Şiir, Sadece: İran Şiiri
İran Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İran Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Senden Sonra

Ey yedi yaş!
Ey şaşırtıcı yaşı yola çıkmanın!
Ne çok zaman geçti senden sonra
Çılgınlık ve bilgisizliklerle dolu!
Bizimle o kuş arasında, senden sonra.
Bizimle sabah esintisi arasında
Bir bağlantı olan o diri o aydınlık pencere
Kırıldı
Kırıldı
Kırıldı

Senden sonra o topraktan yapılmış
O bir tek sözcük söyleyen bebek, bir tek sözcük: Su su su
Boğuldu suda
Sesini öldürdük biz senden sonra ağustos böceklerinin
Ve bağladık yüreğimizi
Alfabeden yükselen zil seslerine
Siren seslerine silah fabrikalarının

Senden sonra masaların altından
Oyun yerimiz olan masaların altından
Masaların arkasına geçtik
Arkasından masaların
Masaların üstüne
Ve oynadık masaların üstünde
Ve yitirdik, senin rengini yitirdik ey yedi yaş!
Birbirimize ihanet ettik senden sonra
Ve sildik tüm anıları
Kurşun parçaları ve akan kanın damlalarıyla
Sokakların alçı duvarlarından

Alanlara doluştuk senden sonra
Ve haykırdık:
Yaşasın!
Kahrolsun!

Alanın kargaşasında kurnazca
Kentimize sızmış ve şarkılar söyleyen bozuk paraları
Alkışladık
Senden sonra yargıladık aşkı

Birbirimizin katili olan bizler
Merak içindeydi yüreklerimiz
Ceplerimizde
Bizse pay almak için aşktan, yargılamaya başladık

Senden sonra mezarlıklara adandık
Büyükanne'nin çarşafı altında soluyup duruyordu ölüm
Bir yanında dirilerin kederli dallarına
Adaklar bağladığı
öbür yanında
Ölülerin fosforlu köklerini tırmaladığı
O ulu ağaç: Ölüm
Ve o kutsal parmaklığın üstünde oturuyordu ölüm
Köşelerinde
Dört mavi lalenin yandığı
Rüzgarın sesi geliyor
Sesi geliyor rüzgarın ey yedi yaş!

Kalktım ve bir bardak su içtim
Ve hatırladım birden korkusunu
Genç tarlalarının çekirgelerden

Ne ödemeliyiz?
Ne kadar ödemeliyiz daha
Büyüsün diye bu beton kutu
Ne ödeyeceğiz?
Gerekeni
Yitirmek için yitirmişiz çoktan
Işıksız yola koyulmuş olan biz
Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep
Çocuksu anılarında bir toprak damın
Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan.

Daha ne ödemeliyiz?


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Akbaba

tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım

soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne

kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın

bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir

tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: M. Babek

Yeryüzü Ayetleri

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular

Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyorlardı çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalarlardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki ...
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk ...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu ...

Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Evim Bulutludur

evim bulutludur
boydan boya yerler bulutlu
dönemeçten
öfkeli bir yel esiyor
dağıtıyor her bir yeri
duygularımı dağıtıyor
ey sen kaval çalan
ve dalıp giden kavalım ninnisiyle
evim bulutludur benim

ey bulut
boşalmak isteyen bulut

ve ben
anılarıma karışıyorum
geçmişte kalan mutlu günlerime
güneşe çeviriyorum bakışlarımı
deniz kıyısında
yıkılmış her bir yer
öfkeli rüzgarla

ve yolda
kaval çalan adam
yürüyor
bulutlu dünyasında


Nima Yusiç
Çeviren: M. Babek

25 Ağustos 2017 Cuma

Ey İnsanlar

Ey insanlar!
Siz kıyıda şen ve kedersiz,
Denizde can çekişen bir insan var.
denizde,
Şu bildiğiniz sert, kara ve ağır denizde
Yaşam için çırpınan bir insan var!

Düşmanları yendim diye
Keyiflendiğinizde,
Bir düşkünün elini tuttum
Esenliğe kavuşsun diye
Kemerimi daha fazla sıktım diye
Övündüğünüzde,
Bilmem ne zaman anlatsam ki size
Ey insanlar
Kıyıda kurulu düzeniniz var
Önde ekmek, üstte gömlek
Denizde boğuşan insan size sesleniyor.
Ağır dalgaları yorgun elleriyle itiyor
Ağzı açık gözler yerinden fırlamış
Uzaklardan karaltımızı görmüş
Yutmuş yutacağı kadar deniz suyunu
Takattan kesilmiş
Batar
Kah başı
Kah eli

Ey insanlar!
Uzaklaştıkça o
Köhne dünyaya seslenirken
Bas bas bağırarak yardım diliyor
Ey insanlar!
Kıyıda sakin, seyre dalmışsınız
Dalgalar, sakin kıyınızı döver
Parçalanır kumsal üzerine
Çekilir köpükler.
Bir bağırtı uzaklardan duyulur
duyulur.

Ey insanlar!
Sesi rüzgar alır götürür
Rüzgarda, sesi dalgalanır
Uzaklardan yakınlardan
Kulaklarda yine bir haykırış
Ey insanlar! ..


Nima Yusiç
Çeviren: İldeniz Kurtulan

28 Temmuz 2017 Cuma

Adsız Şiir

Düşmanın göğsüne açtığı yara
seni yıkmaya yetmedi, yiğidim
kişiliğindir senin
ayakta dimdik ölmek
sen hançer ve kan şarkısı

sen
göçmen kuşları
sen
zafer marşı

gözlerin ne kadar da parlak,
halkın öfkesi,
kanınla uyanıyor
Tophane meydanında
coşuyor halk
hep beraber savunuyorsa,
ekmek özgürlüğü
ulu fidanım
ölümündür kılavuzları
aç ve çıplak insanları
adın sarsın istemiyor, düşman
fakat
ulaştıkça haykırışların onlara
bir mihrap oluyor
kanının her damlası

adın
halkın türküsüdür artık
dolaşır dilden dile
adın
İran bayrağı
Hazar, senin adına yaşar.



Hosro Golesorhi
Çeviren: M. Babek

Dalga

küçük bir nehir idim
ormanlar, dağlar ve vadilerden
akıyordum
kendi içinde boğulur
durgun sular, biliyordum

beni yolumdan alıkoyamadı
menzilin uzaklığı, yatağımın karanlığı
ne de durgunluk korkusu

şimdi katılmışım
tükenmez dalgalara
varlığımız dayanmak
yokluğumuz dayanmak.


Meniye Oskuyi
Çeviren: M. Babek

Eğer Bir Bire Eşit Olsaydı

Durmaksızın bağırıyordu öğretmen
tahtanın önünde
kızgın mı kızgındı
tebeşir tozluydu elleri

ama arka sıradakiler
kimi pestil paylaşıyor,
kimi karıştırıyordu elindeki,
resimli dergiyi

denklemler yazıyordu coşkuyla
düzgün elyazısıyla
zalimlerin yürek rengi tahtanın üstüne
yazdı yine
"bir eşittir bire"
öğrencilerden biri kalktı ayağa
diğerleri kalkmadı - bu her zaman böyledir -
ve "yanlıştır" dedi "bu denklem" yavaşça
çocuklar şaşkın gözlerle süzdüler onu
öğretmen duraksadı
sordu ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
eşit midir yine bir bire"
sessizlik
- ne güç bir soru -
kızdı öğretmen "evet" dedi
gülümsedi ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
neden ayrılmış insanlar
soylu üstte yoksul altta"

diyelim her insan bir birim
neden gümüş yüzlüsü ay gibi üstün
neden zenci olan feryatlarla altta

altüst eder bu denklemi
her insan bir birim olursa

güldü çocuk sordu çocuk
eğer bir eşit olsaydı bire
kim yaşatırdı soyluları varlık içinde
kim örerdi Çin Seddini
kim katlanırdı yoksulluk yüküne
eğer bir eşit olsaydı bire
kimin yüzünde şaklardı kırbaç
kim koyabilirdi özgür kuşları kafese

sustu öğretmen
dinledi, mahzunlaştı
yazdırdı çocukların defterlerine
"bir eşit değildir bire"


Ahmet Ziberem
Çeviren: M. Babek

4 Ocak 2017 Çarşamba

Heykeltıraş

Koca heykeltıraşım ben, hayalin çekiciyle,
Bir gece seni şiirin mermerinde yaratmışım.
Elmas gözlere şehveti resmetmek için
Bin tane kara gözün nazına katlanmışım.

Bakıp endamının yıkanma isteğine.
Ayın köpüklü şarabını üzerine serpmişim.
Seni korumak için ansızın nazardan,
Kıskançların gözünden bakışları çalmışım.

Kıvrılıp bükülüşün gönülleri fethetsin
Diyerek, ellerimi dört bir yana açmışım.
Her kadın endamından biraz ödünç almışım;
Güzel rakkaselerin nazlarını çalmışım.

Güzel bir heykelsin sen, bakmıyorsun hiç bana.
İnsafsızca atmışsın beni kara toprağa.
Sarhoşsun gururunla, uzak benim acımdan
Gönlüm kapanmış seni yaratan adama.

Dikkat et! Bu yalvarış perdesinin ardında
Ben varım, heykeltıraş, kara sevdalı sana ...
Çılgınlık saracak bir gece her yanımı,
Yerlerde görecekler seni de parçalamış!..


Nader Naderpur
Çeviren: A. Eğilmezcan

Sessiz Damawed

Selam! Ey görkemliler!
Selam! Ey aydınlık ve mağrur tepeler!

Yamaçlarına, vadilerine, derelerine selam!
Duru ve berrak kaynaklarına selam!
Vücudun sağlam, yüreğin kırılmaz çelik
Sertliğin dokunulmaz.

Dorukların ötesindeki gece şöleninde
Sonsuz yıldızların övgüsü,
Kollarının arasındaki sislerde günün doğuşu
Sürüp gidiyor,
Yaban lalelerinin kışkırtan çağrısı
Sert ve güzel taşların ardında.

Sen de bizim gibi bağlısın
Bulutların şalından bir örtü boynunda
Bir dayanak ve sığınaktır!
Ey şahlanmış at!

Kara bulutlar gibi karanlık benim de ruhum
Konuşuyorum seninle
Olmayan ovalarda taşınan zahmet niye,
Nerde yuvaları kartalların? Söyle,
Barınmak istiyorum ölenecek.

Gece nasıl da yıldızsız
Bakışlarımız ve ellerimiz boş
Sessizlik yanıp tutuştu çayırdaki köklerinde sözlerin

Söyle, söyle, konuşan sensin işte
Yıldırım dilinde ve taştan sözlerinle
Ne kadar karanlık gece
Sonsuz gecelerimizden daha soğuk bir gece
Söyle, susup durma öyle!


Siavaş Kasrai
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eşikte

Sakın
Güneşin sarı benzine
dalıp
bakma

Büyüler
seni.
Gözlerine ellerini siper et
Gökyüzüne bakarken
Göçmen turnaları
Göreceksin
yükseklerde
Mevsimlerin kavşağında
Rüzgarların geçidinde
Güneye doğru
Uçarlarken.


* * *

Ellerin
Gözlerinin kalkanı olsun
Sarı benizli güneş
Bakışını
Büyülemesin
Göçmen turnaları
Gör de
Denizlerden
Dağlara
Kanat kanata
Denizleri aşarlarken
Gururlu dik dağlara
Islak saman yüküne
Tarlanın kuru sofrasına

Kargaların kargaşasına
terk edilen harman yerlerinde
Geleneklere
Göreneklere
Ülkelere
Ve seni fersiz damına
Başına
Ve üzgün gövdene
Çöktüğün kedere

Ve böylece
Zindanda geçen yıllarına
Ve turnaların kanatlarındaki son kızıllık
Batan güneşin ateşinde
Kül olacak

Orda sen
Kederi göreceksin
Uzayan gölgesiyle
Batan güneşle birlikte
titreye
titreye

Ereğe erişir
Ve senin yanında
Pencere kıyısına ilişir
O
Senin sayrılı, beyazellerine
Yaşlı ellerine ...
Ve batan güneşi
Kara Kanadını...


Ahmed Şamlu
Çeviren: İldeniz Kurtulan

3 Ocak 2017 Salı

Tanyeri

Sabaha dek uyumayan
bana ninni söyleyen anam
ağlarken mutsuzluktan
gözyaşlarımı silen anam
öğretmişti bana
geceleri uyanık kalmayı

uyumadık
bu karanlık yıldızsız gecede
usanmadan dikilir gözlerimiz
tanyerine
uyumadık gözlüyoruz
ne zaman ağaracağını tanın

gelin sulayalım kanımızla
bu kızıl fidanı
sulayalım tanyerinin
bu kızıl gülünü

bulunmaz
karanlığın gözlerinden
acı acı dökülen
yaşlardan
daha parlak bir ışık


Ali Reza Nabdel Oktay
Çeviren: M. Babek

Yurt

Yorgun bir kent
geceleri ağır ağır
uykuya dalarken
gider benim gönül kuşum
ufuklara doğru
yellerin savurduğu
bulutlarla beraber

ey benim gönül kuşum
soyunup
bırakan kendini
serin dalgaların fısıltısına
ve kulaçlayan
"Urumiye" gölünün sularını
sonra o
buharlı geminin
dumanı kaplar gökyüzünü
gölün tarih ocağından
adlanan yüreğinden çıkar

yükselir duman, dağılır duman
Bağmeşe'de
tezgah başında
halı dokuyan bir kızın
dolar
ıslak ve küflü bodrumuna

çalışır kız kan ter içinde
canla başla çalışır
dokunur ilmek ilmek insanlığın destanını
çiçekler yaratır
sonsuza dek yaşayacak

gönül kuşum
Karadağ halkının
kışlık konargalarında gezer
ve Merage'nin

bağ çardaklarında
bahçıvanların söyleşilerini dinler
titrek fener ışığında
ve sonra yükselir
yürek dolusu gamla
konar
uçsuz bucaksız "ark" ın surlarına
donar gönül kuşumun yüreği
"neden bir sıcak ocak, yoktur ülkemizde
neden halkımın elleri soğuktur"
dağların
çayırların ötesinde
hiçbir sıcak ocak
hiçbir sıcak kucak
çağırmadı gönül kuşumu

O Ark ile dertleşir
Ark ki özüdür tarihin, sözüdür
ve der ki gönül kuşuma Ark
tutsak olmayacak insan
insanlık boy atacak.


Ali Reza Nabdel Oktay
Çeviren: M. Babek

Hallaç

Suda yine belirdi
rüzgarda,
saçlarının bulutuyla
yine o kızıl marş
"En elhak"
hep dilindeydi

sen
"aşk namazında" ne okudun ki
asıldığından yıllar geçiyor da
hala
bu ihtiyar asesler
ölünden bile korkuyorlar
adını
Nişabur'un bağrı yanık aşıkları
esriklik
esriklik ve doğruluk anında
dudaklarının altından
yavaş yavaş
gizleyerek yineliyorlar

sen
darağacında
suskun ve donukken
izleyici kaldık biz
vazifeli aseslerle

külünü
sabah rüzgarı
nereye savurduysa
bir yiğit çıktı
topraktan

Nişabur'un sokaklarında
geceyarısının esrikleri
yavaş yavaş
kızıl şarkılarını söylüyorlar

adın,
dolaşıyor dillerde


Hamid Mosaddegh
Çeviren: M. Babek

2 Ocak 2017 Pazartesi

Peşrev

Olayların gizemini
Kır.
Suskunluk mührünü dudaklarından
Sök
Terk edilmiş kuyulara
Dalma
Sun, adımlarını yollara
Sun...
Direniş destanı ezgisini çağır
Keder türkülerini neden,
Neden söylersin?
Kurulup oturmamalı tasa
Gönlüne
Gözlerinden yaş akmamalı
Direnip ayakta durmak
Belki çok zordur bilirim
Ama
Çökeltemez insanı gam
Kalk o gem almaz atını
Eğerle
Ardına bak
Kimdir güvendiklerin
Efrasiyab, Siyavuş'un kanını döktü
Bijen'e düşmanlar kuyuda boğdu
Neredeymiş bahadırlığın senin?
Tüm vücudun suskun
Nerdeymiş erkekliğin senin
Tüm vücudun durgun
İsfendikar'ı ne teselli edersin
(Ben) pür gurur benddeyken?
Al okunu yaya yerleştir
Yaylan, vur onu gözünden
Şogad'ın kuyusu, ölümünü sağlar
Sana senden gelir zarar
Kendi kuyunu kazansın sen
Seni vurmak gerek
Kırmak gerek.



Hamid Mosaddegh
Çeviren: İldeniz Kurtulan