Şiir, Sadece: 2017-04-09

15 Nisan 2017 Cumartesi

Nedjma Ya Da Şiir Ya Da Bıçak

İki kadehi de silme kanla doldurmuştuk Nedjma'nın gözleri
iri iri açılıyordu ağaçlar arasında
Bir ut sesi yaylara övgüler düzüyor ve onları güneşi emmiş
kan gibi kara bahçelere dönüştürüyordu
benimdi Nedjma sımsıcak yüreğin altında paha biçilmez ten
yığınından taptaze dumanlar tütüyordu
Nedjma biz düşlere dalalı milyonlarca yıldız izledi bizi.
ölümsüz olarak düşünürdüm seni hava gibi o bilinmeyen
şey gibi
Ama ölüyorsun işte, aklım başımda değil ve ağla
diyemiyorsun bana artık ...
O susuz geceler nerde Nedjma? Hani başka uykulara barınak
olsun diye sırtımızda taşıdığımız geceler!
Şu Arabistan şiirinin görkemini yitirmemeliydik, değil mi
Nedjma?
sana görklü bir divandan parçalar okumuştum Nedjma, ama
şimdi kopuk kopuk çıkmakta sesim, ıssız bir müzik
içindeyim, yüreğini ne kadar kendimden koparıp atmak
istesem boşuna, parça parça, zerre zerre, yine dönüp
bana geliyor o
Oysa destanda geçerdi adımız, türkülü ülkeler aşmıştık,
Nil'in öte yakasına geçince gülen ağıtçı kadınlar
izlemiştik ...
Şimdi Cezayir girmiş aramıza, bir siren sağır ediyor
kulaklarımızı, bir vinç güzelliğini alıp götürüyor
Güzelliğin geçip gitti belki Nedjma, ama senin tertemiz
suyun hala sıçrar durur hayran gözlerimin önünde
Ve camiler tek tek yıkılıyordu güneşin mızraklarıyla,
Constantin ateşten çıkıyordu sanki en amansız
yangınlarla
Nedjma çalıların gölgesinde durmuş ağza alınmaz meyveler
yemekteydi
Bir şair kenti kırıp geçirmekteydi
Ben surlar boyunca yürüyordum aklımdan çıkarmak için
camileri
Nedjma gülümsedi meyveleri koynuna soktu
Şair taşlar yağdırıyordu bize itin köpeğin ve soylu
kentin gözleri önünde ...
Sonra emirler geldi halka armağanlar dağıttılar ramazan
bitmişti
Kızgın tepelerin üstünde ışıl ışıl sabahlar doğuyordu,
kokulu bir yağmur karnını yarıyordu kaktüslerin
Nedjma binitimin dizginine asılmıştı, billur serpiyordu
çölün kumuna
Bak Nedjma kumda altın tozuna bulanmış ayaklarımızın
izlerine bak!
Göçebelerin gözleri üstümüzde, onların çığlıklarıyla
sözcüklerimiz delik deşik
Hurma ağaçlarının şu yumuşak yıldız kalabalığına uzayıp
gidişini bir daha görmeyeceğiz
Deveciler şimdi bizden çok uzakta, onlar son olarak
Kuzeyde konaklayacaklar!
Nedjma dizgini kastı, ben atalarımız gibi kasları gelişmiş
bir hecine eğer vurdum.
Endülüs gözden kaybolmuştu, tek söz çıkmıyordu ağzımdan,
boğulup gitmiştim onun soluğuyla, adını söyleyebilmek
için bir hayli zaman geçti
Nedjma uyuyordu, öylece duruyordu, aklımı başımdan
alan memelerini okşayabiliyordum ben de ...
Böne'daydık, ağaçlar çiğde içinde, Nedjma hurma
yapraklarıyla donatıyordu her yanımı
Uyuyordu Nedjma koyda uykuya varmış bir tekne gibi
durgun yüreğinin altında aşk kanamaktaydı
Aç Nedjma o dillere destan gözlerini, zaman geçiyor,
yedi yıl sonra öleceğim ben, bu yedi yıl içinde
yalnız koma beni, insafsız olma!
Nedjma gözlerini kapayınca en derin kuyular kazın, kazın
ki geceler tuzaklar gibi aksın oraya
Doğrayın düşlerimi yılan doğrar gibi ya da Nedjma'nın
uykusuna götürün beni, bu yalnızlık canıma yetti!


Kateb Yasin
Çeviren: Güngör Demiray

Tarihten Alınan Ders

Sabrım donuşuyla paramparça saat
Bir ölümü bekleyiş
Yorgunluğun dondurduğu gözyaşları
çok görmek nefret ettiğimi
Utkulu kaygım için benim
Her zaman bezginliğin sonunda
Yolunu şaşıran metroların ağzında
Bir uyur gezer andını bozan gibi
Sıkılı yumruk
Yüzyılına basan bir kötülüğü hesaplıyorum
Ne anlamı var
Mutsuzluktan sonra tasarlanan yaşamın
Ne anlamı var şimdinin
Tasarılı öldürüm kural oldukça

Yaşıyor olmaktan söylemeliyim utancımı
Unutmuşum beni sevenleri
Artık sevmeyenleri
Kalıyorum alıştığımız uzayda
Tarihe sövüyorum
Ve oturuyorum çağdışı
Geçici heveslerin mevsimlerin
Geleneklerin düze ve dolapların
Evet duygunum ben
Bu yeryüzünde titreyen her şeye
Ve bazen düşünürüm
Dünya değiştirmeli diye

Değiştirip seçmek ölümü
Taş taş kalmak olaylar karşısında
Ve bırakmak kısacası
Her şeyi olduğunca
İğrenç

Ama sağlamdır halkım bir sonsuz su düzlemince

Gösterir o bana doğru yolu
Hoşnutum iyiliğinden
Bir sonsuz varlık gibi görürüm onu
Baba yerini tutan
Ben ki yetim kaldım doğmadan önce
Enez yerim içinde

Biliyorum açıktır tan

Ölümlü sabırsızlık

Tek bir gülüşün
Azıcık ücreti
Aynı son
Aynı başlangıç
Aynı bunalım
Seni yitirmenin sonsuza dek.

Sen
Bir dudağın anlattığı
Yakalanmaz çok güzel


Henri Krea
Çeviren: Kaya Öztaş

Okyanus

Burdayım işte bugün seninle / Göz kamaştırıcı bir söyleşi
Ey okyanus iyi dinle şarkımı
Biziz karıştıran uyumlu ritimlerimizi
Bu çölünde yaşamın
Sensin tek dostum
Yetti bana ağzımın suyu akarak bakmak güzelliğine
Doldurdu tıka basa hüzünlü gönlümü
Dostlarımınkinden daha güzel
Doluyor varlığın içime
Varsın ya sen varsın ya bu yetmez mi
Gidermeye sıkıntımı
Sen değil mi sende karanlığın dışındaki özgürlük
Birleşmiyor muyuz ikimiz de
Yazgısında
Gecenin
Günün

Çok yakınında kalacağım bugün,
Umut getiriyorum sana koru beni
Övüyorum ezginin büyük devinimini
Bengi görünüşü çatlayan dalgaların
Uzaklardan gelen yankımı
Binlerce katlanmış

Güzellikten bir çiçeklik oldun bize
Toplantı yeri
Durdurmuyoruz adını yaymayı
Büyüklüğün kurumun
Daim doğurcu gizemisin sen
Ey ululuk çalgısı ey göz kamaştıran ışıltı
Ey biricik

Tükeniyor ezgim tansıklarını istemeye
Esinin beslediği yaşam kaynağımız
Sınırsızlığa kurulu gür kaynağımız
Rüzgar başladı mı çılgınlığa barış yapan atamız
Ey gümrenen ateşli kızgın aslanımızı

Başlayınca rüzgarlar gürlemeye
Yıldırımlar çakınca üstünde
Kaplayınca bulutlar ufku
Gece sınırlayınca yaşamı
Korkmuyorsun

Ağları parlayan
Balık avlayan
Çıplak güzel kızlar geliverince
Başlıyor içinde ezinç
Seğirme yüzünde
Suyunun maviliğinde
Bayılıyorlar güzelliğine
Eğiliyorlar üstüne
Büyüleyen gözgüne

içinde bengi gerdanlığı kaydırak taşları
denizin titrediği


Abdülkerim Akkum
Çeviren: Nuri Pakdil

Gecenin İçindeki Sesler

Deniz kuşları ırmağın üstünde
Gece düşlerimde süzülüyorlar.
Işık gündoğumuna dek yanıyor
Ben doğuyorum, o sönüyor.
Sabahın 5.45'i
Soruyorum kendi kendime acaba o gece de bağırışıyor
muydu deniz kuşları anamın kulağına
Ama biliyorum ki şimdi duyulan sesler onların sesi.
Başımızın üstündeki uçaklarla aynı zamanda
Ve ölülerin tenha fısıltısıyla
Kimi zaman bir araba ile
Ya da bir kamyon uzaktan


John Wiener
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

14 Nisan 2017 Cuma

Çocuk

Kimdi bu insan-Aslanlar düşlerimde yürüyen
duvarları tansık bir odada
esneyen koca bir bebekten ben?

Kimdi o insan-Aslanlar yüzleri yeleli
beşiğimin üstüne eğilen kutsamak için beni
Onlar mıydı "Ruhumun ve aklımın sanatçısıyım ben" diyen
Parşömeni içime tutturan?

Uyurken görüyorum kendi kendimi- 
uyuyan bütün çocuklar bedensizdir
Sonsuz evrende düş gören devlerdir
tombul bacakları yumuşak yorgan altında uzanmış

VE BENİM ÜSTÜMDE KALKARLARDI
ve onların geçişlerinde küçümenceciktim
onların keskin dişlerini ve bıyıklarını ansıyorum
gülümsemek için eğildiklerinde -
ve odamın içindeki tüylerinin kokusunu

KİMİM BEN, ANSIMIYORUM
Ama biliyorum
gücüyüm
bir milyon aşkın!


Michael McClure
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

Siste Koyunlar

Tepeler bir aklığa atılıyor.
İnsanlar ya da yıldızlar
Kaygıyla bakıyorlar bana, düş kırıklığına uğratıyorum onları.
Bir soluk çizgisi bırakıyor tren.
Ey, yavaş,
Pas renkli at.
Nal sesleri, hüzünlü çanlar -
Bütün sabah
Kararıp durdu sabah.
Dışarıda bırakılmış bir çiçek,
Bir sessizliği tutuyor kemiklerim,
Uzak tarlalar yüreğimi eritiyor.
Cennete götürmekle
Korkutuyorlar beni,
Yıldızsız ve babasız, karanlık bir suya.


Sylvia Plath
Çeviren: Şavkar Altınel

Lady Lazarus

Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu -

Bir çeşit yürüyen mucize, derim.
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım

Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudi'den bir çarşaf.

Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?

Burnum, göz oyuklarını, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.

Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde

Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.

Bu üçüncü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yık.

Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık

Soyuyorlar beni elleriyle, ayaklarıyla- 
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,

Bunlar ellerim,
bunlar dizlerim.
bir deri bir kemik olabilirim,

Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.

Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi

Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekli böcekleri üstümden.

Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.

Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,
Bu konuda iddialıyım sanırım.

Bu iş değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak
Güç olan güpegündüz

Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:

"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan,
Bir ücreti var

Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.

Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının

Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının
Ya, ya, Herr Doktor.
YA, Herr Düşman.

Sizin esirinizim ben,
sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek,

Hani bir çığlıkta eriyen
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.

Küller, küller- 
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok-

Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.

Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.

Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.


Sylvia Plath
Çeviren: Cevat Çapan

13 Nisan 2017 Perşembe

Uccello

Hiçbir zaman bu savaş alanında ölmeyecek onlar
ne kurtların gölgesi içine alacak sürülerini ne de savaşı
yitirmek için bekleyen ufka değin uzlaşmış buğdaylar

Hiç ölen olmayacak alçak midelerine tıkılsın diye
ne de yığın yığın atlar parıldayan
gözlerinde
Kimsenin bu alanda ölmediğine inanmaktansa
açlıktan titreşelim diyecekler kuru dilleriyle

Hiçbir zaman ölmeyecek birine sarılı
savaşanlar

Soluk soluğa birbirine bakarak ölünmez ki hiç
kımıltısız ışıklar hiçbir şey yok ellerinde
salt bir at soluk soluğa bir at kalkan kalkanın ardında
ışığın yaldızladığı bir miğferli göz
ah ne güç ölmek mızraklarının örtüsü içinde

Ya bu sancaklar! işaretlerini öfkeyle sürüklemek
istermişçesine
göğün karanlıklarına açılmış bu sancaklar
En soğuk ırmakların kenarına çizilmiş ordular
sanki demirden kafatasları sıralanmış -
kimse ölmeyecekmiş gibi sanki
her savaşçının ağzı bir şatodur türkülerle dolu
her demirden yumruk düşlerde bir çan

Altından çığlıklar
ne çok isterdim böyle bir savaşa katılmak!
elinde parlak mızrağıyla kırmızı bayrak kara atına
binmiş gümüşten bir savaşçı hiç ölmemek sonsuz
olmak isterdim
savaş tablosunun o yaldızlı prensi


Gregory Corso
Çeviren: Salih Bozok

Beyoğlu'ndan

Sevgili Anne, şu anda dışarı bakıp sayıyorum da
on tekne var - değil, bir düzine.

Bu aydınlıkta ya da onun yokluğunda, bana
gözün alabildiğine, Boğaziçi'ni,
Marmara boyunca Kadıköy'ü,
Haliç üzerinden Üsküdar'ı seyrettiren bu garip
gök boşluğunda, aşağı yukarı bir düzine
tekne -her birinde bir ışık, her biri aydınlıkta
sere serpe - suya takılı mücevher gibi,
ağır ve sessiz; belki de onlar gökyüzünün
taktığı elmaslar,
başka nice mücevherlerin Yeşilköy'den Ankara'ya
ve ta Doğu'nun dört bir yanına uçuştuğu yerde ışıl ışıl;
göremez oldum, yitirdim ufku
son birkaç dakikada - hiç belli olmuyor.
Daha önce görünüyordu - diyelim ki en azından bir saat önce
balkonumuz hizasındaki
minarenin kapısı açılmıştı da
mintan giymiş bir adam çıkmış, ellerini ağzının çevresine
koyup göğü inanılması zor denecek kadar
gür bir ezan sesiyle doldurmamış mıydı?
Müezzin batan güneşi haykırarak uğurladıktan sonra
görünmez olduğu yerde
halka halka ampuller var şimdi,
Türk olmayan - turkuaz firuze olmayan - dünya
lacivert artık. Her ışık
bir elmas, tıpatıp on iki tekne gibi;
bu balkon bile (onlara) elmas gibi görünüyor-
senin sevdiğin mücevherlerden,
Topkapı Sarayı'nda gördüklerimizden, Anne:
"Anka kuşunun gözyaşları" yazılı kehribar taneleri
yılanların renksiz beynine
işlenmiş büklüm büklüm bayraklar;
gece, ay ışığında bile, mührünün balmuınunu eritip
akan ve gök yakut olan mor yakut;
kölelerin dilleriyle yalaya yalaya biçim verdikleri
menevişli zümrütler ışıldıyor camekanda:
taşlar, elmaslar, pırıltılar! Biraz daha ötede
hunları umursamayıp alaya alan deniz ve gök, bir de artık.
görünmeyen yarımadalar. İstanbul'un
havası, taşı toprağı tarihi taklit eder- 
göğü değiştirir, denizi zincire vurur, yerin her rengini
boğarcasına süzer,
toz ve kül bırakır ancak: öğleyin ay ışığı.
Bugün öğleden sonra -üçüncü günümüz bu- felaketti.
Anne, sevgilim, burada her şey
felaket: kapatılmış, yenilenmekte,
taş taş üstüne, kırık dökük, içler acısı, yetersiz,
yeniden yapılmakta, yerle bir,
kullanılmıyor artık, içi dışına çıkmış, yıkıntı
içinde, perişan, biraz tamir görmüş, onarılmaz durumda
allak bullak, eskiden muazzammış ama,
yıktırılmış, şerha şerha, yangın yeri, kir pislik, soyulmuş
çalınmış, çapulcuların eline düşmüş, yara bere, görkemliymiş de
yağma edilmiş, depremde çökmüş, yitmiş, yanmış,
yarı kalmış Padişah ölünce,
kazısı yapılmamış doldurulmuş, yeri belli değil artık- 
tek kelime söylemeden
otele döndük, alacakaranlığa, manzaraya.
Ama geceleyin ışıldıyor bu küller, toz toprak kıvılcımlanıyor;

Sultanım zeberceti gibi sarı ve soluk,
sonra ansızın alı al, ay bir Yunan yangını olup
fışkırıyor. Baktıkça geçmişin var oluşunu duyuyorum:
ayın yükseldiği an;
bu kent, ölü yakan ateşte gömülüyor
ta eski Konstantinopolis'e, sonra Bizans'a,
S odada, arkamda
radyoyu açıyor, avaz avaz,
havayı yaman bir musiki dolduruyor, müezzinin sesi kadar gür"
Finlandiya" - Sevgili Anne,
hatırlar mısın, hani bir yıl kuzey korsanları
olmuştuk? Her Pazartesi günü, bizim Petersen Hanım, derse
Sibelius'un "Gümüş şarkılar Defteri"yle
başlardı ay: "Ey Göller Ülkesi,
masmavi akıp giden ırmaklar:" Elbette von Karajan
daha iyi yorumluyor bunları;
ne de olsa Viyanalı korsan. Ama gerçek ne?
Yazık ki bilmiyorum, Anne, ayırt edemiyorum gerçeği
sahtelikten: çocuklar
çember olmuşlar Sibelius'un çevresinde,
çığlık çığlığa, kara Finliler sansın kuzey korsanları olmuş onlara- 
bizdik o çocuklar, şarkılar söyledik,
acı çektik, oradaydık. Neredeydik?
Gerçek değil miydi yoksa, sırf bu gerçek olan - kendinden- 
hoşnut, coşturucu

buradaki ve şimdiki cümbüş, ay ve İstanbul?
Bütün o sabahların gümüşü gitmiş mi sen ve ben Büyük Göllerde
kuzey korsanlığı oynadığımızdan bu yana?
Üstüme üstüme geliyorlar, onların elindeyim artık.

Böylesine bir musiki beni çağırıyor kendi iç alemine,
minareden yükselen

her haykırış gibi bir buyruk. İnsanın üstüne gelince geçmiş,
nasıl bir yer bulmalı ona,

nasıl inanmalı şu andaki
ışıklarla durgun denizin oynayışına?
On iki teknem çekip gitti kara limandan, sonra Galata'dan
bir vapur yola çıktı usulca -
gece yarısı ikiye böldükleri köprüden -
Geçip kendini karanlığa atarken buldum aradığım cevabı
(Şarkılar defterinde, bana yardım
ettiğin gibi değil, yerinden yurdundan ayrılmış
üstatlardan yoksun olduğumuzdan değil: Vladimir ve Marcel var ya)
Başka bir dünya var-işte
bu dünyada; geçmiş, bugünün canevinde
ya da hiçbir yerde değil. İstanbul'da bunu buluyorum en çok:
hiçbir yerin kenti bu, varla yok arası,
bulunması zor hiç yer, tam Baudelaire'e göre
"hastane, kerhane, hapishane, araf, cehennem"
Sibeliüs'a benzer bir musikiyle, tartışmanın,
ötesinde bir incelik, göze görünüyor demek gerekmeksizin
Sesleri duyulmasa, gerçek İstanbul
kendini görkemle barındırıyor, baştan başa süprüntü.
"Kuzey korsanları olduğumuz yıl" burada Mavi Camide,
kazanılmayan, verilen bir ışığa,
bir sese, bir anıya dayanan loş bir ihtişam. Hiçbir şey kalmamış,
ama hiçbir şey ayrılıp gitmiyor: işte
Türk lokumundan Türk zevkine
kadar kendini gizleyen Kutsal Akıl budur.
"Finlandiya" bile sona eriyor, ama bitişi bir teselli
getiriyor insana, Anne,
son bir ferahlık: Finler Türkmüş!
Aynı dili paylaşan Moğol asıllılar-Ural ve Altay dilleri"
başlıca özellikleri
seslilerin uyuşumu, bitişkenlik
ve tutarlılık:" Şiir gibi geliyor kulağa,
şiirin ta kendisi gibi ne dersin?
hele hatırlayınca Sibelius'un doğum yerini,
Finlandiya'da Turku'da doğduğunu, S ışığı söndürüyor,
odamız elmas olmaktan çıkıyor artık;
Galata'dan kalkan vapur
Sarayburnu'nun yanından geçiyor. Sana sevgiler, Anne, bir tanem,
bunları Avrupa yakasından,
şu anda Beyoğlu'ndan yazıyorum. Richard.


Richard Howard
Çeviren: Talat Sait Halman

Asyalılar Ölürken

Ormanlar yok edilince karanlıkları kalır
Kül büyük adımlarla izler mal sahiplerini
Sonuna değin
Varacakları hiçbir yer gerçek değildir
Kalıcı değil.
Su yollarının üstünden
Ördekler zamanında ördek gibi dizilmiş
Köylerin hortlakları göğe yükselir
Yeni bir alacakaranlığı yayarmış gibi

Yağmur yağar açık gözlerine ölülerin
Durmadan yağar anlamsız sesiyle
Ve ay onları bulduğu zaman her şeyin rengini
almış olur onlar

Geleceler de yaralar gibi-kaybolur ama iyileşmez
bir şey
Yaralar gibi kaybolup gider ölüler
Kan zehirlenmiş tarlalara karışıp gider
Acı-o ufuk-
Kalır

Mevsimler yükseklerde salınır
Yaşayan hiçbir şeyi çağırmayan
Kağıttan çanlardır onlar

Yıldızları Ölümle her yere yürür mal sahipleri
Yükselen duman gibi gölgelere yönelirler
Işıksız ince alevler gibi
Onlar ki geçmişleri yoktur
Ve ateştir tek gelecekleri


William Stanley Mervin
Çeviren: Cevat Çapan

12 Nisan 2017 Çarşamba

Ölüm Korkusu

Neyim var benim böyle olup olacağım bu mu?
Öncenin ve sonranın sinir çizgilerinden
Kurtulmuş bir varlık yok mu? Bugün pencere açık

Hava dolu içeri, eteklerinde
Piyano ezgileriyle, sanki "Bak, John;" diyor,
"Sana şunları şunları getirdim" - yani
Birkaç Beethoven, biraz Brahms,

Birkaç seçme nota Poulenc'ten ... Evet,
Yeniden özgür olmak bu, hava, dönüp gelecektir hep
Çünkü sadece bu işe yarar.
Onun yanından ayrılmayacağım, korku yüzünden

Kimi merdivenlerden yukarı çıkamıyorum,
alamıyorum kimi kapıları, yaşlılık korkusundan
Bir kuru başıma, yolun akşam sonunda
Beni ters bir baş selamıyla karşılayan

Öteki benliğimden başka kimse bulamayacağım diye:
"Nicedir görüşemedik, ama yine birlikteyiz ya, önemlisi bu."
Yolumun üstündeki hava, kısaltabilirsin bunu,
Ama esinti kesildi ve sessizlik son söz:


Allen Ginsberg
Çeviren: Talat Sait Halman

Walt Whitman'ın Bir Tema'sı Üstüne Aşk Şiiri

Sessizce gireceğim odaya, evlilerin arasına süzüleceğim
gökten inmiş gövdeler çevremde, uzanmış çıplak ve
hırçın beklerken, kollarıyla gözlerini kapatacaklar
karanlıkta,
kafamı sokacağım omuzlarının ve göğüslerinin arasına,
enselerini, ağızlarını öpeceğim, derilerinin kokusunu içime
çekerek tanıyacağım sırtlarını, acılı karanlıkta kamışın
dikliğini karşılamaya hazır gergin bacakları okşayacağım,
delikten, kaşınan kafaya dek keyifle devinen kamışı da
çıplak titreşen kilitli gövdeler, sıcak dudaklar, kalçalar
birbirine vidalı
ya gözler, parlak ve sevimli, bakışlarda ayrılıkta büyüyen
gözler!
devinimdeki burukluk, sesler, eller saçlarda kalçalarda gezinen,
yaş dudakların yumuşaklığını tadan eller
çarşafa düşene dek yoğun aklık, karınların uyumlu
gelgiti...
sonra kadın bağış diler
erkekteyse tutku gözyaşları
birden kalkıyorum yataktan ardımda içtenlikten son
ayrılık öpücükleri
bilincim uyanmadan oldu bütün bunlar pancurların,


Allen Ginsberg
Çeviren: Salih Bozok

Amerika

Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile bir destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombasını da kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtalarını ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinelerine de dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olmak isteğini sen uyandırdın
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burrouhs şimdi Tancada, sanmıyorum ki geri dönsün
korkunç bir şey olurdu bu
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün cinayetten birisi
kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken tüf ektim Amerika, özür mözür de dinlemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri
seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye, ama
hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı'ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika.
Her hafta bir tane alıp okuyorum.
Köşe başındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor.
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İşadamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika
Bir meteliklik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynaklarımı inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatte 11000 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmi beş bin tımarhane.
Cezaevlerimden ve beş bin güneş ışığı altında saksılarda
yaşayan fakir fukaradan söz etmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir
yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim, yazdıklarım
onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel,
üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2.500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
Amerika Sacco ve Vanzetti ölmemeli.
Amerika ben scottsboro çocuklarıyım
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarına
götürdü beni, orda bize leblebi satarlardı, bir karneye
bir avuç leblebi beş sent ve söylev beleşti herkes
bir melekti orda Amerika ve işçilere karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'te nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da
ağlatmıştı beni bir kez İsrael Amter'i de görmüştüm.
Orda. Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar Rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Ruslar bizi canlı gövdeye indirmek istiyor. Lüpletmek istiyor.
Gücünden çılgına dönmüş Moskof. Elimizden
arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor
Chincago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a
ihtiyacı var. Bizim otomobil fabrikalarımızı
Sibirya'ya taşımak istiyor. Benzin istasyonlarımızı
o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu. O kızılderililere okuma yazma
öğretmek istiyor. Onun büyük güçlü kuvvetli zencilere
ihtiyacı var. Bizi günde on-altı saat çalıştırmak
istiyor. İmdat,
kapalı kapıların gerisinde
içindekilerin gece doyumsuz dolaştığı,
çıplak gölgelerin sessizce birbirini aramaya çıktığı
ışıksız bir evde
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar?
Hemen çalışmaya başlamam iyi olacak. Öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda
tasviye tekerleği çevirmek, miyobun biriyim,
üstelik de kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan
omuzlarımızla dönsün.


Allen Ginsberg
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

11 Nisan 2017 Salı

Soruşturma

Lambanın altında kanlı gibi görünmüyor ellerim.
Ya yalan söylemiyorlardıysa o kötü tarih kitapları
Ve sırası gelince utandırırlarsa seni?-
Pek beklediğin yok kendini ölmüş olarak görmeyi.

Nerden bilebilirsin kafandaki günahların
Gereksiz bir şey gibi uzak bir göze yansıyacağını?
Elbet senin de kusurların var; ermişlik
Tasladığın yok, ama kanlı gibi görünmüyor ellerin.

Suç değil kıskanılmak ya da karın tok olmak;
Kimsenin canına kastetmemişsin. Kim yadsıyabilir
İnsanca, doğal bir şey olduğunu sendeki eğilimin?
Belli ki hiç de ölmüş görmeye niyetin yok kendini.

Daha geçen hafta söylediydi yorumcular
Yabancı generallerin bile ölmesi gerekmediğini
Sıradan suçlar için. Herhalde kendin açıklardın
Suçunu, kanıt olduğunu görseydin kendi ellerinin.

Aç olsaydın, kim vazgeçerdi ekmeğinden
Kavga etmeden? Kendimi aç bırakmamak,
Ün ve servet uğrunda çalışmak zorunda insan.
Kimse istemez elbet kendini ölmüş görmeyi

Gene de savaşlara dönüyor insanlar, eski yalanlar değil
Onları baştan çıkaran. Kendileri biliyor nedenlerini.
Artık övünülmeyecek bir dünya olmuşsa dünyadan
Ve ellerin kanlıymış gibi gelmiyorlarsa sana,

O zaman biri olmalı - nasıl kaçtılar ama
Onlara uygulayacağın adaletin elinden?
Düşmanlarını astın, çıkardın ortaya gizli hesaplarını,
Şimdi de gözün almıyor kendini ölmüş görmeyi

Ve ayarı bozuluyor her şeyin. Uzanabilirsin yatağına.
İnsanlar aç diye yineleyerek. Çocukları ağlıyor.
Gerçekten ağlıyorlar. Ama seni çağırmıyorlar.
Sen şimdi uyumana bak, pek kanı gibi değil ellerin.

Ya da haber filmler gösteren karanlık sinemaya git.
Dikenli teller diz boyu ölüler arasında dolaş.
Avuçların terliyor, tıpkı öyle hissediyorsun sen de.
Son umudun kendini ölmüş olarak görmek.

Oysa senin kanın akmadı onlarınki aktığı zaman.
İnsanlar bıçak taşıyor. "Ben değilim! Ben değilim!"
Perde boşalıyor, kimseyi göremiyorsun suçlayacak
Kendi elindeki kan bile kana benzemez,
Sen kendini ölmüş görmeyi göze alıncaya dek.


William Dewitt Snodgrass
Çeviren: Cevat Çapan

Mapusane Şiirleri

I.

Kötülüğün paralellerine açılan bir hücreye oturmuşum,
yıldırımın Ben'i milyonlarca Bene bölmesini bekliyorum.
Bir kafeste, kendi kendisiyle baş başa olmak yetmiyor insana.
Her delikte, her mapusun karşısında olmak istiyorum.
Kapılar dönüyor, birbirlerine çarpıyor kapılar, her çarpış bir son, bang!

Mal, kızıl bir gürültüyle toz oldu, taşlayıp cehennemi?
Ağzı leş sarhoş, esrarı çekmediği için kutluyor kendini.
Kara, mürekkeplenmiş mezar taşları üstüne bırakılmış parmak izleri,
çatır çatır çatlayan çelik duvarlardan kara acı sesleri,
benim öz yarama varan. Ben ki her zaman başkasının bir parçasıyım.

Suçluların yabanıl sesleri, kulağıma aynasızların
rnırıltılanndan daha hoş geliyor ..
insan ruhunun kapılarını mahkum etmekle uğraşan yük gemileri
suçlama limanlarına, suçluluk dubalarına yollanmışlar.
Aynasızlar ne yer, ne içerler, Sokrates'i mi? Desene bizim
kafadarlar her zaman içerde.


II.

Ressam, şöyle güzel bir mapus çiz bana, sulu boya çılgın hücreler
Ozan, acının yaşı kaç? Sarı kalemle yaz.
Tanrı, sen de cam tavanın üstüne bir gök kondur
Şimdi ihtiyacım var yıldızlara,
bu çığlık ve kişiye özel cehennem havası içinde yolu
göstermek için.
Girişler, çıkışlar, giriş-çıkış-yukarsı-aşağsı, Uygar salıngaç
Hurda-beni-şimdi-Dinle-seri-şimdi-hep burda, şöyle ya da
böyle...


III.

Hücreler evreninde mapusta olmayan kim var? Zindancılar.
Hastaneler dünyasında hasta olmayan kim var? Doktorlar.
Altın bir sardalye yüzüyor kafamda.
Oh! bir şeyler biliyoruz, insanoğlu, bir şeyler üstüne.
Jazz gibi ve zindan ve Tanrı gibi bir şeyler.


IV.

Pelte gibi titreyen bir biçim veriyorlar şimdi
Herhangi bir oğlanın Muscatel Başkanı olmayacağını kim
söyleyebilir
Kızıyorlar ona, çünkü o da onlardan biri
Külrengi beyaz lekeli çıplaklık kokan
Parmakları 00'ın oturağını kavramış Bay Amerika yıkanmak
istiyor.
Bakın! yerde, Amerikanın üstüne yatmış- 
Ne yapıyorum- bir acıma var içimde?
Çıkar çıkmaz ordan, beni öldürmelerine yardım edecek
Beatnik'lere karşı şüphesiz özel bir hıncı var.


V.

Midesinde çınlayan vidalar, et cıvatalar, karman-çorman
Kendi toplumu kırıntı gibi düştü karnına, şişkin
Görün Amerikan büyük yel değirmenini, kendisine karşı cirit atan
Eski sağlam döl, Amerikanın başını döndüren türden
Başarı, yolların çizdiği kıçının kıyıcığında iz bırakmış
başarılarla dolu başarılar, bir maçta kırık gol.
Acı çekmeyi bırak Jack, yapma bize. Biliyoruz.
ki bu ülke yeryüzünün en güzel ülkesi, yalan mı?
Dayanamadı, Sarhoş, üç numaralı Hücrede.


Bob Kaufman
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

Beş Gün Süren Yağmur

Çamaşırlar asılı limon ağacında
yağmurda
ve otlar uzun, kaba.

Zincirleniş kopuk, gerilimi
güneş ışınlarının kırık.
Öylesine hafif bir yağmur
ince kıpırtılar
sallanıyor sert yapraklar üstünde.

Allar giyin! Kopar yeşil limonlar
ağaçtan! İstemiyorum
unutmak kimliğimi, bir zamanlar içimde yananı
ve asmak gevşek ve temiz, bol bir giysi


Denise Levertov
Çeviren: Güven Turan

10 Nisan 2017 Pazartesi

Fidel Castro Üstüne Korku Dolu Bin Sözcük

Mike'ın meyhanesinde çöreklenmiş düşünüyorum
N'olacak acaba
Castro'suz
Salamlı sandviçler ve tükrük hokkaları arasında
Hiçbir çözüm yolu göremiyorum
Bu gidişin sonu bir facia
Hiç bir çıkar yol göremiyorum
Reklamcılar ve allığı çıkmış manken karılar arasında
Ve burunlarını her boka sokup bütün işleri
Castro'yu psikopatın biri olarak göstermek olan parlak gazeteciler
Paşazadeler ... bilirsiniz hepsi ruh hekimidirler
Ve Castro'yu iyice gözden geçirmişlerdir şahsen
Ve ona Komünist gözüyle bakmak için
İzinleri vardır ellerinde
Çünkü Sovyet komünizmiyle
sosyalizm arasındaki ayırımı
Pek iyi bilirler paşazadeler
Ve gözüne bakınca anlarlar paranoyak ve isterik bir zorba mı
Çünkü ellerindeki bilgiler ilk eldendir
CIA'in kişisel gözlemlerinden
Ve büyük tarafsız haber ajanslarından
Hearst cavlağı çekti ama ünlü Küba telgrafı hala geçerli:
"Siz fotoğrafları çekin, ben savaşı ayarlarım:"
Hiçbir çıkar yol göremiyorum
Bilardo oyna yan paisano'lar arasında
"PERDENİN SONU" denecek sanki Fidel için
Görecekler hesabını
Olayların akışı içinde
Mike'ın meyhanesinin arka salonunda Amerikan bilardoları
Zıngır zıngır titreyen döşemenin üstünde
Kübalı Charlie başlarına geçip oynamaya başladığında
Özellikle "Bağımsızlık Piyangosu" adlısında
Her top ordan oraya dolanıp durur tek başına kalmış bir insan gibi
Dar geçitleri geçip düşer deliğe
Nasıl dolanırsa dolansın, ne yaparsa yapsın
Düşeceği yer bu deliktir işte
Bilardo topunun düşeceği çuha bir deliktir
Bir köylünün yeşil bir görünüme düşmesi gibi
Küçük deliğinde kıvranıp duruyorsun
Fidel
Ve yakında batacaksın
Olayların akışı içinde
Bir kovboy şarkısı homurdanıyor otomatik pick-up'da
"Altıma bir Cadillac çektim!" diye homurdanıyor kovboy
Küba'da çekmedi altına Cadillac'ı babalık
Dışarda, Amerikanın yeni arabaları akıp gidiyor
Motorama'dan geliyorlar
Farları hiçbir zaman yeterince parlak değil
Bu geceyi delmek için
olayların akışı içinde
üç boktan herif giriyor içeriye
Biri Çinli
Öbürü zenci
Üçüncüsü garip cinsten bir kızılderili
Görseydiniz derdiniz ki
Küba'da bir aşağı bir yukarı volta atmışlar ordan geliyorlar derdiniz

Ama hayır
Üçünün de kulaklarında duygaçlar
Amerikanın biraz sağır kardeşliğidir bu
Bir deri bir kemik olanı
Yerleştirdi duygacı bir deri bir kemik kulağına
Ayrıca küçük pilli bir de radyosu vardı
Duygaç kutusunun boyunda
Radyo o her zamanki
Anma programlarından biri veriyordu
avazı çıktığı kadar bağırarak:
"Olayların akışı içinde
gün gelir bir halkın
kendisini bir diğerine bağlayan
siyasal bağlarını kesmesi
kaçınılmaz olur:"
Hiçbir çıkar yol göremiyorum
Ne de bir kaçış
Senin dalga uzunluğuna ayarlanmıştı, Fidel
-Ama duymuyor o-
Hesabını görecekler, Fidel, benden söylemesi
Korkunç bir facia olacak
Hesabını görecekler, o bizden yürüttüğün Havana purolarıyla
birlikte

Ve o ordu artığı şapkanla
(kim bilir belki onu da yürüttün)
Ve o beatnik sakalınla
Tarih belki temize çıkarabilir seni, Fidel
Ama biz tarihi beklemeden temizleyeceğiz seni
Tarih içinde temizleneceksin, Fidel
Temizlemek bizim işimiz biliyorsun
Çamaşır tozları ve sularından bol miktarda imal ediyor
fabrikalarımız

Ve küçük bir şenlik yapacağız, Fidel
Senin oralarda bir yerde
Küçük bir şenlik
Türkçe'de dendiği gibi
Mike'ın meyhanesi önünden şimdi
Bir cankurtaran düdüğünü çalarak geçiyor
Bir gece yarısı cinayeti falan olmalı
Ya da buna benzer bir şey
Sakallı bir delikanlı kaldırımlara uzanmış
Her yanından kan boşanıyor
lşte küçük fadan, Fidel
Geliyorlar kaldırıp götürmek için seni
Uzatıyorlar sedyeleri üstüne
İşte sonun bu olacak, Fidel
Olayların akışı içinde
Bir halkın
filanfeşmekan uluslararası bağlarını
Gün gelir
Kesip atması kaçınılmaz olur
Ve United Fruit'un
Fidel
Nasıl olur da cevaplamazsın
Fidel
N'oldu kestiler mi dalgamızı yoksa
Bizim istasyonumuz zaten kapalı
Seninkini de kapattık, Fidel
Mike'ın meyhanesinde çöreklenmiş
Tam bir liberal gibi
Bekliyordum birilerinin bir şeyler yapmasını
Camus'nün Başkaldıran Adam'ını okumayı daha bitirmemiştim
Bu yüzden seni pek iyi tanıyamadım, Fidel
Enine boyuna arşınlıyor olmalıydın odanı
Seni götürmeye geldiklerinde
Onlara dedin:
"Ya Vatan ya Ölüm!"
İşte ölümün, Fidel
Çocukluk kahramanlarından biri
O namuslu Abraham gibi
Onun da böyle bir savaşı olmuştu biliyorsun
O da bir çeşit kurtarıcıydı biliyorsun
(Savaşında hiç kimsenin ölmediğini göz önünde tutarsak)
onu da öldürdüler, Fidel, bunu da biliyorsun
olayların akışı içinde
Fidel... Fidel
Tabutun geçiyor, Fidel
Caddeler ve sokaklar arasından, o hiç görmediğin ara
sokaklar arasından
Gecenin ve gündüzün içinden
ve beyaz leylaklar avluda açarken, Fidel
Senin o faydasız gezin sona eriyor
Gene de sona ermiyor
Gene de faydasız değil
Şu başımdaki defne dalını
sana sunuyorum, Fidel


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

Şiir Sanatı

Sanatın bağımlılığı konusunda söylenmiştir.


Beat Generation'ının yavruları bana şöyle dediler:
"Hem beat olup, hem de bağımlı olamazsın:"
Haklısın, çok haklısın, adamım.
"Yalnızca ölüler ve esrar çekip kafayı bulanlardır,
her şeyi boşlayanlar. Bunlar anlaşılmaz kişilerdir"
demiştir W. S. Burroughs bir kez.
Ama ben onlardan değilim.
Hiçbiri değilim. İşte böyle adamım.
Tüm Beat Generation'ın varoluşçu olduğu hikayesi
Üç paralık pırasa gibidir, yapmacıktır, düzenbazlıktır.
Varoluşçuluğun babası Sartre boş vermez. Her zaman
bağımlı olmak gerekir, diye bağırarak dolanır ortalıkta.
"Bağımlılık" onun en sevdiği küfürlerden biridir
Bağımlı olmamak düşüncesine, Beat Generation denilen
akımın sanatına, garanti, kasıkları çatlaya çatlaya
gülerdi üstat. Doğrusu bu ya, ben de aynı şeyi yapıyorum.
Sanırım, çağdaş Amerikanın şiirinin kar adamı Glnsberg de
aynı sözleri söyleyecektir size.
Çocuklar, bilin ki, yalnızca ölüdür bağımlı olmayan.
Beat Generation'ının peruklu nihilizmi, doğal sonucuna
ulaşırsa, yaratıcı sanatçının ölümü anlamına gelecektir bu
Sanatçının bağ'sız oluşu ise bir çeşit kendi kendini
öldürmesi ve aynı nihilizmin bulanık bir başka türüdür
ve de başka bir şey değildir.


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: O. Duru - F. Edgü

Ailen Ginsberg'e

Geri gelen peygamberlerden biri O
Geri gelen takma saçlı peygamberlerden biri O
Ahd-i Atik'te bir sakalı vardı onun
Paterson zamanında kazıdı bu sakalı
Boynunun çevresinde bir mikrofon var onun
Bir şiir matinesinde takılmış
bir ozandan da fazla bir şey O
Durmadan şiir yazan bir ihtiyar O
Bir ihtiyar üstüne
her üç düşüncesinden biri ölüm olan
ve bir şiir yazan bir ihtiyar konusunda
her üç düşüncesinden biri ölüm olan
ve bir şiir yazan
Bir kraker kutusu üstündeki resim gibi
elinde kutu tutan bir adamı gösteren o resim gibi
bu kutunun üstünde de gene kutu tutan bir başka resim
ve sonsuzca değin küçülerek devam eden bu resim
ve her kez daha uzaklaşan daha uzaklaşan
bu büzülen gerçeğin resmi
Geri gelen peygamberlerden biri O

Gözden geçirilmiş bir raporu yerine yerleştirmek, işitmek ve
görmek için

bugünkü durum üstüne
Daralmakta olan dünyanın
gözlerinde kopçalarvar onun
onlarla sıkıştırıyor
varlığın her ayağını ve dedikodu pabuç bağını
gerçeğin yapısını
O'nun gözleri dikili
bırakılmış her insan ve her eşya üstünde
ve bekliyor onları kıpırdasınlar diye
ölü beyaz bir farenin başında bekleyen bir kedi gibi
sakladığından kuşkulu
bir küçük varoluş parçasını
ve kibarca bekliyor O
kendisini ortaya koymak için
ya da kendisini ya da kendisini ya da kendisini
ve Tanrı'nın kuzusu gibi ağırbaşlı O
çılgın kaburgalardan yapılmış
ve her kuşkulu şeyi kapıyor
ve her kuşkulu kişiyi ve her kuşkulu şeyi kapıyor
inceleyerek sallayarak bir ipin ucundaki beyaz bir fare gibi
ve bu şey canlıdır sanıyor
ve onu konuşması için sarsıyor
ve onu canlandırmak için sarsıyor
ve onu konuşması için sarsıyor
Gece yerde sürünen bir kedidir O
ve menekşe saatta kendi Buda'lığı içinde uyur
ve atılmaya hazır üç elin sesini dinler
ve kendi kafatasının yazıtlarını okur
kendi varlık hiyeroglifini
bir değnek ucunda konuşan bir eşek boşluğu O
iki bacak üstünde bir alıcı-verici O
ve mikrofonu kulağına tutuyor O
ve duyuyor ölüm ölüm
Dili sarkmış bir kafası var onun
ağzının gerisinde
ve hayvanca bir dil koymuşlar
ve insan bir dil yaratmıştır.
başka hiçbir hayvanın anlamadığı
ve onun dili konuşuyor ve onun dili görüyor
ve onun kulağı işitiyor ve denildiğini
ve yapışıyor başına
ve işte Ölüm Ölüm
ve bunu söyleyecek bir dili var onun
başka hiçbir hayvanın anlamadığı
O yürüyen bir çatal köktür
başının ortasında tomurcuk bir gözle
ve gözü içe ve dışa dönüyor
ve görüyor ve delidir
ve delidir ve görüyor
Ve dördüncü tekil şahsın çılgın gözüdür O.
ki kimse söz açmaz ondan
ve dördüncü tekil şahsın sesidir O
kimsenin ondan söz açmadığı
ve bununla birlikte var olan
uzun bir başla külah yüzüyle
ve ölümün çılgın uzun saçı
kimsenin söz açmadığı
Ve kendisini anlatır ve ölümden söz açar O
kendi ölü anasından ve Rose teyzesinden
onların uzun saçlarından ve uzun tırnaklarından
ve gittikçe büyüyen ve büyüyen
ve onun konuşmasında geri döndüler onlar manikürsüz
Ve geri geldi o kara saçıyla
ve kara gözüyle ve kara pabuçlarıyla
ve raporunun kara kaplı kitabıyla
tek ayağı havada büyük bir kara kuştur o
hayatı belli eden sesi duymak için gelen
duyargasının kabuğu üstünde
ve kendi derisinden çıkıp gitme türküsü söylüyor O
ve diliyle gagalıyor bu kabuğu
ve gözüyle vuruyor bu kabuğa
ve görüyor ışık ışık ve işitiyor Ölüm Ölüm
kimsenin söz açmadığı
Bir baştır O bir baş görünümünde
ve onun görünümü bir kertenkeleye benziyor
ve onun çözülmemiş görünümü
dikiliyor kapıda bekliyor ve işitiyor
vuran el alkışlayan alkışlayan ve vuran
onun ölümünü ölümünü ölümünü
sarhoş aydınlığının ta kendisidir O
kendi sanrısının kendisidir O
kendi büzültücüsünün kendisidir O
ve dönüyor onun gözü dünyanın büzülen kafasında
ve duyuyor kendi organının konuştuğu Ölüm Ölüm
bir sağır ezgi
Dünyanın sonuna geldiği için O
ve o sözcüğü yapan titreyen ettir
ve o kendi etinde duyduğu sözcüğü söylüyor
ve bu sözcük, Ölümdür

Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

Satılık

Zavallı şaşkın oyuncak,
şaşırtıcı bir savurganlıkla döşenmiş,
yalnız bir yıl oturulmuş içinde- 
babamın Beverly Farms'daki yazlık evi
öleli bir ay olmadan satışa çıkarıldı.
Boş kapısı açık ve gizdeş,
şehirdeki evden gelmiş eşyası
ölü kaldırıcılar çıkar çıkmaz
gelecek hamalları beklemenin
sabırsızlığı içinde.
Annem, hazırlanmış,
seksenine kadar yapayalnız
yaşamının korkusuyla
ayı seyrediyor bir pencereden
yolculuk ettiği trende
ineceği istasyondan
bir sonrakine kalmış gibi


Robert Lovell
Çeviren: Cevat Çapan