
Bir başka düzlüğün sınırları içinde yitmiş, yalnızca
Bir düş olduğunu söyleyecek kendine şu yel değirmeninin.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Tılsımlar

Snorri’nin Edda Islandorum’unun Danimarka’da yapılmış ilk basımının bir kopyası.
Schopenhauer’in yapıtlarının beş cildi.
Chapman’ın Odissea’sının iki cildi.
Çölde savaşa katılmış bir kılıç.
Büyük dedemin Lima’dan getirdiği yılan ayaklı bir çay kabı.
Kristal bir prizma.
Birkaç soluk eski tarz fotoğraf.
Cecilia Ingenieros’un bana verdiği babasına ait kızıl toprak ahşap bir küre.
Amerika’nın ovalarında, Colombia’da ve Texas’ta yürürken kullandığım oyma saplı bir baston.
İçinde diplomalar olan çeşitli metal silindirler.
Bir doktora cüppesi ve kepi.
Saavedra Fajardo’nun güzel kokulu İspanyol ciltli Las Empresas’ı.
Bir sabahın anısı
Vergilius’un ve Frost’un dizeleri.
Macedonio Fernandez’in sesi.
Birkaç kişinin sevgisi ya da konuşmaları.
Elbette tılsım bunlar, ama adını veremeyeceğim karanlığa karşı
etkisiz, adını vermemem gereken karanlığa.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Kitaplarım

Kitaplarım (benim varlığımdan habersiz)
Şu yüzüm gibi tıpkı, benden bir parça,
Şakaklarına kır düşmüş, gözü dumanlı
Boşuna arayıp durduğum camda aynada
Ve avucumu çukurlaştırıp sıvazladığım.
Haksız da sayılmam düşünürken acıyla
Beni dile getiren en can alıcı
Sözcüklerin bu sayfalarda oluşunu,
Benim yazdıklarımda olmak yerine.
Böylesi daha iyi. Ölülerin sesleri
Sonsuza dek konuşacak benimle.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

1 Şubat 2016 Pazartesi

Aynaya

Neden direnirsin, bitmez tükenmez ayna?
Neden aynılarsın, gizemli kardeş,
Elimin en ufak kıpırtısını?
Neden gölgede en hızlı yansımalar?
Yunanlının söz ettiği öteki bensin sen
Ve pusmuş beklersin ezelden beri. Belirsiz suların
Ya da dayanıklı camın duruluğunda
Ararsın beni ve boşunadır kör olmak.
Seni görmemek ve bilmek seni
Dehşeti biriktirir içinde, göze aldığın büyülü şey
Çoğaltmak sayısını benliğimiz oluşturan
Ve talihimizi kuşatan her şeyin.
Ölecek olsan, öteki olarak yineleneceksin
Ve sonra da öteki, öteki, öteki, öteki...


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Angélica’nın Anısına

Kimbilir ne çeşit yaşamlar geçip gitmiş olmalı
Bu acınası ve ufacık ölümle birlikte,
Yazgının ya belleğe göndereceği ya da
Unutulmaya bırakacağı kaç yaşam kimbilir!
Ben öldüğümde bir geçmiş de ölecek birlikte;
Bu çiçekle ölüp gitti onu yok sayan sularda,
yıldızların aydınlattığı bir gelecek.
Onun gibi ben de ölüyorum sonsuz sayıda
Sonla yazgımın bana bırakmadığı;
Gölgem hep yürekli olmuş bir vatanın
yıpranmış söylencelerinin peşine düşüyor.
Ufak tefek bir mermer koruyor anısını;
Üstümüzde bir yerde büyümekte gaddar tarih.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Sürgün

Biri iz sürüyor İthaka yollarında,
unutmuş kralını yıllarca önce
Troya’ya giden;
biri yeni ele geçirdiği toprakları düşünüyor,
yeni sabanını, oğlunu, ve belki de mutlu.
Yerkürenin sınırları içinde ben, Ulisses,
Hades’in derinliklerine indim
ve yılanların aşk düğümünü çözen
Tebai’li Tiresias’ın hayaletini gördüm,
bir de, ovada aslanların gölgelerini öldüren
ve Olimpos’ta oturan Harekles’in hayaletini.
Biri yürüyor bugün Bolivar ve Şili’de,
belki mutlu, belki değil.
Ben o olmak isterdim.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül
1977