Şiir, Sadece: 2014-11-02

8 Kasım 2014 Cumartesi

Azarlanmış Topraklar

Sonsuz sessizliğin
sonsuz şehitliğinde gömülmüş
bölgeler, arının
ve yok edilmiş kayanın nabız atışı,
buğday ve yoncalar yerine
kurumuş kanı ve suçu barındıran toprak:
bereketli Galiçya, yağmur kadar temiz,
gözyaşlarıyla her daim tuzlu:
ey Extremadura, gökyüzünden ve alüminyumdan
görkemli kıyılarında uzanır hatırasız Badajoz,
bir mermi deliği gibi kara, ihanete uğramış
ve yaralı ve harap edilmiş,
çevirmiş bakışlarını anımsayan bir göğe
ölmüş oğullarının arasında:
Málaga ölümün sabanıyla sürülmüş
ve yalçın yarıklar tarafından takip edilmiş
çarpana dek hissiz anneler
kayaya yeni doğmuş çocuklarını.
Öfke, üzüncün
ve ölümün ve hiddetin meyvesi,
gözyaşları ve üzünç yeniden birleşinceye dek,
sözcükler ve güçsüzlük ve hiddet, yol kıyısında
kemikleri yığmaktan başka bir şey yapamaz
ve bir taş gömülmüş tozun altında.

Onca, onca
mezar var, onca acı, onca
yıldızda dörtnal giden hayvan!
Hiçbir şey, utku bile,
kanın zalim boşluğunu silemez:
hiçbir şey, ne denizin, ne kumun
ne de zamanın devinimleri,
ne de mezarda yanan sardunya.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bacaklarımın Törenleri

Haylidir bakıp duruyorum uzun bacaklarıma,
sonsuz, meraklı bir şefkatle, olağan tutkumla,
sanki göğüs kafesimin uçurumuna batmış
tanrısal bir kadına aitlermiş gibi:
ve gerçekte oluyor, ki bazen zaman, zaman geçiyor
toprağın üzerinden, damın üzerinden, kirli başımın üzerinden,
ve geçiyor, geçiyor zaman, ve ben geceleri yatağımda hissetmiyorum
bir kadının soluk aldığını, yanı başımda çıplak uyuduğunu,
ki garip, karanlık bir şey onun yerine geçiyor,
özlem dolu melankolik düşünceler
yatak odamda cazip imkanlar sunuyor,
ve sonra, evet sonra bakıyorum bacaklarıma
sanki onlar başka bir bedene aitmişler gibi
ve güçlü bir şekilde yapışmışlar ve uysalca ruhuma benim.

Bitki sapları ya da hoş kadınsı biçimler gibi
yükseliyor diz kapaklarından, silindirik ve diri,
sıkı, şaşkın, yaşayan bir maddeden:
bir tanrıçanın merhametsiz kalın kolları gibi,
insanlar gibi korkunç giyimli ağaçlar gibi,
muazzam ölümcül dudaklar gibi, susuz ve sakin,
en iyi tarafı bunlar bedenimin: maddesel tümüyle,
duygulardan ya da hava borusundan ya da bağırsaklardan
ya da lenfa bezinden karmaşık içeriği olmaksızın:
kendi hayatımın temiz, tatlı ve kalın özünden
başka bir şey olmaksızın, en uç biçiminde korur hayatı fakat.

Şimdilerde dolaşıyor insanlar dünyayı ve neredeyse
anımsamıyorlar hayat dolu bir bedenleri olduğunu,
ve korku var, korku var dünyada
bedeni tanımlayan kelimelere karşı,
ve giysiler hakkında konuşmak tercih ediliyor,
mümkünse pantolonlar hakkında, takım elbiseler
ve kadın iç çamaşırları (çoraplar ve jartiyerler “bayanlar” için)
sanki giysiler ve takım elbiseler tümüyle bomboş geçiyor caddelerden
ve loş, arsız bir gardırop zaptetmiş dünyayı.

Giysilerin hayatı, rengi, biçimi ve kesimi var,
ve mutlak bir yeri var söylencelerimizde, aşırı fazla bir yeri,
aşırı fazla mobilyalar ve aşırı fazla odalar dünyada,
ve bedenim yaşıyor üzgünce arasında ve altında onca şeyin,
kölelik ve zincirler hakkındaki parlak bir fikirle.

Pekâlâ, dizlerim, düğümler gibi,
özgün, yararlı, apaçık,
ayırıyor gerektiğince bacaklarımı iki parçaya:
gerçekte iki farklı dünyaya, iki farklı cinsiyete
çok da farklı değil bacaklarımın iki parçası gibi.
Dizden ayağa dek katı bir biçim görünüyor,
mineralsi, soğukça yararlı,
bacaktan bir yaratık ve dayanıklılık,
ve ayak bilekleri şimdi çıplak amaçtan başka şey değil,
kesinlik ve gereklilik düzenlenmiş bir kez herkes için.

Tensel duyarlılık olmaksızın, kısa ve sert,
ve erkeksi, kas yığınlarıyla donanmış dizlerim
tümleyici hayvanlar gibi, fakat orada da
hayat var, diri ve ince ve hiddetli bir hayat
titremeksizin dayanıp duruyor, bekliyor ve etkin.
Gıdıklanan ayaklarımda,
güneş gibi sert ve çiçekler gibi açık,
yorulmaz, nefis askerler
uzayın boz savaşında,
her şey sonlanıyor, hayat bitiyor sonsuzca ayaklarımda,
orada başlıyor yabancı ve düşmansı her şey:
dünyanın adları, sınırlanma ve o uzak,
o dilbilimsel isimler ve sıfatlar, kalbimin barındıramadığı,
fırlıyor buradan soğuk ve koyu sağlamlıkla.

Her zaman
imal edilmiş ürünler, çoraplar, ayakkabılar,
ya da basitçe sonsuz koku,
olacak ayaklarımla toprağın arasında
ve güçlendirecek varlığımdaki o yalıtılmış ve yalnız olanı,
inatla varsayılmış hayatımla toprak arasında,
besbelli yenilmez ve düşman bir şey.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Bağışlayın

Bağışlayın, eğer denizin köpüğünden
daha çok ışık sızmadıysa gözlerimden,
bağışlayın, çünkü korunmasız
yayılır benim göğüm
ve sınırsız:
tekdüze benim şarkım,
sözcüklerim kasvetli bir kuş,
kayalardan ve denizden bir direy,
avuntusuzluk
kışsı, bozulmaz bir gezegende.
Bağışlayın suyun kayadan ve deniz köpüğünden
o sonsuz nakaratını, sonsuz abuk sabuk konuşmalarını
gelgitin: işte böyledir benim yalnızlığım:
apansız gürleyişinde savrulur tuz
saklı varlığımın duvarlarına, böylece
kendim
denizde,
çanlardaki çanların sesiyle
kendini tekrarlayan enlemin
ve kışın bir parçası olurum,
sessizliğin bir parçası, bir yele gibi ağır,
yosununki gibi bir sessizlik, batmış bir şarkı.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Balbao'ya Övgü

Mucit, engin deniz, köpüğüm benim,
ayın gökyüzü yayı, suyun imparatorluğu
yüzyıllardır konuştu seninle benim ağzım aracılığıyla.
Ölümden önce olgunlaşmıştı senin tamamlanmışlığın.
Kaldırdın bitkinliği ta göğe doğru,
ve ağaçların katı gecesinden
sürükledi seni ter bütün denizlerin denizi
okyanusun kıyısına.
Amansız ışık küçük insan yüreğiyle
evlendi senin bakışında, daha önce hiç dolmamış
bir çanak doldu! Şimşekten bir mısırtohumu
geldi seninle,
ve azgın gökgürültüsü çekildi toprağa.
Balbao, ordu kumandanı, ne kadar da
önemsiz senin küçük elin miğferin üstünde,
sır dolu küçük odam, tuzun keşiflerinde büyümüş,
okyanus şirinliğinin damadı.
dünyanın genç dölyataklarının oğlu.
Deniz majestelerinin karanlık sanısı
yağmaladı gözlerine ağan portakal ağaçlarının
dörtnallarıyla,
cüretkâr bir sabahkızıllığı düştü kanına
ruhunu yönetmek için, ey mecnun!

Gölgelerin bölgesi evine döndüğünde,
Sen, ey denizin uyurgezeri, yeşil kaptan,
ölüydün sen, kemiklerini almak için
bekleyen toprak gibi.

Ölümlü damat, tuttu işte ihanet verdiği sözü.

Cürum boşuna yürümedi ağır adımlarla
tarih boyunca, şahin yoketti
kendi yuvasını, ve birbirini buldu yılanlar
ve altın dilleriyle atıldılar birbirlerinin üzerine.
Azgın alacakaranlıkta girdin içeriye,
ve kaybolmuş adımları götürdü seni
hâlâ yıkanan o derinliği ölçülemezde,
ışın parlaklığına bürünmüş ve en kudretli
köpükle evli, alıp götürdüler seni
bir başka denizin sahiline: ölüme.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Balıklar ve Boğulmuş

Birden gördüm bu bölgelerin dolduğunu
yoğunlukla, çelikten pürüzsüz biçimlerle,
kesen bir çizgi gibi ağızlar,
taşan gümüşten yıldırım,
hüzünle giyimli balıklar, gotik balıklar,
altın kaplama gök kubbe gibi balıklar,
ay lekeleri parlayan balıklar,
bir ürperiş gibi hızla geçen balıklar,
beyaz sürat, dolaşımın
ince bilimi, öldürüşün ve çiftleşmenin
oval ağızları.

El ya da bel, uçucu ayla
çevrelenmiş olsa bile,
gördü balık sürüsünün titreyişini,
o nemli, elastik akıntısı hayatın,
yıldızların pullardaki gelişimi,
ve tohum ağırlığı opal savruldu
okyanusun karanlık çarşafına.

Alazlı görünüyordu o, batan gümüş taş,
titreyen bir hazinenin sancakları,
ve teslim etti kanını inerken
o esneyen derinlikte,
kanlı çemberli gövde heykelinin
içine işleyen ağızlarla tutulmuş,
ta çözülene dek ve ezilene dek
kanlı bir başak gibi gelgitlerin
kalkanı, ametistlerin parçaladığı
bir giysi, yaralanmış bir miras
dibinde denizin, o sonsuz ağaçta.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Opal: 1) Silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini kapsayan değerli bir mineral. Panzehir taşı. 2) İnce, düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.

Ametist: Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.

Balla Sarhoş

Balla sarhoş vızıldayıp durursun, beyaz arı, ruhumda
ve bükülürsün dumandan ikircikli sarmallarda.

Umutsuzum ben, yankısı olmayan söz gibi,
her şeyini kaybeden gibi ve her şeye sahip olan.

Sen, son bağımsın benim, sende patlar son kaygım.
Issız toprağımda son gülsün sen.

Ah, suskunsun sen!

Kapat derin gözlerini. Orada çırpar gece kanatlarını.
Ah, göster bana çıplak bedenini, bu ürkek heykeli.

Derindir gecenin kanatlarıyla vurduğu gözlerin.
Çiçekler gibi serin kolların, bir gül gibi kasığın.

Memelerin beyaz salyangozları andırır.
Bir pervane uzanmış karnında dinlenmek için.

Ah, suskunsun sen!

Benimki şimdi bana bıraktığın o yalnızlıktır.
Yağmur yağıyor. Deniz rüzgârı avlıyor titrek martıları.

Yalınayak koşuyor su ıslak caddelerden.
Oradaki ağaçta inliyor yapraklar, hastalar gibi.

Beyaz arı, çok uzakta, hâlâ vızıldıyorsun ruhumda.
Yeniden doğuyorsun, zarif ve suskun.

Ah, suskunsun sen!


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera

Barkarol

Yalnızca yüreğime dokunsaydın,
yalnızca ağzını yüreğimin üstüne koysaydın,
o güzel ağzını, dişlerini,
dilini kırmızı bir ok gibi bıraksaydın
tozlu yüreğimin çarptığı yere,
üfleseydin yüreğimde, yakınında denizin, ağlayarak,
kasvetli bir gürültüyle duyulurdu, uyuyan
tren tekerlerinin sesiyle,
huzursuz sular gibi,
bol yapraklı bir sonbahar gibi,
kan gibi,
göğü yalayan ıslak alevlerin gürültüsüyle,
düşler ya da dallar ya da bulutlar gibi bir sesle,
ya da avuntusuz bir limandaki sis düdüğü gibi,
üfleseydin yüreğime, yakınında denizin,
beyaz bir hayalet gibi,
köpüğün tepeleri boyunca,
ortasında esintinin,
zincirlerinden kurtulmuş bir hayalet gibi, ağlayarak
deniz kıyısında.

Muhteşem bir yokluk gibi, ani bir çan gibi
dağıtıyor deniz yüreğin sesini,
yağmur yağarken akşama doğru yalnız bir kıyıda:
iniyor gece kuşkusuz,
ve kazazede bayraklarının hüzünlü gri rengi
şeneltiyor kendisini boğuk sesli gümüş gezegenlerle.

Ve sesleniyor yürek somurtkan bir salyangoz gibi,
bağırıyor, ey deniz, ey şikayet, ey çözülmüş korku
belaların ve bodur dalgaların arasında dağılmış:
Yankıyla suçluyor deniz
dinlenen gölgelerini, yeşil gelinciklerini.

Hüzünlü bir kıyıdaysan ansızın,
çevrilmiş o ölü günle,
dalgalarla dolu
yeni bir geceyle yüz yüzeysen,
ve üflemişsen yüreğime soğukla vuran korku gibi,
üflemişsen yüreğimin yalnız kanına,
üflemişsen alazlı güvercin dalgalanmasına,
kara kanlı hecelerini duyardın yüreğimin,
dur durak bilmez kızıl suları yükselirdi,
ve işitilirdi, gölgelerin sesleri,
ölüm gibi sesler,
çağırırlardı rüzgârla ya da ağlayışla dolu bir boru gibi,
ya da kısa püskürtülerle korku fışkırtan bir şişe gibi.

İşte böyle, ve yıldırımlar örtecekti senin beliklerini,
ve yağmur sızacaktı gözlerinden içeri
hazırlamak için gizlice sakladığın ağlayışını,
ve denizin kara kanatları dönecekti
çevrende, muazzam pençelerle ve boğuk çığlıkla ve kaçışla.

O yalnız hayalet mi olmak istiyorsun, deniz boyunca
hüzünlü, verimsiz çalgısını üfleyen?
Sadece çağırdın mı
uzatılmış sesini, kötücül ıslığını,
yaralı dalgalardan düzenini,
gelirdi biri belki,
biri gelirdi,
adaların şakaklarından, denizin kızıl derinliğinden,
gelirdi biri, biri gelirdi.

Gelirdi biri – üfle bir çılgın gibi,
bırak işitilsin batmış bir gemiden siren gibi,
bir şikayet gibi,
köpüğün ve kanın ortasında bir kişneme gibi,
dişleri kesen ve yankı veren acımasız bir su gibi.

Deniz mevsiminde
bir çığlık gibi döneniyor onun gölge salyangozu,
deniz kuşları hor görüyorlar onu ve kaçışıyorlar,
onun seslerden yoklaması, hüzünlü parmaklıkları
kalkıyor ayağa ıssız denizin kıyısında.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama


Barkarol: 1) Venedik gondolcularının söz ve müziği önceden yazılmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri şarkı. 2) Ritmi üç zamanlı müzik eseri.

7 Kasım 2014 Cuma

Başka Bir Sefer, Başka Bir Gece, Gittim Daha Öteye

Başka bir sefer, başka bir gece, gittim daha öteye.
Boyunca kıyı sıradağlarının,
Büyük Okyanus'a doğru geniş ırmaklar boyunca,
ve o zamandan beri geçtim, Valparaiso,
kıvrılan caddelerden, geçitlerden ve sokaklardan.
Vardım bir denizcinin evine.
Oturmuş bekliyordu annesi beni.
'Dünden önce bilmiyordum - dedi - oğlum anlattı
geleceğinizi, ve Neruda adı
bir titreyiş gibi geçti içimden.
Sonra, hangi rahatlığı, hangi ikramı
sunabiliriz ki oğlum? , diye sorduğumda
bizdendir O, yoksuldan yanadır - dedi oğlum -
ne alay eder ne de hor görür
yoksul yaşantımızı, O yüceltir ve
savunur onu sonuna dek. - İyi, dedim, öyleyse.
Bundan böyle sizlerindir de bu ev.'.
Kimse tanımıyordu bu evde beni.
Lekesiz masa-örtüsüne, en derin geceden gelen
kristal kanatlar gibi bana ulaşan
hayat kadar temiz su testisine
ilişti gözüm.
Yaklaştım pencereye: Valparaiso açtı
titreyen binlerce gözkapağını,
gecesel denizhavası sökün etti ağzıma,
tepelerdeki ışıklar,
denizcil ayışığının suda titreyişi,
yeşil elmaslarla süslenmiş
bir krallık gibi karanlık,
hayat gibi bütün bu yeni barış
sunuldu bana.
Baktım: donatılmıştı masa,
ekmek, peçete, şarap, su,
ve nemletti asker gözlerimi
toprak ve merhamet kokusu.

Valparaiso'daki bu pencerede
günler ve geceler geçirdim.
Yeni evimdeki denizciler
denize açılabilmek için
bir gemi aradılar her gün.
öyle çok kandırıldılar ki
peşpeşe.
Ne 'Atonema' alabilirdi onları,
ne de 'Sultana' gemisi.
Açıkladıkları şuydu bana:
Şu ya da bu kaptanın kumar borcunu
ya da fuhuşunu ödediklerinde,
daha çok ödüyordu yalnızca ötekiler.
Her şey çürümüştü
Santiago'daki Saray gibi.
Burada doluyordu
kâhyayla sekreterin cepleri,
yeterince büyük değildi ne ki
Başkan'ın cepleri gibi,
gene de yoksulların iskeletini kemirecek kadar büyüktü.
Musibete uğramış cumhuriyet,
hırpalanmış hırsız çocuğun elleri gibi,
yollarda yalnız uluyan,
polisin adamakıllı ıslattığısın.
Musibete uğramış millet, Gonzales Videla'nın
kabusladığı, sahte oyuncular tarafından
ispiyoncuların kusmuğuna fırlatılmış,
alelâde sokak köşelerinde satılmış,
en son paçavraya bürünmüş.
Zavallı cumhuriyet özkızını satan
ve anayurdunu yaralı, dilsiz ve domuza bağlı
kılarak teslim edenin pençelerinde.
Sonra iki gemici geldi ve çuvallar,
muz ve yiyecek taşımaya gittiler,
bitkin düştüler
dalgaların tuzundan,
denizin ekmeğinden,
yüce gökten.
Benim yalnız günümde çekildi deniz:
izlerken tepelerin yaşayan alazını,
sallanan her evi, Valparaiso'nun
çarpan nabzını:
yayılmış tepeler hayat dolu boyanmış kapılar
firuze, kızıl ve gül renklerine,
dişsiz merdivenler,
alelâde kapıların yığını,
handiyse çökecek kulübeler,
herşeyin üstüne tuzdan ağlarını atan
sis ve duman,
kayaçatlaklarına sımsıkı yapışan
umutsuz ağaçlar,
insana yakışmayan meskenlerin kollarına asılı
ıslak çamaşırlar,
ansızın, kısık ıslık sesi,
işareti gemiye binmenin,
tuzlu suyun sesi,
sisin, tok sesli çatırtının ve fısıltının yarattığı,
denizcil ses,
bütün bunlar sardı işte gövdemi,
bir dünya giyiti gibi,
ve yoksulların bu haşmetli kentinde
oturdum böylece
bu yüce pusta.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Batıyorsa Her Gün

Batıyorsa her gün
her gecede,
ışığın kapatıldığı
bir kuyu olmalı orada.

Kuyunun derin karanlığının
kenarına oturmalı
sabırla
tutmak için batmış ışığı.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Kız Öğrenci

Ah sen, daha tatlısın, daha bitimsiz
tatlılığın kendisinden bile, gölgelerin arasında
sen sevilen et ve kan:
geçmiş günlerde
ilerledin ve doldurdun tasını
ağır çiçek tozlarıyla, sevinç içerisinde.
Dökülmüş şarap gibi gece,
paslanmış erguvandan gece,
işte o gecenin hakaretler toplamından
yaralı bir kule gibi çöktüm yanında,
ve iğrenç çarşaflar arasında titredi
yıldızın bana doğru ve yangına çevirdi gökyüzünü.

Ah yaseminden ağ, ah ayaklı ateş
yeni gölgelerden beslenmiş,
kemerleri bağladığımız zaman farkına vardığımız
karanlık, başağın kana susamış vuruşuyla
döven zaman.

Sevişme ve başka bir şey değil, bir köpüğün içinde,
ölü sokaklarla sevişme,
bütün hayat ölüp gittiğinde sevişme
ve bize sadece şunları bıraktı:
ıssız köşeleri alevlendirmek.

Isırdım kadını, gücümden ötürü
aklım başımdan gitti, toplanmış çiçek demetleri,
ve çözdüm kendimi dolaşmak için kıyıdan kıyıya,
okşayışın kölesi yalnızca, zincirlenmiş
bu serin saçın mağarasına,
dudakların uzun uzun dolaştığı bu bacaklar:
her daim aç dünyanın dudakları arasında,
emilmiş dudaklar tarafından emilen.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1923

Bayrak

Doğrul benimle.

Kimse istemezdi
benim kadar, bütün dünyayı
benim için kapatacak gözlerini barındıran
yastıkta kalmayı.
Orada isterdim ki kanım uyusun
şirinliğinin etrafında döne döne.

Fakat doğrul,
sen, doğrul,
fakat doğrul benimle,
ve gidelim birlikte
ve savaşalım beden bedene
kötünün örümcek ağlarına karşı,
açlığı yayan sisteme karşı,
sefaletin örgütüne karşı.

Dağıtalım,
ve sen, yıldızım, yanı başımdasın,
kendi balçığımdan yeni doğmuşsun,
yakındır sakladığın kaynağı bulman,
ve ortasında ateşin
yanı başımda olacaksın,
inatçı gözlerinle,
yükseltirken bayrağımı.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Bayraklar Nasıl Doğar?

Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.
Halk işlemiştir onları
Tüm sevgisiyle
Onun parçalarını dikmiştir
Bütün yoksulluğuyla
Ve yıldızı çivilemiştir
Canı gönülden
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için
Bir mavi kesmiştir
Ve damla damla
Kırmızı doğmuştur


Pablo Neruda

Bazı Arjantinliler Geldi

Bazı Arjantinliler geldi,
Jujuy ve Mendoza idi adları,
bir mühendis ve bir doktor,
üç üzüm tanesi gibi üç kızla.
Söyleyecek sözüm yoktu.
Yabancım da değillerdi.
Ama bir şey söylemedik birbirimize,
birlikte soluduk yalnızca
Pasifik Okyanusu’nun güney soğuk havasını,
o yüzen pampanın
yeşil havasını.
Belki kendileriyle birlikte götürdüler onu
başka bir ülkeden bir köpek götürür gibi,
ya da garip kanatlı,
titreyen bir kuş.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Bazı Harabeler Hakkında Şarkı

Burada yaratılmış ve evcilleştirilmiş,
nemlenmiş, kullanılmış ve seyredilmiş,
yatıyor şimdi – zavallı bir bez gibi –
toprak ve siyah kükürt dalgaların arasında.
Gonca ya da göğe yayılan
göğüs gibi, ezilmiş kemiklerde
açan çiçekler gibi, işte böyle belirdi
dünyanın şekli şemali. Ey gözkapağı,
ey sütunlar, ey basamaklar.
Ey derin maddeler,
birleşmiş, temiz: ne kadar daha sizler çan olmadan!
ne kadar daha sizler saat olmadan! Alüminyum
mavi orantılarda, insanların düşlerine
yapışan çimento!
Toplanıyor toz,
kauçuk, çamur, büyüyor şeyler
ve duvarlar boy atıyor
siyah insan derilerinden asmalar gibi.
İçeride o beyazda, bakırda,
ateşte, terk edişte, büyüdü kağıtlar,
o korkunç ağlayış, gece zamanı
biri yatarken ateş içinde
eczaneye getirilmiş reçeteler,
o kuru düşünceli şakak, asla
açmamak için
insanın yaptığı kapıyı.
Her şey geçti, çöktü,
soldu birden.
Mahvolmuş kap kacak,
gece giysileri, kirli köpük, yeni işenmiş sidik,
yanaklar, cam, yün,
kâfur ağacı, iplik ruloları ve deri, her şey,
her şey bir devinimde geri getirildi toza,
metallerin karmakarışık uykusuna,
bütün mis koku, bütün sihir,
her şey birleşti hiçbir şeyde, her şey çöktü
bir daha oluşmamak için.
Göksel susuzluk, undan belleriyle
güvercinler: üzümlerin
ve çiçek tozlarının çağları, bak, nasıl
parçalanıyor ağaç
yalnızca yas olan şeye: kökler yok
insan için: her şey yaslanıyor tam da
titrek bir yağmura.
Bak, rayihalı kırıkta
nasıl çürümüş gitar ağızda:
bak, onca şey yaratan sözcükler
nasıl yalnızca yıkımdır şimdi: bak, kirece
ve kırık mermere,
bir hıçkırıkla – şimdi yosunun örttüğü – ize.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bazı Hayvanlar

Kertenkelenin şafağıydı bu.

Dili, gökkuşağı parıltılı dağdoruğundan
avladı bir mızrak gibi
yemyeşil çimende.
Papaza benzeyen karınca-yiyen girdi
balta girmemiş ormana melodik adımlarla,
oksijen kadar hafif Guanaco,
geniş, koyu yamaçlarda
altın çizmeler giyiyordu,
açarken lama
suçsuz gözlerini
çiy içindeki dünyanın lezzetine,
sabah alacasının genişliklerinde
maymunlar sonsuz bir
şehvet ipliği ördüler,
değil mi ki unufak ettiler çiçektozlarının duvarlarını
ve şaşırttılar
Muzo'lu kelebeklerin mor firarını.
Timsahların gecesiydi bu,
dokunulmaz gece, çamurdan yükselen
sürü sürü domuzburnuyla kaynaşan;
ve uykuya boğulmuş bataklıklardan
döndü zırhların tok sesi, geriye,
yeryüzünün kaynağına.

Fosfor ışığı ayrılışıyla
dolanıyor yaprakları jaguar,
puma yokeden ateş gibi
koşturuyor dalların arasında
parıldarken vahşi ormanın
alkolik gözleri üzerinde.
Porsuklar ırmak boyu toprağını
altüst ediyor ve havaya kaldırıyorlar yuvaları
ki kırmızı dişlerle saldırmaya hazırlar
onların çarpıcı güzelliğine.
Ve genişce suyun derininde
dinleniyor, kutsal çamurla kaplı,
herşeyi yalayıp yutan, sofu,
muazzam boa-yılanı, dünyanın çapı gibi.


Pablo Neruda
Canto General

6 Kasım 2014 Perşembe

Bazı Şeyleri Açıklıyorum

Soruyorsunuz: Ve nerede leylaklar?
Ve gelinciklerle örtünmüş metafizik?
Ve onun sözlerinde çok sık gümbürdeyen
ve boşluklarla ve kuşlarla
dolduran yağmur?

Bana olan biten her şeyi açıklayacağım sizlere.

Çanlarla, saatlerle,
ağaçlarla, yaşıyordum
Madrid’in bir varoşunda.

Görünürdü oradan
deriden bir okyanus gibi
kuru yüzleri Kastilya’nın.
Çiçek Evi adı takılmıştı
evime, çünkü her tarafta
açılıyordu sardunyalar:
köpeklerle ve küçük çocuklarla
çok güzel bir evdi.
Anımsar mısın Raúl?
Anımsar mısın Rafael?
Anımsar mısın şimdi
toprağın altındaki Federico,
anımsar mısın balkonlu evimde
nasıl da boğardı Haziran ışığı
ağzındaki çiçekleri?
Birader, birader!
Her şey
yüksek seslerdi, tuzlu şeylerdi,
çırpıntılı ekmek yığınları,
heykeliyle Argüelles varoşundaki pazarlar
ışıklı bir mürekkep hokkası gibi morinaların arasında:
ulaştı yağ kaşıklara,
ellerin ve ayakların derin bir vuruşu
doldurdu sokakları,
metre, litre, hayatın
keskin özü
balık istifleri,
rüzgârgülünü yoran soğuk güneşle
suç ortağı damlar,
patateslerin çılgın, güzelim fildişleri,
domateslerin sayımı ta denize kadar.

Ve bir sabah bütün bunlar tutuşuverdi
ve bir sabah fırladı alazlar
topraktan
ve yedi bitirdi yaşayan bütün canlıları,
ve o zamandan beri ateş,
barut o zamandan beri,
ve kan o zamandan beri.

Uçak ve Mağripli sahibi haydutlar,
yüzük ve düşeş sahibi haydutlar,
siyah kutsanmış keşiş sahibi haydutlar
çocukları öldürmek için geldi gökten,
ve aktı çocukların kanı sokaklar arasından
işte öylesine, çocuk kanı gibi.

Çakalların bile iğrendiği çakallar,
kuru dikenin tükürdüğü taş,
engereklerin nefret ettiği engerekler!
Sizlerin önünde gördüm
İspanya’nın kanının ayaklandığını
onurdan ve bıçaklardan
büyük bir dalgada boğmak için sizleri!

Generaller
hainler:
bakın benim ölü evime,
bakın nasıl kırılmış İspanya:
fakat her bir ölü evden yalımlı metal fışkırıyor
çiçek yerine,
ve İspanya’nın her bir kuytusundan
İspanya fışkırıyor,
ve her bir öldürülmüş çocuğun gözlerinden bir mavzer,
ve bir gün yüreğin meskenini
bulacak mermiler doğuyor
her bir suçtan.

Soruyorsunuz niçin onun şiirleri
anlatmıyor bizlere düşleri, yaprakları,
büyük volkanlarıyla anayurdunu diye.

Gel ve gör kanı caddelerde,
gel ve gör
kanı caddelerde,
gel ve gör kanı
caddelerde!


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bedeninin Beyaz Atlasını

Bedeninin beyaz atlasını
yoklamaya başladım ateşten haçlarla.
Ağzım bir örümcekti gizli yolculukta.
Sende, arkanda, korkulu, arzulu.
Öyküler anlatmak sana alacakaranlığın kıyısında,
Güzel, hüzünlü, uysal, hüzünle dolmayasın diye sen.
Bir kuğu, bir ağaç, uzakta ve neşeli olan bir şey.
Üzümlerin zamanı, olgunlaşmanın ve meyvenin.

Bir limanda yaşayan ben, oradan seviyorum seni.
Düşle ve sessizlikle kesişti yalnızlık.
Kapatılmış içine denizin ve hüznün.
Suskun, çılgın, kıpırdatılmaz iki gondolcu arasında.

Dudakların ve sesin arasında ölmekte olan bir şey var.
Kuş kanatlarıyla, kaygıyla ve unutuşla.
Balıkçı ağının suyu bırakışı gibi.
Titreyerek asıyor, benim güzel kızım, sadece bir kaç damlayı geriye.
Ve gene de bir şey var, şakıyan bu geçici sözcüklerin arasında.
Şakıyan bir şey ve yükselen açgözlü ağzıma.
Ah, seni o neşeli sözcüklerle övebilseydim!
Şakıyıp, yakıp, kaçabilseydim, bir delinin ellerindeki bir çan kulesi gibi
Benim hüzün dolu sevecenliğim, birden ne oluyor sana böyle?
En çetin ve en soğuk tepeye ulaştığımda,
Kapanıyor yüreğim gecenin çiçeği gibi.


Pablo Neruda
Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı

Beklemek İçin Karı

Beklemek için karı,
niçin soyunmuş koru?

Nasıl bilebiliriz Tanrı’nın kim olduğunu
Kalküta’daki tanrılar arasında.

Niçin yaşıyor böyle paçavralarda,
bütün ipek böcekleri?

Niçin bu kadar serttir,
kiraz yüreğinin şirinliği?

Öleceği için mi
yoksa kalıcı olduğu için mi?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Belki

Belki, belki toprak üstündeki bir katman gibi unutuş
çoğaltır bitkileri ve (ola ki) besler hayatı
ormanın karanlık humusu gibi.

Belki, belki koşar gelir insan bir demirci gibi
ocağa, demirin demirle olan savaşına,
kör kentlerine dalmaksızın kömürün,
bakıp duran gözlerini kapamadan düşer belki
uçurumlara, sulara, minerallere, felaketlere.
Belki, fakat benim öğünüm başkadır; benim besinim başka
gözlerim kemirmeye geldi unutuşu:
Dudaklarım açılır her zamana, ve her zaman,
yalnızca bir parçası değildi ellerimde aşınan.

Bu yüzden konuşacağım senle
çekmek istemediğim acılar hakkında,
zorlayacağım yeniden seni yaşamaya
yangın yaraları arasında,
bir garda yolculukta gibi barınmak için değil,
toprağa alınla vurmak için değil
ya da doldurmak için yüreklerimizi suyla,
fakat bilerek ilerlemek için, aklığı paklığı fethetmek için
her zaman anlamlı kararlarla,
sevinç için katılığın bir şart olması için,
böylelikle yenilmez olacağımız için.


Pablo Neruda
La arena traicionada
İhanete Uğramış Kum
Canto General

Bellek

Her şeyi anımsamalıyım,
çimen yapraklarını saklamalıyım,
ipliklerini hırpanî olayların,
ve metre metre dinlence yerlerini,
sonsuz demiryollarının izini,
acının yüzeyini.

Eğer bir gonca gülü yitirmişsem
ve geceyi bir tavşanla karıştırmışsam,
ya da belleğimin bütün bir duvarı
yıkılmaktaysa,
mecburum oluşturmaya
havayı, buharı, toprağı, yaprakları,
saçı, hatta tuğlaları,
beni delik deşik eden dikenleri bile,
kaçışın hızını.

Merhamet gösterin şaire.

Her zaman hızla unuttum,
ve benim bu ellerim
yalnızca kavranılmaz olanları tuttu,
artık var olmayan şeylerle
karşılaştırılabilecek
dokunulmaz şeyleri.

Duman bir aromaydı,
aroma duman gibiydi,
öpüşlerimle can bulan
uyuyan bir bedenin teniydi,
fakat sorma bana düşlediğimin
zamanını ya da adını,
ölçemem ki
ülkesi olmayanın yolunu
ya da değişmiş olan gerçeği
ya da belki günle sönmüş
gecede bir ateş böceği gibi
o dolanan ışığı.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Benimle Konuşmadan Önce

Bundan bir zaman önce dolanıyordum bu yabancı
topraklarda: ışıklanmıştı anayurdumun adı
gizemli takımyıldızlar gibi göklerinde.
Bütün enlemlerde kovalanmış, kör
ve tehditle ve rezaletle korkutulmuş,
tuttu ellerimden ve dedi ki bana: “Şilili”
umutla dolu bir sesle. O zaman
bir ilahinin yankısını taşıyordu sesin, senin kumlu
ellerin küçüktü, anayurt, fakat sakladı
birden fazla yarayı, salıverdi
birden fazla avuntusuz ilkbaharı.
Bütün bu umudu koruyorsun,
barışında hizaya getirilmiş, toprağın altında,
bereketli tohum her bir insan için,
yıldızın emin dirilişi.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Ballad

Bernardo O'Higgins Riquelme

O'Higgins, seni övebilmek için
loş ışıkla aydınlatılmalı salon.
Güney'in sonbaharındaki yarım ışığıyla
kavakların sonsuzca titreyişi arasında.
Sen Şili'sin, yarı patrik yarı çiftçi,
sen taşradan bir kepeneksin, adını henüz
bilmeyen bir çocuksun sen,
inatçı ve utangaç bir okul çocuğusun,
hüzünlü bir taşra delikanlısısın sen.
Santiago'da yabancı hissedersin kendini,
süzüp dururlar sana çok bol gelen siyah elbiseni
ve bağladıklarında etrafına hamayılı,
bize bağışladığın memleketin bayrağıydı
bağrına vuran sabah çimeninin kokusu,
kırsal bir heykelin bağrına.

Delikanlı, senin öğretmenin Kış
alıştırdı seni yağmura,
ve Londra'da, sokakların üniversitesinde
aldın sisin ve yoksulluğun doktor ünvanını,
ve seçkin bir dilenci, özgürlüğümüzün
perişan alazı,
verdi sana bilge kartalın öğüdünü
ve Tarih'e doğru ilerletti seni.

"Adınız ne sizin", güldü
Santiago'lu "yüce efendiler",
sen bir kış-gecesi sevgisinin ürünüsün,
babasız olarak doğmuş olmanın kaderi
kardı senin köylü harcını.
Güney'de evlerde ve kerestede
işlenmiş bir her şeyi belirleyen değerle,
Herşeyi değiştirir zaman, senin yüzünden başka.

O'Higgins, sen değişmez bir saatsın
tek bir zamanı gösterir senin parıltılı plakan:
Şili'nin zamanısın sen, geriye kalan
en son dakikasın sen savaşan
onurun ateşkızılı zaman çizelgesisin sen.

İşte böyle de kalacaksın, gül ibrişimden
mobilyalar ve Santiago'nun kızları arasında,
ölüm ve barutla çevrili Rancagua'daki gibi.

Sen, babası olmayıp ta bir anayurdu
olanın basılı resmisin,
sevgilisi olmayanın, ama
portakal çiçekli bu toprak
topçuluk gibi fethetti seni.

Peru'da mektup yazdığını görüyorum.
Böyle bir sürgün görülmedi, böyle bir gurbet.
Bütün bir ülke sürüldü toprağından.

Şenlik ateşi gibi tutuşurdu Şili
sen orda olmasaydın eğer. Yabanıl bir israf içindeyken
değiştirdiler zenginlerin dansına
senin Aztekli disiplinini,
ve anayurt kazanıldı kanın arasında,
sen olmasaydın halkın dışarda bırakıldığı
bir balo gibi yönetilirdi memleket.

Terle, kan ve Rancagua tozuyla örtünmüş olarak
katılamazdın elbet eğlenceye.
Yakışık almazdı
başkentin seçkin ağaları için.
Seninle birlikte gelmiş olurdu köy yolları,
ter ve at kokuları
ve anayurdun ilkbaharındaki kokular.

Bu baloya katılamazdın sen.
Senin balon patlayışların bir kalesidir.
Vızıldayan dansın kavgadır.
Senin balonun bitişi titreten yenilgidir,
Mendoza'ya doğru yola
çıkan uğursuz gelecektir, kucağında anayurtla.

Güney'e doğru tepeden bak haritaya,
Şili'nin dar kuşağına doğru,
ve kar yağarken getir genç askerleri,
kumda getir düşünceli delikanlıları,
parlayan ve sönen siper kazıcılarını.

Kapa gözlerini, uyu ve düşle biraz,
tekrar tekrar yüreğine düşen
biricik düşün senin: Güney'deki
üç renk, yağan yağmur,
toprağın üstündeki kırsal güneş,
halkın silah atışları isyan sırasında
ve mutlaka gerekliyse
senden iki-üç sözcük.

Düşledin mi, bugün düşünün gerçekleşeceğini
En azından mezarında düşle bunu.
Daha fazlasını bilmeyeceksin, eskiden olduğunca
utkulu savaştan sonra,
dansediyor los senoritos'lar Saray'da
ve tıpkı eskisi gibi bakıyor aç suratları
caddenin karanlığından.

Ama senin kararlığını miras aldık biz,
senin inatçı, suskun yüreğin
senin bükülmez babacan onurun
ve eski süvarilerin göz kamaştıran
çığında, sağlıklıların arasında,
mavi ve altın-sarısı üniformalarda
aramızdasın sen bugün, bizden birisin,
halkın babası, her daim asker.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Beyaz Bir Kuleyi Kurmak İçin

Beyaz bir kuleyi kurmak için
çabaladı mı tuz ve şeker?

Karınca yuvalarında düşlerin
zorunlu olduğu doğru mudur?

Biliyor musun hangi düşüncelere
kapılır toprak sonbaharları?

(Niçin takmayalım ki ilk düşen
altınsı yaprağa bir madalyayı?)


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Bırak Batırayım Elimi Derine

Bırak batırayım elimi derine
peçeli parıltının ortasından,
taştan gecenin ortasından,
ve bırak titresin unutulmuş yaşlının yüreği
bende bin yıl tutsak kalmış bir kuş gibi.
Bırak unutayım bugün denizden daha engin mutluluğu,
değil mi ki denizden ve adalardan daha engindir insan,
ve düşercesine bir kuyuya inmeli insana,
düşülmez çünkü dipten aşağı, tırmanılır ancak
gizlenmiş sudan ve
boğulmuş gerçeklerden yapılmış bir dalla.
Ey olağanüstü kaya, bırak unutayım
senin kudretli kucağını,
kavranmaz boyutunu, bir peteğin duvarını,
ve bırak kaydırayım elimi bugün bir dikdörtgenin
tuzlu kan ve cezagömleği hipotenüsü arasından.
Öfkeli kondor, kıpkızıl kanatlarının atnalı gibi
vuruyor kaçıştaki şakaklarıma doğru
ve yabanıl tüyden kasırga süpürüyor
çapraz basamaklardan suskun tozu,
ne hayvanı ne de pençelerininin kör basamağını
görüyorum,
eski insanı görüyorum, hizmetçiyi, tarlalarda uyuyanı,
bir gövde, binlerce gövde, karanlık boraların altında,
bir adam, binlerce kadın, yağmurun ve gecenin siyahları,
heykelin ağır taşı altında sendeleyen:
Juan Taşyontucusu, Wiracocha'nın oğlu,
Juan Soğukyiyici, yeşil yıldızın oğlu,
Juan çıplakayaklı, firuzenin torunu,
tırman, birader, ayağa kalk benimle, hayata.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

Bilmeceler

Sordunuz bana ne örüyor kabuklu hayvan
altın tırnakları arasında
ve yanıt veriyorum: Deniz bilir bunu.
Dediniz: Neyi bekler ascidia
berrak çanında? Neyi bekler?
Söylüyorum sizlere: Sizler gibi zamanı bekler.
Sordunuz bana Macrocusti yosununun sarılması
kime uzanır?
Bulmaya çalışın, bildiğim belli bir denizde
belli bir zamanda bulmaya çalışın.
Kuşkusuz soracaksınız denizgergedanının
lanetli fildişini
anlatmam için size nasıl ölür
denizin unicornu zıpkında.
Belki sordunuz bana titreyip duran
tüylerini yalıçapkınının
güneyin gelgitlerinin temiz fışkırmalarında?
Ve polipin kristalsi yapısını
kuşkusuz ki başka bir soru
olarak sakladınız, sormak için?
Bilmek istersiniz deniz dibinin odacıklarındaki
o elektrikli madde hakkında?
Kendi yolunda çatlayan silahlanmış sarkıt hakkında?
Balık avlayan balığın olta yemi hakkında, derindeki suda
bir ip gibi yayılan müzik hakkında?

Yanıt vermek istiyorum sizlere, ki deniz biliyor bunu,
ki hayat kendi gizli sandıklarında
yayılmış kum gibi, ölçüsüz ve temiz,
ve kanlı üzümler arasında biledi zaman
taçyapraklarının sertliğini ve denizanasının ışığını
ve yayıyor kendi mercan iplerinin dalını
sonsuz sedeften aşırılığın boynuzundan.

Sadece o boş ağım ben sürükleyen
insan gözlerini ileriye, ölüler bu gölgelerde,
üçgene alışmış parmaklar, portakalın
korkunç yarıküresinin boyutuyla ölçülmüş.

Araştırdığım gibi
o sonsuz yıldızı,
ve kendi ağımda, gecede, çıplak uyandım,
tek bir parça yaban, rüzgârla çevrelenmiş bir balık.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Notlar:

Ascidia: Denizde yaşayan, tulumlu hayvanlar kapsamına giren, kayalara ya da mercanlara yapışık olarak ve suyu filtreleyerek besinini temin eden, jöle kıvamında bir hayvan. Latince adı Ascidiacea. “Deniz tulumu” olarak Türkçe’ye çevrilebilir. Yaklaşık 1000 değişik türü bulunur. Hem yalnız hem de koloniler halinde yaşayabilir.

Unicorn: Tek boynuzlu ata benzer hayalî bir hayvan.

Polip: Sölenterlerden, toplu veya tek başına yaşayabilen basit yapılı hayvan.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Bio Bio

Ama niçin benimle konuşmuyorsun artık
Bio Bio?
Ben söylüyorum şimdi
Senin diyeceklerini
Oysa ben konuşmayı
Senden öğrendim
Yağmur ve yaprakla karışık
Gece türkülerini
Senden öğrendim, Bio Bio

Kimse bakmazdı bana çocukken
Günün doğuşunu senden öğrendim
Zorla toprağa gömülmüş gücün
Durgun çanlar gibi sessizliğini
Senden öğrendim, Bio Bio

Senden öğrendim evreni
Oysa sakız yaprakları
Kırık oklar,
Kırık, hüzünlü oklar
Bin yılda öğrettiler onu bana

Ama seni gördüm, Bio Bio
Kendini usulca denize bırakışını gördüm
Paramparça ağzını, göğüslerini
Kanlı bir öykü anlatarak
Büyük ve çiçekli
Gördüm seni, Bio Bio.


Pablo Neruda

Bir Asker Uyuyor

Uzaktaki sık ormanda yolunu yitirerek
geldi asker. Sözcüğün tam anlamıyla bitkindi
ve düştü sonra sarmaşıklarla ırmağın tüylere bürünmüş
büyük tanrısının ayakları yanındaki yapraklara:
bu yabanıl ormanda
yalnızdı dünyasıyla
henüz ortaya çıkmamış.
Okyanustan doğmuş
bu yabancı askere baktı O.
Gözlerine, kanlı sakalına,
kılıcına, zırhının
siyah parıltısına baktı, yorgunluk
bu katil çocukbaşına
bir sis gibi çöktü.

Ne çok karanlık bölge
doğması için tüy-tanrısının
ve bükmesi için hacmini ormanlar üstünde,
gül-kızılı kayalar üstünde,
ne çok karışıklık bu çılgın suyun
ve yabansı gece, henüz doğmamış ışıktan yapılma
taşkın nehiryatağı, yaşayan canlıların şiddetli mayası,
yıkım, bereketliliğin unu ve yanısıra düzen,
bitkinin ve melezlerin düzeni,
oyulmuş kayaların yükselişi,
dinsel tören lambalarının dumanı,
dünyanın insana sunduğu temel,
kavimlerin yerleşmesi,
dünyasal-tanrıların mahkeme kürsüsü.
Bütün taşların pulu titredi,
ve Tanrı korkunun düştüğünü duyumsadı
böceklerin işgali gibi,
topladı tüm gücünü,
yağmur köklere işlemesin diye bıraktı,
yeryüzünün dalgalarıyla konuştu,
ataletten yapılmış giyitindeki
kara tanrıyla, kozmik taş,
ve ne pençelerini ne de dişlerini kımıldattı,
ne ırmakları ne de depremi,
ne de ülkenin kubbesinde vınlayan göktaşlarını,
ve orda kaldı O, kımıldatılamaz taş ve sessizlik,
uyurken Cordoba'lı Beltran.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Bir Bir Sayayım Onları

Bu akşam onlardan söz etmeliyim bir bir
Bu akşam, bu yerde anıma geliniz

Manuel Antonio Lopez
Kardaş

Lizboa Calderon
Diğerleri hayınlık ettiler biz yolumuza devam ediyoruz

Alejandro Gutieerrez
Seninle düşen bayrak
Ayağa kalkıyor
Bütün yeryüzünde

Cesar Tapia
Bu bayraklar üstünde yüreğin
Bu gün Plaza’da çırpınıyor

Filomeno Chavez,
Elini asla sıkmadım, ama elin burada
Bu ölümün öldüremediği temiz bir eldir

Ramona Parra
Genç parıldayan yıldız
Ramona Parra
Kahraman kadın
Ramona Parra kanlı çiçek
Dostumuz, ey yiğit yürek
Örnek çocuk, altın gerilla
Adına bu savaşı izleyeceğimize yemin olsun
Yayılan kanın her yanda çiçekler gibi açsın


Pablo Neruda

Bir Gemi Süsü Figürü İçin

Magellan Boğazı’nın kumsallarında bulduk seni,
yorgun kadın gemici, fırtınada kıpırtısız
tatlı ve gergin göğüslerinin çok sık
göğüs gerdiği gibi, bölünmüş arasında meme uçlarının.

Kaldırdık seni bir kez daha Güney’in denizi üzerine, fakat şimdi
sensin, karanlığın ve köşelerin yolcususun,
açık denizde koruduğun buğdayla ve metalle eşitsin,
sarmalanmışsın denizin gecesinde.

Bugün benimsin, tanrıça, o dev albatros gibi
seğirip geçen kaçıştaki yayılmış bedeniyle,
ağaçtan kör ve titreşen göz kapaklarının
yağmuru arasında çalınan müzikten bir manto gibi.

Denizin gülü, düşlerden daha temiz anaarı,
şarkılarla dolu bir meşenin kökleriyle
endamını bulmuş badem gözlü kadın,
kuş yuvalarıyla dolu dalla yaprağın gücüsün sen,
kasırgaların ağzısın, ışığı fethetmek ister
narin hoşluk senin kalçalarınla.

Seninle doğan melekler ve kraliçeler,
yosunla örtünüp uyurlarken, kaderindir
bir ölünün onuruyla kıpırtısızlık,
tırmandın geminin zayıf pruvasına
ve melek, kraliçe ile dalga oldun,
dünyadaki bir titremeden oluştun.
Yükseldi insanın dehşeti
elma göğüsleriyle soylu tuniğine senin,
ey tatlı, ıslakken dudakların
o yabanıl ağzına layık başka öpücüklerle.

Yabancı gece altında kalçan
bıraktı geminin temiz ağırlığı düşsün diye dalgalara,
keserken yenilmiş ateşten bir izi
fosfor ışıltılı baldan, o kasvetli sonsuzluktan.
Rüzgâr açtı senin zülüflerinde fırtınalı sandığını,
şikayetinin serbest bırakılmış metalini,
ve şafakta rastladın ışığa titreyerek
limanlarda, öperek ıslak tacını.

Ara sıra durduruyordun hızını deniz üzerinde
ve titreyen kayık çalkalanıyordu böğründe,
ağır bir meyve gibi kendini koparan ve düşen,
zamanın ve geminin o temiz devinimiyle
ve köpükle kucaklanan bir ölü gemici.
Ve sen yalnızsın, tehditle kararmışsın
yüzlerin arasında, kısır bir acıya batmışsın,
aldın o fışkıran tuzu maskende,
ve gözlerin korudu o tuzlu gözyaşlarını.
Bir sefil hayattan fazlası kaydı kollarının arasından
o öldüren suların sonsuzluğuna
ve ölülerle yaşayanların dokunuşu
yedi bitirdi deniz ağacından yüreğini.

Bugün bulduk endamını kumda.
Mutlak olarak yazılmıştın gözlerimin alnına.
Uyuyorsun belki, uyuyarak, belki ölüsün sen,
öldün sen:
en sonunda unuttu mırıltılarını yankıların
ve dolanıp duran parıltın bitirdi yolculuğunu.
Denizin gazabı, gökyüzünün vuruşu taçlandırdı
mağrur başını sıyrıklar ve çatlaklarla,
ve dinleniyor yaralarla bozulmuş yüzün
sallanan alnını hisseden bir deniz kabuğu gibi.

Benim için saklıyor güzelliğin bütün kokusunu,
bütün bu evsiz barksız asidi, bütün karanlık gecesini.
Ve senin lamba ya da tanrıça şişkin göğsünde,
yükselen kule, dokunulmaz aşk, yaşıyor hayatı.
Yelken açıyorsun benimle, tekrar bulunmuş, o güne
bırakırlarken olduğum her şeyi köpüğe.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Bir Gül

Su kıyısında bir gül görüyorum, bir küçük tas
kızıla çalan sarı renkli göz kapaklarıyla,
havalı bir sesle taşınmış yukarıya:
yeşil yapraklardan bir ışık dolaşıyor kaynakları
ve dönüştürüyor ormanı yalnız yaratıklarıyla
berrak ayaklarında:
hava donanmış açık renkli giyitlerle
ve ağaç yürüyor azametle uyuyan büyüklükte.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bir Katil Uyuyor

Lekelenmiş şarapla mide
tavernanın tanrısı
çiğnediğinde ayakları altında kırık bardakları ve baykuşları
şafağın zaptedilmez ışığı:
o küçük sokak kızının hıçkırığıyla
yıkanmış gül, humma ateşli günlerin rüzgarı
giriyor öcünü almış olanın ayakkaplarıyla yattığı
camsız pencereli odadan içeri,
silahların kekre bir kokusunda,
yitik gözlerin mavi bir renginde.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bir Kavgadan Sonraki Görünüm

Uzuvları koparılmış uzay, tahıla doğru
ezilmiş askerler, kırık
nallar, kırağıyla taş arasında buz soğuğu,
zalim ay.

Yaralı bir kısrak gibi ay, kömürleşmiş
sarmalanmış yorgun dikenlerle, tehdit eden, boğulan
metal ya da kemik, yokluk, acı paçavra,
mezarcıların pis kokusu.

Nitratın tahriş edici halesi ardında,
maddeden maddeye, sudan suya,
dövülmüş buğday gibi hızlı
kömürleşmiş ve çürümüş bedenler.

Yumuşak, yumuşak tesadüfî kabuk,
siyah kül, yalıtılmış, dağılmış bütün rüzgârlara,
şimdi yalnızca çınlayan soğuk ve iğrenç
yağmur ıslağı maddeler.

Sakla bunu, dizlerim, bu uçucu bölgeden
daha da derine gömülmüş,
tut onu, gözkapağım,
açığa vurulana ve yaralayana dek,
sakla onu, kanım, gölgenin bu tadını,
ki asla unutulmasın.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

4 Kasım 2014 Salı

Armağan

I

ölümsüzlük yalan, diyordu zaman
dinle bak, içindeki o lacivert uçurum
derin bir kuyunun hüzünlü şarkısıyla
çağırıyor seni hiç usanmadan

ama sen ölüm yokmuş gibi sev
ve dinle sevincin şarkılarını
hayat ağacının yapraklarından

çünkü yapraklar da uçuşur bir gün
sensiz de eser rüzgâr çıplak ağaçlarda

an kısadır ve aşk bir armağandır sana


II

duyuyordum, dinlemeyen ruhumdu
kalbim yalnız bir savaşçının korkularıyla
uçurum kadar derin bir hayat arıyordu

ve gerçek, melankolik bir anın aynasında
söndürdü kalbin ışıklarını
simsiyah labirentte meşalesini yakan
zamansız bir tanrı gibi belirdi zaman

ölüm, dedi tendeki sureti içindeki aynanın
alnında gezdirirken yalnızlık ellerini
an lacivert bir yalandır kendi zehrine tapan
acımadan emzirir zehriyle düşlerini

sordum ona, gerçek hangi yüzün senin?
dedi; ben gerçeğim, senden başka yüzüm yok
ölüm sensin ve ölüm tek sevgilimdir benim


III

kristal bir fanusa kapattım çığlığımı
sunmak için sonsuz tapınağın ilahlarına
hep birlikte girdik anın lacivert kapısından
ben, yıkılmış düşlerim ve aşk ve yalan

sunak taşında sessizce bekleyen zaman
merhamatle baktı uzun uzun yüzüme
dedi; acelen ne, şimdi gerçeksin, bu an
ölüm ülkesinden senin için çaldığım
ve sana verdiğim tek armağan

unutma düşlerini, kalbindeki gerçeği
çünkü yalan olacaksın birazdan


Ayten Mutlu

Ay Vurunca Yüzüme

bu böyle bir şiir işte
ay girince geceye
bu şiirde bakır yeşil
çuha delik deşik lekeli masalarda
ihtiyarlar en kimsesiz ihtiyar
kahveler nargilesiz

bu şiirde çatanalar denizsiz
çocukların gözü pamuk helvacılarda
kadınların kocaları haylidir işsiz

badem çiçekleri kırağı pası
bahar ayaksız elsiz
sıkıyönetim gecesinde bir yüzün kalmış
çırılçıplak
kimliksiz

bu şiirde aşk
yüzümde unuttuğun utanmasız bakışın
mor kumlarda çürümüş deniz kabuğu
ikindi güzlerine düşürdüğün bir tarih

bu böyle bir şiir işte
ay vurunca yüzüme


Ayten Mutlu

Başkası Gibi

bu gece bırak beni
kırılmış dal gibiyim
suskun güz birikimi

yorgunum
savrulmuş harman yeri
bitti
yitirdim bir şeyleri

yitirdim evet
içimde parıldayan o ateş söndü
kirlendi ellerimin inci gergefi

aşklardı
yalnızlığın kendine varan sesi
aldanışlar
boşuna yatağını arayan nehir
sürükleyen dünleri

hiçbir şey avutamaz beni bu gece
yürüdüm o çizgiyi
ve bitti

kapat geceyi artık
bir şeyler ört üstüme ve git
yarın yine gülümserim
başkası gibi


Ayten Mutlu

Belkide Söylemiştim

I

bir ay gecesi işte
yedi yıldız, yedi üşümüş yıldız
yedi siren çiçeği
yaralı geyikler gibi çöktü kalbime

en çok neresinden kırılır rüzgâr
ay gecelerinin sessizliğinde?
biriktirirdim yağmuru bulut olsaydım
tenindeki tuz yüklü gemilerde

hangi dünyadaydı, neresindeydi
kanatlı atlarla çıkılan yolculuğun
demiştin, gelirim yol gitmese de

bir elmastı kalbim aşkla parlayan


II

yıldızlardan habersiz, habersiz yıllarımdan
geliyorsun benimle
gözlerinde hâlâ o ışık perileri
dans ediyor içimin çan çiçekleriyle
hep vardır yeni bir şey, diyorsun
tende ve ruhta
yeni bir öpüş, başka bir sözcük
açılacak bir sayfa

kederle gülümsüyor çan çiçekleri

ay geceleri kederle gülümsüyor
yedi yıldız evinin mercan alevi
hep ayni yerinde kırılıyor rüzgârın
söylemiştim, gitme

duvarların, duvarların içinde
yıldızlara giden incecik bir yol,
bundan sana belki söz etmemiştim

o incecik yoldu senin gülüşün
hayatımın incelen düğüm yerinde

bunu sana,
o yaralı geyikler gecesinde
belki de söylemiştim


Ayten Mutlu

Bir Ankara Masalı

varsın ve yoksun
böyle başladı masal
ve hiç bitmedi

hangi ayrılıktı, bittiği yerde başlayan
yeni baştan metal ve akik, demir ve tüy
fırtına ve esmeyi unutan rüzgâr
bütün kaçışlar bir kavuşmaydı melekler şehrinde
yılanı ağzında elmayla dolaştıran

Eylül çarşısı eylül kokardı
elinde kırık gözlüğün, bir fotoğraf, Ahmet abi
anılar, hiç okunmamış kitaplar gibi mahzun
ne çok beklemiştim ve gelmemiştin
kan kusuyordu hastane koridorları
ve bahar nasıl da yalnızdı o 87 baharı
hangi ayrılıktı, hiç bilmiyorum

hangi kavuşmaydı telefondaki sesin
93 yazı yani 30 Haziran
Yani Temmuz başını uzatmadan
cehennem otelinden
meğer veda, meğer aşk, meğer sesin
son defa

uçurum içimizdedir derdin
hep isimsiz bir keder bir beyaz gemi
alıp götürür ve getirirdi seni
bir uçurum imgesiydin belki sen
bir dağın doruğunda ovaları bekleyen
bir “yasemin öpüş” kadar gerçektin oysa
gerçektin “eylül” kadar, gerçekti temmuz, o orak ayı
geri dönüşler çağı, unutulmayan şarkı

ah, biliyor musun, Orhan abi de öldü, öyle sessizce
bir başına, ölüverdi, şimdi dağılan toz
yarım kalan bir tablo, şaha kalkıp sonsuza dek
öylece kalan atlar ülkesi
de öldü
biliyor musun

susuyorsun
yayından fırlıyor ok
şaşkın bir yalnızlığı delerek
giriyor etimin tuğlalarına
bir gül oluyor önce, sonra eski bir veda

bilmiyorsun
o masal devam ediyor hâlâ


Ayten Mutlu

Bir Gül Ağlar

anılardır ırayan düşe gül düşer
bir sararan bir kuruyan uzak gül
silinir ayrıntılar, dudağının kıvrılışı, sesin,
gülüşün...

o dalgın hüznüdür kalbimin, susar

o hüzün ki, sana bürünür gelir
saçlarının kokusunu getirir, uyanırım, üşür
ellerim

özlerim
kucağında çocuklaşan kadın sevinçlerini,

yastığımda bir gül ağlar, kanayan


Ayten Mutlu

Bir Sen Biliyorsun

gövdemden daha dar evimin odaları
boşluğa asılmış martılar duruşu bu
tut yavaşça duvarın tentesinden
bir sen biliyorsun nerede olduğumu

şaşırt beni
gözüpek bir çenginin uzun kaşıklarını
getirerek dolayıp atlas bir kurdelaya
mavi perdeleri düş kapılar boya
uslu yalnızlığımın
küf yeşil alnacına

bir sen biliyorsun nerede olduğumu
uçur beni kanatların sırdaş beyazlığına


Ayten Mutlu

Bir Tanımı Olmalı

bu acının bir tanımı olmalı
bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek

gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının
her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların
çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin
bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı

göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi
yaşanacak her şeyi dünde unutmak gibi
ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi
kendine kaybolmanın bir tanımı olmalı

toprağı gökyüzüne savuran depremlerden
bütün evleri birden sürükleyen sellerden
geriye bir başına kalan ihtiyar gibi
acıyı solumanın bir tanımı olmalı

güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
“hoşça kal” demenin de bir tanımı olmalı

ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcükler gerek


Ayten Mutlu

3 Kasım 2014 Pazartesi

Bir Kelebeğin Yaşantısı Ve Ölümü

Muzo'lu kelebek uçuyor fırtınada:
bütün gündönümünün ağı,
zümrütlerin donmuş sürüsü,
her şey uçuyor bu şimşek parıltısında,
havanın son sonuçları sürülüyor öteye
ve yığılıyor yeşil etaminlerin yağmuru,
zümrüdün ürkütülmüş çiçek tozu:
uyuşturan kokudan yapılma büyük kadife yaprağı
düşüyor fırtınanın mavi sahiline,
birleşiyor düşmüş, topraksı mayalarla,
geri dönüyor evine yaprakların memleketine.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Bir Piskopos

Piskopos kaldırdı kollarını,
yaktı kitapları meydanda
kendi küçük tanrısının adı için
ve dönüştü dumana
bu karanlık zamanda çürümüş eski yapraklar.

Ama duman dönemez gökyüzünden geriye.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Bir Şatom Olduğunu Söyleyen

Bir şatom olduğunu söyleyen
o kutsal senatör

paylaşmış mıdır şimdiden
cinayet pastasını yeğeniyle?

Limonların güzelim kokusuyla
kimi aldatır manolya?

Bir bulutta dururken
nereye koyar kartal hançerini?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Bir Yolculuktan Dönüyorum

Bir yolculuktan dönüyorum geriye, aynı noktaya,
niçin?
Niçin dönmüyorum daha önce
yaşadığım yerlere,
caddelere, ülkelere, kıtalara, adalara,
evimin ve barkımın olduğu yerlere?
Niçin bu yer beni seçen
sınır olmak zorunda? Dikey esen havanın
kırbaç vuruşları ve uzun kışın kemirdiği
ve parça parça ettiği birkaç siyah çiçekten başka
bu bölgenin bana sunabileceği şey nedir ki?
Ah, nasıl da işaretliyorlar beni: Orada
o durgun adam, o yorgun bey,
asla hareket edip gitmemiş o yerden,
asla terk etmemiş o haşin bölgeyi:
en sonunda katılaşmış,
öyle ki gözleri bile sertleşmiş
ve büyüyen sarmaşıklar bakışlarının üzerinde.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Birader Bartolome de Las Casas

Düşünür insan geceleri eve geldiğinde,
mısırın soğuk sisinde yorgun, eve gelince
sendikadan (yıpratan
kavga günden güne, saçaklardan damlayan
yağmur yüklü mevsim, inatçı
acının tok sesli yürek çırpması)
bu boyun eğdiricinin ve zincirin
maskelenmiş, kurnaz,
alçak geri-dönüşü,
ve dehşet yükseldiğinde
kilide dek girmek için seninle birlikte içeri,
eskice bir ışık seçilir, ılıkca ve sertçe
bir metal gibi, gömülmüş bir yıldız gibi,
Padre Bartolome, sağolasın bunun için,
bu amansız geceyarısının armağanı için,
sağol, çünkü hayatının ipi yenilmezdi:
Ölebilirdi bu, ayaklar altında çiğnenebilirdi,
acımasız çeneli köpekler tarafından yutulabilirdi,
kundaklanmış evden geriye kalabilirdi
kül olarak,
sayısız katilin buzsoğuğu kılıcına
rastlayabilirdi O
ya da nefret idare edebilirdi bir gülüşle
(bir sonraki haçlı askerinin ihaneti) ,
iftira özenle yerleştirilirdi pencereye.
Batabilirdi O, renksiz görünmez iplik,
yılmaz berraklık,
dönüşmüş eyleme, dövüşene,
çeliğin pike yaparak düşen çağlayanı.
Çok az insan seninki gibi bir hayat sunabilir,
çok az gölge ağaçtaki gölgen kadar tazelik verir,
dalgalanır onda kıtanın bütün gergin ateşleri birlikte,
bütün ezilmiş koşullar, parçalanmış yara,
yokedilmiş köyler, her şey işte yeniden doğar
gölgende senin, ölümün eşiğinde
umudu kurarsın sen.
Padre, ne büyük mutluluk insan ve soyu için
bu çiftliğe gelmiş olman,
suçun siyah tohumunu çiğnemen,
her gün boşaltman öfkenin tasını.
Kim kırdı gönlünü, ey çıplak ölümlü,
hiddetin dişleri arasında?
Nasıl tanınır acaba başka gözler,
başka metalden, doğduğunda sen?
Nasıl karıştırılır mayalar
insanın gizli ununa
yoğurmak için senin kararlı başağını
dünyanın ekmeğine?

Gerçekte kana susamış hayaletler arasındaydın,
sen ev arayışının borasında
şefkatin sonsuzluğuydun.
Kavgadan kavgaya dönüşür
umudun gerekli aletlere:
yalnız kavga dal oldu,
yararsız ağlayış partiyle toparlandı.

Yararı yoktu merhametin. Bıraktığında
direklerinin görmesini, seni koruyan geminin,
kutsayan elinin, papaz cübbenin,
ipe dizdi gözyaşlarını düşman ayaklar altında
ve havaya uçurdu zambağın rengini.
Yararı yoktu merhametin, yüksek ve boş
terkedilmiş bir katedral gibi.
Senin yılmaz kararlılığındı bu,
canlı direniş, silahtaki yürek.

Sağduyu senin en büyük gerecindi.

Örgütlenmiş çiçek senin yapın.

Oradan kâşifler
(kendi tepelerinde) baktılardı sana,
kavga kılıçlarına yaslanmış,
kaya gölgeleri gibi, karartırken onlar
başlangıcının arazilerini alaylı tükürükleriyle
ve bağırdılar: "Yabancılardan
para alıyor O,"
"Anayurdu falan yoktur O'nun," "Hâinin biridir O,"
ama senin vaazın
gelip geçici bir dakika değil,
uçucu kural değil, yoldan geçen birinin adımları değil.
Ağacın savaşan bir ormandı senin,
demirdi en derindeki kökte, çiçeklenen toprakta
saklamıştı her bir ışık için,
evet, hatta daha çok, daha da derine gitti bu:
zamanın birliğinde, hayatın akışında
uzatılmış elin
burçlar kuşağındaki bir yıldızdı, halkın işaretiydi.
Padre, bugün benimle birlikte gir bu evden içeri.
Mektupları göstereceğim sana, halkımın ıstıraplarını,
takip edilmiş insanların ıstıraplarını.
Eski acıları göstereceğim sana.
Ve tökezlememem için, tam tersine, ayağa kalkmam için
dünyada ve sürdürmek için kavgayı,
bırak yüreğimde huzursuz rüzgârı
ve şefkatinin merhametsiz ekmeğini.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Birleşir Çelik

Kötülüğü görmüştüm ve iblisi, fakat
kendi inlerinde değil.

Bu mezzotint hakkında bir hikayedir,
yer altındaki mağarasındaki kötülük hakkında.

Yoksulların yolunu donattılar
cadılarla, sonra paçavralarda düşürdüler
sefil maden dehlizlerine.
Buldum kötülüğü mahkemelerde otururken,
Senato’da gördüm süslü püslü
ve taranmış bir halde, bütün fikirleri ve münazaraları
kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda çarpıtmaktaydı.
Kötülük ve iblis
yakın zamanlarda yıkanmaya gitmişlerdi:
kibirle sarmalanmışlardı
ve kusursuzlardı
kaygan ve sahte süsleri içerisinde.
Gördüm kötülüğün kendisini,
ve bu çıbanı ortadan kaldırmak için yaşadım
diğer insanların arasında, hayatı hayata ekledim,
gizli bir yazı oldum, isimsiz bir metal,
halktan ve tozdan dizginsiz bir birlik.

Küstah olan savaşıyordu hiddetle
fildişi kulesinde
ve meteoruyla uğradı kötülük
ve dedi: "Onun düzenli yalnızlığı
hayranlık verici.
Rahat bırakın onu!"

Şiddetli olan aldı alfabesini
ve açarak bacaklarını durdurdu onu kılıcıyla
konuşmak için ıssız caddede.
Kötü olan geçip giderken dedi ki: "Ne cesaret!"
ve sonra gitti Kulüp’e
cesaret hakkında konuşmaya.

Ama ben taş ve sıva olunca,
kule ve çelik, birleşti heceler:
o zaman sıktım halkımın ellerini
ve alarak yanıma bütün denizi katıldım kavgaya,
terk ettiğimde yalnızlığımı ve koyduğumda
küstahlığımı müzeye ve kibrimi
depoya köhne el arabalarının yanına,
başka insanlara katıldığım zaman
temizliğin metali oluşturulmuştu,
sonra geldi kötülük ve dedi: "Affetmek yok
onları, haydi hapse, orada ölsün onlar!"

Fakat çok geçti artık, ve insanın
eylemi, partim,
toprağın altındaki katı,
yenilmez ilkbahar,
umuda ve gelecek zamanlarda
ortaklaşa yenecek yemişlere dönüşmüşken.


Pablo Neruda
Yo soy (Ben)
Canto General
1945

Birleşme

Ne dikenlerin ıssız tarlasında
kırık cam parçasıyla kesilmiş yürek
ne de bazı evlerin köşelerindeki
o zalim sular, gözkapakları ve gözler gibi sular
dizginleyebilir ellerimdeki belini,
yüreğim kaldırırken meşeyi
senin bölünmez kardan ipine doğru.
Gecesel şeker, taçların
ruhu,
kurtardı insan kanını, öpüşlerin
uzaklaştırıyor beni,
ve deniz artığından bir dalga vuruşuyla
çarpıyor beni bekleyen sessizliğe,
çevreliyor o yıpranmış iskemleleri, kemiriyor kapıları.
Berrak başaklardan geceler,
veda, madde, sadece
ses, çıplak sadece,
her bir gün.

Dinmiş akıntılardan memelerinde,
katılık ve sudan yapılmış bacaklarında,
çıplak saçının
sürekliliğinde ve gururunda,
uzanmak istiyorum, sevgilim, gözyaşları şimdi
fırlatılmışken yığıldıkları o boğuk sesli sepete,
uzanmak istiyorum, sevgilim, mahvedilmiş gümüşten
yalnız bir heceyle, kar beyazı memenin
bir ucuyla yalnız.

Mümkün değil şimdi kazanmak
ara sıra düşmeyi saymazsak eğer,
mümkün değil şimdi titremek
iki yaratığın arasında, dokunmak ırmağın çiçeğine:
insan elyafları yaklaşıyor iğneler gibi,
resmiyetler, parçacıklar,
itici mercanların aileleri, fırtınalar
ve sert adımlar
merdivenlerde.

Dudaklarla dudaklar arasında muhteşem küllerden
ve nemli deniz samanlarından kentler var
nasıldan ve ne zamandan damlalar, belirsiz
geliş ve gidiş,
dudaklarla dudaklar arasında seğirtiyor rüzgâr
kumdan ve camdan bir kıyı boyunca.
Bu yüzden sonsuzsun sen, sarıl bana
bütün bu bayram senmişsin gibi, kusursuz gecesel
bir bölge gibi, zamanın çizgileriyle
birlikte eriyene dek.

İleri git zarafette,
gel yanıma, kemanların parmaklı
yaprakları suskunlaşana dek, yıldırımda
kök salana dek yosunlar, eğilene dek
yürek atışlarımızdan kökler.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Birlik

Yakında bir şey oturuyor, birleşmiş diple
ve tekrarlıyor kendi sayısını, kendi özgün işaretini.
Nasıl da görüyor insan taşların zamana dokunduğunu,
kendi ince maddesinde zamanın bir kokusu var
ve tuzla uykudan denizin getirdiği su.

Aynı şey çevreliyor beni, tek bir devinim:
mineralin ağırlığı, balın ışığı
sarılıyor gece sözcüğünün sesine:
buğdayın, fildişinin, hıçkırıkların mürekkebi,
meşinden şeyler, tahtadan, yünden,
eskimiş, sararmış, benzer,
çevreliyor beni bir duvar gibi.

Sessiz çalışıyorum, dönerek kendi etrafımda,
ölümün etrafındaki üzgün tilki gibi.
Düşünüyorum, yayılmış mevsimlerden uzakta,
merkez bile, çevrilmiş suskun coğrafyayla:
dayanılır bir sıcak iniyor gökten,
şaşkın birliklerden bir son imparatorluk
toplanıyor çevremde.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Birlik

Toprağa düşmüş tozlu yapraklardan
ya da kendisini gömen sessiz yapraklardan.
Işıksız metallerden, boşlukla birlikte,
yokluğuyla birdenbire ölen günde.
Ellerin tepesinde kelebeklerin ışıltısı,
ışığının son nedir bilmediği kelebeklerden bir akın.

Korudun ışıktan izi, ezilmiş varlıklardan
batışındaki terk edilmiş güneşin
fırlattığı gibi kiliselere.
Bakışla lekelenmiş, işi gücü arılarla,
beklenmeyen alev için kaçışta, gidiyor özü
günden önce ve izliyor onu ve onun altın soyunu.

Gözetleyen günler geçip geçiyor gizlice,
fakat düşüyor onlar ışıktan sesinin içine.
Ey aşkın hükümranı, sükûnetinde
kurdum düşümü, içe kapanıklığımı.

Ürkünç sayılardan bedeninle senin, birdenbire
yayılmışsın dünyayı açıklayan o kemiyetlere,
günlerin kavgasının ardında beyaz uzay
ve soğuğu yavaş ölümün ve solan içgüdünün,
hissediyorum kasığının alazlandığını ve öpüşlerinin geçtiğini
dönüşerek rüyamdaki genç serçelere.

Bazen yükseliyor gözyaşlarının kaderi
alnıma yükseldiği gibi yaşımın – orada
patlıyor dalgalar ve öldüresiye vuruyor kendilerini:
ıslaktır devinim, gevşek ve kesin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Birlikte

Nasıl da paksın güneşten ve batmış geceden,
nasıl da utkulu ve sınırsız beyaz istikametin,
ve ekmekten bağrın senin, o yüksek bölge,
kara ağaçlardan tacın, sevgilim
ve yalnız bir hayvandaki gibi burnun, gölge ve baş aşağı
tiransı kaçış kokan yabanıl bir koyun.
Şimdi, hangi parıltılı silâhtır ellerim,
kemiklerinin kükürdü ve tırnaklarının zambağı mükemmel,
ve yüzümün şekli şemali ve ruhumun kiralanması
bulunuyor dünyasal gücün tam ortasında.

Nasıl da pak gecesel güçten bakışım benim,
koyu gözlerden bir düşüş ve zalim işleyiş,
benim simetrik heykelim yükseliyor ikiz ayaklarla
her sabah nemli yıldızlara doğru,
ve sürgün ağzım ısırıyor eti ve üzümü,
erkek kollarım, kalaydan bir kanat gibi
yondanın kök saldığı dövmeli göğsüm,
güneşin derinliğine yaratılmış beyaz yüzüm,
törenlerden, kara minerallerden yaratılmış saçım,
bir vuruş ya da bir yol gibi içe işleyen alnım,
saban sürecek yetişkin bir oğul gibi derim,
şehvetli tuzdan gözlerim, hızlı düğünlerden,
doktan ve gemiden uysal refika dilim,
sistematik eşitliklerden beyaz bir kadran dişlerim,
önümde buzdan bir boşluk yaratan ve ardımda
geri dönen ve göz kapaklarıma uçan,
ve en derin içgüdümde astarı tersine çevrilen
ve parmaklarımda güllere doğru, çene kemiğimde
ve ayaklarımın varsıllığında büyüyen deri.

Ve sen tıpkı bir yıldız ay gibi, çözülmez öpüş gibi,
bir kanadın yapısı ya da sonbaharın başlangıcı gibi,
ey kız, sen benim suç ortağımsın, benim bir tanemsin,
ışık düzeltir kendi yatağını kara göz kapakların altında,
öküzler gibi altın renkli, ve yuvarlak güvercin
kendi beyaz yuvalarını inşa ediyor sende.
Külçelerce bir dalgadan yaratılmış ve beyaz maşalar
yayıyor hiddetli elma sağlığını sonsuzca,
karnının dinlediği titreyen fıçı,
ellerin, unun ve gökyüzünün kızı.

Nasıl da benziyorsun en uzun öpüşe,
onun çabalayan titreyişi galiba besliyor seni,
ve kordan ve isyan bayrağı vuruşu
gümbürdüyor sende ve yükseliyor titreyerek havaya,
ve o zaman dönüşüyor kafan ince saça,
ve onun savaşçı biçimi, kuru çemberi
düşüyor birden eşit ipliklerde
pala şıkırtıları ya da dumanın bıraktığı gibi.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama