Şiir, Sadece: Ağıt
Ağıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ağıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2019 Perşembe

Ağıt

Ahlarımız
Vahlarımız boşuna
Nasıl gittin a canım?
İşte! Dualar sana...

Kutlamaya hazırdık,
Erişseydi ne olur!
Sekseninci yaşına.
Kurbanlar ettik adak
İnayetine ya Hak!
Neden vermedin izin?
Bu mutluluk çok muydu,
Onca sevenlerine,
Rabbim, bu Can kuluna?
Af bulur sitemime...


Kadircan Keskinbora

26 Kasım 2018 Pazartesi

Ağıt

Teller iletmez haber, direkler devrileli
Kara haberdir göklerde kuşlar görüleli.
Anam, bacım yok içinde, neremdir yareli?

Adapazar! Erzincan oldun, türkülerdesin;
Bir bahar akşamında ölün, yüreklerde yasın,
Şahan mı vurdu kolun, yaralı turna mısın?

Doyulmaz dünyada; insanın çilesi ölüm.
Ne çare, geldi türküler yakılası ölüm
Ah! böyle mi kahredilir? Yıkılası ölüm.

Bu muydu çarşın, mahşer mi kurmuşlar yerine?
Yine mi "çağrışak kurtlar ve kuşlar" yerine!
Karalar giymişiz kutlu kumaşlar yerine.

Gurbette yar vardı, mendili işlenilmemiş,
Tarlalar hazandır, tütüne başlanılmamış,
Bir mendil ver n'olur, çevresi yaşlanılmamış.

Ağlarım; bu yürek sevdaya uyası değil,
Türküm var: Harput, Diyarbakır mayası değil.
Garibim: İçimde Eğin'in havası değil.

Bir yaprak sarmadım yarana yaran çözerim.
Bir mısra gülmedim, dosta ağıt dizerim,
Uğruna destan yazılası, Adapazarım.


Enver Gökçe
Ülkü, s.43, 1943

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Ağıt

Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.

Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu.

Sen de: - Bir arkadaşın öldü.
Ben diyeyim: - Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.

Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver.

Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse..
Çiçekçi bana bir gül ver.

- Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde


Ahmet Erhan
Alacakaranlıktaki Ülke

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Ağıt

İşte yine İstanbul
Alçalıyor uçak Florya üzerine,
sağ taraf açık seçik Yeşilköy.

Kapasam gözlerimi:
Adil Abi'nin bisikletçi dükkanı,
Röne Park'ın ağaçlarında kalplerle oklar,
Reks Sineması'nın kocaman ekranı,
Ekonomidis'lerin bahçesinde mangallar.

İnişten hemen önce,
uzansam dokunacam, tam uçağın altında,
iki çocuk duruyor caddenin ortasında,
atılıvermiş çimlere bisikletler.
Biliyorum birazdan Yandımçavuş'ta,
macera bu ya, ayran içmeye gidecekler.

Sarsılarak değiyor tekerler yere:
Yeniden yaşamaya değil bu sefer
gömmeye geldim çocukluğumu, babamla beraber.


Roni Margulies
Uzaklıklar

6 Mart 2018 Salı

Ağıt

Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında

Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında

Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda

Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında

Bayrak olur bize yarın
Rüzgarıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında


Ülkü Tamer
Sıragöller

20 Şubat 2018 Salı

Ağıt

annem mi bir kadın
geciken bir kadın geceyatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar'la İstanbul arasında

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği


Kemal Özer
Gül Yordamı

4 Şubat 2017 Cumartesi

Sait Faik

Yitik Ufuk 

Binlerce top kumaşa yazdım sıkıntımı
Şimdi bir dünyada giden gemide ellerim
Pis bir denizde
Bir demiryolu bir çayır bir gökyüzü hava almaya çıkmış görüyorum
Ben geçerken bir evin penceresinde bir dal çiçekleniyor
Bir kadın soyunuyor göğsünü tüylerini en olmadık yerlerini görüyorum
Görüyorum bir çocuğun gözlerinin içinde denizler inip kalkıyor
İşte yeniden dünyadayız, dünyada bayağılıklarla pisliklerle yan yana dünyadayız
Bir sudaki balıklara bakıyor balıklara gözlerimizi çıkarıp veriyoruz
Bizim verilmeyecek hiçbir şeyimiz yok
Aynı yerden bir kadını öpüyor aynı yerden bir denizi seyrediyoruz
Bir daha seninleyim seninle yaşanmayacak sıkıntılar sevgiler Cezayir mahalleleri Sicilyalı gökyüzleri yok anlıyorum
Gemiler geçiyor uzaklardan kimse inip bineyim demiyor, kimse görünmüyor, kimse görmüyorum
Yitik bir ufukta
Bağırıyorum bağırıyorum.


Kalem

Hikâyelerimde ne diyorum ben
Şunu şunu şunu değil mi
Bir bulut geçiyor
Diyorum yaşasın böcekler çiçekler balıklar insanoğulları Barba Antimos
Bir sabah geliyor Matisse yeşili
Alıyorum uykularınıza kitaplarınıza evlerinizin önüne koyuyorum
Ne zaman bir yeşil görseniz artık her işinizi bırakıp bakacaksınız
Mesela bilmiyorum ama bir şiirde bir kadının ayakları suya değdi değecek şimdi
Hem mutlaka hiç kimse geçmeyecek biraz sonra bu sokaktan
İşte bir kuş uçuyor bir yere konacak sağlama ben yazacağım
Bir gökyüzü peşinde gidiyor bu çocuk
Bu adamı bu kadını bu masada tutan başka başka şeyler

Hep böyle diyorum ben
Bir dülger balığını alıyorum gözleri güzeldir diyorum
Bir bulut çıkıyor bir bulut çıktı diyorum
Sarılıyorum kaleme.


Ağıt

Baktık bir evin bahçesi ilk defa bir evin bahçesi başını almış gidiyor
Bir çocuk Grenoble'da İtalyan mahallesinde bir çocuk görüyor ilk
Deniz kıyısındaki o her akşamki kahve birdenbire tutup batıyor
Ne varsa umutlu umutsuz sıkıntılı sıkıntısız o cumartesi akşamları frengili ağaçlar çekip gidiyor
Yeşil zeytin, limon gibi bir İstanbul sarısı kalıyor geriye
Bir evin bahçesi ilk defa gülmüyor ilk defa büyümek istemiyor
Gece her taraf gece Katina'nın elleri gece en sevdiğimiz yerleri gece, gece hiç bitmiyor
Bağırmak sabahlara, akşamüstlerine bir pencereden bir denizden bağırmak bağırmak
Uyandık Eftalikus uyandık İstiklâl Caddesi yok Beyoğlu'ndaki güneş yok
Gökyüzü yok


İlhan Berk
Galile Denizi

30 Ocak 2016 Cumartesi

Ağıt

Geçmişten üç yüz gözümün önünden gitmiyor:
Biri Claudius’la konuşan Okeanos, bir başkası
gün doğarken ve gün batarken acımasız
ve duygu nedir bilmeyen Kuzey;
üçüncüsü da ölüm, hepimizi alıp götüren
akıp giden zamana verdiğimiz o öteki ad.
Tarihte yaşanan ya da düşlenen
dünlerin o halka özgü yükü
işlediğim bir suç gibi eziyor beni.
Gökler altında Danimarka’ya hükmeden
Scyld Sceaving’in cesedini denize
geri getiren o mağrur gemiyi düşünüyorum;
dizginleri yılanlar olan o koca kurdu,
yanan gemiye güzel ölü tanrının
saflığını ve aklığını bağışlayan;
insan gövdeleri serüvenlerinin tabanı
o suların ağırlığı altındaki
bataklıklara saçılan korsanları düşünüyorum;
kuzey Odisealarında denizcilerin
rastladıkları mezarları. Kendi ölümümü
düşünüyorum, kusursuz ölümümü,
gömülecek kül kâsesi ve gözyaşı olmayan.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

26 Aralık 2014 Cuma

Ağıt

Gayrı yok bizim için o küçük iç çekiş,
Gayrı yok alacakaranlıkta rüzgârların eziyeti.

Bak şu adil ölüme!

Gayrı yok artık yanışım.
Üstümüzdeki havada vınlayan
Rüzgârların titretmesi bizim için gayrı yok.

Bak şu adil ölüme!

Gayrı yok şehvetin beni parçalayışı,
Ellerimiz buluşurken
Gayrı yok bizim için titreyiş.

Bak şu adil ölüme!

Gayrı yok bizim için dudakların şarabı,
Gayrı yok bizim için ilim irfan.

Bak şu adil ölüme!

Gayrı yok o taşkın sel,
Gayrı yok bizim için buluşma yeri
(Bak şu adil ölüme!)
Tintagoel.


Ezra Pound

28 Kasım 2014 Cuma

Ağıt

Gözyaşı dökeceğim.
Belki de,
Üzüntülü günbatımımda,
Aşk pırıldayacak.
Bir veda gülücüğü gibi.
Akılsız yılların sönmüş neşesi,
Ağır ve hüzünlü,
Bir içki sersemliği gibi.
Ama, şarap misali,
Geçen günlerin hüznü,
Ruhumda yaşlandıkça,
Daha da güçleniyor.
Yolum, ıssız.
Çaba ve kahır bana,
Geleceğin çalkantılı denizini vaadediyor.
Fakat istemiyorum,
Ah! Dostlarım, ölmeyi.
Yaşamak dileğim,
Düşünmek ve kavga için.
Ve biliyorum ki, eğleneceğim,
Acılar, telaşlar ve dertler arasında.
Kimi zaman,
Yine uyumla içip, sarhoş olup,
Uydurduklarım için,


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1830

20 Kasım 2014 Perşembe

Ağıt

Yalnız başıma, ıssız yerlerde
ağlamak istiyorum ırmaklarca,
söndürülmek istiyorum, uyumak istiyorum,
uyumak senin hayli yaşlı mineralsi gecen gibi.

Neden düştü parıldayan anahtarlar
haydut ellerine? Ayağa kalk,
Ocllo, anatanrıça, bırak dinlensin gizliliğin
bu gecenin sonsuz yorgunluğunda
ve akıt öğüdünü damarlarıma.
Henüz dilemiyorum senden Yupanquierne'nin güneşini.
Uykuda konuşuyorum seninle, ülkeden ülkeye
bağırarak, Peru'lu anne,
sıradağların kasığı.
Nasıl sızdı hançer yığınları
senin kumul ülkenin içine?
Ellerinde kımıltısızca
duyumsuyorum metallerin yayılışını
yeraltı damarlarınca.

Senin köklerinden yaratıldım,
ne ki anlayamıyorum, toprak
sunmuyor bana hikmetini,
gördüğüm geceden başka bir şey değil
yıldız aydınlığı gök bölgeleri altında.
Hangi anlamsız yılan düşü
sürükledi kendini kankızılı o çizgiye?
Acının gözleri, kasvetli gelişme.
Nasıl geldin acaba bu kızgın rüzgâra,
neden, gazabın kayaları arasında
kaldırmadı havaya Capac
parıldayan balçıktan tiara'sını?
Bırak dayanayım acıya bayraklarının altında
ve gömeyim kendimi
bir daha parıldamayacak ölü kök gibi.
Katı gecenin altında, katı gecede
yeryüzüne inmek istiyorum
altın'ın ağzına erişmeye.

Yaymak istiyorum kendimi bu gecesel granitte.

Oraya umutsuz yazgımla erişmek istiyorum.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

5 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Gemi Süsü Figürü İçin

Magellan Boğazı’nın kumsallarında bulduk seni,
yorgun kadın gemici, fırtınada kıpırtısız
tatlı ve gergin göğüslerinin çok sık
göğüs gerdiği gibi, bölünmüş arasında meme uçlarının.

Kaldırdık seni bir kez daha Güney’in denizi üzerine, fakat şimdi
sensin, karanlığın ve köşelerin yolcususun,
açık denizde koruduğun buğdayla ve metalle eşitsin,
sarmalanmışsın denizin gecesinde.

Bugün benimsin, tanrıça, o dev albatros gibi
seğirip geçen kaçıştaki yayılmış bedeniyle,
ağaçtan kör ve titreşen göz kapaklarının
yağmuru arasında çalınan müzikten bir manto gibi.

Denizin gülü, düşlerden daha temiz anaarı,
şarkılarla dolu bir meşenin kökleriyle
endamını bulmuş badem gözlü kadın,
kuş yuvalarıyla dolu dalla yaprağın gücüsün sen,
kasırgaların ağzısın, ışığı fethetmek ister
narin hoşluk senin kalçalarınla.

Seninle doğan melekler ve kraliçeler,
yosunla örtünüp uyurlarken, kaderindir
bir ölünün onuruyla kıpırtısızlık,
tırmandın geminin zayıf pruvasına
ve melek, kraliçe ile dalga oldun,
dünyadaki bir titremeden oluştun.
Yükseldi insanın dehşeti
elma göğüsleriyle soylu tuniğine senin,
ey tatlı, ıslakken dudakların
o yabanıl ağzına layık başka öpücüklerle.

Yabancı gece altında kalçan
bıraktı geminin temiz ağırlığı düşsün diye dalgalara,
keserken yenilmiş ateşten bir izi
fosfor ışıltılı baldan, o kasvetli sonsuzluktan.
Rüzgâr açtı senin zülüflerinde fırtınalı sandığını,
şikayetinin serbest bırakılmış metalini,
ve şafakta rastladın ışığa titreyerek
limanlarda, öperek ıslak tacını.

Ara sıra durduruyordun hızını deniz üzerinde
ve titreyen kayık çalkalanıyordu böğründe,
ağır bir meyve gibi kendini koparan ve düşen,
zamanın ve geminin o temiz devinimiyle
ve köpükle kucaklanan bir ölü gemici.
Ve sen yalnızsın, tehditle kararmışsın
yüzlerin arasında, kısır bir acıya batmışsın,
aldın o fışkıran tuzu maskende,
ve gözlerin korudu o tuzlu gözyaşlarını.
Bir sefil hayattan fazlası kaydı kollarının arasından
o öldüren suların sonsuzluğuna
ve ölülerle yaşayanların dokunuşu
yedi bitirdi deniz ağacından yüreğini.

Bugün bulduk endamını kumda.
Mutlak olarak yazılmıştın gözlerimin alnına.
Uyuyorsun belki, uyuyarak, belki ölüsün sen,
öldün sen:
en sonunda unuttu mırıltılarını yankıların
ve dolanıp duran parıltın bitirdi yolculuğunu.
Denizin gazabı, gökyüzünün vuruşu taçlandırdı
mağrur başını sıyrıklar ve çatlaklarla,
ve dinleniyor yaralarla bozulmuş yüzün
sallanan alnını hisseden bir deniz kabuğu gibi.

Benim için saklıyor güzelliğin bütün kokusunu,
bütün bu evsiz barksız asidi, bütün karanlık gecesini.
Ve senin lamba ya da tanrıça şişkin göğsünde,
yükselen kule, dokunulmaz aşk, yaşıyor hayatı.
Yelken açıyorsun benimle, tekrar bulunmuş, o güne
bırakırlarken olduğum her şeyi köpüğe.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

2 Haziran 2012 Cumartesi

Sergey Yesenin'e

Rus Şair, Sergey Yesenin'in intaharı üzerine 
 
 
Sen gittin,
diyorlar
yukarılarda bir dünyaya.
Sonsuzlaşma-
Uçuyorsun,
parıldayan yıldızlara çarparak.
Ne borç var artık bize,
içki ne de

Ayılma.
Hayır, Yesenin,
oh
çekmek değil benim istediğim.
Görüyorum ben
kesik bileklerinle sendeleyişini
Ve alayla değil
acıyla
düğümleniyor yüreğim.
Görüyorum
bir kemik çuvalı gibi
yere atışını gövdeni.
-Dur! diyorum.
Bırak !
Delirdin mi sen?
Sürer mi ölümü
hiç insan
tebeşir tozu gibi
yanaklarına?

Sen ki çok daha
iyi verirdin ölüme
ağzının payını herkesten.
Yeryüzünde başka
kimsede olmayan
o efece konuşmanla.
Niçin?
Nedeni ne?
Donup kalıyorum şaşkınlıktan.
Homurdanıyor eleştirmenler:
-Bizce,bunun asıl nedeni
Şu...
ya da bu...
ama daha çok,
kopmak toplumdan,
Çok fazla bira
ya da şarapla kafayı çekmesi.
Başka deyişle
satsaydın
bohemleri
işçi sınıfına, diyorlar.
Sınıf bilincin olsaydı,
bak, bu gelmezdi başına.
Oysa işçiler de
kvastan sert içkilerle
kafayı çekiyorlar.
O sınıf da içerek
güzelce sıçıyor kendi ağzına.
Başka deyişle
Parti'den biri
denetleseydi seni
Sağlansaydı böylece
asıl önemi
içeriğe vermen.
Yazardın o zaman
her gün
o dizelerin
yüzlercesini
Uzun uzun
ve sıkıcı
Doronin de gördüğümüz türden
Ama bence
böylesi bir deliliğin içine düşseydin
Sen çok daha önce
son verirdin
yaşamına.
Votkadan gitmek daha iyidir
inan bana
Böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa.
Hiçbir zaman söyleyemeyecekler
nedenini bize
seni yitirişimizin.
Şuracıkta duran
çakı mı, yoksa ip mi?
Ama bulunsaydı
mürekkebi, elbette
Angelleterre otelinin
damarlarını kesmen
ve ölüp gitmen
gerekmezdi.
Sana öykünenler çıldırdılar sevinçten:
bir daha, bir daha !
Neredeyse bir yığın insan
zıvanadan çıkıp
öldürdü kendini.
Neden çoğaltmalı
intiharları
böyle sayıca?
Daha kolay değil mi
mürekkeple doldurmak
oteldeki şişeleri!
Sonsuza dek
kilitlendi artık dilin
arkasında dişlerinin.
Benim bu bilmecemsi sözlerim
yersiz
bir bilgiçlik sayılmamalı
Halkımız,
yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin,
Yitirdi ölümünle
yansılı sesler üreten
en güçlü çırağını.
Ve o herifler taşıyıp duruyorlar
ölü şiir döküntülerini
Geçmiş,
gömülmüş ölülerden
hemen hiçbir yeniliği olmayan.
Üstüste yığıyorlar
tatsız uyaklarını
mezara toprak atar gibi: daha beterlerini.
Onurlandırmak için oğlunu
Esin Peri'sinin bile
işine yaramayacak olan.
Sana yaraşacak
bir anıt henüz dökülmedi
Hani nerde o anıt,
döğülmüş tunçtan
ya da yontulmuş mermerden?
Oysa çoktan doldurdular
yığın yığın
parmaklarının dibini
Çöplerle,
adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden.
Adın
hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri.
Sözcüklerini
geveleyip duruyor Sobinov ağzında
Kıvrılıp oturmuş da
altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının-
"Hiçbir şey söyleme,
ah dostum,
içini de çek-me ne olursun."
Ah,
sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın,
Şu Leonid Lohengrinski'yi,
baş belası, tanrının!
Ortalığı kimbilir
nasıl da ayağa kaldırırdın:
"izin veremem
şiirsel gargaralarına
anıran eşşeklerin!"-
Sağır ederdin kulaklarını
üç ayaklı ıslıklarınla, sonra,
Yazdıklarının hepsini
kıçlarına sokmalarını söylerdin.
Harcardın bozuk para gibi
o yeteneksiz heriflerin hepsini,
Doldururdun
smokin ceketlerinin
kara yelkenlerini,
Öyle ki savrulurdu
sağa sola
Kogan gibileri,
Süngüleyerek
sivri bıyıklarıyla
gelip geçenleri.
Oysa bu arada
sayısı hiç de azalmadı
bu serserilerin.
Çok zorlu bir iş
onları sayıca geride bırakmak.
Yaşam
yepyeni bir biçimde
yeniden kurulacak.
İşte o zaman
yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak.
Böyle bir çağda
ağırlaşıyor sorunları
kalemin,
iyi ama, gösterin bana
sizi ey zavallı
hortlaklar sürüsü, hadi
Nerede görülmüştür
ve ne zaman
yüce bir kişinin,
Dikenli yolları bırakıp da
gül bahçelerini seçtiği?
Sözcükler
yönlendirir
insanoğlunun güçlerini.
Yürüyün!
Arkamızda
zaman patlasın
bir mayın gibi.
Bizim geçmişe sunacağımız
yanlızca
bukleleri
Rüzgarda
geriye savrulan saçlarımızın.
Eğlenceye ayrılacak yeri yok
gezegenimizin.
Yarınlardan
koparıp
almalıdır mutluluğu
insan.
Şu yaşamda
en kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
yepyeni bir yaşama
başlamak. 
 
 
Vladimir Mayakovski 
1926

8 Nisan 2012 Pazar

Nazım'ın Yüreği

Usanınca gerçeklerin yalanından, 
kaygan, yüzsüz baskıdan, 
tunç Nâzım'ı anımsarım 
ve sesini 
   biraz hançerimsi : 
      "Merhaba kardaşım... 
   Ne o, neden yüzün asık öyle 
      Boş ver! 
   Yoksa şiir mi takıldı bir yerde? 
      Gel, birlikte bitirelim. 
   Paran mı yok? 
      Bakarız bir çaresine, dert değil. 
Kız mı? 
      Aldırma bulunur..." 
Oysa asıl kendisinde var bir şey, 
   içini kemiren yüz çizgilerinden dehşetle akan : 
      "Hepsi iyi de, 
         şu yürek ağrısı... 
      Adam sen de 
         ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..." 
Kimisi için şiir bir roldür, 
Kimisine bir dükkân, 
   kazançtır. 
Onun içinse ağrıdır şiir, 
   rol değil. 
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte. 
Üzerine titreyen doktoru bir gün, 
hani pek de güvenemiyerek, 
tenbih etmişti bana : 
   "Bakın" demişti, 
   "Keskin konulardan kaçının ki 
   ağrımasın Nâzım'ın yüreği..." 
Hey gidi doktor... 
   Hastanız gitti. 
Yaramadı çabalarınız. 
Yüreğiyse onun 
   gizli gizli çarparak 
   sürdürdü ağrısını 
      ölümünden sonra da. 
İçimdeki acı için ağrıyor, 
Türkler için, Ruslar için ağrıyor, 
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için 
özgürlükte mapus gibiler için 
   ağrıyor. 
Hapisane acılarıyla yanan o yürek 
   - ölümden sonra bile - 
      dinlemiyor doktorları, 
korkak olduğumuz zaman 
   ağrıyor. 
neme gerek dersek ağrıyor. 
Onun gibi açık yürekle : 
   "Merhaba kardaşım..." 
   diyemezsek ağrıyor... 
Varsın ağrısın 
   hepsi için yüreklerimiz, 
   tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği. 


Yevgeni YEVTUŞENKO

7 Temmuz 2011 Perşembe

Ağıt

Sanki bir çocuk gibi ud çalarım her sabah
Ve ne zaman ağlasam çocukluk sevdasıyla
Ceviz sandık içinde sarı yeşil bir külah
Yalnızlık mızrağımı atarım belki suya

Yedi yaşın sümüklü bir okul çocuğuydum
(Anlatmak istediğim babamın yalnızlığı)
Geçerken maviliği arkasından yaşardım
Bitsin artık bu oyun ne çocuktum bilmem ki

Yeni şeyler aradım uzayan sakalımdan
Baştanbaşa yalnızlık ortaçağdan bir dünya
Papatyalar açarmış içinde kitapların
Ellerimi uzattım sıra gelince aşka

Severken unuturum en güzel akşamları
Kaçarken yalnızlığım avcıların elinden
(Hoşuma giden ölüm yine kime aşıktı)
Bakardım arkasından maviliği geçerken

Nasıl söylerim şimdi bir ben kaldım ortada
Ucuz aşk romanları (utanırım yazarken)
Çıplak kadın resmine açık saçık şarkıya
Bayılırdım doğrusu. Ya duvardaki ilan

Geri dönmek istedim verdiğim bütün sözden
Benim olur sanmıştım denizin saltanatı
Bahçesine oturdum yalnızlığın ve aşkın
Bekledim gelişini küçük bir adam gibi

Şarap dolu bardaklar bildiğin gibi değil
(Ve beyaz bir kadınsın bilir misin meleğim)
Senin için bu ağıt anlattığım bu masal
Gözlerimde yalnızlık en güzel çocukluğum

Hasan değilim şimdi sıcak güneş altından
Bıktım artık doğrusu (güzelliğin eskir mi)
Senin için rüzgarın yarım kalmış bir aşkın
Arkasından ağladım düşündüm o körfezi


Nurer Uğurlu
Masal