Şiir, Sadece: 2013-10-06

12 Ekim 2013 Cumartesi

Parmağını Yitiren Küçük Kız

Bir midye kapıverdi serçe parmağını,
midye kumlara düştü,
deniz kumları yuttu,
balina avcısı tuttu onu denizde,
balina avcısı Cebelitarık'a geldi,
Cebelitarık'da türkü çığırdı balıkçılar:
"Duyduk duymadık demeyin, denizden
parmağını çıkardık küçük bir kızın,
sahibi kimse gelsin alsın!"

Bir tekne verin bana, gidip alayım,
tekneye bir kaptan verin,
kaptana aylık verin,
kentten toplayın kaptanın aylığını:
kuleleri, alanları, tekneleri var Marsilya'nın,
bütün dünyanın en güzel kenti
güzel olur mu hiç parmaksız bir kızla,
balina avcıları susmak bilmiyor,
bekleşip duruyorlar Cebelitarık'da.


Gabriela Mistal

Ölüm Soneleri

V


Diğerlerinin arasından seçtim kaderi
mağrur ve şerefli, geçip gitmiş bir şefkatin daveti
biraz kayıtsız, bir parça gölgeli
bir hardal çiçeği demeti olsun mezarının üstünde.

Erkekler geçip giderler. Geçerler ağızlarında
mutlu ve sonsuz yenilenen bir şarkıyla
ki, şimdi dinç, ve yarın, deli
ve sonra, mistik, ben bu değişmeyen

şarkıyı seçtim, ölü bir adamı uyutup sakinleştirdiğim
ki tüm gerçeklikten uzaktı ve tüm düşlerin içinde, benimki:
başka dudaklardan ve başka kadınların göğsünde dinlenmekten
hoşlanırdı.

Fakat şimdi, öyle kesin ve uzun
yalnızca bu mütevazi hardal çiçeğinin dudakları
şarkı söyler ona uyusun diye tatlılıkla
bu acı yeryüzünün üzerinde.


Gabriela Mistral

Biçimler, Gölgeler

Biçimler, gölgeler, geceyi anlatan ışık
küçücük bir kuş
seni yitirdikten uzun süreler sonra
iki dev boşluk oldu kollarım
gözlerim havayla dolmuş iki bakraç

ve tanıdıktan sonra seni uzak bir sokakta
çiçeğe durmuş ağaçlara döndü bacaklarım
parmaklarım yosun tarlası

senin biçiminle anımsıyorum
bahçenin rengini.


Antonio Maria Lisboa
Çeviren: Ülkü Tamer

11 Ekim 2013 Cuma

Partime

Bana tanımadığım kişiyle kardeşliği verdin.
Bütün yaşayanların gücünü verdin bana.
Bir doğum gibi verdin bana yeniden yurdumu.
Yalnız olanın sahip olmadığı özgürlüğü verdin bana.
İyiliği bir ateş gibi yakmayı öğrettin bana.
Ağacın gereksindiği düzlüğü verdin bana.
Birliği ve insanlar arasındaki farkları görmeyi öğrettin bana.
Gösterdin bana nasıl da kaybolur birinin acısı herkesin utkusunda.
Öğrettin bana biraderlerimin sert yataklarında yatmayı.
Gerçekliği bir kayanın üstüne inşa etmeye yönelttin beni.
Kötü adamın düşmanı ettin beni ve çılgınlığa karşı zırh.
Dünyanın ışığını ve sevincin imkanlarını kabul etmemi sağladın.
Yok edilmez yaptın beni
çünkü seninle ben bende sonsuzlaştım.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Renksiz Gözlerine

Renksiz gözlerine değer veriyorum her şeyden çok
yararsız ellerine, yeşil ağzına

Düşürülmüş saatlerden konuşuyorum sadece, arabalardan

Bu pembe ayaklardan konuşuyorum

Konuşuyorum ... Konuşuyorum ... Konuşuyorum ...

Buluttur ağaçlar yirminci yüzyılda
minicik kuşlar tarih öncesinin dev yarasaları

Evet, doğru, bu altın sarısı saç örgüleri

Gece yarısı sonra!

Madam, güneş battı izin verirseniz
gün sona erdi
şimdilik

Çocuk kir içinde, çamur içinde

Sağolun.


Antonio Maria Lisboa
Çeviren: Ülkü Tamer

10 Ekim 2013 Perşembe

Derin Uyku

Uyandırmasın kimse
uyuyan bu çocuğu.
Bir zamanlar karnımda
böyle derin uyurdu.

O duru dinlenişten
açtırdım gözlerini,
yaslanıp göğsüme yine
uyuyakaldı şimdi.

Alnındaki damarlar
sanki atmıyor artık.
Minik yengeçler gibi ayakları,
gövdesi pembe bir balık.

Çiğ düşmüş olmalı
ıslak kirpiklerine.
Müzikle sallanıyor
kolları uykusunda.

Dere gibi usulca
akıyor nefesi.
Titriyor gözkapakları
defne yaprağı gibi.

Hiçbir şey söylemeyin
uyanıncaya kadar,
bırakın uyusun böyle,
çevresinde sığınaklar.

Bir sığınaktır çatı,
kapı bir başka sığınak,
kadın olan annesi,
annemiz olan toprak.

Bu sessizlik içinde
belki de öğrenirim
o uykuyu yeniden
nicedir yitirdiğim.

Her yanı duru sevgi,
derin uyku her yanı,
bırakın da kullansın
bu güzel armağanı.


Gabriela Mistral
Çeviren: Ülkü Tamer

Yabanıl Bakış

Ne gerçek canlanıyor gözlerimde
ne de sen:
Parlak vapurlar,
yaşayan toprak gibi tutuşmuş yenilik,
kolların kımıltısı, bir acayip karmaşa,
tam bir kumul.

Gözlerim düşlemiyor artık, buluyor.
Yüklü toprak dopdolu gene.
Göğün aydınlığında başlıyor soluk.
İnsanlar oynaşıyor ara-sıra.
Senin vaktindir bu.

Senin ateşinle kuvvetlendim ve besledim kendimi
bekleyişin sessizliğinde.
Parlıyor ağın.
toprak geçmiştir, deniz gelecek.
Çıplak ayaklı bir kadının yaklaşan adımları.
Dünya yepyeni.
Toprak aydınlık.

Gürültüler arasında dinliyorum seni.
Omuzlarına attığın atkı
değişken ve yeşil: uyuyorsun,
adını sormuyorum, yıkanıyorsun
doğurgan sıcaklıkta, meyveler ne güzel
seninle buluştuğum taş masada.

Pencereler solumakta ağzında.
Duvarların, balkonların müziği
yükseliyor göklere, yıldızlara.

Senin verimliliğini görüyorum ve artıyor susuzluğum,
karanlıkta doğuyor her şey yeniden.
İstiyorum açıkça sende bulmak kendimi.
Aynasız bırakmak kendimi, karmakarışık.
Sessizliğinde toparlanıp sarıyorum seni.

En doğru, en temiz, en canlı sensin.
Reddin büyüyor gökler kadar
üzerinde duvarın.

Hakkında bildiğim görmeden görmektir seni.
kaba bir kaçamak bu, gözkapaklarının altında bir deniz,
zorlu göz bebeği, büyük dalga,
kolaylık
merdivensiz, ağsız; yalnız ve şiddetli bir yel.
parçalanan güneşin çeperi,
olgun anıtı sonsuz ateşi.
kızoğlan kız, yeşil, gerçek,
aldığım soluk.
patlayış, taşın öpüşü.

Heybetli vücudun sızmamı
ister: saf adlar:
ağzın, kolların, ellerin adlarıdır,
toprakta ve duvarlarda.

Heybetli vücudun benden ister
güzel adları, ölmeyen adları:
toprağın, ateşin, yumrukların adlarıdır bunlar
aydınlık, yakıcı ve karanlık.


Antonio Ramos Rosa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

9 Ekim 2013 Çarşamba

Değilim Bir Başıma

Gece, uzanıyor 
Dağlardan denizlere. 
Ama ben, senin beşiğini sallayan, 
Değilim bir başıma! 

Gökyüzü, uzanıyor 
Ay düşüyor denize. 
Ama ben, seni bağrına basan, 
Değilim bir başıma! 

Dünya, uzanıyor. 
Bütün tenler hüzünlü anla. 
Ama ben, seni kucaklayan, 
Değilim bir başıma!


Gabriela Mistral

Eller

Bir el olarak belirecek bir gün şefkat
çenende.

Baş ve işaret parmakları arasında,
şurda, burda.
çalış, iğne, elinde
lütfün.
Fakat zorunluluktur seni öldüren.
İşsiz eller, balıklar gibi
hüznün akvaryumunda.

iki elle yakalıyorum seni
sarıyorum vücudumu ve kucaklıyorum.
Temizlik, kara pisliğinle
güçlükle tanımlıyorum seni,
atıldığım ve beni fırlatan,
beni yadsıyan ve sonra kabul eden bu elde.

Tesadüfen bulunan bir kadın eldiveni
güldürür bizi. Bilinmez
belki de bir haberdir bu,
var olmayan elden.
ya da düşmüşse eldiven, belki
çift olmayan bir şeydir.

Yumuşak
elinle berber
başımın çevresinde ötüşen
bu demir kuşu kullan da
futboldan söz etmeden,
bu pamuk elle
tıraş et beni, zaman sıkıyor artık!

(ihtiyar fotoğrafçı)
çenende elin,
oh ne sersemlik, dön bana.
kendine güveniyorsan,
sonsuzluğa bak!

Nerde o şimdi?
Hangi elle çalışır?
(bir ressama)
hayranım bitkisel sabrına,
kökten büyümene,
kör ve usta küçük eline,
saf, tam ve sadık,
saygılı ve usta,
kağıt ya da tuval üzerinde çalışan elin,
açan bütün pencereleri
düşlerimizin dünyasına
ve kalbimizi serdiğimiz
sokaklara açılan kapılarımıza ...
Hangi güzel resim çizilmiş eline?


Alexandre O'neill
Çeviren: Muzaffer Uyguner

8 Ekim 2013 Salı

Bırakıp Gittin Beni

bırakıp gittin beni bütün kapılarda
bütün çöllerde tek başıma kodun
şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim
vardığım hiç bir yerde değildin
sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam
hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını
denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği

bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz
her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle
düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni
yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin
düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden

başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç
bana bakıp görmediğin için
ben yokken içini çektiğin için

ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen


Louis Aragon

Seni Bekleyen Bir Irmak

Yalnızsın ve gece inmiş
doğu rüzgarına açık kente.
Bilmediğin çok şey var
ve sormak için artık geç.
Zaten yeterli sözler var
sonu için:
solgun, ağır ve terk edilmişsin.

Yalnızsın.
o büyük köprü karşılayacak
seni ırmağın üzerinde.
Teknelerin geçtiği suya bakıyorsun,
su karanlık, su yoğun
ve inliyor
gecenin leylaklarıyla, gecenin kuşlarıyla.

Bir an için unutuyorsun
tüm kenti ve onun imgesel işlerini,
isteklerini içine yatırmak için
küçük tabutlar biçen umut.
aynı acıları çeken köpeklerin
varlıklarını havladıkları
yanıp-sönen ve çıplak kenti.

Sanki çocukluğundaki yatağınmış gibi
bakıyorsun suya:
arka bahçenin duvarındaki sarmaşığı anımsıyorsun,
toplayıp attığın dağ çileklerini.
gönderdiğin el değmemiş sözcükleri
kana bulayıp geri gönderen arkadaşlarını,
sevinç gözyaşları ile seni kapıda bekleyen
anneni anımsıyorsun.
Suya bakıyorsun, köprüye,
sokak lambalarına
ve bir kez daha suya ...
Orada:
su ya da orman
tertemiz gölge
ve uzun yaz günleri var.

Yalnızsın,
Perişan ve yalnız.
Ve gece.


Eugenio De Andrade
Çeviren: Gürhan Uçkan

7 Ekim 2013 Pazartesi

Bir Büyük Sır Söyleyeceğim Sana

Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış
Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
soluklarla
Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
Sensin bıçak gibi geçen boynumu
Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
işkencesi oy
Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
Daha da beterdir bu
Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
Korkarım hep bozulur diye büyü
Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
Başın
Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları
Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
Sen şakağımda vuran duvar saatisin
Sen solumazsan eğer ben boğulurum
Duraksar ve tenime konar adımın

Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki
Her söz dilenen bir yoksulluktur
Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
bir şeydir
Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
Boynuna takacağın bir tümcenin saydam
kristalinden yoksunum
Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar
sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
yapan

Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben
Sana benzer zamandan sözetmeyi
Senden sözetmeyi beceremem ben
İnsanlar vardır hani istasyonlarda
El sallayan tren kalktıktan sonra
Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
senden
Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
şeyden
Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
sözcüklerden
Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
senden
Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
Ölmek sevmekten daha kolaydır
Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
Sevgilim.


Louis Aragon

Sorgu Sırasında Ölüm

Sabahın üçünde, uzaktı uykum düşlerden.
Uyuyordu karım yanımda.
Gezdirdim kalçalarında elimi.

Sonbahar ayı parlıyordu yolların üstünde,
Kış gecelerini haber veriyordu rüzgarın soluğu.

Sabahın üçünde, hemen bütün arkadaşlar
uykudaydılar. İçlerinden biri, yalnız o.
dönüyordu gece işinden, yorgun argın.

Hora teptiği saatti ışıkların mezarlarda,
uykuyu haplarda aradığı saatti sürgünlerin.

Sabahın üçünde, uyumamıştı henüz karısı onun.
Bir atkı atmıştı sırtına, elinde bir kitap.
Kaçmıştı uykusu, yarım saat olmuştu ışığı yakalı

Vakit geçip gidiyordu sorgu odasında.
Bin vatlık iki ampul kesiyordu havayı.

Kalp direnmekten vazgeçti, sabahın üçünde.
İki görevlinin karşısında bir ölü adam.
ve iki kül tablası, içinde otuz izmaritle.


Egito Gonçalves
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin