Şiir, Sadece: Şili Şiiri
Şili Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şili Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2017 Perşembe

Küçük Burjuva Duası

Sen de ulaşmak istiyorsan
O küçük burjuva cennetine
Sanat için sanat yolunu seçmelisin ilkin
Epeyce tükürük yutman gerekli
Yol uzun, çıraklık zaman ister.

Yapılması gerekenlerin bir listesi:
Boyunbağını artistçe ayarla
Uygun kişilere ver kartvizitini
Bir de sen parlat,
herkesin parlattığı kunduraları
Aynaya danış arada sırada
(Bir yüz bir profil)
Bir yudum brandy yuvarla
Kemanla viyolonseli ayırdet
Konukları pijamalı karşıla
Biryantin sür, saçların yüzüne dökülmesin
Epeyce tükürük yut.

En iyisi her şeyi el altında tutmak
Karın gönül vermişse birine
Bu işin listesi önünde, hemen bakıver:
Jilet kullan, sinekkaydı yap yüzünü
Övgüler söyle, doğa güzelliğine
Avuçlarında buruşsun kağıtlar
Söylevler yağdır telefon tellerinden
Mantar tabancası patlat, rahatla
Dişlerinde yont tırnaklarını
Ve epeyce tükürük yut.

Toplantılarda ilgi çekme duygusu
Sarmışsa içini küçük burjuvanın
Sırasında yürüyebilmeli dört ayakla
Aynı anda hem gülüp hem aksırabilmeli
Takla atmalı her alanda
Cinsel organları Tanrılaştırarak
Ayna önünde giyinip soyunmalı
Kalemlerle geçmeli güllerin ırzına
Tonlarca tükürük yutmada ustalaşarak.
Bütün bunların ardından, sorabiliriz:
İsa da bir küçük burjuva değil mi?

Sen de ulaşmak istiyorsan
o küçük burjuva cennetine
Hünerli fırıldak olmalısın:
Cennete girebilmek için
Üstün bir akrobat olmak gerek

Öylesine haklı ki gerçek sanatçı
Tahtakurusu öldürerek eğlendiği için!

Kurtulmak için bu kısır döngüden
"acte gratvit"i öğütleriz:
İllizyonizmden tezgahlar hazırla
Ruhlarla sarmaş-dolaş ol
Yıkıntılar üzerinde vals yap
Gözlerini gözlerine dayayıp
Silkele ak saçlı bir ihtiyarı
Sor ölmekte olan adama
Kahkahalarla, saatin kaç olduğunu
Yangınlara koş pijamalarla
Maytapla dağıt bir cenaze törenini

Anla içinde ağaç büyüyüp büyümediğini
Hiç durmadan yön değiştir boyna,
Aldırmaksızın 'ne zaman'a, 'niçin'e
... bütün bunlar iş olsun diye ...
... filim artisti bıyığı ile ...
... düşünce hızıyle ...


Nicanor Parra
Çeviren: T. Sönmez - G. Uçkun

Nazım'a Bir Güz Çelengi

Neden öldün Nazım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözü pek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgar katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan ...

Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.

Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın.
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.


Pablo Neruda
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Buğdayın Türküsü

Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.


Pablo Neruda
Çeviren: Hilmi Yavuz

8 Kasım 2017 Çarşamba

Atlar

Pencereden atları gördüm.

Berlin'deydim, kıştı. Işık
Işıksızdı, gökyüzü yoktu gökyüzünde.

Havanın aklığı ıslak bir ekmek gibi.

Ve penceremden boş bir sirk
Kışın dişleriyle kemirilmiş.

Ansızın bir adamın yedeğinde
On at göründü sislerin içinden
Çıkarken titremediler, ateş gibi
O saatte kadar bomboş olan
Evreni doldurdular gözlerimde. Görkemli, yangınlı
Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler,
Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.

Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.

Baldı derileri, amber, yangın.

Boyunları gururun taşlarından
Oyulmuş kulelerdi,
Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim
Eğilmişti bir tutuklu gibi.

Ve orada sessizlikte, ortasında
Günün, kirli ve dağınık kışın
Haşarı atlar kan,
Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.

Baktım, baktım ve yeniden yaşadım:
Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün,
Güzellikte yaşayan ateşin
Orada olduğunu bilmeden.

O kapanık Berlin kışını unuttum.

Ama atların ışığını unutmam.


Pablo Neruda
Çeviren: Hilmi Yavuz

Oğullar Ölen Analara Türkü

Onlar ölmediler yok,
Ateş fitiller gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!

Karıştı, bakır tenli
Çayır-çimen'e,
Karıştı,
O canım hayalleri:
Zırhlı bir rüzgar,
Perdesi gibi;
Bir set gibi:
Kızgın çehreli,
Göğüs gibi:
Göğün görünmez göğsü gibi!

Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi.
Bir çan darbeleri gibi,
Onlar.
Ölmüş gövdeler arasında,
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi
Onlar,
Kara bir ses gibi.
Ey canevinden vurulmuş,
Toz-duman olmuş bacılar!
İnanın oğullarınıza.

Kök oldular onlar,
Sade kök:
Kan suratlı,
Taşlar altında.
Karışmadı toprağa,
Dağılmış kemikçikleri.
Ağızları ısırır hala,
Kuru barutu;
Ve demir bir okyanus gibi,
Titreşirler hala.
Ben ölmedim der,
Yumrukları;
Yukarı kalkık yumrukları,
Daha.

Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları,
Ölü gözleriyle,
Kılıcı dopdolu.
Dünya ümitlerinden.

Dursun,
Dursun yas esvaplarınız.
Yığın derleyin,
Gözyaşlarınızı;
Bir metal oluncaya kadar:
Bununla vuracağız,
Gündüz-gece;
Bununla çiğneyeceğiz,
Gündüz-gece;
Bununla tüküreceğiz
Gündüz-gece
Kin kapılarını,
Kırıncaya kadar.

Oğullarınızı bilirdim,
Unutmadım acılarınızı.
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam,
Hayatlarıyla da öyleyimdir.
Onların gülüşleridir:
Karanlık atelyeleri ısıtan.
Her gün metro'da, yanıbaşımda:
Onların ayak sesleridir,
Çın-çın.
Akdeniz portakallarında,
Güney ağları içinde;
Yapılarda
Basım-evi mürekkeplerinde;
Kalplerini tutuşur gördüm onların,
Güçle, yangınla.
Ben de sizler gibiyim, analar.
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu.
Gülüşlerinizi öldüren kanla,
Serpilip gelişmiş;
Bir orman gibidir kalbim.
Günlerin kahredici yalnızlığı,
Uyanışın sisli öfkeleri
Girmiştir içine.

Susamış sırtlanları,
Bitip tükenmez ürmeleriyle
Afrika'dan gürleyen hayvan sesini;
Öfkeyi, iniltileri, hoşgörmeleri,
Bırakın, bir yana bırakın.
Ölümün ve tasanın
Çemberinden geçmiş analar,
Doğan ulu günün ortasına bakın:
Bu topraktan güler ölüleriniz.
Kalkık yumrukları titrer,
Buğdayın üstünde,
bilesiniz.


Pablo Neruda
Çeviren: Enver Gökçe

Oy Ne Zaman, Ne Zaman...

Şili hey,
Uzun taç-yaprağı seni:
Denizden, şaraptan ve kardan!
Kavuşmamız ne zaman,
Oy ne zaman, ne zaman?
Siyah-beyaz, köpük kurdeleni,
Belime takacaksın o günde
Ben de
Şiirimi yakıp yandıracağım,
Senin toprağının üstünde.

Yarı balık, yarı rüzgar,
İnsanlar vardır,
Bir kısmı, sudan;
Ben,
Topraktan olmayım,
Topraktan!
Her zaman şen-şatır,
Gezerim dünyayı;
Yeni hayat verir,
Her şehir bana;
Ve dünya,
Doğmak üzeredir dünya!
Yağmur yağıyorsa Lota'ya,
Bana yağıyordur, demek.
Kar serpeliyorsa yapraklara,
Lonquimay'da;
Bu, bana geliyordur,
Bana.
Bende büyüdü Cautin'in,
Boz buğdayı.
Arokarya'm var benim,
Villarica'da;
Büyük-Kuzey'de,
Kumum var benim;
Sarışın gülüm var,
San Fernando'da.
Valparaiso'nun son dalgasını,
Döğen rüzgar;
Kesik bir gürültüyle,
Göğsüme vurur;
Sanki kalbim,
Kırık bir pencere orda.
Bizim ülkede İlkbahar,
Kuzey'den iner, Güneye;
Gelir burcu-burcu,
Gencecik bir kız gibidir,
Bir koşu çıplak ayak giden.
Kara taşlar arasında,
Coquimbo'un;
Ve
Muhteşem köpüklü kıyı boylarından
Bağrı yanık takım adalara kadar.
Sırf bu toprağı sunmuyor ki bana,
Senin çağrın bahar!
Bir başıma değilim ben.
Ben taşıyordum sınırlardan,
Son cenk başbuğunun,
Yalnızlık ve dolu-dizginliği'ni;
Arkadaşlar,
Alaşağı ettiler ama,
Atımdan beni
Adam oldum,
Dolandım kumları, sıradağları,
Görmeye başladım ve sevdim.

Baharda:
Adımın kulağında çınladığı,
Gerçek mi halkım?
Gerçek mi beni bildiğin,
Bir,
Nehir gibi geçtim;
Kapının önünden?
Nehirim ben.
Bir dinle de gör,
Can kulağıyla:
Antofagasta tuzlaları'nın,
Dibini;
Bir dinle de gör,
Can kulağıyla:
Oserno'nun güneyi'ni,
Ya da sıradağlara doğru:
Malipilla'da,
Yamyaş yıldızlı gecede,
Seslenir defne dallı, gecede.
Temuca'da;
Toprağa bir kulak tut ta gör:
Duyarsın,
Nasıl dipte kalmışım,
Türkü söylerken;
Nasıl akarım.
Ekim, oy İlkbaharım,
Yolla beni, gideyim
Halkıma.
Binlerce genç kız,
Ve delikanlıyı,
Nasıl durulur, görmeden?
Nasıl durulur,
Payıma düşen ümidi,
Sırtıma çalmadan?
Bitmeyen kavgamızın,
Töreninde:
Nasıl yürünür nasıl,
Elden ele,
Bana gelen bayrağı;
Taşımadan?

Vatan oy vatan,
Kavuşmamız ne zaman?
Oy ne zaman, ne zaman?
Senden ayrı, düştümse de
Senin insanınını yine,
Topraktan olma;
Yine, bahar,
Geçti gider bu gün,
Ne var ne yok yüklendim,
Çiçeklerinden ama;
alnımda taşıram zaferini,
köklerim sende yaşar, hala.
Ne zaman kavuşacağım,
O zorlu baharına?
Oğullarınla beraber,
Ne zaman dolaşacağım,
Caddelerin, tarlaların arasında,
Yırtık pabuçlarımla?
Sapsarı pampa'yı,
Bir boydan bir boya;
Ne zaman aşacağım, ne zaman,
Elias Laferte'yle yanyana?
Oy güzelim, oy beni bekleyen,
Ne zaman koyacağım ağzına;
Avare dudaklarımı,
Oy ne zaman, ne zaman?
Ocağımıza ne zaman dalacağım,
Tanımadığım,
Ama öz kardeşimden
Daha kardeş olan,
Madenci Pedro'nun yanıbaşına
Ne zaman oturacağım?
Gece, deniz kıyısında:
Bir gök gürültüsü, bir gök,
Ne zaman uykumdan uyaracak beni,
Oy ne zaman, ne zaman?
Ev ev dolaşıp seçimlerde,
Ne zaman,
Elinden tutup kaldıracağım,
O susmuş hürriyeti oy vatan;
Sokak ortasında,
Çığlık atsın diye,
Oy ne zaman, ne zaman?
Yeşil deniz gözlerin,
Kar şapkanla;
Ne zaman,
Gelin-güveyi olacağız,
Seninle oy vatan,
Oy ne zaman ne zaman?

Hay limelimelikten
Kurtulası vatan,
İlkbaharım benim!
Ne zaman uyanacağım,
Kollarında senin;
O çiğle, denizle ıslanmış?
Ne zaman olacağım yanında,
Oy ne zaman, ne zaman?
Elimi, beline dolayacağım,
Kılına dokunamayacaklar,
Savunacağım seni,
Şarkılar söyleyerek.
Yanınsıra gideceğim ben,
Sen ne zaman geleceksin peki,
Oy ne zaman, ne zaman?


Pablo Neruda
Çeviren: Enver Gökçe

7 Kasım 2017 Salı

Anlatalım

Hani ya leylaklar,
Diyeceksiniz?
Hani ya diyeceksiniz,
Gelincikler bürünmüş,
Metafizik?
Kuşlarla, boşluklarla elenmiş,
Kelime yağmuru;
Hani ya diyeceksiniz?
Al buyur:
Bir mahallesinde yaşıyordum,
Madrid'in:
Canlı, çalar-saatli, ağaçlı.

Kocaman,
Meşin bir Okyanus gibi
Uzaktan görünürdü Kastil'in
Kuru çehresi.
Çiçekler Evi'ydi,
Evimin adı.
Itırlar fışkırırdı,
Köşe bucak.
Güzel evdi bu
Köpekleri, bebeleriyle.
Raoul, hatırında mı?
Ya senin, Raphael?
Sen Federico,
Hatırında mı?
Sen, yer altında yatan,
Hatırladın mı,
Balkonlu evimi?
Haziran güneşi hani,
Çiçekler basardı ağzına,
Orda...

Kardeş, kardeş,
Ateşli seslerden ibaretti,
Her şey;
Mallardaki tuzdan,
Çırpınan ekmek yığınından,
İbaretti her şey;
Donuk bir hokka gibi duran
Heykeliyle;
Argüelles'deki mahallemin,
Çarşıları...
Yağ akardı kaşıklara,
Caddeleri doldururdu,
El-ayak sesleri, derin...
Metreler, litreler,
Kıvıl-kıvıl hayat;
İstif-istif balık yığınları,
Çatılar:
Yorgun çan kulelerinin,
Yüceldiği;
Soğuk güneşle kaynaşan,
Çatılar...
Patateslerdeki,
Narin ve taşları fildişi beyazlık;
Yumak yumak dalgası,
Domateslerin:
Tıngır mıngır, haydi denize ...
Bütün bunlar,
Tutuşuyorlardı,
Bir sabah;
Közler,
İnsanları dağlayarak,
Topraktan çıktılar,
Bir sabah;
Nah bu anda ateş,
Nah, bu anda barut,
Bu anda kan.

Bebekleri öldürmek için
Göğün yücesinden geldiler,
Göğün:
Uçakları, Magriplileriyle,
Haydutlar;
Yüzükleri, kurumlu avratlarıyla,
Haydutlar;
Kara keşişleri, dualarıyla,
Haydutlar;
Ve,
Çocuk kanları, caddelerden,
Aktı tıpış tıpış,
Çocuksu-çocuksu.
Çakallar,
Çakalların tiksineceği
Çakallar!
Taşlar,
Dalar dikenler'in dişlerken
Tu diyeceği taşlar!
Engerekler,
Engereklerin kin güdeceği
Engerekler!
Sizleri,
Gurur ve bıçaklardan bir dalgayla,
Boğmak için;
Önünüzde gördüm İspanya'nın,
Kıyamet kanını.
Generaller,
Gelin de
Yıkılmış evimi görün.
Görün,
Yaralı İspanya'yı.
Her göçük evden,
Bir ateş-metal çıkar ama,
Çiçek yerine.
Her yarasından,
İspanya'nın;
Doğar İspanya.
Her ölmüş bebekten,
Çıkar, bir mavzer:
Gözleri de var, gözleri.
Mermiler doğar,
Her cürümden;
Mermiler ki gün ola
kalbinizde yeri.
Neden diyorsunuz şiirlerin,
Söz açmaz, düşten yapraktan;
Doğduğun yerin,
Yüce volkanlarından?

Gel de gör:
Caddeler kan-revan.
Gel de gör:
Caddeler kan-revan.
Gel de gör:
Caddeler kan-revan.


Pablo Neruda
Çeviren: Enver Gökçe

Federico Garcia Lorca'ya Yanık Şiir

Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaslı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık-çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl-fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında:
allak-bullak ederken,
Atardamar'larını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım-tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir-nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz siperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri durulmuş serenler,
Kirazlar da
Dönüveriyorlar ossaat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar-saat'ları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melil mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik-deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Alexandre, Delia,
Maruca, Malya, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebe,
Molinari, Rosales, Concha Mendez
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, Kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirler de n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirler de n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır.
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki...

Bir ölen var,
Onların evlerinde:
Bürolarda, hastanelerde belki.
Belki asansör ve madenlerde
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları;
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Gözyaşıyla dolu;
Aşınmış eşikler,
Gözyaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Gözyaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşçakalları görüyorsun,
İstasyonlardaki...

Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var,
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.

Hayat böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
işte bunlar ...
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.


Pablo Neruda
Türkçesi: Enver Gökçe

Deniz Kızı İle Sarhoşlar Masalı

İçerdeydi bütün o herifler
Girdiğinde o, çırılçıplak.
İçmişlerdi ve tükürmeye başladılar ona.
Nehirden az önce çıkmıştı, hiçbir şey anlamadı.
Yolunu yitirmiş bir deniz kızıydı o.
Parıldayan etinin üstüne yağdı hakaretler
İşledi altın göğüslerine çirkef.
Yabancıydı gözyaşlarına, ağlamadı.
Giysilere yabancıydı, giyinmedi...
İzmaritler, yanmış mantarlar dürttüler vücuduna
Yuvarladılar döşemesinde meyhanenin kısık gülüşlerle,
Konuşmadı, çünkü nedir konuşmak bilmezdi.
Upuzak bir aşkın rengindeydi gözleri
Kolları safirdendi.
Dudakları bir mercan ışıltısıyla kımıldadı, sessizce
Ve çıkıp gitti sonunda o kapıdan
Nehre girer girmez temizleniverdi
Işıklar saçarak, yağmurun yıkadığı beyaz bir taş gibi,
Ve bakmadan geriye, yüzdü bir kez daha
Yüzdü hiçliğe, yüzdü ölümüne.


Pablo Neruda
Çeviren: Ataol Behramoğlu

6 Kasım 2017 Pazartesi

Canlı Doğa

Akordiyona bırakıyor dünyanın sonunu
Son şarkının ücretini yağmurla ödüyor
Bir çınar doğuyor seslerin birleştiği yerde
Gökten de dinlendirici bir çınar

Bir kırlangıç daha diyor bana
Bir menekşe anne diyor bana

Mavi masmavi orası kurdun ağzı da mavi
Masmavi Sayın Gök çekip gidiyor
Ne diyorsun Nereye gidiyor

Ah o güzel masmavi masmavi kol
Ver kolunu Bayan Buluta
Kurttan korkuyorsan eğer
Masmavi masmavi ağızlı kurttan
Upuzun upuzun dişli kurttan
Doğa Nineyi yemesinden korkuyorsan

Sayın Gök kazı kırlangıçları
Bayan Bulut menekşeleri söndür

Yaratılış ağacından da büyük
İki yıldız arasındaki akımdan da sevimli
O kuşun üstünde birleşiyor sesler


Vicente Huidobro
Çeviren: Ülkü Tamer

Alarm

Geceyarısı

Bahçede
Her gölge bir dere

Araba değil bu yaklaşan ses

Paris üstündeki gökte
Otto von Zeppelin

Sirenler uğulduyor
Kara dalgalar arasında
Bir borazan sesi şimdi
Yengi borazanı değil
Yüz uçak
Dört dönüyor ayın çevresinde


Vicente Huidobro
Çeviren: Ülkü Tamer

Şiir Sanatı

Dizeler anahtar olsun
binlerce kapıyı açan.
Bir yaprak düşüyor; bir şey geçiyor uçarak;
gözün gördüğü ne varsa yaratılsın,
titreyerek ayaklansın işiten yürekler.

Yeni dünyalar bulun, tartın sözcükleri;
güç vermiyorsa sıfat, yok eder.

Sinirler çemberi bu.
Kaslarımız sallanıyor
bir anı gibi müzelerde;
ama güçsüz değiliz bu yüzden:
kafalarda yaşıyor
gerçek dirilik.

Şairler: neden gülleri yazıyorsunuz?
Şiirinizle yaratın gülü!

Yalnız bizim için yaşar
güneşin altında ne varsa

Küçük bir tanrıdır şair.


Vicente Huidobro
Çeviren: Ülkü Tamer

Geceyarısı

Yumuşacık, geceyarısı.
Duyuyorum gül fidanının düğümlerini:
özsuyu yürüyor güle.

Duyuyorum
yanık çizgilerini kaplanın:
uyutmuyorlar onu.

Duyuyorum
birinin şarkısını,
kum tepeciği gibi
gece kabarıyor.

Duyuyorum
uyuyan annemi
çifte solukla.
(Tam beş yıl
uyudum onda.)

Duyuyorum Rhone'u
alçalan ve bir baba gibi taşıyan beni,
kör köpüklerle körelmiş.

Bir şey duymuyorum sonra,
durmadan düşüyorum
Arles duvarlarına,
içim dışım günışığı ...


Gabriela Mistral
Çeviren: Ülkü Tamer

10 Ekim 2013 Perşembe

Derin Uyku

Uyandırmasın kimse
uyuyan bu çocuğu.
Bir zamanlar karnımda
böyle derin uyurdu.

O duru dinlenişten
açtırdım gözlerini,
yaslanıp göğsüme yine
uyuyakaldı şimdi.

Alnındaki damarlar
sanki atmıyor artık.
Minik yengeçler gibi ayakları,
gövdesi pembe bir balık.

Çiğ düşmüş olmalı
ıslak kirpiklerine.
Müzikle sallanıyor
kolları uykusunda.

Dere gibi usulca
akıyor nefesi.
Titriyor gözkapakları
defne yaprağı gibi.

Hiçbir şey söylemeyin
uyanıncaya kadar,
bırakın uyusun böyle,
çevresinde sığınaklar.

Bir sığınaktır çatı,
kapı bir başka sığınak,
kadın olan annesi,
annemiz olan toprak.

Bu sessizlik içinde
belki de öğrenirim
o uykuyu yeniden
nicedir yitirdiğim.

Her yanı duru sevgi,
derin uyku her yanı,
bırakın da kullansın
bu güzel armağanı.


Gabriela Mistral
Çeviren: Ülkü Tamer