Şiir, Sadece: 2011-03-06

11 Mart 2011 Cuma

Gazel XX

Mef'ûlü/Mefâ'ÎIü/Mefâ'îlü/Fa'ûKkı


1. Ey gül ne aceb silsile-i müşg-i terün var 
    Ve y serv ne hoş cân alıcı işvelerim var

2. Acıtdı meni acı sözün tünd nigâhun
    Ey nahl-i melâhat ne aceb telh berün var

3. Peykânları ile doludur çeşm-i pür-âbum 
    Ey bahr sağınma senün ancak güherün var

4. Ol seng-dile nâle-i zârun eser itmiş 
    Ey dil sana bu zevk yeter tâ eserin var

5. Işk içre gönül düne ki men bî-hodem ancak 
    Ey gafil özünden senün ancak haberün var

6. Çoh bahduguna gamze ilen bağrın üzersen 
    Her kime ki banmazsan anunla nazaran var

7. Işk ehline ol mâh Fuzûli nazar itmiş
    Sen hem özüni göster eğer bir hünerim var


Fuzuli

1. Ey gül (sevgili)! Ne acayip (hayret verici) taze misk kokulu zincirin (saçın) var. Ve ey servi (sevgili)! Ne hoş can alıcı işvelerin var.

Sevgilinin yüzü güle, boyu serviye benzetildiğinden gül ve serv kelimeleri açık istiare yoluyla sevgili yerine kullanılmıştır.

2. Acı sözün, sert bakışın bana elem verdi. Ey güzellik fidanı! Ne belâlı acı meyven var.

Birini acıtmak: Birini üzmek, acı vermek.

3. Yaş dolu gözüm sevgilinin attığı okların temrenleriyle dolu­dur. Ey deniz! Sadece senin incin var zannetme.

4. Ağlayıp inlemen o taş yürekliye (sevgili) tesir etmiş. Ey gö­nül! İnleme gibi bir eserin var oldukça sana bu zevk yeter.

5. Gönül, aşk içinde yalnız ben kendimden geçtim deme. Ey gafil! Ancak senin kendinden haberin var (başkalarının durumunu ne bileceksin).

6. Yan bakışınla (gamze) baktığın çok kimsenin bağrını parça­larsın. Her kime bakmazsan ona iyilik ediyorsun demektir.

Birinin bağrını üzmek: Bağrını parçalamak, içini üzmek. 

7. Fuzûlî, o ay yüzlü sevgili aşıklara bakıp teveccüh göstermiş. Eğer bir hünerin varsa, sen de kendini göster.

Gazel XIX

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var 
    Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var

2. N'ola kan tökmekde mahir olsa çeşmüm merdümi 
    Nırtfe-i kâbildürür gamzen kimi üstadı var

3. Kıl tefâhur kim semin hem var men tek âşıkun 
    Leyli'nün Mecnûn'ı Şîrîn'ün eğer Ferhâd'ı var

4. Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle 
    Derde yoh sabrı anun her lahza nün feryadı var

5. Eyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur 
    Her kimün kim devr çevrinden dil-i nâ-şâdı var

6. Gezme ey gönlüm kuşı gafil fezâ-yı ışkda
    Kim bu sahramın güzergâhında çok sayyâdı var

7. Ey Fuzûlî ışk men'in kılma nâsıhdân kabul
    Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var


Fuzuli


1. Bende Mecnun'dan daha çok aşıklık yeteneği vardır. Sevgide sadakat gösteren âşık benim, Mecnun'ün ancak adı var.

2. Gözbebeğimin kan dökmekte usta olduğuna şaşılmaz. O ka­biliyetli bir tohumdur ve gamzen gibi bir üstadı vardır.

Kabil tevriyeli kullanılmıştır. Âdem'in oğlu olup kardeşi Habil'in kanım döken kişi ve kabiliyetli anlamlarındadır. Merdüm kelimesi de tevriyeli kullanılmıştır. İnsan ve gözbebeği anlamlarındadır. Gözbebe­ği hem kabiliyetli, hem de Kabil'in tohumundan geldiği için gamze gibi bir de kan dökücü ustası olunca çok kan dökecektir. Kan dökmek bir deyim olup mecazlı kullanılmıştır. Kan dökmekte usta olması gö­zün kanlı yaş dökmesinden kinayedir.

3. Eğer Leylâ'nın Mecnun'u Şirin'in Ferhâd'ı varsa, senin de be­nim gibi âşığın olduğu için övünmelisin.

4. Ey gül! Ben temkinli, sabırlı insanım, beni bülbüle benzetme. Onun benim gibi derde sabrı yok, her lâhza bin feryadı vardır.

5. Halim öyle kötü ki, devrin zulmünden dolayı kimin gönlü mahzun olsa, benim halimi görünce neşelenir (kendi haline şükrederek sevinir).

6. Ey gönlümün kuşu! Aşk göğünde gafil uçarak gezme. Çünkü bu sahranın (aşk sahrası) yollarında çok avcısı vardır.

7. Ey Fuzulî! Nasihatçının aşkı engellemesini kabul etme. Onun nasihati aklın tedbiridir, bir temeli var sanma.

Gazel XVIII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün 


1. Hansı gülsen gülbüni serv-i hırâmânunca var 
    Hansı gülbün üzre gönce la'I-i handânunca var

2. Hansı gülzâr içre bir gül açılur hüsnün kimi 
    Hansı gül bergi leb-i la'I-i dür-efşânunca var

3. Hansı bâğun var bir nahli kadün tek bârver 
    Hansı nahlün hâsılı sîb-i zenahdânunca var

4. Hansı hûnî sen kimi cellâda olmışdur esîr 
    Hansı cellâdun kıhcı nevk-i müjgânunca var

5. Hansı bezm olmış münevver bir kadün tek şem'den 
    Hansı şem'ün şu'lesi ruhsâr-ı tâbânunca var

6. Hansı yirde tapılur nisbet sana bir genc-i Iıüsn 
    Hansı gencin ejderi zülf-i perişânunca var

7. Hansı gülsen bülbülin dirler Fuzûlî sen kimi 
    Hansı bülbül nfilesi feryâd ü efgânunca var


Fuzuli

1. Hangi gül bahçesinin gül fidanı senin salınan servine (boyu­na) benzer. Hangi gül fidanı üzerindeki gonca, gülen la'lin (dudağın) gibidir.

Lal, kırmızı renkli, kıymetli bir mücevherdir. Lal renginden do­layı Divan şiirinde dudağa benzetilir. Burada istiare yoluyla dudak ye­rinde kullanılmıştır.

2. Hangi gül bahçesi içinde senin güzelliğin gibi bir gül açılır. Hangi gül yaprağı senin inci saçan lal gibi kırmızı dudağına benzer.

3. Hangi bağın senin boyun gibi meyve veren bir fidanı vardır. Hangi fidanın meyvesi senin çenenin elmasına benzer.

4. Hangi kan dökücü senin gibi cellada esir olmuştur. Hangi celladın kılıcı senin kirpiklerinin ucu gibi sivridir.

5. Hangi meclis senin boyun gibi bir mumdan aydınlanmıştır. Hangi mumun alevi senin parlak yüzün gibidir.

6. Hangi yerde senin güzelliğine benzer bir hazine bulunur. Han­gi hazinenin yılanı senin dağılmış saçma benzer.

Eskiden hazinelerin viranelerde bulunduğuna ve hazineye bir ejderhanın (yılan) bekçilik yaptığına inanılırmış. Divan şiirinde uzun saç yılana, zencire ve zünnara (papazların bellerine bağladıkları siyah kuşak) benzetilir.

7. Fuzûli, hangi gül bahçesinin bülbülü senin gibidir derler. Hangi bülbülün inlemesi senin feryat ve figanına benzer.

Gazel XVII

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün 


1. Ezel kâtibleri uşşak bahtın kara yazmışlar
    Bu mazmun ile hat ol safha-i ruhsâra yazmışlar

2. Havâs-ı hâk-ı pâyun şerhini tahkik idüp merdüm 
    Gubâr ilen beyâz-ı dîde-i hun-bâra yazmışlar

3. Gülistanı ser-i kuyun sıfatın bâb bâb ey gül 
    Hat-ı reyhan ile cedvel çeküp gülzâra yazmışlar

4. İki satr eyleyüp ol iki mey-gûn la'ller vasfın 
    Görenler her birin bir çeşm-i gevher-bâra yazmışlar

5. Girüp büt-hâneye kılsan tekellüm can bulur şeksüz 
    Musavvirler ne suret kim der ü dîvâra yazmışlar

6. Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî 
    Mana her gün dil-i sad-pâreden bir pare yazmışlar

7. Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfm ehl-i derd 
    Fuzûlî adını gördüm ser-i tûmâra yazmışlar


Fuzuli

1. Ezel gününün kâtipleri âşıkların bahtını kara yazmışlar. Bu­nun tamamını güzelin yanağını sayfasına yazmışlar.

Mazmun: Yazının içinde anlatılmak istenen gizli mânâdır. Divan şiirinde yüzdeki ayva tüyleri yazıya benzetilir. Âşığın bahtının karalığı­nın güzelin yüzüne yazılması, âşığın sevgilinin yüzünün güzelliğine âşık olup ıstırap çekeceği anlamındadır.

2. Ayağının toprağının niteliğini inceleyen insan (göz bebekleri) onun niteliklerini toz gibi ince yazı ile kan saçan gözün beyazına yaz­mıştır.

Merdüm kelimesi hem insan hem de gözbebeği anlamında tevriyeli kullanılmıştır. Gubar kelimesinde de tevriye vardır. Bir anlamı toz­dur; diğeri gubarî denen ince bir yazı çeşididir. Eskiden mürekkep yap­mak için siyah toz kullanıldığına da işaret edilmiştir. Âşık sevgilinin ayağının toprağını gözüne sürme olarak çekmesi ve gözün beyazındaki ince damarların gubarî yazıya benzemesi de düşünülmüştür.

3. Ey gül (sevgili)! Gül bahçesi gibi olan köyünün vasıflarını reyhani yaza ile cetvel çekip bölüm bölüm gülzara yazmışlar.

Reyhan kelimesi güzel kokan ufak yapraklı bir ot ve reyhani ya­zı denen bir çeşit yazı anlamlarında tevriyeli kullanılmıştır. Cetvel ke­limesi de tevriyeli olup cetvelle sayfa kenarlarına çekilen çizgi ve bah­çelerde çiçek tarhlarının kenarından geçen su yolu. Bâb bâb keli­mesi de tevriyeli olup kitap bölümü ve bahçelerde çiçek, sebze vb. ek­mek için yapılan bölmeler ki, ark denir. Bâb bâb, hat-ı reyhan, cetvel ve yazmışlar kelimeleriyle müraat-ı nazir sanatı yapılmıştır. Ayrıca sevgi­linin mahallesi gülistana benzetilmiştir. Gülistan, gülzar, bâb bâb, su cetveli kelimelerinde iham-ı tenasüp sanatı vardır.

4. Dudağını görenler şarap renkli o iki la'lin (iki dudağın) vasfını iki satır eyleyip her birini inci yağdıran bu göze yazmışlar.

5. Sevgilim, puthaneye girip konuşsan orada ressamların duvara ve kapıya çizdikleri ne kadar resim varsa şüphesiz hepsi canlanır.

6. Ezel günü yazıcıları, dünyada herkesin günlük rızkını yazdık­larında, bana yüz parça olmuş gönülden her gün bir parça yazmışlar.

7. Dert sahipleri, Vamık'ın, Ferhad'ın Mecnun'un hikâyesinde onların vasıflarını yazdıkları zaman Fuzüli'nin adım sayfanın basma yazdıklarını gördüm.

Yuvarlanarak katlanan kâğıda tumar denir. Eskiden resmi ya­zılar, mektuplar, kâğıda uzunlamasına yazılır, sonra yuvarlanıp katla­narak bağlanırdı.

Gazel XVI

Fâ'ilâtiin/Fâ'ilâtsün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün 


1. Ey mezâk-ı cana cevrün şehd ü şekker tek lezîz 
    Dem-be-dem zehr-i gamun kand-i mükerrer tek leziz

2. Âteş-i berk-i firâkun nâr-ı dûzah tek elim 
    Cür'a-i câm-ı visâlün âb-ı kevser tek lezîz

3. Şerh ahvâlüm sana meste nasihat kimi telh 
    Telh güf târun mana mahmura sağar tek leziz

4. Dâğ-ı ışkun derdi zevk-i saltanat tek dİl-pezîr 
    Hâk-i kuyun seyri feht-i heft kişver tek lezîz

5. N'ola bulsam zevk köydürdükçe göğsüm üzre dâğ 
    Ehl-i derde dâğ olur bî-derde zîver tek lezîz

6. Taze taze dâğ-ı derdündür dil-i sûzânuma 
    Fi'l-mesel hn-s ehline cem'iyyet-i zer tek lezîz

7. Ey Fuzûlî âlemün gördüm kamu ni'metlerin 
    Hiç ni'met görmedüm dîdâr-ı dilber tek lezîz


Fuzuli

1. Ey cefa ve çevrin can damağına bal ve şeker gibi tatlı gelen (sevgin)! Her an gamının zehri tekrar tekrar kaynatılmış şeker gibi lezzetlidir.

Mezâk: Zevk alma, tat duyma; tad alma yeri, damak; zevk, tat anlamlarına gelir. Arapçada bu kalıpla yapılan kelimelere • mastar-1 mimi; mimli mastar» denir. İsim - fiil, yer ve zaman adları yapılır. Bu­rada canın tat alma yeri olarak kullanılmıştır.

2. Ayrılığının yıldırımının ateşi cehennem ateşi gibi elem veri­cidir. Vuslatının kadehinin bir yudumu Kevser suyu gibi lezzetlidir.

Ayrılık ateşi düştüğü yeri yakıp yok eden yıldırıma benzetilmiştir. Kevser: Cennete akan tatlı bir su. Ateş ve su tezadlıdır.

3. Durumumu sana açıklamak sarhoşa nasihat vermek gibi acı gelir. Senin acı sözün bana baş ağrısı çeken sarhoşa şarap içmek gibi tatlıdır.

Mahmur: Sarhoşluğun verdiği humar denen başağrısı ve sersem­liktir. Sarhoş, başındaki ağrıyı ve sersemliği şarap içerek gidermek is­tediği için acı sözün mahmura şarap gibi tatlı gelir denmiştir. Şarabın tadı acı olmakla birlikte sarhoşa tatlı gelir. Sevgilinin acı sözü de şair için mahmura şarap içmek gibi tatildir. Acı ile tatlı arasında tezat sa­natı vardır. Kadeh anlamına gelen sağar kelimesiyle kadehin içindeki şarap kastedilmiş olup mecaz-ı mürsel sanatı yapılmıştır.

4. Aşkının yarasının derdi saltanat zevki gibi gönül çekicidir. Köyünün toprağını gezip dolaşmak, yedi ülke fethetmek gibi tatlıdır.

5. Göğsümün üzerine kızgın dağ vurulmasından zevk alsam bu­na şaşırmamalı. Dertliye yara, dertsize süs gibi zevk gelir.

Dâğ, yanık yarası demektir. Kızgın demirle damga vurulurken meydana gelen yara. Şiirde aşk ateşinden meydana gelen yaradır. Dam­ga yarası, şeklinden ve kırmızılığından dolayı güle benzetilir. Burada Fuzûli aşk yarasının meydana getirdiği yaranın vücudunu süslemesin­den zevk aldığını söylüyor.

6. Aşk ateşiyle yanan gönlüme senin derdinin taze taze yaraları bu hırslı insana altın biriktirmek gibi tatlı gelir.

Ateşle dağlamak suretiyle meydana gelen yara, şeklinden ve kır­mızılığından dolayı altın paraya benzetilmiştir.

7. Ey Fuzûli! Dünyanın bütün nimetlerini gördüm. Sevgilinin yü­zü gibi tatlı hiç nimet görmedim.

Gazel XIV

Miifte'ilün/Fâ'ilün/Müfte'ilün/Fâ'ilün 


1. Kimsede ruhsâruna tâkat-i nezzâre yoh 
    Âşıkı öldürdi şevk bir nazara çâre yoh

2. Bağrı bütünler mana ta'ne iderler müdâm
    Hâlümi şerh itmeğe bir ciğeri pare yoh

3. Yığdı menüm başuma dehr gamın n'eylesün 
    Bâdiye-i ışkda men kimi âvâre yoh

4. Dehrde hemtâ sana var peri yoh dimen 
    Var güzel çoh velî sen kimi hun-hâre yoh

5. Gözde gezer çizginüp katre-i eşkünı müdâm 
    Katre-i eşküm kimi çerhde seyyare yoh

6. Çâk görüp göğsümi kılma ilâcum tabîb 
    Zayi' olur merhemün mende biter yara yoh

7. Zârlığum ışkdan var Fuzûlî velî
    Ol meh-i bî-mihrden rahm men-i zara yoh


Fuzuli


1. Senin yanağına bakmaya kimsede güç yok. Âşığı arzu ve şevk öldürdü. Onda bir bakışa bile çare kalmadı.

2. Aşk derdiyle yüreği parçalanmamış olanlar daima beni ayıp­larlar. Halimi anlatmak için aşk derdiyle ciğeri parçalanmış bir kimse yok.

Bağrı bütün bugün kullanmadığımız Türkçe bir deyim. Dert ve ıs­tırap çekmemiş anlamındadır.

3. Dünya bütün gamını benim başıma yığdı. Ne yapsın aşk çö­lünde dolaşan benim gibi bir avare bulamadı.

4. Dünyada senin eşin peri gibi bir güzel yok demem, vardır. Gü­zel çok var, lâkin senin gibi kan içen güzel yok.

Hun-hâr (kan içen) kan döken, öldüren demektir. Var ve yok ke­limeleriyle tezatlar yapılmıştır.

5. Gözyasımm damlası daima gözde dolanıp gezen Gökte gözya­sımın damlası gibi gezen bir seyyare yok.

Göz gökyüzüne gözyaşı da seyyareye benzetilmiştir.

6. Ey doktor! Göğsümü parçalanmış görüp ilaç yapma. Merhe­min boşa gider. Çünkü bende bitip tükenecek yara yok.

7. Ey Fuzûli! Aşktan ağlayıp inliyorum. Lakin o merhametsiz ayın (sevgili) bana acıdığı yok.

Mihr (güneş) ile men (ay) arasında iham-ı tenasüp vardır.


8 Mart 2011 Salı

Gazel XIII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Reng-i rûyundan dem urmış sâgar-ı sahbâya bah 
    Âfitâb ilen kılur da'vî dut i İmiş aya bah

2. Şem' başından çıharmış dûd-ı şevk-i kâkülün 
    Beyle kûteh ömr ile başındaki sevdaya balı

3. Ey selâmet ehli ol ruhsâra bahma zinhar 
    İhtiraz eyle melâmetden men-i rüsvâya bah

4. Bildi ışkında nemed-pûş olduğum âyîne veş 
    Rahm idüp bir kez mana bahmaz bu istiğnaya bah

5. Sinemi çâk eyle gör dil ıztırâbın ışkdan 
    Revzen aç her dem hevâdan mevc uran deryaya bah

6. Ey diyen kim şâm-ı ikbâlün ne yüzden tîredür 
    Saye salmış aya ol gîsû-yı anber-sâya bah

7. Ey Fuzûlî her nice men'eylese nâsıh seni 
    Bahma amin kavline bir çihre-i zibâya bah


Fuzuli

1. Şarap kadehine bak, senin yüzünün renginden dem vuruyor. Tutulmuş aya bak, güneş ile iddiaya girişiyor.

Sevgilinin yüzü güneşe, içinde şarap olan kadeh de tutulmuş aya benzetilmiştir. Hüsûf denen ay tutulmasında ayın parlaklığı giderek şa­rap gibi koyu kırmızı bir renk ahır .

2. Mum, senin kâkülünün arzusunun dumanını başından çıkar­mış (yani senin kâkülünün aşkıyla yanarak dumanı başından çıkmış). Böyle kısa ömürle başındaki sevdaya bak.

Şevk, hem arzu hem alev anlamında tevriyeli kullanılmıştır. Mu­mun kısa ömürlü olması, kısa sürede yanıp tükenmesinden kinayedir. Sevda hem aşk hem çok kara demek olup tevriyeli kullanılmıştır. Mu­mun başındaki sevdadan dumanı kastedilerek ihâm-ı tenasüp sanatı yapmıştır.

3. Ey selâmette olan kişi! Sakın o yanağa bakma, benim rüsva ha­lime bak da halkın ayıplamasından kork.

4. Sevgili aşkında, ayna gibi keçe giydiğimi bildi Şu aldır­mazlığa bak, merhamet edip de bana bakmaz.

Eskiden aynanın tozlanmaması için üzeri keçe ile örtülürmüş. Fakirler ve dervişler çok ucuz olduğu için keçeden hırka giyerler «Yü­züne bakmamak» deyimi tevriyeUdir. Önem vermemek anlamıyla bir­likte keçe ile örtülü aynaya bakılmadığından kinaye sanatı yapılmıştır.

5. Göğsümü yar, gönlümün nasıl çırpındığını gör. Pencere aç da havadan her zaman dalgalanan denize bak.

Hava, rüzgâr ve arzu anlamlarında tevriyeli kullanılmıştır. Is­tırabın kök anlamı titremek, çırpınmak demektir. Mecazî anlamı keder, üzüntüdür. Beyitte ıstırap, keder anlamıyla birlikte, mevc (dalga) ve derya kelimeleriyle ilgili olarak çırpınmak anlamında kullanılmış olup ihâm-ı tenasüp sanatı yapılmıştır.

6. Ey mutluluk akşamın neden karanlıktır diyeni O anber kokulu saça baksana ayı gölgelemiş.

Sevgilinin ay gibi parlak yüzünü siyah saçları örtmüş olduğun­dan Fuzûlî'nin mutluluk gecesi kararmış. Anbersây, anber kokusu ya­yan demektir. Saye ile sây arasında tam cinas vardır. Şam: Akşam; Tire: Karanlık; Saye -. Gölge; Gisu; Saç (siyahlığı dolayısıyla! anber-sây kelimeleri bir araya toplanarak müraat-ı nazir sanatı yapılmıştır. Yüz­den kelimesi, yüz-den ve ne sebepten anlamında tevriyeUdir. Şam, gisu ile, yüz ay ile ilgili olup düzensiz leff ü neşr sanatı vardır.

7. Fuzûli! Nasihatçı seni ne kadar engellese de sen onun sö­züne bakma, güzel bir yüze bak.

Gazel XII

Mef'ûlü/Mefâ'îlü/Mefâ'îlü/Fa'ûlün


1. Gönlüm açılur zülf-i perîşânunı görgeç
    Nutkum dutulur gonce-i handânunı görgeç

2. Bahdukça sana kan saçılur dîdelerümden
    Bağrum delinür nâvek-i müjgânunı görgeç

3. Ra'nâhğ ile kâmet-i şimşâdı kılan yâd 
    Olmaz mı hacil serv-i hırâmânunı görgeç

4. Çok ıska heves ideni gördüm ki hevâsın 
    Terk itdi senün âşık-ı nâlânunı görgeç

5. Kâfir ki degül mu'terif-i nâr-ı cehennem 
    İmâna gelür âteş-i hicrânum görgeç

6. Nâzüklük ile gonce-i handanı iden zikr 
    İtmez mi haya la'I-i dür-efşânunı görgeç

7. Sen hâl-i dilün söylemesen n'ola Fuzûlî 
    İl fehm kılur çâk-i girîbânunı görgeç


Fuzuli

1. Senin (dağınık) perişan saçını görünce gönlüm açılır. Gülen goncanı (ağız) görünce, nutkum tutulur (konuşamam).

2. Sana baktıkça gözlerimden kan saçılır. Kirpiklerinin okunu görünce, bağrım delinir.

3. Şimşir ağacını beğenip güzellikte onu hatırlayan, senin salına­rak yürüyen servi boyunu görünce utanmaz mı?

Şimşad, şimşir denen düzgün boylu ağaçtır. Divan şiirinde sev­gilinin boyu şimşada da benzetilir.

4. Aşka heves eden çok kimsenin seni ninleyen âşığını görünce aşk arzusunu terkettiğini gördüm.

5. Cehennem ateşine inanmayan kafir senin ayrılık ateşini gö­rünce imana gelir (Yani cehennemin varlığını kabul ederek imana ge­lir).

6. Gülen gonca (açılmış gonca) yi güzellikle anan kimse senin inci saçan la'lini (dudağını) görünce utanmaz mı?

La'l açık istiare sanatı yapılarak dudak yerinde kullanılmıştır. Du­dağın inci saçması gülerken inci gibi dişlerinin görünmesidir. Gülen (açılan) gonca senin dudağın gibi, inci saçamadığı için utanmalıdır.

7. Fuzûlî sen gönlünün halini söylemeyip gizlesen ne olur? El ya­kanın yırtığını görünce halini anlar.

Ağlayan, ıstırap çeken kimse üzüntüsünden yakasını yırtar ve sa­çını yolar, basma toprak serpermiş. Fuzûlî çektiği ıstırabı ve kederi an­latmak için bu mazmunları çok kullanmıştır.

Gazel XI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Bahr-i ıska düşdün ey dil lezzeti canı unut 
    Baliğ oldun gel rahimden içdüğün kanı unut

2. Virdi rıhletden haber mûy-ı sefîd ü rûy-ı zerd 
    Çihre-i handâım vü zülf-i perişanı unut

3. Çek nedâmetden göğe dûd-ı dili tök kanlu yaş 
    Serv-i nâzı terk kıl gül-berg-i handanı unut

4. Gör ganimet fakr mülkinde gedâhk şivesin 
    İ'tibâr-ı mansıb u dergâh-ı sultam unut

5. Çekme âlem kaydım ey ser-bülend-i kayd olan 
    Saltanat tahtına irdün bend ü zindanı unut

6. Ma'siyet dersin yeter tekrar kıl dönder varak 
    Özge harfin meşkin it evvelki unvanı unut

7. Levh-i hatır sûret-i canana kıl âyîne-dâr 
    Anı yâd it her ne kim yâdunda var anı unut

8. Ey Fuzûlî çek melâmet reh-güzâımdan kadem 
    Lahza lahza çekdügün bî-hûde efgânı unut


Fuzuli


1. Ey gönül! Aşk denizine düşıtün canın tatlı olduğunu unut. Ar­tık yetişkin oldun ana rahminden içtiğin kanı unut.

2. Ak saç ile sarı yüz öbür dünyaya göçmekten haber verdi. Sev­gilinin gülen yüzünü ve perişan saçım unut.

3. Pişmanlıktan yanan gönül ateşinin dumanım göğe çıkar, kanlı gözyaşı dök. Naz servisini ve gülen gül yaprağım unut.

4. Fakirlik ülkesinde yoksulluk içinde yaşamayı ganimet bil. Sulfatanın sarayım ve mevki itibarım unut.

5. Ey fakirlikle başı yüksekte olan mutlu kişi! Dünya bağım (zevk ve nimetler) bırak, onun için tasalanma. Saltanat tahtına eriştin bendi (zincirle bağlanma) ve zindanı unut

6. Günah dersini tekrarladığm yeter, sahifeyi çevir. Başka harf öğrenmeye çalış, evvelki unvanı unut.

7. Gönül sayfanı ayna gibi sevgilinin yüzüne tut, yalnız onu an. Belleğinde her ne varsa unut.

8. Ey Fuzûli! Halkın ayıplama yolundan ayağını çek. Zaman zaman boş yere ettiğin feryad ve figanı unut.


Gazel X

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Ol ki her sâ'at gülerdi çeşm-i giryânum görüp 
    Ağlar oldı hâlüme bî-rahm cânânum görüp

2. Eyleyen ta'yîn-i eczâ-yı müdâvâ derdüme 
    Terk idüp cem' itmedi hâl-i perişanımı görüp

3. Lâle-ruhlar göğsümün çâkine lnlma-rfar nazar 
    Hiç bir rahm eylemezler dâğ-ı hicrânum görüp

4. Dut gözin ey dûd-ı dil çerhün ki devrin terk idüp 
    Kalmasun hayretde çeşm-i gevher-efşânum görüp

5. Pertev-i hurşîd sanman yirde kim devr-i felek 
    Yire urmış âftâbm mâh-ı tâbâmun görüp

6. Suda aks-i serv sanman kim koparup bâğbân 
    Suya salmış servini serv-i hırâmânum görüp

7. Ey Fuzûli bil ki ol gül-ânzı görmiş degül
    Kim ki ayb eyler menüm çâk-i girîbânum görüp


Fuzuli

1. Her saat ağladığımı görüp bana gülen merhametsiz, sevgilimi görünce halime ağlar oldu.

2. Derdimin tedavisi için ilâç yapmaya çalışan doktor, benim perişan halimi görünce ilâç hazırlamaktan vazgeçti.

3. Lâle yanaklı güzeller göğsümün yırtığına bakmazlar. (Göğsümdeki) ayrılık yaraşma bakıp hiç merhamet etmezler.

4. Ey gönül ateşinin dumanı! Feleğin gözünü kapat da inci (göz­yaşı) saçan gözünü görüp hayretinden dönmesini bırakmasın.

5. Güneşin ışığı yere vurmuş sanmayın, felek benim parlayan ayımı (sevgili) görüp (öfkesinden) güneşini yere vurmuş.

6. Suda görünen servinin aksi sanmayın. Bahçıvan benim salına­rak yürüyen servi boylumu (sevgili) görüp bahçedeki servisini (öfkesin­den) kopararak suya atmıştır.

7. Ey Fuzuli! (üzüntüden) yakamı parçaladığımı ayıplayan kim­senin o gül yüzlü güzeli görmediğini bil (sevgilini görse seni ayıplamazdı)

Gazel IX

Müfte'ilün/Müfte'ilün/Fâ'ilün


1. Subh sahip mihr-i ruhundan nlkâb 
    Çıh ki temaşaya çıha âf itâb

2. Rlşte-i camım yeter it pür-girlh 
    Salma seri zülf-i semen-sâya tâb

3. Mest çıhup salma nazar her yana 
    Görme reva kim ola âlem harâb

4. Kesme nazar cânib-i uşşâkdan 
    Nâle-i dil-sûzdan it ictinâb

5. Giceler encüm sayaram subha dek 
    Ey şeb-i hecrün mana rûz-i hisfib

6. Dûzaha girmez sitemünden yanan 
    Kâbil-i cennet degül ehl-i azâb

7. Saldı ayahdan gam-ı âlem meni 
    Vir mana gam define sâkî şarâb

8. Rahm kıl üftâdeleriin hâline 
    Hiç gerekmez mi sana bir sevâb

9. Nûş ideli bâde-i lal-i lebün 
    Nerkis-I mesttin gibi hâKkn harâb

10. Yâr su'âl itse ki hâlün nedür 
      Hasta Fuzûlî ne virürsin cevâb


Fuzuli

1. Sabahleyin güneşe benzeyen yüzünden örtüyü atıp dışarı çık ki, güneş seni seyretmek için çıksın.

2. Canımın ipliğini düğüm düğüm ettiğin yeter. Yasemin kokan sacının ucunu kıvırma Divan şiirinde can ipliğe benzetilir. Can ipliğindeki düğümler açık istiare Ue ıstırap anlamındadır.

3. Sarhoş olarak dışarı çıkıp her tarafa bakınma. Âlemin harap olmasını uygun görme.

Sarhoş olarak bakmak, göz süzerek baygın bakmaktır. Sevgili ba­kış okları ile dünyayı harap edecektir. Sarhoş ile harap kelimesi arasın­da da ilgi vardır. Nitekim mest-i harap: Çok sarhoş; harabat: Meyha­ne demektir. Dokuzuncu beyitte de aynı ilgi bulunmaktadır.

4. Âşıklardan yana bakışını (teveccühünü) kesme. Gönül yakan feryadımdan sakın.

5. Ey ayrılık gecesi bana hesap günü (kıyamet günü) olan sev­gili! Geceleri sabaha kadar yıldız sayarım (hiç uyumam).

Rûz-i hisftb: İnsanların günahlarının ve sevaplarının hesap edi­leceği kıyamet günüdür. Saymak ile hisâb (hesap) ilgilidir. Gece, subh. şeb, rûz kelimeleriyle müraat-ı nazir sanata yapılmıştır. Ayrıca gece ile gündüz (rûz) de tezat vardır.

6. Senin zulmünden yanan, cehenneme girmez (oysa) azap ehli (yani günahlılar cehenneme girmeden) cennete giremezler.

7. Dünyanın gamı, kederi beni ayakta duramaz etti (güçsüz ha­le getirdi). Saki! gamdan kurtulmak için bana şarap ver.

8. Düşkünlerinin (aşıklar) haline ara, sana hiç sevap gerekmez mi?

9. La'l gibi kırmızı dudağının şarabını içeli sarhoş nergisin (gö­zün) gibi halim haraptır.

10. Yar halin nedir diye sorarsa, (ey) aşk hastası Fuzûli! ne ce­vap vereceksin?

Ne cevap verirsin? Cümlesi; 1. Ne cevap vereceksin? 2. Ne? Diye cevap verirsin. Yani aşktan cevap veremeyecek kadar hastasın anlam­larıyla kullanılarak kelime oyunu yapılmıştır.

7 Mart 2011 Pazartesi

Gazel VIII

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün


1. Menüm tek hiç kim zâr ü perişan olmasun yâ 
    Rab Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicran olmasun yâ Rab

2. Dem-â-dem cevrlerdür çekdüğüm bî-rahm bütlerden 
    Bu kâfirler esiri bir müselmân olmasun yâ Rab

3. Görüp endişe-i katlümde ol mâm budur derdüm 
    Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab

4. Çıharmak itseler tenden çeküp peykâmn ol servün 
    Çıhan olsun dil-i mecruh peykân olmasun yâ Rab

5. Cefâ vü cevr ile mu'tâdem anlarsuz n'olur hâlüm 
    Cefâsma had ü çevrine pâyân olmasun yâ Rab

6. Dimen kim adli yoh yâ zulmi çoh her hâl ile olsa 
    Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Rab

7. Fuzûli buldı genc-i afiyet meyhane küncinde 
    Mübarek mülkdür ol mülk viran ı Imasun yâ Rab


Fuzuli

1. Yâ Rabbi! Hiç kimse benim gibi ağlayıp inlemesin ve perişan olmasın. Yâ Rabbi! Hiç kimse benim gibi aşk derdinin ve ayrılık yara­sının esiri olmasın.

2. Merhametsiz güzellerden daima eziyet ve cefa çekiyorum. Bir Müslüman bu kâfirlerin esiri olmasm ya Rabbi!

3. O ay yüzlü güzelin beni öldürmeyi düşündüğünü görüp dert edindiğim şudur: O ay yüzlü (bu düşüncesinden) pişman olmasın yâ Rabbi!

4. O servi boylunun bakışlarının okunu tenden çekip çıkarmak isteseler, çıkan yaralı gönül olsun da temren olmasm ya Rabbi!

5. Cefa ve çevre alışkınım, onlarsız halim ne olur. Cefası sınır­sız, çevri sonsuz olsun ya Rabbi!

6. Sevgilinin adaleti yok, zulmü çok demeyin. Her nasıl olursa olsun gönül tahtına ondan başka sultan olmasm ya Rabbi!

7. Fuzûlî meyhane köşesinde esenlik hazinesini buldu. O yer, mübarek yerdir, viran olmasm ya Rabbi!

Gazel VII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrandur sana 
    Hak bilür insan dimez her kim ki insandın- sana

2. Virmeyen canın sana bulmaz hayât-ı câvidân 
    Zinde-i câvîd ana dirler ki kurbandur sana

3. Âlemi pervâne-i şem'-i cemâlün kıldı ışk 
    Cân-ı âlemsin fidâ her lahza min candur sana

4. Âşıka sevkımla cân virmek inen müşkil degül 
    Çün Mesîh-i vaktsin can virmek âsandur sana

5. Çıhma yârımı giceler âğyâr ta'nından sakın 
    Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksandur sana

6. Pâdisahum zulm idüp âşık seni zâlim dimiş
    Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtandın* sana

7. Ey Fuzûli hûb-rûlardan tegâfüldür yaman
    Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsandur sana


Fuzuli

1. Ey melek yüzlü güzel! Senden başka herkes sana hayrandır. Allah bilir insan olan sana insan demez, melek der.

2. Sana canını vermeyen ebedî hayata kavuşamaz. Kendini sana kurban edene ebedi diri derler.

Kurbanın kelime anlamı yakınlık demektir Kurban Allah'a yakın olmak, O'nun rızasını yerine getirmek için kesilir. Ayrıca kurban olmak birisi için isteyerek canını vermek, kendini kurban etmek anlamında kul­lanılır. tanrıya veya sevdiğine canını kurban eden ona yakın olacağı için ebedi olarak diri sayılır.

3. Aşk, bütün âlemi yüzünün güzelliğinin mumuna -pervane yap­tı. Sen âlemin canısın, sana her an bin oan fedadır.

4. Senin arzunla âsi kın canını vermesi güç değildir. Sen zama­nın îsa'sısm, can vermek senin için kolaydır.

İsa'nın nefesi ile ölüleri diriltmesine telmih vardır.

5. Sevgilim geceleri dışarı çıkma (yahut gece yanlan dışan çık­ma) . Başkalarının ayıplamasından sakın. Sen güzellik göğünün en yük­seğinde bulunan dolunaysın, bu senin için bir noksanlık olur.

Yarım kelimesi sevgilim ve yarım anlamlarında tevriyen kullanıl­mıştır. Aynca dolunay yani tam ay ile noksan arasında tezat vardır.

6. Padişahım, âşık sana zulüm edip zalim demiş. Bu sana bir bühtandır, güzel olanlardan kötülük gelmez.

7. Ey Fuzûlî! Kötü olan şey, güzellerin aldırmazlığı, ilgisizliğidir. Onlardan cefa da gelse senin için bir ihsandır (onlardan cefa da gelse seninle ilgileniyorlar demektir, bu da bir ihsandır).

Gazel III

Fâ'üâtün/Fâ'üâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Kâr ger düşmez hadeng-i ta'ne-i düşmen mana 
    Kesret-i peykânun itmlşdür demürden ten mana

2. Eyminem seng-i melâmetden kim alup çevremi 
    Oldı zencîr-i cünûn bir kal'a-i âhen mana

3. Andanam rüsvâ ki seyl-âb-ı sirişküm çâk ider 
    Zahm-ı tigun kam geydürdükçe pîrâhen mana

4. Dem-be-dem şem'-i cemâlünden münevver olmasa 
    Ey gözüm nûn gerekmez dîde-i rûşen mana

5. Hîç meskende karanım yoh durur ol zevkden 
    Kim kaçan hâk-i ser-i kuyun ola mesken mana

6. Başda bir serv-İ semen-ber vaslmun sevdası var 
    Sûd kılmaz bâğbân nezzâre-i gülsen mana

7. Ey Fuzûli odlara yansun bisât-ı saltanat Yeğdür andan 
    Hak bilür bir gûşe-i külhan mana


Fuzuli


1. Düşmanın ayıplama oku bana tesir etmez. Çünkü senin (bakış) klarının temreni vücudumda o kadar çoktur ki, onlar bana demirden ir ten yapmıştır.

2. Halkın kınama tasından emniyetteyim. Çünkü delilik zinciri evremi sarıp bana demirden bir kale yapmıştır.

3. Kılıcının (aşk kılıcı) yarasının kanı bana gömlek giydirdikçe gözyaşlarımın seli o gömleği parçalar. Bundan dolayı halka rezil rüsva olurum.

Şairin vücudunu kaplayan aşk yaralarının kanı, tenini kırmızı bir gömlek giymiş gibi örtmüştür. Gözyaşlarının selinin gömleği parça­laması akan gözyaşının gömleğin kanını gidermesidir. Gömlek parça­lananca vücudundaki aşk yaraları görüneceğinden halka rezil olacak­tır.

4. Ey gözümün nuru sevgilim! Senin yüzünün güzelliğinin mumundan aydınlanmazsa bana aydınlık göz (gören söz) gerekmez.

5. Köyünün toprağı bana ne zaman mesken olacak düşüncesi bana öyle zevk verir ki, o zevkten hiçbir yerde durup oturamam.

6. Başımda yasemin göğüslü bir serviye kavuşma sevdası var. Bahçıvan! Gül bahçesini seyretmek bana fayda vermez.

Divan şiirinde güzelin göğsü, beyazlığı ve kokusu dolayısıyla ya­semine benzetilir. Yasemin, servi, bahçıvan, gülsen kelimeleriyle mü-raat-ı nazir sanatı yapılmıştır. Servi açık istiare üe boyu servi gibi olan sevgili yerinde kullanılmıştır.

7. Ey Fuzûli! Saltanat döşeği ateşlere yansın. Allah bilir bir kül­han köşesi bana ondan daha iyidir.

Gazel II

Mefâ'îlünMefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün


1. Zihî zâtun nihân u ol nihândan mâ-sivâ peyda 
    Bihâr-i sun'una emvâc peyda ka'r nâ-peydâ

2. Bülend ti pesti âlem şahidi feyz-i vücûdundur 
    Değül bî-hûde olmak yoğ iken arz u semâ peyda

3. Kemâli hikmetim izhâr-i kudret kılmağa itmiş 
    Gubâr-ı tireden âyîne-i gîtî-nümâ peyda

4. Dem-â-dem aks alur mir'ât-i âlem kahr u lutfundan 
    Anunçün geh küdûret zahir eyler geh safa peyda

5. Gehî toprağa eyler hikmetim min meh-likâ pinhân 
    Gehî sun'un kılur toprağdan min meh-likâ peyda

6. Cihan ehline tâ esrâr-ı ilmün kalmaya mahfi 
    Kılupdur hikmetim küffâr içinde enbiyâ peyda 

7. Nisân-i şefkatündür kim olur izhâr-i hamdünçün 
    Fuzûlî tîre tab'mdan kelâmı cân-fezâ peyda


Fuzuli


1. Ne kadar güzel Yâ Rabbi! Sen kendin gizli olduğun halde o gizliden varlık âlemi meydana gelmiştir. Senin sanatmm denizlerinde dalgalar meydana geliyor ama denizin dibi görünmüyor.

Nihân (gizli) ile peyda (meydanda) arasında tezat var. Bihâr (de­nizler), emvâc (dalgalar), ka'r (denizin dibi), kelimeleriyle tenasüp ya­pılmıştır.

2. Âlemin yükseği, alçağı (gök ve yer) senin varlığının feyzine şahittir. Arzın ve semanın yok iken var olması boşuna, değildir.

3. Senin yaratma sırrının mükemmelliği, kudretini göstermek için kara topraktan dünyayı gösteren bir ayna meydana getirmiştir (in­sanın gönlünü kastediyor).

Kara topraktan dünyayı gösteren ayna, topraktan yaratılmış olan insanın kalbidir. Âlemin gerçeğini gören ve bilen kalptir.

4. Her an âlem aynası senin kahrından ve lutfundan akis attır. Onun için bazan keder görünür, bazan safa meydana gelir.

Kahır, keder; lütuf, safa ile ilgili olup leff ü neşr sanatı yapılmış­tır.

5. Hikmetin bazan bin ay yüzlü güzeli toprağa gizler. Bazan da sanatın topraktan bin ay yüzlü güzel yaratır.

6. Timinin sırları dünya ehline gizli kalmasın diye hikmetin ba­zan kâfirler içinde peygamberler çıkarır.

7. Sana hamdetmek için Fuzûlî'nin karanlık (değersiz) yaratılı­şından cana can katan söz meydana gelmesi, senin şefkatinin bir belir­tisidir.

Gazel I

Mefulü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün


1. Yâ Rab hemîşe lütfunı it reh-nümâ mana
    Gösterme ol tarîki ki yetmez sana mana

2. Kat' eyle âşinâluğum andan ki gayrdur
    Ancak öz âşinâlarım it âşinâ mana

3. Bir yirde sabit it kadem-i i'tibârumı
    Kim reh-ber-i şerî'at ola muktedâ mana

4. Yoh mende bir amel sana şâyeste âh eğer 
    A'mâlüme göre vire adlün ceza mana

5. Havf-i hatâda muztaribem var ümîd kim 
    Lütfün vire bişâret-i afv-i hatâ mana

6. Men mihnezem mana gereken sen Hâkimsin 
    Men' eyle virme her ne gerekmez mana mana

7. Oldur mana murâd ki oldur sana murâd 
    Hâşâ ki senden özge ola müdde'â mana

8. Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esir 
    Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fena mana


Fuzuli

Gazel I 

1. Ya Rabbi! Lutfunu daima bana yol gösterici (kılavuz) et Sana ulaşmayan yolu bana gösterme.

2. Senden başkası ile olan dostluğumu kes (Beni senden başkasına /akın etme). Ancak kendi dostlarını bana dost et.

3. İtibar ayağımı öyle bir yerde durdur ki, şeriatın rehberi Haz-ret-i Muhammed bana önder olsun.

4. Bende sana lâyık bir iş yok. Eğer adaletin benim işlediklerime göre ceza verirse vay halime!

5. Hata korkusundan ıstırap içindeyim. Senin yardımının bana hatamın bağışlanacağı müjdesini vereceğinden umutluyum.

6. Bana ne gerektiğini ben bilmiyorum. Sen her şeyi bilirsin. Bana gerekmeyeni bana verme!

7. Benim istediğim senin istediğindir. Hâşâ! Senden başka iste­diğim yoktur.

8. Beni Fuzûlî gibi arzu ve heves hapsinde bırakma. Ya Rabbi be­ni yokluk (Tanrı'da yok olma) yoluna yönelt.

Hidayet: Doğru yola yöneltme; Fena: Yokluk anlamındadır. Yok­luk tasavvufi anlamda kullanılmıştır. İnsanın nefsinin bütün arzuların­dan kurtulup dünyadan yüz çevirerek Tanrıya yönelmesi, onda yok olmasıdır ki tasavvufta buna «fena fillah» denir.

Gazel VI

Mefâ'ilün/Fe'ilâtün/Mefâ'ilün/Fe'ilün


1. Kemâli hüsn virüpdür şarâbı nâb sana
    Sana helâldür ey muğ-beçe şarâb sana

2. Seni melek göreli yazmaz oldı ışkı günâh 
    Velî yazıldı bu yüzden besi sevâb sana

3. Lebün su'âline virmez cevâb uşşâkun 
    Su'âl olursa bu senden nedür cevâb sana

4. Ceza gününde sorılmaz hatâlar eyledüğün 
    Yeter figân ile men virdügüm azâb sana

5. Meni karârum ile koymaz oldun ey gerdûn 
    Yiridür ahum ile virsem inkilâb sana

6. Safâ-yı cevheri tîğinden umma kâm ey dil 
    Sağınma su vire ey teşne ol serâb sana

7. Fuzûli başuna ol serv saye saldı bugün 
    Ulüvv-i rif 'at ile yetmez âftâb sana


Fuzuli

1. Saf şarap sana tam bir güzellik vermiştir. Ey şarap dağıtan genç saki! Şarap sana helâldir.

Muğ - beçe mecusî çocuğu, meyhanede şarap dağıtan genç demek­tir. Müslümanbkta şarap hara molduğu için meyhaneyi Mecusîler veya Hıristiyanlar işletirmiş. Muğ-beçeye şarap haram olmayıp helal olduğu için Türkçe «sana helal olsun» deyiminden kinaye sanatı yapılmıştır.

2. Melek seni göreli aşkı günah yazmaz oldu. Fakat bu yüzden sana çok sevap yazıldı.

«Bu yüzden» kelimesi tevriyeli olup «bu sebeple» ve «bu güzel yüzünden dolayı» anlamındadır.

3. Dudağın âşıkların sualine cevap vermez. Bu senden sorulunca cevabın nedir? (Ne cevap vereceksin veya ne? diye sen de soru sora­caksın).

4. Yaptığın hatalar senden sorulmaz. Benim feryat ve figanımla sana verdiğim azap yeter (çünkü ben feryat ve figanımla sana dünyada azap çektirdim).

5. Ey felek! Beni kendi halime bırakmadın. Ahım ile senin dönü­şünü değiştirsem yeridir.

Durma anlamına gelen «karar» kelimesi ile değişme anlamındaki «inkilâb» kelimesi arasında tezat bulunduğu gibi «gerdim» un dönen an­lamı «karar» ile tezatlıdır.

6. Ey gönül! Onun kılıcının cevherinin saf asından kâm alacağını umma. Ey susamış (gönül) Bu serabm sana su vereceğini sanma.

Safa hem zevk, hem saflık ve temizlik anlamında tevriyeli kulla­nılmıştır. Sevgilinin bakışlarının kılıcından, yani çeliğin içindeki sudan susuzluğunu gidereceğini umma denilerek çeliğe su verilmesi ve kılıç se­raba benzetilerek su varmış gibi parlaması mazmunları yapılmıştır.

7. Fuzuli! O servi boylu güzel bu gün senin başına gölge saldı. Artık güneş bil© senin mertebenin yüceliğine yetişemez.

Gazel V

Mefulü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün


1. Ey bî-vefâ ki âdet olupdur cefâ sana
    Billâh cefâdur olma dimek bî-vefâ sana

2. Geh nâz ü geh kirişnıe vii geh işvedür işün
    Canın sevenler olmasa yiğ âşinâ sana

3. Min cân olaydı kâş men-i dil-şikestede 
    Tâ her biriyle bir kez olaydum fidâ sana

4. Işkımda mübtelâluğumı ayb iden sanur 
    Kim olmak ihtiyar iledür mübtelâ sana

5. Ey dil ki hecre döynıeyüp istersin ol mehi 
    Şükr it bu hâle yohsa gelür bir belâ sana

6. Ey gül gamımda eşk ruhi zerdüm itdi al 
    Bildürdi ola sûret-i hâlûm sabâ sana

7. Düşmez çü şâh kurbı Fuzûli gedâlara 
    Ol şehden iltifat ne nisbet mana sana


Fuzuli

1. Ey vefasız! Cefa etmek sana âdet olmuştur. Billahi! Vefasız olana demek sana cefa etmektir.

2. İşin bazan naz, bazan kaşla gözle cilve yapmak, bazan da işve ve edadır. Canım sevenler seni tanımasalar daha iyi.

3. Ben gönlü kırılmışta keşke bin can olsaydı da her biriyle ken­dimi bin kez sana feda etseydim.

4. Aşkında tutkunluğumu ayıplayan kimse, sana tutulmak insa­nın kendi elindedir sanır.

5. Ey gönül! Ayrılığa dayanamayıp o ay yüzlü sevgiliyi istiyorsun. Bu haline şükret. Yoksa basma bir belâ gelir.

6. Ey gül! Senin gamında, gözyaşı sarı yüzümü al etti. Sabah rüzgârı halimi sana bildirdi mi acaba?

7. Fuzûlî! Madem ki, yoksullar için padişaha yakınlık mümkün değildir, o padişahtan ne sana ne de bana iltifat olabilir.

Gazel IV

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Dostum âlem senünçün ger olur düşmen mana 
    Gam -degül zîrâ yetersin dost ancak sen mana

2. Iska saldum men meni pend almayup bir döstdan 
    Hiç düşmen eylemez anı ki itdıim men mana

3. Cân ü ten oldukça menden derd ü dâğ eksük degül 
    Çıhsa cân hâk olsa ten ni cân gerek ni ten mana

4. Vasi kadrin bilmedüm fürkat belâsın çekmedin 
    Zulmet-i hecr itdi çoh târik işi rûşen mana

5. Dûd ü ahkerdür mana serv île gül ey bâğbân 
    N'eylerem men gülşeni gülsen sana külhan mana

6. Gamze tîgin çekdi ol mâh olma gafil ey gönül 
    Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şîven mana

7. Ey Fuzûlî çıhsa can çıhman tarîk-i ışkdan 
    Reh-güzâr-ı ehl-i ışk üzre kdun medfen mana


Fuzuli 


1. Dostum! Senin yüzünden eğer herkes bana düşman olursa gam değil. Çünkü bana dost olarak yalnız sen yetersin. 

2. Bir dosttan nasihat almayıp ben kendimi aşka saldım.,Benim bana ettiğimi hiçbir düşman yapmaz.

3. Canım ve tenim var oldukça, benden dert ve aşk yarası eksik değildir. Canım çıksa, tenim toprak olsa daha iyi. Bana ne can, ne de ten gerekir.

4. Ayrılık belâsını çekmeden kavuşmanın değerini bilmedim. Ayrılık karanlığı, çok karanlık işi bana aydınlattı.

5. Ey bahçıvan! Benim gönlümün ateşi gül, ahimin dumanı da servidir. Ben gülşeni ne yapayım. Gülsen senin olsun, külhan da benim.

6. Ey gönül! O ay yüzlü, yan bakış kılıcım çekti. Gafil olma, bu gün se­nin ölmen benim de matem tutmam kararlaştırılmıştır.

7. Ey Fuzûlî! Canım çıksa bile aşk yolundan çıkmam. Mezarımı âşıklarm gelip geçtiği yol üzerinde yapınız.

Kaside Der Sitatişi Sultan Süleyman

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Çıhdı yaşıl perdeden arz eyledi dîdâr gül
    Sildi mir'ât-I zamiri pâkden jengâr gül

2. Câm dut sâkî ki gülbünler gül İzhâr Udiler
    Sen dahi bir gülbün-i ra'nâsın it izhâr gül

3. Geldi ol dem kim ola izhârı hikmet kılmağa
    İnşirâh-ı sadr ile sadr-i saf-ı ezhâr gül

4. Yetdi ol mevsim ki açmağa gönüller mülkini
    Ola gülşende reyâhin hayline ser-dâr gül

5. Âdem isen bâğ seyrin eyle bu mevsimde kim
    Bağı reng ü bûy ile kıldı bebişt-âsâr gül

6. Çâr-sû-yı bâğ seyrânı bugün merğûbdur
    Kim şukûfe anda sarraf oldı vü attâr gül

7. Çıhmış iken bezm-i gülşenden yine avdet idüp
    Câm-ı mey sundurdı ehl-i tevbeye tekrar gül

8. Habsden Yûsuf çıhup Sultânı Mhsr olmış kimi
    Oldı açup goncesin ârâyis-i gülzâr gül

9. San Züleyhâ halvetidür gonce-i der-beste kim
    Çıhdı andan dâmen-i çâkiyle Yûsuf vâr gül

10. Çak olup bulmış safa bâd-ı seherden sanasın 
      Bâddur Cibril kalbi Ahmed-i Muhtar gül

11. Şebnem-i gülzâr-ı ruhsâr-ı Resûlu'llâh'dur 
      Neşr-i ıtriyle kıkır her dem anı iş'âr gül

12. Dürr-i şebnem sacdı rengin berglerden her taraf 
      La'l-i handan itdi hublar kimi gevher-bâr gül -

13. Sûret-i hâline hayran eyledi arifleri 
      Açdı irfan ehline gencîne-i esrar gül 

14. Sebze üzre gezdürür bâd-ı sabâ gül bergini 
      Sanki sebze âsmândur kevkeb-i seyyar gül

15. Kıldı pinhân goncenün lu'b ile gözden hokkasın 
      Bulmak olmaz hiç reng ile zihi ayyâr gül

16. Yüz çevürmiş hardan ayrılmak ister bî-sebeb 
      Mün'im-i nâkes kimi aslından eyler âr gül

17. Hâr-i gayret n'ola ger sancılsa gülbün bağrına 
      Aynlup andan olur hem-sohbet-i ağyar gül

18. Yiridür odlara yansa hasret ile hâr kim 
      Andan alur zîb ü zînet gayre olur yâr gül

19. Bî-vefâhğ âdetin dutmış anunçündür bu kim 
      Ömrden olmaz cihan bağında berhordâr gül

20. Hansı bülbül kam dutmuş bilmezem kim muttasıl 
      Geh esîr-i hâr olur geh mübtelâ-yı nâr gül

21. Seyr-i bâğ itdüm seher gördüm açup mecmu'asm 
      Hıfz idüp bu matla'ı eylerdi istihzar gül

22. Âşık ohmş hüsnüne ey serv-i hoş-reftâr gül 
      Çâk çâk itmiş senünçün sîne-i efgâr gül

23. Gül ne nisbetdür sana senden ana yüz fark var 
      Sen büt-i perde-nişinsin şâhed-i bâzâr gül

24. Eyle pinhân eylemiş gögsinde sırr-ı ışkımı 
      Kim ayağından asarlar eylemez izhâr gül

25. Tûtyâ-yı çeşm içün her subh-dem yollar dutup 
      Hâk-i der-gâhun sabâdan eyler istifsar gül

26. Seyr-i gülzâr itdügün peyk-i sabâdan fehm idüp 
      Genc-i zer Kılmış müheyya kılmağa isâr gül 

27. Berg-i güller sanına rengin hıştlar cem eylemiş 
      Çekmeğe ol genc-i zer hıfzına bir dîvâr gül

28. Tâ serîr-i sebzeyi depretmeye tahrîk-i bâd 
      Sayesinden urdı her fcvhine bir mismâr gül

29. Her seher gülzâr Ievhine çeker yüz dâ'ire 
      Gâlibâ minkâr-ı bülbülden alur pergâr gül

30. Ayş içün gülsen şebistâmn münevver kılmağa 
      Her ağaçda asdı bir kandîl-i pür envâr gül

31. Munca kandili fürûzân eyledi amma ne sûd 
      Dûd-ı dilden kıldı bülbül rüzgârın târ gül

32. Dâr-i dünyâyı f ezâ-yı cennete dönderdi lîk 
      Gönce kimi bülbüle dünyâyı kıldı dar gül

33. Bir zebân-ı hâldür her yaprağı fehm itseler 
      Perde-dâr-ı hâk olanlardan virür ahbâr gül

34. Bülbülün zâr Itdüği feryâdlar te'sîridür 
      Bî-sebeb hâb-ı ademden olmamış bîdâr gül

35. Bâğbân Sultânı âdil devridür tenbîh kıl 
      Urmasun gülzâra âteş zulm idüp zinhar gül

36. Cevr eliyle gönce veş pîrâhenün çak itmesün 
      Cünbiş-i nâ-mu'tedilden kılsun istiğfar gül

37. Yohsa nâ-geh sûret-i hâli olur Sultân'a arz 
      Kahra uğrar muktezâ-yı vaz'-ı nâ-hemvâr gül

38. Ol gül-i bâğ-ı hilâfet kim bahân devleti 
      Âlem-efrûz olalı görmez cefâ-yı hâr gül

39. Oldı devrinde hevâ mahbûs-ı zindân-ı habâb 
      Galiba görmiş hevâdan şemme-i âzâr gül

40. Berg-i gül gezdürmez oldı mahmil-i bâd-ı sabâ 
      Haddi yoh kim çekdüre bâd-ı sabâya bâr gül

41. Sarsar-ı kahr-ı cihân-sûzmdan agâh olah 
      Açmaz oldı bûstân-ı fitne-i eşrâr gül

42. Halvet-i lutfınadur nûr-ı dil-i mü'min çerâğ 
      Gülşen-i kahrınadur dâğ-ı dil-i küffâr gül

43. Şâh-ı din Sultân Süleymân-ı sa'âdet-mend kim 
      Kesb ider hulk-i hoşından nüzhet-i etvâr gül

44. Başa çalmış mihrini rûz-ı ezelden çerh-i pîr 
      Eyle kim gül-ruhlar eyler zînet-i destâr gül

45. İnkılâb-ı devrden bulmazdı hergiz ihtilâl 
      Alsa andan hükmine fermân-ı istimrar gül

46. Zevk bâzânnda bulmazdı bu reng ile revâc 
      İtmeseydi nakş-i mührin sikke-i dînâr gül

47. Olmağ içün mutrib-i bezmi dutup bir dâ'ire 
      Öğrenür her subh bülbülden fen-i edvar gül

48. Matbah-ı cûdına kim dûdına sünbüldür gulâm 
      Hâr-keşlik san'atin dutmış degül bî-kâr gül

49. Kurtılur feth itdüği kişver belâ-yı fitneden 
      Kini açıldukda tikenden ayrılur nâ-çâr gül

50. Şerh idüp sûsenlere evsâf-ı hulkın gezdürür 
      Gonceden her subh açup gülşende bir tûmâr gül

51. Katre-i şebnem midür yâ el açup sâ'il kimi 
      Hâzin-i lutfmdan almış lü'lü'-i şehvâr gül

52. Koymayup devrinde viran kârgâh-ı gülbüni 
      Bir ayağ üzre durup olmış ana mi'nlâr gül

53. Adli eyyamında şebnem sanmanuz kim bülbülün 
      Ahçasm koynmda hıfz itmiş olup gam-hâr gül

54. Dâmen-i pâkiyle ol behcet-fezâ-yı mülkdür 
      Ger cihan bağında cennet güllerinden var gül

55. Vaz'-ı âlemden felek maksûdı oldur kim olur 
      Beslemekden hân manzûr-ı ulü'l-ebsâr gül

56. Ferrine virmez halel hâr ile kılmak iltifat 
      Zîb ü zinet virdüğiyçün hara olmaz hâr gül

57. Meyve ol Sultân-ı âdildür nihâl-i devlete 
      Sâbıkâ gelmiş selâtîn-i felek-mikdâr gül

58. N'ola ger sabıklar oldıysa fena oldur garaz 
      Meyve gösterdükde tökmek resmdür eşcâr gül

59. Kıl Fuzûli medhin ol Şâh'un ki bâğ medhinün 
      Bülbüli olurdı bulsa kuvvet-i güftâr gül

60. Gerçi yohdur i'tibârun medhin it izhâr kim 
      Adet-i devri zemândur hara olmak yâr gül

61. Var iimîdüm nice kim resm-i medâr-ı dehrdür 
      Yılda bir kez âleme arz eylemek dîdâr gül

62. Feth bağından ana her dem hilâf-ı bâğ-ı dehr 
      Taze taze aça lutf-İ îzid-i Cebbar gül 


Fuzuli


Sultan Süleyman'ın Övgüsünde Kaside


1. Gül yeşil perdeden çıkıp yüzünü gösterdi. Temiz gönül ayna­sındaki pası sildi.

Gülün perdeden çıkıp yüzünü göstermesi ile gül, gonca halindeki sıkıntıdan kurtulup ferahlamıştır. Eskiden aynalar madenden yapılırdı. içi, gönlü aynaya benzetilmiştir. Goncayı saran yaprak da ay­nanın üzerindeki pasa benzetilmiştir. Pas silinince aynanın temizlene­ceği gibi, goncanm pası gidince yani gül açılmca ferahlamış, gonca şeklindeki daralmış sıkıntılı halinden kurtulmuştur.

2. Saki! Kadeh tut. Çünkü gül ağaçları güllerini gösterdiler (gül­ler açtı). Sen de güzel bir gül ağacısın gülünü göster.

Sakinin gülü, içi şarap dolu kadehtir. Güle benzetilmesinde istiare sanatı vardır.

3. Hikmet göstermek (yani yaratılışın sırrını açıklamak) için gü­lün çiçekler dizisinin baş tarafında gönül ferahlığı ile yer aldığı zaman geldi (yani bahar geldi, çiçekler açıldı).

Hikmet, yaratılışın sırrı demektir.

Sadr kelimesi burada: 1) Göğüs, 2) Oturulacak en üst ve iti­barlı yer anlamlarıyla kullanılarak cinas sanatı yapılmıştır. İnşirahı sadr göğsün açılması, mecazî olarak ferahlaması demektir. Yukarıda geçtiği üzere gülün ferahlaması açılmasıdır.

4. Gönüller ülkesini açmak (fethetmek) için gülün gülşende çi­çekler sürüsüne kumandan olduğu mevsim geldi.

5. însan isen bu mevsimde bahçeyi gez. Çünkü gül, renk ve koku ile bahçeyi cennet gibi yaptı.

Âdem kelimesi tevriyelidir. Adem Peygamber anlamıyla cennet arasında tenasüp vardır.

6. Bu gün bağ çarşısını gezmek rağbettedir. Çünkü orada şu­kûfe (beyaz çiçek) sarraf, gül de attar (ıtriyatçı, koku satan) oldu.

7. Gül bahçesinin meclisinden çıkmışken gül yine geri dönüp töv­be ehline tekrar şarap kadehini sundu (yani tövbekarlar tövbelerini bozup şarap içtiler).

8. Yusuf, hapisten çıkıp Mısır sultanı olmuş gibi, gül goncasını açıp gül bahçesini süsledi.

9. Kapalı gonca sanki Züleyha'nın odasıdır. Çünkü gül oradan Yusuf gibi yırtık eteğiyle çıktı.

Der-beste, kapısı kapalı demektir. Gonca Zûleyha'nın YusuTu içeri alarak kapıyı kapattığı odasına, açılmış gülün yaprakları da yırtık etekle odadan çıkan Yusuf'a benzetilmiştir. Bu ve bundan dnceki beyit­lerde Yusuf ve Züleyha hikâyesine telmih yapılmıştır.

10. Gül sabah rüzgarından parçalanıp açılmış, ferahlık bulmuş­tur. Sanırsın ki, rüzgâr Cebrail, gül de Hazret-i Muhammed'in kalbidir.

Cebrail vahiy getirdikçe Hz. Muhammed'in iç sıkmasından kur­tulup ferahlamasına telmih var. Rüzgâr Cebrail'e, gonca Hz. Muham­med'in kalbine benzetilmiştir.
11. Gül Tanrı'nın elçisi (Hz. Muhammed) nin gül bahçesi gibi olan yüzünün şebnemidir. Gül her an koku yayarak onu hatırlatır.

12. Gül her tarafa renkli yapraklarından çiğ incisi saçtı. Gül, gü­zellerin gülen dudağı gibi inci saçtı.

13. Gül, arifleri haline hayran edip onlara sırların hazinesini açtı.

Arif ve irfan kelimeleriyle iştikak sanata yapılmıştır. İrfan, duy­gu ve sezişle elde edilen, insanı gerçeğe, Tann'ya eriştiren iç bilgisidir. Arif bu bilgiye sahip olan kişidir.

14. Sabah rüzgârı gül yaprağını yeşillik üzerinde gezdirir. Sanki yeşillik gök, gül de gezegen bir yıldızdır.

15. Gül oyun yaparak goncenin hokkasını gözden öyle sakladı ki, hiçbir surette bulunmaz. Hayret, gül ne kadar hilekârdır!.

Hokka ile oynanan oyundan, hokkabazlıktan bahsediliyor. Gonca, şeklinden dolayı hokkaya benzetilmiştir. Gül kişüeştirilerek teşhis sa­nan yapılmıştır. Renk kelimesi, üç anlamda tevrlyelidir« 1) Renk« 2) Hile; 3) Şekil, suret

16. Gül sebepsiz yere dikenden yüz çevirmiş, ondan ayrılmak is­ter. Aşağılık zengin gibi aslından utanır.
17. Gül ağacının bağrına kıskançlık dikeni batsa ne olur. Çünkü gül dikenden ayrılıp başkalarına arkadaş olur, onlarla sohbet eder.

18. Diken, hasretle ateşlere yansa yeridir. Çünkü gül, süsünü di­kenden alır, başkalarına yâr olur.
19. Gül vefasızlık âdetini tuttuğu için dünya bahçesinde ömür­den mutlu olmaz (yani bu yüzden ömrü kısadır).
20. Bilmiyorum, hangi bülbülün kanı tutmuş ki, gül bazan dike­ne esir oluyor. Bazan da ateşe tutuluyor.

Kan tutmak, bir deyim olup katilin cinayet islediği yerden uzakla-şamamasıdır. Gül de bülbülü öldürdüğü için kaçamamıştır. Nar (ateş), kırmızı gül yerinde kullanılmıştır.

21. Seher vakti bahçeyi gezdim. Gül, mecmuasını açıp bu matlaı ezber­leyerek hazırlıyordu.

22. Ey güzel yürüyüşlü servi (sevgili)! Gül güzelliğine âşık olup senin için yaralı göğsünü parça parça yırtmış.

23. Gül sana nasıl benzetilebilir. Seninle onun arasında yüz fark var. Sen perde arkasında oturan (kimseye görünmeyen, namuslu) bir güzelsin, gül ise güzelliğini herkese gösteren pazar yeri güzelidir.

24. Gül senin aşkının sımnı göğsünde öyle gizlemiş ki, ayağından asar­lar da yine sırrını açıklamaz.

Gülün ayağından asılması, sarığa veya göğse baş aşağı olarak ta-kılmasıdır. Asılmak tevriyelidir.

25. Gül gözüne sürme yapmak için her sabah yolları tutup sabah rüzgârından senin evinin toprağını sorar.

26. Gül, senin gül bahçesini gezdiğini sabah rüzgârı habercisin­den öğrenip ayağına saçmak için altın hazinesi hazırlamış.

Genc-i zer (altın hazinesi) gülün ortasındaki sarı tohumlardır. Açık istiare yapılmıştır.
27. Güllerin yaprağı sanma, gül altın hazinesini korumak maksa­dıyla duvar çekmek için renkli tuğlalar toplamış.

28. Rüzgârın hareketi yeşilliğin tahtını oynatmasın diye tahtan üzerine gül, gölgesinden bir çivi vurdu. 

29. Gül, her sabah gül bahçesinin levhasına yüz daire çizer. Galiba gül bülbülün gagasından pergel almıştır.
Bülbülün gagası pergele benzetilmiştir. Levh, daire, pergel ara­sında tenasüp sanatı vardır. Gülün şekli daire biçimindedir.

30. Gül eğlence için gül bahçesinin gecesini aydınlatmaya her ağaçta par­lak bir kandil astı.

31. Gül bunca kandili yaktı ama ne fayda ki, bülbülün gününü gönül (ateşinin) dumanından karanlık etti.

32. pünya evini cennet göğüne dönderdi. Lâkin bülbüle dünyayı gonca gibi dar etti.

Dünyayı (birine) dar etmek, deyimi birini çok sıkıntıda bırakmak anlamına gelir. Dar kelimesi tevriyelidir. Goncanın sıkılmış, daralmış olmasından kinayedir.

33. Eğer anlasalar gülün her yaprağı toprakla örtülenlerden (ölülerden) hal diliyle haberler verir.

34. Gül sebepsiz yere yokluk uykusundan uyanmamıştır. Bu, bülbülün inleyerek ettiği feryatlarının tesirindendir.

35. Ey bahçıvan! Âdil sultanın (Kanunî) devridir. Tenbih et, sa­kın gül zulmedip gül bahçesini ateşe vermesin.

36. Gül cevr ve cefa eliyle gömleğini gönce gibi parçalamasın, dengesiz hareketinden tövbe etsin.

37. Yoksa, gülün durumu hemen sultana arzolunup uygunsuz ha­linden dolayı zulme uğrar.

38. O hilâfet bağının gülü (Kanunî) ki, onun devletlinin bahan âlemi aydınlatalı gül (artık) dikenin cefasını çekmez.

39. O sultanın devrinde gül galiba havadan azıcık incindi ki, ha­va su kabarcığının içine hapsedildi.
Heva kelimesinde cinas vardır.

40. Sabah rüzgârının yük sepeti gül yaprağını gezdirmez oldu. Gülün sabah rüzgârına yük taşıtmaya haddi yoktur.

41. Kanuni'nin cihanı yakan kahrının kasırgasından haberdar olalı şer sahiplerinin fitne bahçesi gül açmaz oldu.

42. Mü'minin gönlünün nuru onun lütuf odasına çerağdır. Onun kahır gülşenine kâfirlerin gönlünün yarası güldür.

43. Din padişahı saadetli Sultan Süleyman ki, onun huyunun güzel ko­kusundan gül neşe ve ferahlık kazanır.

44. İhtiyar felek, gül yüzlü güzellerin gülü sarıklarına süs yap­tıkları gibi, ezel gününden beri güneşi basma takmış.

Çalmak : Takmak, koymak ve bağlamak anlamlarındadır.

Güneşin yukarıda, gökte olmasından kinayedir. Baş ile destar (sarık) arasmda tenasüp vardır.

45. Gül, ondan (padişahtan) devrin hükmüne (karşı) süreklilik fermam alsaydı, devrin değişmesinden dolayı kendisine asla bir zarar gelmezdi

46. O (Kanunî) mührüne gül nakısı yapmasaydı altının sikkesi zevk pazarında bu şekilde sürüm bulmazdı.

Kanuni'nin mühürünün ve altın paraya (dinar) basılan sikkenin gül şeklinde olması kastediliyor.

47. Gül, o (padişahın) meclisinin çalgıcısı olmak için bir tef alıpher sabah bülbülden musikî sanatını öğrenir.
Fenn-i edvar, musikî ilmi ve sanatı demektir. Defle usul tutularak öğrenilir. Mutrîb, daire, fenn-i edvar kelimeleri arasmda tenasüp vardır.

48. Sünbül onun (padişahın) cömertlik mutfağının dumanına köledir. Gül işsiz değildir, sarayın mutfağında yakılması için diken taşı­yıcılık yapmaktadır.
Eskiden ateş yakmak için diken kullanılırdı.

49. (Kanuni'nin) fethettiği yer fitne belasından kurtulur. Tıpkı gülün açılınca ister istemez dikenden kurtulduğu gibi

Fethedilen ülke-gül ve fitne belâsı-diken arasında düzensiz leff ü neşr yapılmıştır. Gül açılınca dikenin batmasından kurtulur.

50. Padişahın huyunun vasıflarını susamlara şerhetmek için gül her salbah goncadan bir tomar açıp gül bahçesinde gezdirir.

Gonca tomar şeklinde durulmuş kâğıda benzetilmiştir. Şerh, ev­saf, tumar ve susen, gonca, gül, gülsen kelimeleri arasında tenasüp var­dır. Susamıın yapraklan dile benzetilir.
51. Şebnem tanesi midir? Yoksa, gül dilenci gibi el açıp onun (padişahın) lütuf hazinedarından kıymetli inci mi almıştır?

52. Gül o padişahın devrinde gül ağacının iş yerini (atölye) vi­ran bırakmayıp bir ayak üstünde durarak çalışan bir mimar olmuştur.

Gülün sapı, mimarın bina yaparken ayağının birini kaldırarak yukarıya uzanmasına benzetilmiştir.
53. (Gülün üzerindekini) çiğ tanesi sanmayınız. O, padişahın adaletinin günlerinde gül, bülbüle gam arkadaşı olup onun parasını koy­nunda saklamıştır.

Şebnem (çiğ tanesi) burada gümüş paraya, 51. beyitte ise inciye benzetilmiştir.

54. Her ne kadar dünya bahçesinde cennet güllerine benzer gül varsa da (padişah) maımus ve şerefiyle ülkenin güzelliğini artırmıştır.

Damen-i pak, şeref ve namus demektir. Pak-damen (temiz etekli) şeklinde vasf-ı terkibi olarak da kullanılır. Bunun aksi ter-damen (iffet­siz, namussuz) dur.

55. Feleğin maksadı dünyada diken besleyerek gül elde edil­diğini basiret sahiplerine göstermektedir, (yani her eziyetin sonunda rahatlık, iyilik olduğudur.)

56. Dikene iltifat etmesi, gülün parlaklığına zarar getirmez. Gül dikene süs, ziynet verdiği için aşağılanıp hakir görülmez.

57. O adil Sultan devlet fidanının meyvesidir. önce gelmiş felek gibi değerli padişahlar ise, (bu) meyveyi meydana getiren çiçeklerdir.

58. Geçmiş padişahlar yok olduysa, ne olur? Meyve meydana ge­lince ağaçların çiçeği dökülür.

59. Fuzûli, o Padişahı öv. Eğer gülde söyleme gücü olsaydı, onun vgü bahçesinin bülbülü olurdu.

60. Gerçi itibarın yok, sana değer verilmiyor ama (yine de) onu thet. Çünkü dikenin güle arkadaş olması zamanın âdetidir.

«Dikensiz gül olmaz» atasözüne işaret ediliyor. Fuzûli padişahı kendisini de dikene benzetiyor. Bazı yazmalarda «yâr» yerine «bar» yük) yazdıdır. Dikenin güle yük olması zamanın devrinin âdetidir, dl-de anlam verilebilir.

61./62. Feleğin dönüşünün âdeti yılda bir kez gül vermektedir. Dünya bahçesinin aksine Tann'nm lıütfunun onun fetih bahçesinde her an taze güller açtıracağına ümidim vardır.

Der Nat-i Hazreti Nebevi


Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su 
    Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

2. Ab-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
    Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

3. Zevki tîğünden aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk 
    Kim mürur ilen bırağur rahneler dîvâra su

4. Vehm ilen söyler dil-i mecruh peykânun sözin 
    İhtiyat ilen içer her kimde olsa yara su

5. Suya virsün bâğban gülzân zahmet çekmesün 
    Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâra su

6. Ohsadabilmez gubârmı muharrer hattuna 
    Hâmenün bahmakdan inse gözlerine kara su

7. Ânzun yâdiyle nemnâk olsa müjgânum n'ola 
    Zâyl' olmaz gül temennâsiyle virmek hara su

8. Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgün diriğ 
    Hayrdur virmek karanu gicede bimâra su

9. İste peykânm gönül hecrinde şevkum sakin it 
    Susuzam bir kez bu sahrada menümçün ara su

10. Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser talibi
      Nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su

11. Ravza-i kûyına her dem durmayup eyler güzâr
      Âşık olmış gâlibâ ol servi hoş-reftâra su

12. Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
      Çün rakîbümdür dam ol kûya koyman vara su

13. Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar 
      Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

14. Serv ser-keşlük kılur kumri niyazından meğer 
      Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

15. İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile 
      Gül budağınun mizâcuıa gire kurtara su

16. Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme 
      İktidâ kamış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su

17. Seyyid-i nev'-i beşer deryâ-yı dürr-i istifa 
      Kim sepüpdür mu'cizâtı âteş-i eşrâra su

18. Kılmağ içün taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
      Mu'çizinden eylemiş izhâr seng-i hara su

19. Mu'çizi bir bahri bî-pâyân imiş âlemde kim
      Yetmiş andan min nün âteş-hâne-i küffâra su

20. Hayret ilen barınağın dişler kim itse istimâ'
      Barmağmdan virdüği şiddet güni Ensâr'a su

21. Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
      Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

22. Eylemiş her katreden min bahr-i rahmet mevc-hîz
      El sunup urğaç vuzû' içün gül-i ruhsâra su 

23. Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl 
      Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

24. Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nur 
      Dönmez ol dergâhdan ger olsa pare pare su

25. Zikr-i na'tün virdini derman bilür ehli hatâ 
      Eyle kim def'-i humar içün içer mey-hâre su

26. Yâ Habîba'llâh yâ Hayre'l-beşer müştâkunam 
      Eyle kim leb-teşneler yamup diler hemvâre su

27. Sensen ol bahr-i keramet kim Şeb-i Mi'râcda 
      Şebnem-i feyzün yetürmiş sabit ü seyyara su

28. Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner 
      Hacet olsa merkadün tecdîd iden. mi'mâra su

29. Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma 
      Var ümidüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

30. Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri 
      Ebr-i nisandan dönen tek lü'lü'-i şehvâra su

31. Hâb-i gafletden olan bîdâr olanda Rûz-i Hasr 
      Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

32. Umduğum oldur ki Rûz-i Hasr mahrum olmayan 
      Çeşme-i vaslun vire men tesne-i dîdâra su


Fuzuli


Peygamberin Övgüsünde Kaside 

1. Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşından su saçma, çünkü böyle tutuşan ateşleri su söndürmez.

2. Bilmiyorum dönen kubbe (gökyüzü) mi su rengindedir, yok­sa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır?

3. Kılıç gibi keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olursa buna şaşılmaz. Çünkü, su aka aka zamanla duvarda yarıklar açar. 

Kılıç yapılırken sağlamlaştırmak ve keskinleştirmek için suya batırılır. Bundan dolayı divan şiirinde kılıç ile su çok defa birlikte kullanıl­mıştır.

4. Yaralı gönül senin ok gibi kirpiklerinin temreninin sözünü
korkarak söyler. Nitekim yarası olan kimse suyu ihtiyatla içer.

Peykân okun ucundaki demirdir ki, temren denir. Şair temreni söyleyerek oku kastetmiştir. Bir şeyin parçası söylenerek bütününün kastedilmesine mecaz-ı mürsel denir. Okun ucundaki demir su ile keskinleştirildiğinden yaralı gönül onun sözünü etmeye korkar.

5. Bahçıvan (boş yere) zahmet çekmesin, gül bahçesini sele ver­sin. O bin gül bahçesine su verse senin yüzün gibi bir gül açılmaz.

6. Kalemin bakmaktan gözlerine kara su inse, yine de gubari yazısını (çok ince yazılan bir yazı çeşidi) senin yüzündeki tahrirli ayva tüylerine benzetemez.

Bu beyitteki «nâmenin» kelimesi, bazı yazmalarda «hâme tek» şeklindedir. Buna göre beytin:

Ohsadabilmez gubârmı muharrir hattuna Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

biçiminde okunması gerekir. Anlamı: «Yazanın bakmaktan kalem gibi gözlerine kara su inse, gubari yazısını senin yüzündeki ayva tüylerine benzetemez» dir. Tahrirli, yazıya benzeyen, yazı seklinde demektir.


7. Senin yüzünü anarak kirpiklerim gözyaşından ıslansa ne
olur? Gül elde etmek için dikene su vermek boşa gitmez.

Yüz güle, kirpik dikene benzetilerek leff ü neşr sanan yapılmış­tır.

8. Gam günü hasta gönülden kılıç gibi keskin bakışını esirgeme.
Karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir, sevaptır.

Yukarıda kılıç ile suyun bir arada kullanıldığını söylemiştik. Bu­rada acık istiare sanatı yapılarak kılıç gibi keskin bakışlarını kendisin­den esirgememesini, hastaya su verilmesi gibi bakışlarının kılıcının su­yu ile susuzluğunu gidereceğini söyler. Su verilmemesi gereken has­taya su verilince hastanın ölmesi gibi, sen de bakışlarını benden esirge-meyip beni öldürerek gamdan kurtar biçiminde de düşünülebilir.

9. Gönül, sevgilinin ayrılığında onun kirpiklerinin oklarını iste, arzunu onlarla yatıştır. 
Susuzum, bu sahrada bir kez de benim için su ara

Okun ucundaki demir (peykân) in keskinleşmesi için verilen suyun şairin susuzluğunu gidermesi.

10. Ben senin dudağını özlüyorum, sofular ise, kevser (cennetteki bir su) istiyorlar. 
Nitekim sarhoşa şarap içmek, ayık kimseye de su iç­mek hoş gelir.

11. Su, galiba yürüyüşü hoş, o servi boylu güzele âşık olmuş ki, durmayıp her zaman onun cennet gibi köyüne akıp gidiyor.

Şair, suyun sevgilinin mahallesine akıp gitmesini ona aşık olduğu sebebine bağlayarak hüsn-i ta'lil sanatı yapıyor.

12. Toprak olup suyun yolunu o köyden kesmeliyim. Çünkü, su rakibimdir. Onu o köye varmaya bırakmam,

13. Dostlar! Sevgilimin elini öpme arzusuyla ölürsem, toprağım­dan testi yapıp onunla sevgiliye su sunun.

14. Servi, kumrunun yalvarmasına karşı dikbakışhlık ediyor. Su servinin eteğini tutsun, ayağına düşsün, yalvarsın da onu dik başlılık­tan vazgeçirsin.

Şair, servi ağacının başının dik olmasını, kumrunun yalvarmasına karşı dikbaşlılık etmesi, suyun servinin dibinden akmasunı da eteğine yapışması biçiminde göstererek hüsn-i ta'lil, teşhis, intak sanatları ya­pıyor.

15. Gül dalı bülbülün kanun içmek istiyor. Su bir hile ile gül dalı­nın damarına girip mizacım etkilerse, bülbülü kurtarabilir.

16. Su, Hz, Peygamber'in yoluna uymakla temiz yaratılışını dün­ya halkına açıkça göstermiştir.

17. Hz. Peygamber, insanların efendisi, seçkin inciler denizidir. Onun mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiş, o ateşi söndürmüştür.

18. Hz. Muhammed, peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını ta­zelemek için mucizesiyle sert taştan su çıkarmıştır.

19. Onun mucizesi dünyada öyle uçsuz bucaksız bir deniz imiş ki, o denizden binlerce ateşe tapan kâfirlerin ibadethanesine su erişip ateşlerini söndürmüş.

20. Hz. Peygamber, savaş günü parmağından Ensar (Peygamber'e yardım eden Medineliler)a su verdiğini kim işitse, hayretinden parma­ğını ısırır.

21. O'nun dostu eğer yılan zehiri içse, içtiği zehir âb-ı hayat olur. Düşmanı su içse içtiği su, yılan zehirine döner.

22. Hazret-i Peygamber, abdest almak için gül gibi olan yüzüne eliyle su serptiğinde, o suyun her damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.

23. Hz. Peygamber'in ayağının toprağına (mezarına) erişeyim diye su ömürler boyu başını taştan taşa vurup avare gezer.

Beyitte teşhis ve hüsn-i ta'lil sanatları vardır.

24. Su, onun türbesinin toprağına zerre zerre nur salmak ister.
Su eğer parça parça da olsa o dergâhtan dönmez.

25. Sarhoşun başağrısmı gidermek için su içtiği gibi, günah iş­leyenler de senin na'tinin zikrini daima dillerinde tekrarlamayı dert­lerine derman bilirler.

26. Ey Allah'ın sevgilisi! ey insanların hayırlısı! Susuzluktan, ya­nıp dudağı kuruyanların daima su istedikleri gibi, ben de seni özlüyo­rum.

27. Sen o keramet denizisin ki, Mi'râç gecesinde senin feyzinin çiğ taneleri sabit ve seyyar bütün yıldızlara su eriştirmiştir.

Sabit ve seyyar bütün yıldızlar, Hz. Peygamber'in keramet deni­zinden hasıl olmuş birer çiğ tanesidir denilerek teşbih yapılmıştır.

28. Senin mezarını onaran mimara su lazım olsa, güneş çeşmesin­
den her an bol bol saf ve tatlı su akar.

29. Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmıştır. Se­nin ihsan bulutunun o ateşe su serpeceğini umuyorum.

30. Seni övmenin bereketiyle Fuzûlî'nin sözleri, nisan bulutundan
düşüp büyük inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur.

İstiridyenin kabuğunun içine düşen nisan yağmuru damlalarının inciye dönüştüğüne inanılırmış.

31. (Fuzûlî) Mahşer günü gaflet uykusundan uyanıp gözünden hasret gözyaşı döktüğü vakit,

32. Senin, yüzünü görmeye susamış Fuzûlî'yi vuslat çeşmenden mahrum etmeyeceğini ummaktayım.