Şiir, Sadece: Dünya Şiir Antolojisi
Dünya Şiir Antolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya Şiir Antolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2018 Cumartesi

Bir Küçücük Işık

Evine giderken, evinden çıkarken,
yürürken kentte ya da ıssız bir yerde,
küçücük de olsa, bir ışık bıraksın ister geride.
Bilir çünkü:
Boşa gitmez bir tek yağmur damlası bile.
Yere akan kanı da saklar toprak
(bir gün bunun hesabı sorulacak).
Geleceğe ışık tutan
inlemeleridir ölenlerin
bir inanç uğruna.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

Mavi Mendil

Dağ değil. Aydan gelen ışınlar değil.
Derinlerden bize doğru gelen -çok iyi bak ama!
Barıştır. Selam çakıyor dünyaya
Benden armağan
elindeki mendil.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

12 Ocak 2018 Cuma

Matyos Paskalis Güller Arasında

Durmadan pipo içiyorum sabahtan bu yana
bir dursam güller sarılacak bana
dikenleriyle dökülen taçyapraklarıyla boğacaklar beni
eğri sürüyorlar hepsi aynı gül rengi içinde
bakıyorlar; bekliyorlar birini görmek için; kimse geçmiyor.
pipomun dumanı ardından izliyorum onları:
kokusuz, bezgin bir sap üzerinde,
öteki yaşamda bir kadın bu elle dokunabilirsin derdi
ve senindir bu gül, senindir alabilirsin
şimdi ya da sonra canın istediği zaman.

Basamakları iniyorum hep pipo içerek
yangılanmış güller de benimle iniyorlar
ve bir şeyler vardı davranışlarında haykırışın kökündeki sesten:
insanın "anneciğim" ya da "imdat" diye bağırmaya
ya da aşkın küçük ak seslerini çıkarmaya başladığı sesten.

Gül dolu küçük bir bahçe
basamakları inerken benimle birlikte alçalan
birkaç metre kare, gökten yoksun;
ve teyzesi şöyle derdi: "Bugün jimnastiğini unuttun Antigoni
ben senin yaşındayken korse giymezdim, benim zamanımda."
Kabartma damarlı acıklı bir gövdeydi teyzesi
kırışık doluydu kulaklarının çevresi, can çekişen bir burnu vardı
ama erdem doluydu bütün sözleri.
Antigoni'nin memelerine dokunurken gördüm
bir gün onu, elma çalan küçük bir çocuk gibi.

Böyle inerken yaşlı kadına rastlayacak mıyım acaba?
Ben giderken "Kim bilir ne zaman görüşeceğiz tekrar" demişti
daha sonra ölümünü okudum eski gazetelerde
sonra Antigoni'nin düğününü, Antigoni'nin kızının düğününü
ve ne basamaklar bitti ne de pipomun dumanı
dudaklarımda bir hortlak gemi tadı bırakan duman
ve gençliğinde çarmıha gerilmiş denizkızı dümenin üzerinde.


Yorgo Seferis
Koriça, Yaz 1937
Türkçesi: Herkül Millas

Y. S. Yöntemi İle

Nereyi gezsem Yunanistan yaralar beni.

Pilyo'da kestane ağaçları arasına Sentavrin gömleği
vücuduma sarılmak için yapraklar içinde kayardı,
yokuşu tırmanırken deniz izlerdi beni:
o da tırmanırdı termometrenin cıvası gibi
dağ sularına ulaşıncaya kadar.
Batık adalara elimi değdirirken Sandorini'de
sünger taşlarında çalınan kavalı dinlerken,
elimi küpeşteye çiviledi
yitik bir gençliğin uzak sınırlarından
ansızın atılan bir ok.
Büyük taşları, Atpidonlarin hazinesini kaldırdım Mikine'de
ve yanyana yattım "Menelaos'un Güzel Helen'i" otelinde onlarla;
Ancak sabah olup da kara boynuna asılı bir horozla
ötünce Kassandra kayboldular.
Bıktım midem bulandı gemici türkülerinden
Speçes'te, Pros'ta, Mikonos'ta.
Ne isterler acaba Atina ya da Pire'de
bulunduklarını söyleyen bütün bu insanlar?
Biri Salamina'dan gelip "Omoniya'dan mı geliyorsun" diye sorar ötekine,
"Hayır, Sintagma Alanı'ndan geliyorum" diye yanıtlar öteki, memnun
"Yani'yi gördüm, dondurma ikram etti bana."
Yunanistan geziyor bu arada
hiçbir şey bilmiyoruz, nasıl dışında kaldık sefere çıkan gemilerin, bilemiyoruz,
bütün gemiler seferdeyken denizlerde limanın çektiği acıyı bilmiyoruz
ve alay ediyoruz bu acıyı tanıyanlarla.
Atik'te bulunduklarını söyleyen ve hiçbir yerde olmayan garip insanlar;
insanlar;
evlenmek için şekerlemeler alırlar
resim çektirirler ellerinde saç ilaçlarıyla.,

Bugün kumrulu, çiçekli bir perde önünde otururken gördüğüm adam
ses çıkarmıyordu yaşlı fotoğrafçının
gökteki bütün kuşların yüzünde bıraktığı kırışıklıkları düzeltmesine.

Yunanistan geziyor bu arada durmadan geziyor Yunanistan,
ve eğer "cesetlerle çiçek açmış Ege'yi görürsek"
yüzerek yüce gemiyi yakalamak isteyenlerin cesetleridir
kımıldamayan gemileri beklemekten usanmış olanlardır:

ELSİ'yi, SAMOTRAKİ'yi, AVRAKİKOS'u.
Pire'de akşam olurken vapur düdükleri öter,
durmadan öter, öter, ama tek bir baba kımıldamaz yerinden
kaybolan ışıkta hiçbir zincir ıslanıp parıldamaz,
beyaz ve altın renkler içinde mermerleşerek durur kaptan.

Nereyi gezsem Yunanistan yaralar beni,
dağ perdeleri, takımadalar, çıplak granitler ...
AGONİA 937 sefere çıkan geminin adı.


Yorgo Seferis
M/S Aulis, demir almasını beklerken,
Yaz, 1936
Türkçesi: Herkül Millas

Üzgün Kadın

Sabrın taşına oturdun
akşama doğru,
gözünün karasıyla
acını açığa vurarak;

ve dudaklarında bir çizgi
çıplak ve titrek
ruh savrulup
hıçkırık yakarırken;

ve aklında gözyaşlarını başlatan
o hedef vardı
ve sonunda yemişe
dönüşen gövdeydin;

ama yüreğinin yırtınışı
inlemedi ve yıldızlı göğün
dünyaya verdiği
anlam oldu.


Yorgo Seferis
Türkçesi: Herkül Millas

11 Ocak 2018 Perşembe

Hazreti İsa Oğlumla Oynar

Tanrım ne kadar da benziyor Tanrıya.
Oğlum bize gelen insanlardan
farklı mı dersiniz?

Dikenli çelengi çıkardı
astı holdeki askılığa,
tam şapkaların yanında
incinmesin diye.

Hazreti İsa'nın kadınları yanında
oğlumu görürüm kanat açarken.

Kış gelir pencerelerden.

Soğuktan üşümüş hazret Yeruvim
girmek istemez odamıza.
Belirsiz sözleri çağırır bizi.

O kalkıp yalınayak gider
geçer karlardan
masada içmeden şarabını bırakarak.

Dikenli çelengi bana mı bırakır
yoksa unutkan mı çok?


Pero Zubaç
Türkçesi: Necati Zekeriya

Güneş Tacı

Doğan güneşle uyanıyorum
halkım ayağa kalkmış türkü söylüyor

Işıklarda kaçışan gölgeler
güneşle ağrıyla giriyor şiire

Ağrıdan mutluluktan türkü söylüyoruz
çiçek derlenirken türkü söylenir bizde

Bir gül ayalınca sürüp giden yaşam
türküleri biz biliriz, savaşı da

Kucaklaşırız, sevişiriz savaş sırasında
dünyaya çocuk getiririz askere gideriz

Düşenlere anıt dikeriz savaşta
bıraktığımız yerden başlarız türküye

Evlerimize benzer anıtlar atalarımıza
ak kuleler yükselir alaca karanlıkta

Gökten güneş gibi eksilmez türkü bizde
ekmeğimiz olmadığında da türkü söyleriz ekmeğe

Türkünün en güzel yerinde türküye veririz yüreğimizi
güneş türkü söylediği zaman bakarız gökyüzüne

Çıkar yükseklere koparmak ister güneşi ozan
takmak için bağrına ısısın diye yurdumuz

Ama neylersin savaş gelir türkü yarıda kalır

Sonra yeniden ölürüz durmadan ölürüz ölürüz
indirmek için güneşi tekrar çıkarız gökyüzüne

Bu böyle ne kadar sürer ey ozan
artık yeni şeyler söyle, uyunabilir mi şiirinde

Söyle sessizliği güzelleştirebilir mi şiirin senin
mutluluk verebilir mi yurdumuza söyle

Korkunç bir yerde ev bark kurabilir misin şiirine
ölebilir misin sen de ta-güneş uğruna söyle

Altın yüreğinden bir el silah atabilir misin
herkesin kolay anlayabileceği bir şiir yazabilir misin

Yaz ki biz de ardından şiirler yazalım, türküler söyleyelim


Velimir Miloşeviç
Türkçesi: Necati Zekeriya

Çingeneler

Karanlık yağmurlar gibi dağılmışlar
sıcaklarda
ne dua edecek kiliseleri var
ne savaş duyuracak devletleri
başkaları için kılıç yaptılar
kendilerine salt yalnızlık türküsü söylediler
içlerinde en iyi türkü söyleyeni
seçtiler padişah kendilerine.


Radovan Pavlovski
Türkçesi: Necati Zekeriya

10 Ocak 2018 Çarşamba

Bu Gece

Bu gece bir ot sevecek
doğacak ardından yeşil
gölgelerle

Bu gece bir yaprak sevecek
yağacak ardından yağmur
gümüşlerle

Bu gece bir ağaç sevecek
düşecek ardından gök
mavilerle

Bu gece bir ozan sevecek
kalacak ardından şiir
ağrılarla


Necati Zekeriya

Deniz

Güzelliğinle büyülenmişim işte
Yaldızlı kıyısında duruyorum damlaların
İçime doluyor sabah. Gözlerin öylesine yakında
Soluğun öylesine yakında. Ama bakıyorum
Ellerim bomboş şimdi.

Deniz! Ah, deniz!
Durgun. Üstünde güneş gerdanlığı.
Aynalar korosu. Gülümseyen sessizlik.
Kimseler bilmez derinliklerinde
O erişilmez uçurumlarda gizlenenleri.

Ne gelir elimden, söyle bana kadınım,
Kıpırtısız denizine karşı senin
Uzaklardan kopup gelen bir rüzgarım sadece.
Alevli tenini ıslatırım
Yağmur ellerimle, fırtına bedenimle.

O güzel yokluğun büyük oyununda
Bir ülkesin sen altında gök ayaklarımın
Bulamam seni, ulaşamam sana
Ayak izlerime bakıp oyalanırım.

Yalnız kıyılarda kırışırsın sen
Açmazsın karanlığının gizlerini
Sisler içindeki oyunumuz ansızın biter
Ya yorgunluğumdan benim, ya senin sıkıntıdan

Güzellik yanıltır beni, bu oyun yorar
Kırık kanatlarla havalanırım
Dönüşü olmayan sonsuzluk ülkesine.

Ama kalırsın sen. Kadın. Deniz.
Kendini güneşin öpüşlerine açan.
Rüzgarız, oyunumuz kurutur bizi
Kuşlarız, yitirir bizi türkülerimiz.


Mateya Matevski
Türkçesi: Necati Zekeriya

İnsanlar Silahsız Uyanırlar

İnsanlar döner evlerine. Açarlar küçük kutusunu belleğin.
Ve kaparlar pencereleri.
Sonra bir süre
gizlice
bakarlar perde aralığından sokağa,
fenerden dökülen ışığın
asfalttan oluşturduğu çembere.

Irmağın ötesinde
kerpiç kulübelerine
girer insanlar, eğilerek hafifçe,
ve dinlerler
başkalarının üzerinde
hışırdadığını rüzgarın kamışlar arasından

Kentle ilçe arasında
çiğnenmiş çayırlıkta
askerler çatarlar tüfeklerini
ve girerler çadırlara
eğerek başlarını
birine selam verircesine.
Ve tam bu sırada
kuşlar yaprak kılığına girmişlerdir
yılanlar ağaç kabuklarında nakış süsü verir kendilerine
sular ve balıklar
her şey uykuya varır
ve rüzgar, çizgileri artık seçilemeyen
dağ yamaçlarına uzanır.

Fakat şafakla birlikte
canlanır herkeste
kopmuş anılar
kaldıkları yerden.
Ve yıldızlar herkese ilan eder ki
Başlamaktadır yeniden değişimler.
Ve sessizce değiştirilir kulis arkasında roller.
Kuşlar kuş olur yeniden
her bir yılan kendi çiçeğine döner
ve her çiçek kendi güneşine.
Ve malum olur ki hemen
bu-havadır
bu-dağ
ve rüzgar henüz ayrılmıştır ondan
ve atmıştır ilk adımını...
Ve o anda
her yerde
demirden damlar altında da
saydam cam pencereler ardında da
kerpiç duvarlar ardında da
açılır yeniden
gözleri tüm yaşayanların
kötülükten arınmış
küçük yuvarlacıklar ...

Kısadır bu an
onu yakalamak gerek.
İnsanlar almadan ellerine silahlarını.
İnsanlar, çünkü
silahsız uyanırlar.


Stevan Raiçkoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

9 Ocak 2018 Salı

Kutlu Say O Günü

Kutlu say o günü, ağaç ve hayvan
sevgiyi öğrenmek için insana başvurduklarında.
Kutlu say o günü, her sevgiden
toprağa türküler, denize kuşlar doğduğunda.
Kutlu say o günü, çiçekler ve kadınlar
yemişlerini en bilge bahçıvana sunduklarında.
Kutlu say o günü, "kötülük" sözcüğünün yerini "sevgi"
"acı" sözcüğünün yerini "güneş" sözcüğü aldığında.


Vesna Parun
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

İlinden Ezgilerinden

III.


Dün akşam karanlıkta
hışırdarken karaağaç
yattım, uyur uyumaz
bir düş göründü bana
tuhaf mı tuhaf bir düş.
Gece karanlık, sisli
ve siste iki şahin
kanatlarında bir inci gerdanlık.

- Anne ne demek bunlar
Nedir gizlenen sisin ardında?

- Bir düştür bu oğlum
inilti gibi ağır bir düş.
Yargıdır, zindandır o karanlık
iki kardeştir o iki şahin
prangadır o inci gerdanlık.


Blaje Koneski
Çeviren: A. Behramoğlu

Trenden Seyrederken

Yemyeşil bir ülke, yollar arada
Benim çocukluğum geçti burada.
Şimdi o dağlar, ardımdan ağlar.

Bunlar ötesinde bir köy uzayan
Bir dost yok mu mendil sallayan?
Şimdi o dağlar, ardımdan ağlar.

Tren çiğner ne varsa yolun üstünde
Vaktiyle bir çocuk vardı bu köyde.
Şimdi o dağlar, ardımdan ağlar.

Anılar geriye çağırır çok kez
Yaşamca iter başka yerlere.
Şimdi o dağlar, ardımdan ağlar.


Blaje Koneski
Türkçesi: Necati Zekeriya

8 Ocak 2018 Pazartesi

Akşam Çırpıştırması

Görünmeyen kanatlar hışırdıyor siste
gün batımı alevinin eritemediği.
Hava da kanatlı ve tedirgin;
korkunun kovaladığı bir bulut sürüsü gibi
uçuyor, rastgele korunmaya çalışarak fırtınadan.
Fakat az sonra bitecek koşusu gölgelerin
gece kar gibi dökülecek alacakaranlıklardan.


Oton Jupançiç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Kürek Mahkumunun Türküsü

Prangaladılar beni bu lanet olası tahtalara
Evimi görmedim bir daha, anamı görmedim
Ak badanalı evimiz durur m'ola; ana, ağardı mı saçların acıdan
Deniz oy, mavi deniz!

Gömdüler beni tahta bir tabuta
Dağlarda çamları göremem, gökte güneşi göremem
Çamlar kürek mi oldu hep, güneş söndü mü yoksa
Deniz oy, mavi deniz!

Kırdılar ayaklarımı, yıkıldı gençliğim yok oldu
Canlı canlı mezardayım! Martılar oy, engindeki martılar
Uçun güneye, iletin anama oğlunun haberini
Deniz oy, mavi deniz!

Bir avuç toprak, bir küçük çiçek getirin yurdumdan bana
O gün kürekler bile filizlenir, ruhum unutur acısını
Dinlerim bana neler fısıldadığını
Deniz oy, mavi deniz!

Türkünle avutursun mahkumu: "Batıracağım bu lanet gemiyi lanet gemiyi
Uçsuz bucaksız enginlikte özgür kılacağım seni
Çocuk gibi sallanacaksın mavi bir çırpıntıda
Uyu uyu ninni!.."


Vladimir Nazor
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Yurdum

Ağlıyorum senin için yoksul toprak!
Ve kendi yüreğimin kanıyla değil sadece.
Çilekeş halkımın tüm kederiyle-
Acılıyım ben de. Onun yazgısını paylaşarak.

O ne zaman horlandıysa, aşağılandıysa-
Horlandım ben de. Ve her yürek çarpışını kanla ödedim ben.
Kanım damla damla akıyor düşmanın ellerinden
Ve duruyor damga gibi acılı toprakta ...

Gözyaşlarımda kutsal tuzu vardır başka gözyaşlarının
Birleşir canımda acısı yüzlerce canın
Ve onların üzüntüsüdür çınlayan benim yakınılarımda.

Sırp ruhunun bulunduğu her yerde
Bulurum bir sığınak kendime
Yurdumun kutsal havasını soluyarak coşkuyla.


Aleksa Santiç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

30 Aralık 2017 Cumartesi

Sevgilinin Balkonundan

Al beni kollarına gece.
ak karların eğdiği kalçaların
Hafif hafif esen yelle
Irgalanıp duruyor öyle.

Ama görüyorsun ki iniyor güneş,
Al bir renge bürünüyor ağaçlar,
Bütün kış boyunca, her gece,
Salınacaksın genç bir gelin gibi.

El ele geçeceğiz seninle
Büyük Ayı'nın yüreğinden;
Berenice'in saçlarının arasında
Yatıp uyuyacağız seher vakti.


Cesar Baltag
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Al Elma

Al bir elma
üzerinde masamın.
Rengiyle efsunlamış
kağıtlarımı, kitaplarımı, odamı.
Ala kesmiş her şey
Alevden bir dünya sanki.
Bir lekecik var
küçük,
ak,
yuvarlak
-gözyaşı gibi-
tam ortasında.
Bir yaprağın
marifetidir o.
Dikip gözlerimi
sılamdan gelen elmaya,
düşünüyorum,
anımsatıyor bir lekecik
büyüdüğüm bahçede
bana bakıp duran
tanıdık bir gözü.
arıların vızladığı çiçekli ağaçları,
yoncaları ve kaval seslerini,
ötüşen ardıç kuşlarını,
bütün çocukluğumu.


Aurel Rau
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Boşun ve Dolunun Gizleri

Dilini ısıtıyordu güneşte
Çiçeklensin diye fırlatıyordu toprağa sırça parmağını
Hep üşüyor ve ovuşturuyordu ellerini
Ölüp ölüp gidiyor kunduralarını giyiyordu
Tarayıp duruyordu saçlarını kapatıyordu kilitli kapıları
Koşup koşup duruyor bakıyordu içinden buzların
Suya bakıp da daireler çiziyordu
Ve çözünce askılarını bacakları düşüyordu


Aurel Rau
Çeviren: Muzaffer Uyguner