Şiir, Sadece: Canto General
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2014 Cuma

Adalara Gelirler

Kasaplar adaları ıssız koydu.
şehitliği anlatan bu öyküde
Guanahani birinciydi.
Gülüşlerinin yokedildiğini gördü
balçığın oğulları, fırlatıldığını
gördü narin bedenlerinin toprağa,
ve öldükten sonra bile bir şey anlamadı onlar.
Bağlayıp yaraladılar onları,
yaktılar ve küllere dönüştürdüler,
derilerini yüzüp gömdüler toprağa.
Ve o zaman palmiyelerde
süpürücü bir valsi dans ettiğinde
boştu bu yeşil şölen yeri.

Yalnızca kemikler kaldı,
amansızca yığmışlar
bir haç gibi, Tanrı'nın ve insanların
büyük onuru için.

Narvez'in bıçağı yardı
ta mercan kayalıklarına dek
çobanların balçıklı toprağını
ve Sotavento'nun ormanını.
Haç burada, tespih,
burada Garotten'in kutsal Bakire'si.
Kolombus'un definesi, fosfor-aydınlığıyla Küba,
aldı sancağı ve dizleri
ıslak kumunda.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Ağacın Çizgisi

Elleri olmayan kör bir marangozum ben.
Suyun altında yaşadım, yiyerek soğuğu
kokan bir kılıf dahi oluşturmadan, o meskenler
o sedir ağacından diğerine, bize gurur verdi hep,
ve gene de ormanın dokusunda aradım ben şarkımı,
o gizli liflerde, dermansız peteklerde,
ve budanmış dallarda, doldurdu rayihayla
yalnızlığı, ağacın dudaklarıyla.

Her bir maddeyi sevdim, her bir damlasını
eflatunun ya da metalin, suyun ve başağın,
ve daldım içine o sıkı katmanın, sonsuz ateşle
ve titreyen kumla çevrilmiş,
dünyanın üzümleri arasında bir ölü adam gibi
donuklaşmış ağızla şarkımı söyleyene dek.

Balçık, çamur ve şarap sarmalamış beni,
gırtlağımın altında bir yangın gibi
çiçekleri açan o toprakla kaplı
kalçalara dokundum çılgınca,
ve taşların arasında kayıp gitti duyularım
kapanmış yaranın içine.

Nasıl dönüşebilirdim olmadan, bilmeden
zanaatım oluşmadan,
demirhane
benim gücümle kararlı,
ya da hızarlar, kışları yük hayvanlarının
havası.

Her şey şefkat ve kaynak oldu
ve ben sadece gecesel amaca hizmet ediyordum.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

20 Kasım 2014 Perşembe

Ağıt

Yalnız başıma, ıssız yerlerde
ağlamak istiyorum ırmaklarca,
söndürülmek istiyorum, uyumak istiyorum,
uyumak senin hayli yaşlı mineralsi gecen gibi.

Neden düştü parıldayan anahtarlar
haydut ellerine? Ayağa kalk,
Ocllo, anatanrıça, bırak dinlensin gizliliğin
bu gecenin sonsuz yorgunluğunda
ve akıt öğüdünü damarlarıma.
Henüz dilemiyorum senden Yupanquierne'nin güneşini.
Uykuda konuşuyorum seninle, ülkeden ülkeye
bağırarak, Peru'lu anne,
sıradağların kasığı.
Nasıl sızdı hançer yığınları
senin kumul ülkenin içine?
Ellerinde kımıltısızca
duyumsuyorum metallerin yayılışını
yeraltı damarlarınca.

Senin köklerinden yaratıldım,
ne ki anlayamıyorum, toprak
sunmuyor bana hikmetini,
gördüğüm geceden başka bir şey değil
yıldız aydınlığı gök bölgeleri altında.
Hangi anlamsız yılan düşü
sürükledi kendini kankızılı o çizgiye?
Acının gözleri, kasvetli gelişme.
Nasıl geldin acaba bu kızgın rüzgâra,
neden, gazabın kayaları arasında
kaldırmadı havaya Capac
parıldayan balçıktan tiara'sını?
Bırak dayanayım acıya bayraklarının altında
ve gömeyim kendimi
bir daha parıldamayacak ölü kök gibi.
Katı gecenin altında, katı gecede
yeryüzüne inmek istiyorum
altın'ın ağzına erişmeye.

Yaymak istiyorum kendimi bu gecesel granitte.

Oraya umutsuz yazgımla erişmek istiyorum.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Alandaki Ölüler

Düştükleri yere ağlamaya gelmiyorum:
sizlere geliyorum, sizleri yokluyorum, yaşayanları,
seni ve beni yokluyorum ve dövüyorum bağrını.
Daha önce de düşenler oldu. Ansır mısın? Elbet, ansırsın.
Aynı ad ve soyadları vardı onların da.
San Gregorio'da, yağmur dolu Lonquimay'da,
Ranquil'de dağılmış her rüzgarda,
İqueique'de kuma gömülmüş,
deniz boyunca ve çölde,
duman boyunca ve yağmurda,
bozkırdan adalar denizine dek
öldürüldü diğerleri de,
senin gibi Antonio'ydu adları
ve balıkçı ya da demirciydi senin gibi:
Şili'nin eti, yaralanmış yüzleri
rüzgarla,
bozkırın işkence ettikleri,
acıyla damgalanmış.

Anayurdun duvarları ardında,
yakınında kar'ın ve kardan cam butiklerin,
ırmağın yeşil yaprakları ardında,
güherçilenin ve başakların altında
gördüm halkımın kan damlalarını,
ve her bir damlası ateş gibi yanıyordu.


Pablo Neruda
İhanete Uğramış Kum
Canto General
28 Ocak 1946, Santiago de Chile

15 Kasım 2014 Cumartesi

Alçı Maskeleri

Sevmiyordum.... Acıma mıydı ya da nefret?
Saygon gibi şehirlerde dolaşıyordum, Madras’ta,
Khandy’de, ta gömülmüş olana dek, Anaradapurha’nın
görkemli taşları, ve Seylan’ın kayalıkları,
Siddhartha’nın resimleri
balinalar gibi – ve daha da uzaklardaki:
Penang dolaylarında tozda, nehir yataklarında,
yabanıl ormanın en temiz sessizliğinde, akınına uğramış
hayvan sürülerinin haşin hayatlarıyla
ötesinde Bangkok’un, dansçıların
giysileri ve alçı maskeleri.
Zehirlenmiş deniz dipleri
çiy renkli mücevherlerden yapılma evler taşıyordu
ve geniş ırmaklar boyunca akıyordu
yoksul kalabalıkların barakaları, teknelerle paketlenmiş,
ve sayısız başkaları da örtmüş yayılan toprağı,
sarı ırmakların ardı boyunca,
bağrı yarılmış bir tek vahşi hayvanın derisi gibi,
halkların derisi, sayısız efendi tarafından
küçük düşürülmüş.
Komutanlar ve kontlar
yaşadılar ölen fenerlerin
ıslak hırıltısında, emdiler kanını
yoksul zanaatkarların,
ve pençelerle kırbaçlar arasında, daha yücelerde,
bulunuyordu izin belgesi, Avrupalı,
alüminyumdan tapınaklar kuran
petrolün Kuzey Amerikalısı,
korunmasız deriyi yüzüp duruyordu
ve yaratıyordu kanda yeni kurbanlar.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

Altın

Altın sahibiydi bu temiz günün.
Yapısı yeniden batmadan önce
o kendini bekleyen çamursu atıkta,
yenilerde göründü, yenilerde kaybetti
yeryüzünün o yüksek heykelini,
ateşle temizlenmişti, insanoğlunun
teri ve elleriyle örtünmüştü.

Orada ayrılmıştı halk ile altın.
Ve ilişkileri topraksıydı, temiz
zümrüdün kül rengi anası gibi.
Rahatsız edilmiş çubuğu tutan el de
ter içindeydi
toprağın temelinden azalmış
zamanın bitimsiz boyutundan,
tohumların geçici renklerinden,
gizem dolu bereketli topraktan,
salkımları işleyen topraktan.

Lekelenmemiş altın yeryüzüler, insanın
parçaları, halkın kirletilmemiş
metali, yollarının oluşturduğu
merhametsiz haçların karşılaştığını
anlayamayan kızoğlankız madenler:
insan ara vermeden kemirecek tozu,
devam edecek taşlı toprak olmaya,
ve altın yükselecek kanının üzerinden
yaralayana dek ve hükmedene dek yaralıya.


Pablo Neruda
Los flores de Punitaqui
Canto General

Alvarado

Pençeler ve bıçaklarla atladı
kulübelerin üstüne, Alvarado, yerle bir etti
saracın ata-yadigarını,
çaldı aşiretin düğün-gülünü,
halk-ırklarına, mülklere, dinlere saldırdı,
hırsız çocukların define-tabutu oldu
ölümün gizli şahini.
Papaloapan'a doğru,
Büyük yeşil ırmak
Kelebek-ırmağına doğru, döndü neden sonra
savaşçı bayrağında kanla.

Ağırbaşlı ırmak gördü oğullarının öldüğünü
ya da köle olarak hayatta kaldığını,
su boyunca ateşte gördü o
soy ve sezgi, genç kafaların yandığını.
Ne ki yoktu acıların sonu
onların zalim seferinde
yeni zulümlere doğru yola çıkan.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Ama Eğer Silâhlandırırsan Ordunu

Ama eğer silâhlandırırsan ordunu, Kuzey Amerika,
bu temiz sınırı yok etmek için
ve Şikago kasabını efendisi yapmak için
sevdiğimiz bu müziğe ve düzene,
o zaman taşlarla ve havayla atılacağız ileri
seni un ufak etmek için:
sana ateş püskürtmek için
atılacağız ileri son pencereden:
en derin dalgalardan atılacağız üzerine
seni dikenlerle çarmıha germek için,
o zaman atılacağız ileri saban izlerinden ki
filizler Kolombiyalı bir yumruk gibi
patlasın yüzünde, o zaman atılacağız üzerine
ekmek ve suyunu kesmek için,
o zaman atılacağız ileri
cehennemde yakmak için seni.

Bu yüzden ayak basma, ey asker
harika Fransa’ya, çünkü orada olacağız bizler
yeşil asmalar şarap sirkesi verebilsin
ve yoksul kızlar gösterebilsinler diye
Alman kanının hâlâ kurumadığı yerleri.
İspanya’nın kuru dağlarına tırmanma
çünkü oradaki her bir taş ateşe dönüşecek
ve savaşacak yiğitler bin yıl daha:
zeytinliklerde şaşırma yolunu
çünkü asla dönemezsin Oklahoma’daki evine, dalma
Yunanistan’ın içine, çünkü izin verdiğin
ve bugün de akan kan
topraktan kalkarak durdurur seni orada.
Gelme balık avlamaya Tocopilla’ya,
çünkü biliyor kılıç balığı yağmalamalarınızı
ve Araukanyalı esmer maden işçisi getirecek
yeni istilacıları bekleyen
o eski zalim gömülmüş okları.
Güvenme gauchoların söylediği vidalitalara
ya da soğuk depoların işçilerine. Tıpkı
bir elinde bir şişe petrol
öbüründe bir gitar, bekleyen Venezüellalılar gibi
her yerdeler gözleri ve yumruklarıyla onlar.
Girme, Nikaragua’ya da girme sakın.
O güne kadar göz kapağı olmayan bir yüzle
uyuyordu Sandino ormanda
sarmaşıklarla ve yağmurla kaplanmış tüfeği,
fakat onu öldürdüğünüzde açtığınız yaralar
bıçakların ışığını bekleyen
Porto Riko’daki eller gibi canlı hâlâ.
İnatla karşı koyacak dünya size.
Sadece adalar ıssız kalmayacak, fakat hava da
ki dinliyor bugün sevdiği sözcükleri.

Gelip de insan eti isteme
Peru’nun yüceliklerinde: anıtların yaralanmış sisinde
sana karşı bileyliyor mor kuvars kılıcını
kanımızın uysal atası,
ve vadiler boyunca çağırıyor boğuk sesli savaş boruları
savaşçıları, Amaru’nun taş fırlatan
oğullarını. Meksika dağlarında da arama kimseyi
şafak kızıllığına karşı savaştırmak için,
uyumuyor Zapata’nın tüfekleri,
yağlanmış tüfekler ve çevrilmişler Teksas topraklarına.
Girme Küba’ya, çünkü o denizsi ışıkta
ter ağırlığı şeker kamışı tarlaları üzerinde
bekliyor seni tek bir kasvetli bakış
ve tek bir çığlık, öldürmek için seni.
Partizanların topraklarına girme gürültülü
İtalya’da: Roma’da tuttuğun o şık askerlerin
saflarından ayrılma sakın, Aziz Peter Katedrali’nden ayrılma:
köylüklerin basit ermişleri var orada,
balıkçıların deniz ermişleri
seviyorlar dünyanın yeniden çiçekleneceği
bozkırın o geniş topraklarını.
Dokunma
Bulgaristan’ın köprülerine, izin vermezler geçmene.
Romanya’nın ırmaklarını fokurdayan kanlarla dolduracağız
haşlamak için istila kuvvetlerini:
bugün feodal efendisinin nerede gömüldüğünü bilen
ve sapanıyla ve tüfeğiyle nöbet bekleyen köylüye
selam verme: bakma ona
çünkü küle dönüştürür seni bir yıldız gibi.
Girme Çin topraklarına: Kiralık çırağın Chiang yok orada
müsteşarlarıyla kokuşmuş sarayında artık:
Çiftçilerin oraklarından bir orman
ve baruttan bir volkan bekliyor orada seni.

Başka savaşlarda suyla dolu hendekler vardı
ve bunların arkasında dikenli teller ve pençeler vardı,
ama bu hendekler daha büyük, bu sular daha derin,
bu dikenli teller bütün diğer metallere göre daha yenilmez.
Bunlar bu insansı metallerin toplamından oluşan atomlar,
hayat üstüne hayattan oluşan binlerce düğümün toplamı,
uzak vadilerden ve ülkelerden halkların eski acıları bunlar,
bütün bayrakların ve gemilerin,
toplanılan bütün mağaraların eski acıları bunlar,
fırtınaya karşı savaşta yırtılan bütün ağların,
toprağın bütün çetin yarıklarının,
ateşten kızmış çaydanlık cehennemlerinin,
bütün dokumaların ve dökümhanelerin
bütün kaybolmuş ya da istiflenmiş lokomotiflerin
eski acıları bunlar.
Bu çelik tel binlerce kez dolandı dünyayı:
kesilmiş gibi görünür, orduyla yıkılmış sanılır,
fakat birdenbire bulur kutuplarını
ve tekrar kuşatır dünyayı.
Fakat henüz
çok ötelerde bekliyor sizleri,
ışıltılı ve kararlı,
çeliklenmiş ve güleç,
hazır şarkı söylemeye ve mücadeleye,
tundradan ve tayga ormanlarından kadınlar ve erkekler,
ölümü yenen savaşçıları Volga’nın,
Stalingrad’ın oğulları, Ukrayna’nın devleri,
kandan ve taştan, demirden ve şarkıdan, cesaret ve umuttan
yapılmış tek yüksek, korkunç bir duvar.
Eğer bu duvara dokunursanız, öleceksiniz,
fabrikaların kömürü gibi yanacaksınız,
ve Rochester’den gülüşler gölgeye dönecek
step rüzgârları savuracak
ve kar sonsuza dek gömecek sonra.
Büyük Peter’den bu yana savaşanlar, herkes gelecek,
toprağa merakla vuran yeni kahramanların yanına,
ve onların madalyalarından bugün mutlu olan
bu muhteşem ülkenin üzerinde vızıldayan
küçük soğuk mermiler yapacaklar.
Ve sarmaşıklarla donanmış laboratuarlar,
gönderecekler kurtarılmış atomu
mağrur şehirlerine.


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General


Gaucho: Arjantin bozkırlarındaki cowboy; yerli kadınlarla İspanyol istilacıların soyundan gelen melezler anlamına gelmektedir.
Vidalita: Hüzün ve neşeyi aynı şarkı içinde barındıran, gaucho şarkısı.
Büyük Peter: 1672-1725 yılları arasında yaşamış Rus çarı.

Amerika'ya Özgü Kum, Bayramlarla Dolu

Amerika'ya özgü kum, bayramlarla dolu
bitkilenmiş toprak, kızıl sıradağlar,
oğullar, eski fırtınalarla
bölünmüş biraderler,
haydi toplayalım canlı mısır tanelerini
toprağa dökülmeden önce,
ve doğacak olan yeni mısır dinlemeli senin sözünü,
tekrarlamalı senin sözünü mısır bitkisi
ve kendi kendisini de tekrarlamalı.
Gece ve gündüz türkü söylemeli onlar
ısırılmalı ve yutulmalı onlar,
dünyaya taşınmalı onlar
ve birdenbire ağır ağır inmeli sessizliğe,
batmalı taşların altında,
bulmalı gecesel kapıları
ve tekrar yükselmeli yeni doğanlar
bölüştürmek için ve ekmek gibi,
umut gibi, gemilerin rüzgârı gibi
yol göstermek için kendi kendisine.
Mısır bitkisi getirir sana benim türkümü
halkın köklerinden filizlenmiş
doğmak için,
kurmak için, türkü söylemek için
ve yeniden mısır tohumu olmak için,
sayısızca kavgada.

Burada işte benim yitirilmiş ellerim.
Görünmezdir onlar, ne ki
geceleyin görebilirsin onları,
görünmez rüzgâr arasında.
Uzat ellerini bana, görüyorum onları
hırçın kumullar üzerinde
Amerika'ya özgü bizim gecemizde,
ve seçiyorum senin sol elini
ve sağ elini,
savaşmak için kaldırılmış olan el
ve tekrar ekin ekmek için geri dönen el.

Gecede, dünyanın karanlığında
yalnız hissetmiyorum kendimi.
Halkım ben, sayısızca halk.
Sesimde duru bir güç barınır
delik deşik etmek için sessizliği
ve filizlenmek için karanlıkta.
ölüm, şehâdet, gölge ve donsoğuğu
düşer ansızın tohuma.
Ve halk gömülmüş sanırsın.
Ne ki geri döner mısır toprağa.
Amansız kızıl elleri
deldi geçti sessizliği.
ölümden doğulur yeniden hayata.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Amerika

Ben, çevrilmişim ben
hanımelleri ve çorak topraklarla, çakallar ve şimşeklerle,
leylakların zincirlenmiş kokularıyla:
ben, çevrilmişim ben
günlerle, aylarla, sadece benim tanıdığım suyla,
yoncalarla, balıklarla ve sadece benim ansıdığım günlerle,
ben, çevrilmişim ben
daracık, savaşan köpüklerle
çanlarla kaplı sahiller boyunca.
Volkanın ve kızılderililerin al renkli gömleği,
yol, kökler arasındaki yaprak ve dikenle
beliren çıplak ayak
geliyorlar ayaklarıma geceleyin dolaşmam için.
Karanlık kan sanki sonbaharın
toprağa akışı gibi,
yabanıl ormandaki ölümün korkunç örneği,
fatihlerin derinleşen adımları, savaşçıların
çığlıkları, uyuyan mızrakların karartısı,
askerlerin ürperti veren düşleri, timsah barışının
suyu gürültüye boğduğu büyük ırmaklar gibi,
senin yeni kentlerinin umulmadık belediye başkanlarıyla,
yılmaz kuşların korosu,
ateş böceklerinin koruyucu parıltısı
yabanıl ormanın çürüyen günlerinde,
yaşıyorsam karnında, senin tırtıklanmış
ikindinde, dinlentinde, doğumlarının rahminde,
depremde, çiftçilerin sövgüsünde, kar bulutundan
düşen külde, uzayda,
o temiz olan, daire gibi yuvarlak olan, kavranılmaz uzayda,
sıradağların kanlı pençelerinde, Guatemala'nın
onuru kırılmış barışında, zenciler arasında,
Trinidad'ın rıhtımlarında, La Guayra'da:
her şey benim gecemdir, her şey
günümdür benim, her şey
havamdır benim, bunların hepsi benim yaşadıklarım,
uğruna acı çektiğim,
yükselttiğim ve ölümüne savaştıklarımdır.
Ey Amerika, benim bu şarkısını söylediğim heceler
ne gündüzden yapılmış ne de geceden.
Bu adanmış öz topraktan yapılmış,
parıltıdan ve ekmeğim utkumdur,
ve düşüm düş değil, ama topraktır.
Uyuyorum sere serpe balçığın içinde
ve ellerimin arasından akıyor, yaşadığım zaman,
sulu bir toprağın kaynağı.
Ve şarap değil içtiğim, ama toprak,
saklanmış toprak, ağzımın toprağı,
tarımın çiğdem ıslaklığındaki toprağı,
ışıltılı sebzelerin poyrazı,
mısırın kökü, altınsı ambarı.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Amerika, Anmam Adını Boş Yere

Amerika, anmam adını boş yere.
Boyun eğdiğinde kılıç yüreğime,
ruhumda o sonsuz dam akmasına dayandığımda,
pencerelerden
senin yeni günün beni delip geçtiğinde,
bana hayat veren ışıktaki kendim oldum ve olurum,
beni belirleyen gölgede yaşarım o zaman,
uyur ve uyanırım ben senin somut şafağında:
üzümler kadar tatlı, ve gene de dehşet verici,
şekerin ve cezanın lideri,
soyun dölünde yıkanmış,
senin kalıtının kanıyla beslenmiş.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

Anayurdun Savaşı

Araukanya boğdu gülün
şarkısını vazoda, kesti
ipleri yirmibeş yıl önce evlenmiş
gelinin örgü sandalyesinden,
şanlı Machi indi merdivenlerinden,
ve dallanan ırmaklarda, balçıkta,
savaşçı Anddağı ladinlerinin
dimdik taçlarında
doğdu gömülmüş çanların
ölüm kampanası. Savaşın anası
sıçradı tepenin yumuşak taşı üzerinde,
balıkçı ailesini aldı kendiyle,
ve yeni evli çiftçi öptü taşı
onlar yaraya doğru seğirtmeden önce.
Araukanya reisinin orman-yüzü ardında
ayağa kaldırdı savunmasını Araukanya:
gözler ve mızraktı, sessizlik ve tehditten
dillerden bir kalabalık,
yokedilemez beller, gururlu
kara eller, birleşen yumruklar.

Araukanya reisinin ardında durdu dağ,
ve dağda sayısız Arauco.

Arauco sarhoştu göçmen sulardan.

Arauco kasvetli sessizlikti.

Topladı azar azar elçi
Arauco'nun damlalarını kesik eliyle.

Arauco savaşın dalgası oldu.
Arauco gecenin yakacağı oldu.
Her şey kaynadı majestik reisin ardında,
ve saldırdığında bir tek karanlık göründü,
ormanlar, kum ve toprak,
uyumlu ateş ve organlar,
fosfor ışıltılı görünümüyle pumalar.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

13 Kasım 2014 Perşembe

Araukanya Reisi Caupolican

Rauli-ağacının saklı kökünde
büyüdü Caupolican, başsız heykel ve fırtına,
ve halkını sürdüğünde
kâşif silâhlarına doğru,
çekip gitti ağaç,
çekip gitti anayurdun katı ağacı.
Bu yeşil sis arasında
gördü yaprakların kımıldadığını kâşifler,
güçlü dallar ve giyiti
sayısız yaprağın ve tehditin,
gördüler bu topraksı aşiretin halk'a dönüştüğünü,
gördüler köklerin toprağı terk edişini.

Biliyorlardı zamanın vurduğunu
hayatın ve ölümün saatinde.

Onunla birlikte geldi yeni ağaçlar.

Bütün soyu kızıl dalların,
yabanıl bütün acıların örgüleri,
ağaçtaki nefretin bütün budakları.
Caupolican sarmaşıktan maskesini düşsün diye bırakır
yolunu şaşırmış kâşiflerin gözleri önünde:
yok burada hiç boyalı kral tüyü,
yok burada hiç kokulu bitki taçları,
yok burada hiç parıltılı kolyeleriyle papazlar,
burada ne eldivenler
ne de altınla kaplanmış prensler var:
bu ormanın yüzüdür,
paramparça edilmiş akasyalardan bir maske,
yağmurla saklanmış bir beden,
sarmaşık bitkileri üzerinde büyümüş bir kafa.

Bakış Caupolican'ın,
dağla kaplı evrenin batan bakışı,
dünyanın amansız gözleri,
ve titan'ın yanakları asılan duvarlarıdır
şimşeğin ve kök'ün.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Aşk

Armağanlarınla beraber verdin bana, İspanya,
o yılmaz aşkı.
Beklediğim şefkat geldi bana
ve benimle hâlâ, en derin öpüşü
sunuyor ağzıma.
Fırtınalar
alamadı benden bunu,
ve uzaklık o zamandan beri gömemedi
birlikte fethettiğimiz sevgi mekanını,
Görmüştüm savaş yangınından önce giysilerini
İspanya’nın cesur tarlaları arasında,
sonra gördüm her şeyin bozulduğunu, belirsiz ışıkta,
ve acılı bir ifade kayıp gitti yüzünden
yitirilmiş taşa düşene dek.

Kaskatı bir ağrıyla, zıpkınlarla delik deşik
daldım senin sularına, sevgilim,
tıpkı hiddetin ve ölümün arasından
dört nala giden ve birdenbire
sabah tazesi bir elma verilen bir at gibi, vahşi ormanın
titreyişinden oluşan bir çağlayan gibi.

Hayatımı belirleyen o ıssız ovalar
o zamanlardan tanıyorlar seni, sevgilim benim,
o karanlık okyanus izliyor beni
ve o müthiş sonbaharın kestaneleri.

Kim görmedi ki seni, sevda yüklüm, kavgada
hemen yanımda duran şefkatim benim,
bir yıldızın türlü türlü işaretlerini
göstermesi gibi? Kim bulmadı ki seni,
beni aradığında ordunun içinde,
çünkü ben insanlığın tahıl ambarında bir tohumum,
kim bulmadı seni köklerime dayanmış,
kanımdaki şarkıyla beslenen, kim?

Bilmiyorum, sevgili, zamanım ve mekanım olur mu
tekrar betimleyebilmek ve yazdığım kağıtlara yayabilmek
senin o hoş gölgeni, gelinim benim:
bu günler oldukça çetin ve parıltılı,
ve bunlardan toparlamalıyız şirinliğimizi,
çamurdan bir göz kapağı ve dikenlerin arasında.
Neredeyse unutuyordum, ne zaman oluştuğunu:
sen sevdadan önce bulunuyordun,
kaderin güçleriyle geldin,
ve hemen senden önce yalnızlığım senindi,
belki o senin dinlenen saçlarındı.
Bugün, anmayacağım adını,
sen benim sevdamın arzusu,
benim günlerimin yol göstericisi, sen tapılansın,
ve zamanın mekanında günü içine alıyorsun
evrenin sahip olduğu tüm ışığı.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

10 Kasım 2014 Pazartesi

Aynı Uçurumdan Ölüler, Tek Bir Koyaktan Gölgeler

Aynı uçurumdan ölüler, tek bir koyaktan gölgeler,
ta en dipten geldi böylece
büyüklüğünün kucağına gerçek,
herşeyi yokeden ölüm,
ve delik deşik edilmiş kayalardan,
kan kızılı sütun başlıklarından
tırmanan su kemerlerinden
çakıldınız biricik ölüme bir güzhasadı gibi.
Bugün ağlamıyor artık boş hava,
tanımıyor toprak balçıklı ayaklarınızı,
şimdiden unutuldu çömlekleriniz ki süzmüştü
gökyüzünü akarken şimşeğin bıçağı üstünde.
Ve yuttu sis, rüzgârın yardığı
kudretli ağacı.
Zamanın sonuna gökyüzünün şakağından
ansızın düşen el çarptı onu.
yoksunuz artık:
dokuma-ağdan eller,
kırılgan lifler,
karmaşık doku:
Her neydiyseniz atıldınız öteye: alışkanlıklar,
aşınmıs heceler, gözkamaştırıcı ışıktan maskeler.

Ama kaldı gene de taşın ve sözün sürekliliği:
kent yükseldi herkesin elindeki bir kadeh gibi,
ölülerin, yaşayanların ve sesi kesilmişlerin ellerinde,
onca ölüyle, onca hayatla yükseldi bir duvar
taşlaşmış çiçekten bir nabıztaşı: kalıcı gül,
meskenimiz: buzul sömürgelerin And-dağı ışığı.

Döndüğünde bu topraksı gri el toprağa,
bu güzelim gözkapağı kaba duvarlarla,
ve kapandığında kalelerle dolarak,
ve bütün bir insanlık korkuyla sindiğinde deliğinde,
mükemmelliğin azametli hedefi kalacak geriye:
insanlık-şafağının yüce kalesi,
sessizliği koruyan en uzun çömlek:
bunca hayattan kalan taştan bir hayat.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

8 Kasım 2014 Cumartesi

Balbao'ya Övgü

Mucit, engin deniz, köpüğüm benim,
ayın gökyüzü yayı, suyun imparatorluğu
yüzyıllardır konuştu seninle benim ağzım aracılığıyla.
Ölümden önce olgunlaşmıştı senin tamamlanmışlığın.
Kaldırdın bitkinliği ta göğe doğru,
ve ağaçların katı gecesinden
sürükledi seni ter bütün denizlerin denizi
okyanusun kıyısına.
Amansız ışık küçük insan yüreğiyle
evlendi senin bakışında, daha önce hiç dolmamış
bir çanak doldu! Şimşekten bir mısırtohumu
geldi seninle,
ve azgın gökgürültüsü çekildi toprağa.
Balbao, ordu kumandanı, ne kadar da
önemsiz senin küçük elin miğferin üstünde,
sır dolu küçük odam, tuzun keşiflerinde büyümüş,
okyanus şirinliğinin damadı.
dünyanın genç dölyataklarının oğlu.
Deniz majestelerinin karanlık sanısı
yağmaladı gözlerine ağan portakal ağaçlarının
dörtnallarıyla,
cüretkâr bir sabahkızıllığı düştü kanına
ruhunu yönetmek için, ey mecnun!

Gölgelerin bölgesi evine döndüğünde,
Sen, ey denizin uyurgezeri, yeşil kaptan,
ölüydün sen, kemiklerini almak için
bekleyen toprak gibi.

Ölümlü damat, tuttu işte ihanet verdiği sözü.

Cürum boşuna yürümedi ağır adımlarla
tarih boyunca, şahin yoketti
kendi yuvasını, ve birbirini buldu yılanlar
ve altın dilleriyle atıldılar birbirlerinin üzerine.
Azgın alacakaranlıkta girdin içeriye,
ve kaybolmuş adımları götürdü seni
hâlâ yıkanan o derinliği ölçülemezde,
ışın parlaklığına bürünmüş ve en kudretli
köpükle evli, alıp götürdüler seni
bir başka denizin sahiline: ölüme.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

7 Kasım 2014 Cuma

Başka Bir Sefer, Başka Bir Gece, Gittim Daha Öteye

Başka bir sefer, başka bir gece, gittim daha öteye.
Boyunca kıyı sıradağlarının,
Büyük Okyanus'a doğru geniş ırmaklar boyunca,
ve o zamandan beri geçtim, Valparaiso,
kıvrılan caddelerden, geçitlerden ve sokaklardan.
Vardım bir denizcinin evine.
Oturmuş bekliyordu annesi beni.
'Dünden önce bilmiyordum - dedi - oğlum anlattı
geleceğinizi, ve Neruda adı
bir titreyiş gibi geçti içimden.
Sonra, hangi rahatlığı, hangi ikramı
sunabiliriz ki oğlum? , diye sorduğumda
bizdendir O, yoksuldan yanadır - dedi oğlum -
ne alay eder ne de hor görür
yoksul yaşantımızı, O yüceltir ve
savunur onu sonuna dek. - İyi, dedim, öyleyse.
Bundan böyle sizlerindir de bu ev.'.
Kimse tanımıyordu bu evde beni.
Lekesiz masa-örtüsüne, en derin geceden gelen
kristal kanatlar gibi bana ulaşan
hayat kadar temiz su testisine
ilişti gözüm.
Yaklaştım pencereye: Valparaiso açtı
titreyen binlerce gözkapağını,
gecesel denizhavası sökün etti ağzıma,
tepelerdeki ışıklar,
denizcil ayışığının suda titreyişi,
yeşil elmaslarla süslenmiş
bir krallık gibi karanlık,
hayat gibi bütün bu yeni barış
sunuldu bana.
Baktım: donatılmıştı masa,
ekmek, peçete, şarap, su,
ve nemletti asker gözlerimi
toprak ve merhamet kokusu.

Valparaiso'daki bu pencerede
günler ve geceler geçirdim.
Yeni evimdeki denizciler
denize açılabilmek için
bir gemi aradılar her gün.
öyle çok kandırıldılar ki
peşpeşe.
Ne 'Atonema' alabilirdi onları,
ne de 'Sultana' gemisi.
Açıkladıkları şuydu bana:
Şu ya da bu kaptanın kumar borcunu
ya da fuhuşunu ödediklerinde,
daha çok ödüyordu yalnızca ötekiler.
Her şey çürümüştü
Santiago'daki Saray gibi.
Burada doluyordu
kâhyayla sekreterin cepleri,
yeterince büyük değildi ne ki
Başkan'ın cepleri gibi,
gene de yoksulların iskeletini kemirecek kadar büyüktü.
Musibete uğramış cumhuriyet,
hırpalanmış hırsız çocuğun elleri gibi,
yollarda yalnız uluyan,
polisin adamakıllı ıslattığısın.
Musibete uğramış millet, Gonzales Videla'nın
kabusladığı, sahte oyuncular tarafından
ispiyoncuların kusmuğuna fırlatılmış,
alelâde sokak köşelerinde satılmış,
en son paçavraya bürünmüş.
Zavallı cumhuriyet özkızını satan
ve anayurdunu yaralı, dilsiz ve domuza bağlı
kılarak teslim edenin pençelerinde.
Sonra iki gemici geldi ve çuvallar,
muz ve yiyecek taşımaya gittiler,
bitkin düştüler
dalgaların tuzundan,
denizin ekmeğinden,
yüce gökten.
Benim yalnız günümde çekildi deniz:
izlerken tepelerin yaşayan alazını,
sallanan her evi, Valparaiso'nun
çarpan nabzını:
yayılmış tepeler hayat dolu boyanmış kapılar
firuze, kızıl ve gül renklerine,
dişsiz merdivenler,
alelâde kapıların yığını,
handiyse çökecek kulübeler,
herşeyin üstüne tuzdan ağlarını atan
sis ve duman,
kayaçatlaklarına sımsıkı yapışan
umutsuz ağaçlar,
insana yakışmayan meskenlerin kollarına asılı
ıslak çamaşırlar,
ansızın, kısık ıslık sesi,
işareti gemiye binmenin,
tuzlu suyun sesi,
sisin, tok sesli çatırtının ve fısıltının yarattığı,
denizcil ses,
bütün bunlar sardı işte gövdemi,
bir dünya giyiti gibi,
ve yoksulların bu haşmetli kentinde
oturdum böylece
bu yüce pusta.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Kız Öğrenci

Ah sen, daha tatlısın, daha bitimsiz
tatlılığın kendisinden bile, gölgelerin arasında
sen sevilen et ve kan:
geçmiş günlerde
ilerledin ve doldurdun tasını
ağır çiçek tozlarıyla, sevinç içerisinde.
Dökülmüş şarap gibi gece,
paslanmış erguvandan gece,
işte o gecenin hakaretler toplamından
yaralı bir kule gibi çöktüm yanında,
ve iğrenç çarşaflar arasında titredi
yıldızın bana doğru ve yangına çevirdi gökyüzünü.

Ah yaseminden ağ, ah ayaklı ateş
yeni gölgelerden beslenmiş,
kemerleri bağladığımız zaman farkına vardığımız
karanlık, başağın kana susamış vuruşuyla
döven zaman.

Sevişme ve başka bir şey değil, bir köpüğün içinde,
ölü sokaklarla sevişme,
bütün hayat ölüp gittiğinde sevişme
ve bize sadece şunları bıraktı:
ıssız köşeleri alevlendirmek.

Isırdım kadını, gücümden ötürü
aklım başımdan gitti, toplanmış çiçek demetleri,
ve çözdüm kendimi dolaşmak için kıyıdan kıyıya,
okşayışın kölesi yalnızca, zincirlenmiş
bu serin saçın mağarasına,
dudakların uzun uzun dolaştığı bu bacaklar:
her daim aç dünyanın dudakları arasında,
emilmiş dudaklar tarafından emilen.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1923

Bazı Hayvanlar

Kertenkelenin şafağıydı bu.

Dili, gökkuşağı parıltılı dağdoruğundan
avladı bir mızrak gibi
yemyeşil çimende.
Papaza benzeyen karınca-yiyen girdi
balta girmemiş ormana melodik adımlarla,
oksijen kadar hafif Guanaco,
geniş, koyu yamaçlarda
altın çizmeler giyiyordu,
açarken lama
suçsuz gözlerini
çiy içindeki dünyanın lezzetine,
sabah alacasının genişliklerinde
maymunlar sonsuz bir
şehvet ipliği ördüler,
değil mi ki unufak ettiler çiçektozlarının duvarlarını
ve şaşırttılar
Muzo'lu kelebeklerin mor firarını.
Timsahların gecesiydi bu,
dokunulmaz gece, çamurdan yükselen
sürü sürü domuzburnuyla kaynaşan;
ve uykuya boğulmuş bataklıklardan
döndü zırhların tok sesi, geriye,
yeryüzünün kaynağına.

Fosfor ışığı ayrılışıyla
dolanıyor yaprakları jaguar,
puma yokeden ateş gibi
koşturuyor dalların arasında
parıldarken vahşi ormanın
alkolik gözleri üzerinde.
Porsuklar ırmak boyu toprağını
altüst ediyor ve havaya kaldırıyorlar yuvaları
ki kırmızı dişlerle saldırmaya hazırlar
onların çarpıcı güzelliğine.
Ve genişce suyun derininde
dinleniyor, kutsal çamurla kaplı,
herşeyi yalayıp yutan, sofu,
muazzam boa-yılanı, dünyanın çapı gibi.


Pablo Neruda
Canto General

6 Kasım 2014 Perşembe

Belki

Belki, belki toprak üstündeki bir katman gibi unutuş
çoğaltır bitkileri ve (ola ki) besler hayatı
ormanın karanlık humusu gibi.

Belki, belki koşar gelir insan bir demirci gibi
ocağa, demirin demirle olan savaşına,
kör kentlerine dalmaksızın kömürün,
bakıp duran gözlerini kapamadan düşer belki
uçurumlara, sulara, minerallere, felaketlere.
Belki, fakat benim öğünüm başkadır; benim besinim başka
gözlerim kemirmeye geldi unutuşu:
Dudaklarım açılır her zamana, ve her zaman,
yalnızca bir parçası değildi ellerimde aşınan.

Bu yüzden konuşacağım senle
çekmek istemediğim acılar hakkında,
zorlayacağım yeniden seni yaşamaya
yangın yaraları arasında,
bir garda yolculukta gibi barınmak için değil,
toprağa alınla vurmak için değil
ya da doldurmak için yüreklerimizi suyla,
fakat bilerek ilerlemek için, aklığı paklığı fethetmek için
her zaman anlamlı kararlarla,
sevinç için katılığın bir şart olması için,
böylelikle yenilmez olacağımız için.


Pablo Neruda
La arena traicionada
İhanete Uğramış Kum
Canto General