Şiir, Sadece: 2017-08-20

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Senden Sonra

Ey yedi yaş!
Ey şaşırtıcı yaşı yola çıkmanın!
Ne çok zaman geçti senden sonra
Çılgınlık ve bilgisizliklerle dolu!
Bizimle o kuş arasında, senden sonra.
Bizimle sabah esintisi arasında
Bir bağlantı olan o diri o aydınlık pencere
Kırıldı
Kırıldı
Kırıldı

Senden sonra o topraktan yapılmış
O bir tek sözcük söyleyen bebek, bir tek sözcük: Su su su
Boğuldu suda
Sesini öldürdük biz senden sonra ağustos böceklerinin
Ve bağladık yüreğimizi
Alfabeden yükselen zil seslerine
Siren seslerine silah fabrikalarının

Senden sonra masaların altından
Oyun yerimiz olan masaların altından
Masaların arkasına geçtik
Arkasından masaların
Masaların üstüne
Ve oynadık masaların üstünde
Ve yitirdik, senin rengini yitirdik ey yedi yaş!
Birbirimize ihanet ettik senden sonra
Ve sildik tüm anıları
Kurşun parçaları ve akan kanın damlalarıyla
Sokakların alçı duvarlarından

Alanlara doluştuk senden sonra
Ve haykırdık:
Yaşasın!
Kahrolsun!

Alanın kargaşasında kurnazca
Kentimize sızmış ve şarkılar söyleyen bozuk paraları
Alkışladık
Senden sonra yargıladık aşkı

Birbirimizin katili olan bizler
Merak içindeydi yüreklerimiz
Ceplerimizde
Bizse pay almak için aşktan, yargılamaya başladık

Senden sonra mezarlıklara adandık
Büyükanne'nin çarşafı altında soluyup duruyordu ölüm
Bir yanında dirilerin kederli dallarına
Adaklar bağladığı
öbür yanında
Ölülerin fosforlu köklerini tırmaladığı
O ulu ağaç: Ölüm
Ve o kutsal parmaklığın üstünde oturuyordu ölüm
Köşelerinde
Dört mavi lalenin yandığı
Rüzgarın sesi geliyor
Sesi geliyor rüzgarın ey yedi yaş!

Kalktım ve bir bardak su içtim
Ve hatırladım birden korkusunu
Genç tarlalarının çekirgelerden

Ne ödemeliyiz?
Ne kadar ödemeliyiz daha
Büyüsün diye bu beton kutu
Ne ödeyeceğiz?
Gerekeni
Yitirmek için yitirmişiz çoktan
Işıksız yola koyulmuş olan biz
Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep
Çocuksu anılarında bir toprak damın
Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan.

Daha ne ödemeliyiz?


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Akbaba

tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım

soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne

kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın

bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir

tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: M. Babek

Yeryüzü Ayetleri

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular

Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyorlardı çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalarlardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki ...
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk ...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu ...

Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Evim Bulutludur

evim bulutludur
boydan boya yerler bulutlu
dönemeçten
öfkeli bir yel esiyor
dağıtıyor her bir yeri
duygularımı dağıtıyor
ey sen kaval çalan
ve dalıp giden kavalım ninnisiyle
evim bulutludur benim

ey bulut
boşalmak isteyen bulut

ve ben
anılarıma karışıyorum
geçmişte kalan mutlu günlerime
güneşe çeviriyorum bakışlarımı
deniz kıyısında
yıkılmış her bir yer
öfkeli rüzgarla

ve yolda
kaval çalan adam
yürüyor
bulutlu dünyasında


Nima Yusiç
Çeviren: M. Babek

25 Ağustos 2017 Cuma

Ey İnsanlar

Ey insanlar!
Siz kıyıda şen ve kedersiz,
Denizde can çekişen bir insan var.
denizde,
Şu bildiğiniz sert, kara ve ağır denizde
Yaşam için çırpınan bir insan var!

Düşmanları yendim diye
Keyiflendiğinizde,
Bir düşkünün elini tuttum
Esenliğe kavuşsun diye
Kemerimi daha fazla sıktım diye
Övündüğünüzde,
Bilmem ne zaman anlatsam ki size
Ey insanlar
Kıyıda kurulu düzeniniz var
Önde ekmek, üstte gömlek
Denizde boğuşan insan size sesleniyor.
Ağır dalgaları yorgun elleriyle itiyor
Ağzı açık gözler yerinden fırlamış
Uzaklardan karaltımızı görmüş
Yutmuş yutacağı kadar deniz suyunu
Takattan kesilmiş
Batar
Kah başı
Kah eli

Ey insanlar!
Uzaklaştıkça o
Köhne dünyaya seslenirken
Bas bas bağırarak yardım diliyor
Ey insanlar!
Kıyıda sakin, seyre dalmışsınız
Dalgalar, sakin kıyınızı döver
Parçalanır kumsal üzerine
Çekilir köpükler.
Bir bağırtı uzaklardan duyulur
duyulur.

Ey insanlar!
Sesi rüzgar alır götürür
Rüzgarda, sesi dalgalanır
Uzaklardan yakınlardan
Kulaklarda yine bir haykırış
Ey insanlar! ..


Nima Yusiç
Çeviren: İldeniz Kurtulan

Uzayda Şarkı

Gökyüzünün ötesine ilk defa uçan insan
Başını çevirince mavi gözlerini gördü yeryüzünün.
İnsan dedi: Nasıl böylesine mavi oldu gözlerin?
Dünya dedi: Okyanus'ta biriken gözyaşları yüzündendir.
Ama niçin akan yaşlarla dolu denizler?
Çünkü binlerce yıldır çok seller boşaldı içimden.
İyi de niçin gözyaşı döktün uzayda dans ederken böyle?
Çünkü ben anasıyım İnsan Soyunun.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

Şiir Nedir?

Hep birlikte dans eden şu çırçıplak sözcüklere bak!
Nasıl da çarpıyorlar herkesi.
Tek bir adım atmak yeter bunun'çin -
Çıkarın giysiler'nizi
Ve dansa katılın siz de.
Çırçıplak sözcükler ile insanlar dans ediyor hep beraber.
Olay çıkacak şimdi
Neyse işte geliyor Şiir Polisi!

Devam edelim dansa.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

24 Ağustos 2017 Perşembe

Benim Yaslı Kaptanlarım

Birkaç arkadaştılar ve tarihsel adlı
Birkaç insan: şimdi gelmişler
Bir bir görünüyorlar karanlığın içinden.
Ne de geç başlıyor ışımaları,
Nasıl da erişiyorlar sönmeden önce
Pürüzsüz bütünlüğüne bir tenin.

Ve kuşanır oluyorlar sonra bir yokluk gibi
Upuzun bir geçmişin urbasını.
Yenilemek için tek onun için
Yaşadıklarını sanmıştım
Habire kasılan bir sancıya ödenmiş
Bir kuvvetin kısır döngüsünü.
Uyarmalarıdır şimdi bana uzaktan değinen.

Doğru, durulmamışlardır daha,
Gene de bir belirginlikleri var
Kendilerince gerçek ve ayrı;
Bir ayıklanmışı var her birinin
Çıkmazlar arasından.
Çekilmişler bir yörüngeye,
Katı, çıkarsız bir güç ile
Dönüp duruyorlar, yıldızlar kadar.


Thorn Gunn
Çeviren: Feyyaz Kayacan

İdam Sehpasından Kimse Konuşmayacak

İdam sehpasından
kimse konuşmayacak. Sahne
kendi kendini açıklayacak.

O üstü parlak
düzgün kesilmiş tahta
mutfakta kullanılan bir araç tıpkı.

Hele o yüzü maskeli adam
elinde baltası: tanıdığımız biri:
Bizim orda bir depoda çalışıyor iş saatleri.

Sonra, mahkum, yüzünün rengi uçmuş,
çiğle ıslanmış otlarda yürüyor,
veda ediyor başıyla

tanıdıklarına. Sehpadan
kimse konuşmayacak. Biz de
unuttuk zaten suçunu.

Artık önemli değil
ne yaptığı. Önemli olan
hükmün yerine gelmesi ya da

daha çok, nasıl davranacağı
orada beklerken, insanlığı
sona ermeden.


Thorn Gunn
Türkçesi: Cevat Çapan

Baba Evi

Hüzünlüdür baba evi. Kalır bırakıldığı gibi
Kendini son terk edenin zevkine uygun.
Yeniden kazanmak istercesine o gideni.
Oysa, sevindirecek kimsesi yokken, solgun,
Bir türlü unutamaz yitirdiklerini.

Ve yeniden başlayamaz dönüp geriye,
İşte, her şey böyle olmalı, deyip coşkuyla
Bunu denediği günlere. Çoktan uğramış yenilgiye.
Nasıldı bir zamanlar! Bakın: resimlere, şu vazoya.
Çatal bıçak. Notalar piyanonun üstünde.


Philip Larkin
Türkçesi: Roni Margulies

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Uzanmak Gölgesine, Soluk ve Dalgın

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,
güneşten kızgın bir bostan duvarının,
dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından
tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısını yılanların.

Toprağın çatlağında, burçakotlarında ya da
izlemek kırmızı karınca dizilerini,
kah dağılan, kah toplaşıveren
başak kümeciklerinin üzerine.

Gözlemek dallar arasından, çırpınışını
denizin uzaklarda, pul pul,
yükselirken ağaçsız tepelerden
ağustos böceklerinin titreyen şarkısı.

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

İngiliz Kornosu

Rüzgar özenle çalıyor bu akşam
- Bir çelik şakırdamasını anımsatıyor -
sazların sık ağaçların ve süpürüyor
bakır ufku
uçurtmalar gibi uzandığı uğuldayan
gökte ışık çizgelerinin
(Geçip giden bulutlar, parlak
     krallıkları göğün! Yukardaki Eldorada'ların
     aralık kapıları!)
ve deniz, morarıyor
köpükten köpüğe, renk değiştiriyor
ve kıvrılıp bükülen köpüklerden
bir hortum fırlatıyor kıyıya;
kararırken hava yavaştan
doğan ve ölen rüzgar
seni de çalsaydı bu akşam
kalbim


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

Dağılgan Gönlümüz

Şu dağılgan gönlümüzü kavrayıp her biri yandan
ateşten imlerle açıklayacak
ve tozlu çayırlarda yitmiş bir safran gibi
parıldayacak sözcüğü isteme bizden

Ah güven içinde gidiyor insan
dost kendine ve başkalarına
önemsemiyor sıvası dökük bir duvarda
bıraktığı gölgesini kavurucu sıcağın

Sana dünyalar açacak anahtar isteme bizden
belki birkaç hece bir dal gibi kuru ve eğribüğrü
bugün yalnız şunu diyebiliriz sana
olmadığımız ve istemediğimiz şeyi


Eugenio Montale
Çeviren: Bedrettin Cömert

22 Ağustos 2017 Salı

Değerlerin Düşüşü

Bir yüksek öğrenim tezi okuyorum
değerlerin düşüşü üzerine
düşen kişi yüksekteymiş önceden
buymuş savunulması gereken
kim yitirmiş peki bu denli aklını?

Ne üstte ne de alttadır yaşam
hele hele ortada hiç
tanımaz o yukarıyı aşağıyı doluyu boşu
ne de sonrayı
zırnık bilmez şimdidense

Yırt kağıtlarını at lağıma
ey kendini bilmez adam
belki işte o zaman
söyleyebilirsin bir an olsun yaşadığını


Eugenio Montale
15 Ekim 1972
Türkçesi: Bedrettin Cömert

Uyanışlar

Her bir anı
bir başka kez
yaşadım ben
koyu bir çağda
benden dışarı

Uzaktayım belleğimle
peşinde o yitik hayatların

Uyanıyorum su
içinde sevgili bildik şeyler
şaşkın
ve yatışmışım

Bulutları kovalıyorum
çözülüyorlar tatlı
dikkat kesilmiş
anıyorum
birkaç
ölü arkadaşı

Nedir Tanrı?

Ve canlı
yılgıyla
faltaşı açıyor gözlerini
ve kucaklıyor
yıldız damlacıklarını
ve susuyor ova

Ve duyuyor
yeniden soluk aldığını


Giuseppe Ungaretti
Mariano, 29 Haziran 1916
Çeviren: Işıl Saatçıoğlu

Bitiş

     Böğürmüyor artık, fısıldamıyor deniz,
Deniz.

     Düşsüz, renksiz bir alan deniz,
Deniz,

     Aşındırıyor da insanı deniz,
Deniz

     Yansısız bulutlarda kımıl kımıl deniz,
Deniz.

     Hüzünlü dumanlara bıraktı yatağını deniz,
Deniz,

     Ölü de görüyorsun, deniz,
Deniz.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Locvizza

Muhammed Şahab
derlerdi adına

Soyundandı
Berberi emirlerinin
kendini öldürdü
çünkü yoktu artık
yurdu
Fransa'yı sevdi
adını değiştirdi

Marcel oldu
Fransız değildi ama
ve yaşayamazdı artık
ailesinin
Kuran
dinlenen çadırında
bir kahve yudumlanarak
Ve çözemiyordu
büyüsünü
kendini bırakışının

Birlikte götürdük onu
otelin sahibi kadınla
Paris'te kaldığımız
karanlık ve yokuş
bir arka sokaktan,
rue des Carmes, 5 numaradan
Ivry mezarlığında
yatıyor
hep
dağılmış
bir panayır sonrası günü
görünümünde
o kenar mahallede
Ve belki yalnız ben
biliyorum artık
yaşadığını


Giuseppe Ungaretti
30 Eylül 1910
Çeviren: Egemen Berköz

Lucca

Mısır'daki evimizde, akşam yemeğinden, Dua'dan
sonra annem buraları anlatırdı bize.
Bundan, şaşırmalar şaşırmalarla geçti çocukluğum.
Sakınan, körce bir gelgit var kentin sokakları arasında.
Burda amaç yola çıkmaktır.
İkindi serinliğinde meyhanenin önünde, California'dan
kendi mülkleriymiş gibi söz eden insanlarla
oturdum.
Dehşetle kendimi buluyorum bu insanların
davranışlarında.
Sımsıcak aktığını duyuyorum şimdi damarlarımda
ölmüşlerimin kanının.
Bir kazma aldım ben de.
Toprağın tüten kalçalarında güler yakalıyorum
kendimi.
Elveda istekler, sıla özlemleri.
Bir insanın bilebileceği kadar biliyorum geçmişi
ve geleceği.
Yazgımı tanıyorum artık ve köklerimi.
Artık bir şey kalmıyor bana kehanette bulunacak,
düşünü görecek.
Her şeyi tattım, acısını çektim.
Ölüme rızadan başka bir şey kalmıyor bana.
Huzur içinde çocuk yetiştireceğim demek.
Yaşamı överdim, kötücül bir iştah
ölümlü aşklara iten beni.
Aşkı, ben de türün bir güvencesi saydığım
şu an, ölümü görüyorum.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

Tatlı Zaman

Asılı havada tatlı zaman.
Dökülür tüyleri mavi göğe
ak kanadından bir güvercinin.
İnce bir ışık süzer son güllerden
seyrek yaprak duvarlar
tarlayla çayır arasında.
Gökten bir hüzün, büyük güneş kadar
iner yeryüzüne.

Sen, doğan set üstüne, yalnız
bir pırıltısıyla görünmez suların...

Eğiyorsun başını, ak kollarını kaldırıyorsun
tarıyorsun yumuşacık saçlarını;
öylesine yavaş, dururcasına.
Havada tatlı zaman gibi.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Acılar Kıyısı, Unutuş Kanalı

Büyük gölgesi şimdi güzün:
birden çökmüş akşam, soğuk
karanlık enginliğinde dumanlı göğün
hasta taşın üstüne, suyun - sönük.

Seyrek ışıklar şimdi, sıkıntıları,
sarı, siste dağılmış
uzak birbirinden, ayrı
her biri kendi ışıltısına kapanmış.

Acılar kıyısı, unutmuş kanalı...
bir ses yok yükselen ölü yürekten.
Yalnız o ayrılır haykırışları, tırmalayan kulakları
limandan uzaklaşan gemilerin


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz