Şiir, Sadece: Sırbistan Şiiri
Sırbistan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sırbistan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2018 Çarşamba

İnsanlar Silahsız Uyanırlar

İnsanlar döner evlerine. Açarlar küçük kutusunu belleğin.
Ve kaparlar pencereleri.
Sonra bir süre
gizlice
bakarlar perde aralığından sokağa,
fenerden dökülen ışığın
asfalttan oluşturduğu çembere.

Irmağın ötesinde
kerpiç kulübelerine
girer insanlar, eğilerek hafifçe,
ve dinlerler
başkalarının üzerinde
hışırdadığını rüzgarın kamışlar arasından

Kentle ilçe arasında
çiğnenmiş çayırlıkta
askerler çatarlar tüfeklerini
ve girerler çadırlara
eğerek başlarını
birine selam verircesine.
Ve tam bu sırada
kuşlar yaprak kılığına girmişlerdir
yılanlar ağaç kabuklarında nakış süsü verir kendilerine
sular ve balıklar
her şey uykuya varır
ve rüzgar, çizgileri artık seçilemeyen
dağ yamaçlarına uzanır.

Fakat şafakla birlikte
canlanır herkeste
kopmuş anılar
kaldıkları yerden.
Ve yıldızlar herkese ilan eder ki
Başlamaktadır yeniden değişimler.
Ve sessizce değiştirilir kulis arkasında roller.
Kuşlar kuş olur yeniden
her bir yılan kendi çiçeğine döner
ve her çiçek kendi güneşine.
Ve malum olur ki hemen
bu-havadır
bu-dağ
ve rüzgar henüz ayrılmıştır ondan
ve atmıştır ilk adımını...
Ve o anda
her yerde
demirden damlar altında da
saydam cam pencereler ardında da
kerpiç duvarlar ardında da
açılır yeniden
gözleri tüm yaşayanların
kötülükten arınmış
küçük yuvarlacıklar ...

Kısadır bu an
onu yakalamak gerek.
İnsanlar almadan ellerine silahlarını.
İnsanlar, çünkü
silahsız uyanırlar.


Stevan Raiçkoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

2 Mart 2011 Çarşamba

Kıskançlık

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni hatırlayınca, efkarlandım ansızın.
Sabah bir ırmaktı, sen delice anadan doğma çıplak.
Irmak geçmiş gibiydi erkek sularından
bu yüzden bir çığlık kopardım ağrılardan.

Kıyabilirdim balıklara ben de
inanmıyordum sazlara, yosunlara.
Sen en çirkin balığın altında da yatabilirdin çünkü
beyaz boynuzlar bitişiyordu alnında.

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni görmek için sazlar da büyüdü iki karış.
İki cinsten vahşiler geliyordu sana doğru
handiyse akacaktı senin göğsünden iki ak ırmak.

Ne yapabilirdim ki
önünde diz çökmekten başka ne yapabilirdim?
Güçlü bir boğaydım belki, ama sen körpe bir anne
bakıyordum senin iki gözün dumanlı.
Bunlara karşı kaynıyordu kan içimde
ve dönüyordu başım sersemce.

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Bacakların güçlüydü atların kaslarından
seziyordum alnımda
iki boğa boynuzunun büyüklüğünü.
Ama doludizgin böyle bir koşucuya nasıl varabilirdim?

Delice bir koşuydu bu sabahtan akşama dek.
Otları yumak yapmış, biçmiştik ekinleri.
Sonra bakıyorduk aydınlığa sonsuzluğu görürüz diye.
Ben tıknaz, kalın enseliydim,
sen süt beyaz, ince, uzun, narin.
Ve gün birdenbire kesti türkü söylemeyi kavak dallarında.
Ve tuhaf şey: Büyüdü ormanlar kökleriyle göklere doğru
kurtun gözlerinde dolu kurt ağrısı vardı
suda balıklar konuşuyorlardı gizlice.

Ve unutma iki gök vardı
deredeydi biri.
Ve her kavak dalının elinde sıcaklık vardı.
Tuhaf, kara, kapkara aylar yüzüyordu göklerde
dudaklarında ateş, ellerinde sıcaklık vardı.

Ve gün kesti türkü söylemeyi kavak dallarında
Gece oldu. Sen yatıyordun çimenler üstünde, çırılçıplak,
ben zayıf, cılız bir delikanlıydım
o iki ak boğa boynuzundan yoksun.

Biliyorum: Sen gençtin
kurtun bile altına yatabilirdin
kamçılayarak sözleri kükreye bilirdin
gene de bıçağa değmezdi ellerin.

Kaçmaktan başka ne yapabilirdim, kaçtım
benimle kalın ağaç gövdeleri de sendeledi
beni izliyordu o korkunç iki göz
senin ya da senin o vahşi kurtunun gözleri.


Branko V. Radiçeviç
Türkçesi: Necati Zekeriya

1 Mart 2011 Salı

Ruh Kargaşası

Savaşta öldürülmedin, şeytan gibi şanslısın dediler bana.
Oysa babamı ve bir erkek kardeşimi öldürdüler bu savaşta.
Ve sürükleyip götürürlerken beni, boğazıma bir paçavra tıkamışlardı
Sesim çıkmasın, haykırmayayım diye avazım çıktığınca.

Tahta kurusu muhbirlerdi bakan, sindikleri köşelerden sadece
Ve gündüzleri ve uykusuz gecelerin karanlığında
Örümcekler, tek düze söz ağlarını örüyorlardı çökerek üstüne göğsümün
Kadın haykırışları duyuluyordu betondan koridor cehenneminde
Ve ölü bir kadın canlı bir çocuk doğurdu orada.

Annem, tüm olup bitenlerden sonra otuz gece
Gözleri kapıda, kımıldamadan, oturmuş bekleyerek beni
Otuz birinci sabah, salmışlar onu iyileşenler arasında
Çünkü bu kargaşadaki öteki kadınlar gibi sövüp saymamış muhafıza
Annem bir akıl hastanesine kapatılmıştı.

İnsanlar, sadece insanlar kurtarabildiler ölmekten onu
Bulup çıkardılar, henüz canlıyken.
Ve ölüm kokusu sonsuzca kaldı etinde
Öylesine istiyordu genç bir erik ağacına asmayı kendini
Kimbilir ne zaman çiçek açacak olan.

Ve ben şimdi de -konuşan yine namluysa eğer
Ve bıçak camı şangırdattığında, sönsün diye kitabın üstündeki ışık
Ben şimdi de o tutsaklık karanlığını ilençliyorum, kanatasıya ısırıp dudaklarımı
Ve duyuyorum yeniden öldürücü ayak seslerini karanlıkta ve haykırışım
Ve kendi fısıltımı: "Götürecekler anneciğim"

Kınamayın beni, sevinçten çok sık söz ediyorum diye
Evim bir kül yığınına döndü ve hüzün çok sık konuğumdur hala
Bu yaşam titreşimleri, acıdan kurtuluş çabası
Ben de sizler de üstümüzdeki ağırlığın altında daha kolay yaşayabilelim diyedir.

Düşler bırakmadı beni, tüm İspanyalardan sonra ...
Belki kederlidir bakışlarım ve az çok karardılar acılardan
Fakat güzele eğilim, eksilmiyor yaşamdan ...


Mira Aleçkoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

28 Şubat 2011 Pazartesi

Ayrılış

Burda değilim artık
yerimden kımıldamadım bile
ama burda değilim artık

Girsinler
arasınlar hele beni

Değirmen, kaburgaların gölgesinde
öğütür olgunlaşmış boşlukları
dumanları ucuz düşlerin
sigara tabağında tüter de
burda değilim artık

Al dalgalarda
sallanır bağlı sandal
olgunlaşmış bir çift söz
asılı kalır bulutun boğazında
burda değilim artık

Yerimden kımıldamadım bile
ama öyle uzaklardayım ki
varamazlar bana hiç.


Vasko Popa
Türkçesi: Necati Zekeriya

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kavgalar

Kayalar arasında tek başıma
Boşuna gezdiğimi sormayın neden
Her gün bir sözü unutuyorum
Yitiriyorum her gece bir yıldızı
Başka başka kapılardan kaçıyorum ben
Her sabah kopup kökümden, evimden

Kışla karanlığın çarpışması
Korunak arıyorum mağaralarda
Aslanlarla canavarlar yanında
Karın boğazıma kadar gelmesi
Atım da batıyor yeraltı deresine
Ben bir topun altında fitil örneği
İki meydan arasında, donuklukta yanıyorum
Ve tatlı anaya sunulan övgüyü duymak istiyorum.

Oysa yolda kimseler yok türkü söyleyen
Göl dibinde kışlıyor kiliseler
Gece olunca tepesinde Velebit'lerin
Kızgın bir ateşi görüyor gözlerim
Ve parmaklarına üfleyen iki celladı.
Beni tohumuma kadar
Ateşte kızartmak istiyorlar.

Ateşlerin nasıl yandığına bakınız
Tepesinde yeller esen bayırın
Ve sormayın neden böyle yapayalnız
At sırtında uçuyorum köyden uzaklara
İlaçlı bitkileri arayarak
Kendime ve birçok yaralı kardeşlere.
Ben de attan ineceğim
Ak saraylardan işitilince borazan sesi
Dargınlığını yitirince ateşler
Pişman olunca yılanlar
Birbiriyle içten kucaklaşınca kardeşler.


Miograd Pavloviç
Türkçesi: İskender Muzbeg

8 Şubat 2011 Salı

Oyundan Önce

Kırpar bir gözünü ilkin
süzer her yanını iyice
bakar çivi olmasın, olmasın hırsız mırsız
bakar olmasın kukukuşu yumurtaları

Kırpar öteki gözünü sonra
bir oturur kalkar bir
sıçrar yükseğe yükseğe
sıçrar tepeüstü

Ağırlığınca düşer ardan
düşer derin derin günlerce
batar dipsizliğine kendisinin

Hangisi paramparça olmamışsa
sapasağlam kalmışsa
durabilmişse ayakta
oyunu sürdürür o


Vasko Popa
Çeviren: N. Zekeriya

Oyundan Sonra

En sonunda o eller sarılır karına
ki gülmekten çatlamasın
oysa karnı yok

Bir el güçlükle kalkar
ki alnından soğuk terleri silsin
oysa alnı yok

Öteki el yüreğe uzanır
ki yürek çıkamasın göğsünden
oysa yüreği yok

Her iki el düşer
düşer işsiz güçsüz bağrına
oysa bağrı yok

Bir avuca yağmur yağar şimdi
ötekinden otlar biter
başka diyeceğim yok


Vasko Popa
Çeviren: N. Zekeriya

7 Şubat 2011 Pazartesi

Senin Gözlerin Olmasa

Senin gözlerin olmasa
gökyüzü
inmez ıssız evimize hiç

Senin gülüşün olmasa
duvarlar
yaşamaz gözlerinde hiç

Senin kuşun olmasa
salkımsöğüt
geçmez eşiğimizden hiç

Senin ellerin olmasa
güneş
gecelemez düşlerimizde hiç


Vasko Popa
Türkçesi: Necati Zekeriya

1 Şubat 2011 Salı

Yugoslavya

Sen güzelim ağacı duyum bahçelerinin
Fısıldarsın masalını yasaksız yemişlerin
Dilin dilim, ağlaman ağlamamdır benim.

Çıkar güzel düşler sabahında
Sudan çıkışı gibi güneşe yüzenin
Sabahın sabahımdır, günün günümdür benim.

Zamanın savaş alanlarında sen nöbet kulesisin
Öldürümsüz bir bağın bayrağını seyrettiğim
Aydınlığın aydınlığım, kemiğinse kemiğim.

Dünya denizlerinde sen mıknatıslı iğnesin
Birleşirken titreşen uzak aşk yıldızıyla
Kuzeyin kuzeyimdir, güneyinse güneyim.


İvan Laliç
Türkçesi: S. Sezer - S. Özen

29 Ocak 2011 Cumartesi

Dedemiz Öldü

Dedemiz öldü
sessizce, olağanca,
hiçbir şey olmamışçasına.
Sanki bir düş gibi.
Sanki kalkacak
tan ışığında
sabah sabah
gidecekti yine
pazara.

Ansızın, hiç beklenmedik bir anda öldü dedemiz
Sadece sessizce kayboldu konuklar
Sadece annemiz
alınca haberi
çığlığı bastı
ve yere yıkıldı ansızın.
O zaman bir şeyler oldu bize de
Batmaya başladı boğazımıza
birtakım tuhaf kemikler
ki hiç de
kemik değildiler.

Hızla geçmeye başladı
alev alev mumlar
başsız sinekler
hızla geçmeye başladılar,
hızla geçmeye
başladılar evde.
Yukarı
tavan arasına
aşağı.

Sanki bir şey arıyorlardı
Boşuna çöküyorlar diz üstü
bulmak için o şeyi.
Küçücük bir şeydi bu
bir küçük tanecikti yitirilen ...

Fakat hiçbiri yanan mumların
insanların hiçbiri
sözcüklerle anlatamadı bize
yiten bu şeyin ne olduğunu
gerçek adını onun.
İşte o zaman ulumaya başladılar
gardroplar
hırıltılı haykırışıyla
sonsuz karın boşluklarının.
Ve bizim demirden yanaklarımızda
ayna tozları belirdi.

Çatlayıp dökülen aynanın
tozlarıydı bu
aynasal bir korkuyla.


Oscar Daviço
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

27 Ocak 2011 Perşembe

Ne Çıkar

Ne çıkar, yaşasam bin yıl daha
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hiç doğmamışlara

Ne çıkar mutlu yaşasam ömrümce
Benzeyeceğim öldükten sonra
Ömrünce gözyaşı dökenlere

Ne çıkar lekelenmiş olsam iftirayla
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hep övgü duymuşlara

Ruhlarda bıraksam da anılarımı
Bilmeyeceğim öldükten sonra
Beni anımsadıklarını

Ne çıkar dünya bilgeliğini içmiş olsam
Daha az bilge olacağım öldükten sonra
Yoldaki bir toprak parçasından

Ne çıkar yüreğim pırıl pırıl olsa
Taştan daha umursamaz
Olacağım öldükten sonra

İçimi sevindirse de şu güneş, pırıldayan,
Çıkamayacağım öldükten sonra
Karanlıktan

Ve şimdi, yaşamın bilinciyle dopdolu
Bilemeyeceğim öldükten sonra
Bir zaman yaşamış olduğumu ...


Desenka Maksimoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Bir Çağdaşa Yanıt

Aşktan daha az söz eder oldum gitgide
Şiirlerimde daha az duyulmada genç sesler
Evet, şimdi başka konular var onlarda
Ve şimdi onlar, ilk bakışta
Şiire pek de yaraşmıyor gibi duran
Şeyler içermektedir ...

Fakat şaşıracak ne var bunda
Güz türkülerinin, ilk bahar türkülerinin
Ezgileri ayrı ayrı ve güzeldirler
Bülbül gibi türkü söylemez ki karatavuk
Ve yaşlı karatavuk gencinden farklı söyler.

Köy üstüne türkü yaktığımda ben
Köylülerdir yaşayan her dizede.
Herhangi bir şafaktır betimlediğim benim
Köy kokan, kuru ot ve yufka ...
Köylüler arasında geçti çocukluğum
Şaşacak bir şey yok onlar için türkü söylememde.

Şiirlerimi onlar için yazıyorsam eğer
Onlarla sevinip onlarla acı çektiğimdendir
Siyasetin buyruğuyla değil yoksa
Ya da köy papazının yönergesiyle ...
Uçsuz bucaksız, eski, kadınsal
O ölçüsüz sevgimdendir benim bu
Acı çeken, onuru incitilen herkese ...

Ekip biçmek, toprak kazmak gelir elinden
Kendimde hak görürüm bu nedenle
Türkü yakmaya köylüler üstüne.
Küçük bir kızdım eğittiklerinde beni
Çayırları, tarlaları, botaniği öğrettiler
Tüm yurdumu öğrettiler bana.

Utanç duymuyorum, şiirlerimi
Yaşlı nineler, ırgatlar okuduğunda
Ve köy okulunda dinlediğinde onları çocuklar.
Varsın, seçkinler için yazsın başkaları
Benim okurlarım yakın bana ...


Desenka Maksimoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu