Şiir, Sadece: 2016-08-07

13 Ağustos 2016 Cumartesi

İstanbul

Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.


Cahit Külebi
Adamın Biri

Deniz

Bu toprak tulumunun
Kaç bucak olduğunu bilen deniz!
Tekneler çift sürer poyrazında
Meltemler ekin eker,
Lodosun harman kaldırır
Uçsuz tarlalarında.

Dalgacılığın kadına benzetilmiş
Ve hakkında çok laf edilmiştir.
Ben, kimin gözyaşı olduğunu
Kendinin neye ağladığını düşünüyorum

Ve seni
Bu deni dünyanın pantolonunda
"Cemaziyülevvel"ini söyleyen
Mavi bir yamaya benzetiyorum...


Fahri Erdinç
Şen Olasın Halep Şehri

Tevellüd

Babamın okuyup üfledikçe
Öpüp alnına koyduğu musafımızın
Bazı tarihler vardı iç yaprağında.
Düğün, doğum, ölüm
İşte bunlar arasındaydı tevellüdüm.

Bu musaf
Yunan işgalinde yanmasaydı,
Şecerem iç yaprağından çiçek açardı;
Ve yanmıyan, toplanmıyan bir kitap
Bir insandan daha fazla yaşardı...


Fahri Erdinç
Şen Olasın Halep Şehri

Nazım'ı Gördüm Çocuklar

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm, harç karıyordu,
Nazım, kan ter içinde.
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
yükselen yapıya tırmanıyordu,
Nazım, elinde mala.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm fabrika kapısında,
Nazım nöbet tutuyordu.
Nazım'ı gördüm vapura binerken,
iskeleye yanaşırken Nazım'ı,
Nazım, bir kulaç köpük.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
elinde bir demet menekşe,
bir evin kapısını çalıyordu.
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
aydınlık bir deniz gibi Nazım'ın
gözlerinin içi gülüyordu.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
yol ortasında kalakalmıştı,
Nazım'ı gördüm, bakıyordu
kıpkızıl akan kana,
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
kederden ufalmıştı.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
koşuyor ve bağırıyordu;
insanlar, insanlar, insanlar!
Nazım'ın elleri açılmış çiçek.
Durun, kardeşler, durun, kardeşler,
Nazım bir iki laf edecek.

Nazım'ı gördüm, harç karıyordu.
Nazım'ı gördüm, kan ter içinde.
Nazım'ı gördüm vapura binerken ,
iskeleye yanaşırken Nazım'ı.
Nazım'ı gördüm, elinde menekşe.
Nazım'ı elleri açılmış çiçek.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm, Nazım'ı,
Nazım'ı gördüm, koşuyordu
çocuklarla yanyana,
Nazım, güneşe doğru,
dünyayı kucaklayarak.


A. Kadir
Sanat Emeği
Haziran, 1978, sayı 4

12 Ağustos 2016 Cuma

Marifet

Suya dokunmazmış

Sabuna dokunmazmış

Pise bak


Celal Vardar
İki Dal

Döşek

Ol hayat ehline hayranım sessiz
Döşerler
Çok az kimse geçti kaldırımı
Sonra onca emeği sayarak hiçe
Toplar taşlarını bir karanlık gece
Yorgun yola çıplak
Düşerler.


Behçet Necatigil
Zebra

Açık

Geceleri korkulu yollara gittiniz mi
Biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz
Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır
Kullanırız bir sözü ama hangi anlamda?

İnsan duyar bir yerde birdenbire uyanıp
Bir elin bir ışığı neden söndürdüğünü
Yandaki odalarda her zaman hasta vardır
Sağır duvarlarda eski inilti
Şiirlere üşenmemiz bir yerde iyidir
Hiç işittiniz miydi?

Bir top çizer havada, uzunca bir eğri
Ayağına, belki kader, geçmiş gün, bir kadının
Düşer bir karanfil.. (neyse kısa keselim)
Soğurken bir ölü, çok ince bir eli
Tutup ısıttınız mı?

Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince
Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır
Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri
Kurar yeni barınak kullanıp aynı taşları
Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla
Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları.


Behçet Necatigil
Divançe
1964

11 Ağustos 2016 Perşembe

Zeynep ile Mustafa

III

Akbıyıkta bir çeşme var Mustafam
Yaşı oldukça akar
Al Zeynebi gidin için o sudan
O çeşmede gözyaşım var.


Cahit Irgat
Irgatın Türküsü

Çapaklı

Ovaların birinde bir tilki gördüm
Boz muydu, sarı mıydı, tam hatırlamam
Yalnızdı, bilirim,
Gözleri bir renkti, sevgili,
Bir bildiğim yalnızlığıydı.

Attım adımımı, üç adım attı
Bir bildiğim yalnızlığıydı,
Yorgundu, gel, gidelim dedim,
Yaşamak zor anlaşılmadan
Bir bildiğim yalnızlığıydı.

Ağlamak zor her yerde
Bana nerde bilemem,
Kal, çapaklan, sev sevdiğince çölü de
Tilkim, kim olduğumu öğrenme,
Bir bildiğim yalnızlığıydı.


Cahit Irgat
Irgatın Türküsü

Bir Çocuk Konuşuyor

Her gün daha başka açıyor çiçek
Gökyüzü daha mavi gittikçe
Güneş daha rengarenk.

Şıngır mıngır demir alır gemiler.


Cahit Irgat
Ortalık

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Parsa

Şimdi vinçler boşaltıyor
Yarı insan, yarı toprak alanları
Ve zafer marşları çalınıyor ha bire.
Ben muzaffer bir milletin
Kahramanlar kahramanı
Şimdi önümde mendil
Parsasını topluyorum
Büyük zaferin.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

Rıhtım

"Biz varız" sesleri yükselir
Akşam üstü
Balık kokan mahallelerde
Mağrur çocuklar kavgaya hazır
Şehrin eteklerinde

Ve beni ağlatmaya yeter
Yağmur yağıncaya kadar
Halatlarda ıslık çalan çocuklar.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

Bizim Sokak

Peykelere serilen manav
Kavunlar okşuyor uykusunda,
Üzümler olgun
Kadim konaklar sağlam,
Nerdeyse gün doğacak
Müezzin uyanacak
Şehir ayaklanacak;
Ayni sokakta kocayan bekçi
Fikirler beyan edecek
Gece hakkında.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

9 Ağustos 2016 Salı

Burun-Dağ

Burun-dağ'da gök düşüyor mu ne
Gölgesi vuruyor üstümüze yaban kuşlarının.

Ben ki yaralıyım, ben ki haytayım
Bakkallara düşmüş okul defterleri gibiyim.

Senin su duruluğunda yüzün
Sevdiğim kağıtlar inceliğinde.

Ve düşüyor durmadan Burun-dağ'la benim arama.

O zaman işte taze bir ot kokusu yayılıyor
Bizden dünyaya.


İlhan Berk
Kitaplar Kitabı

İstanbul

Haliç

Ve Haliç çocuk dişleri gibi dedim. Gülünce
Çıkan. Esmer, Esmer uyanması gibi vücudumun
Bir yerinin (bir deniz müzesinde iki foklu bir pelikanlı
ve korkunç hüzünler taşıyan
ve Eylül yüzlü).

Eylül bir çocuğun elinden tutmak. gibi Fener'de
(ki bir ortodoks kilisesine devamn ediyordur
lacivert elbiseler giyer ve sarı düğmeleri sallanır rüzgarda

ve yeni yeni ağarıyordur vakit ve çok eski bir kazı
ki bir virgül gibi düşüyordur başaşağı

Balat'a)

Hava düştü Kağıthane tarafında diyorum sonra da
Ve Eyüp'e bakıyorum. Eyüp'de su suya benziyor
Bir ev bir eve. Bir yaprak bir yaprağa.
Ve incecik çiziyor geceyi bir kağıt bir ağaç.
Ve eski yeşil denilen bir yeşil.
Ve bir su çarkı
(Yavaş yavaş dönen. Bir atın çektiği
Gözleri bağlı. Sefil).

Köprünün demirlerine yaslanıp bakıyorum sonra yirmialtı yaşımla
Arkamda asker elbisesi. Bıyıklı. Uzun yüzüm.

Bir dağ istiridyesi gibi de sarı
Belli bir kız seviyorum ve hep geceleri çıkıyor.

Bir balık geçiyor. Ben balığı yazıyorum. Balığı ve

Ben ki ne zaman doğduğumu bir köşeye yazmamışımdır
Ve hep kendimi götürmüşümdür gittiğim her yere

Ve bir sıkıntıyı alt katlarda oturan

Ve hiç çıkmayan.

Düşüyor Haliç, Felçli bir yüz gibi
Kanında demiryolu işaretleri, çapariler, haçlar
Ve iki küskün incir.

Eğilip damarlarını sayıyorum. Çekiyorum derisini
Ve ürkünç yalnızlığını. Bırakılmışlığını, belki de.

Vuruyorum sonra ayağımla. İter gibi bir cesedi.
Soğuk.

Ve şafak ıslaklığında.
Ve bir adamın kollarını. Bakır bir heykeli
Memelerini. Atları. Bir tahtayı. Yavaş

Yavaş sürüdüğün. Ve Aynalıkavak'a çıkıyor şimdi.

Ve iniyorum bir vadiyi. Belki bir ölümü
Evsiz, penceresiz ve dağınık bulan beni.

Ey hurda su! Kirleniyorum. Kirleniyorum bir sütçüden
Sütler içiyorum çok ihtiyar bir sütçüden

Üç padişah görmüş, ve hala topallayarak yürür
Topallayarak gelmiş gibi

Dünyaya
Ve ölüme.

Canım bol sular içmek istiyor bol alkol
Cibali'de sarı bir çocuğun elinden
Bir patrikhane kapıcısıyla konuşmak sonra
Dünyanın öbür ucundan mektuplar alan
Dünyanın öbür ucundaki bir kadını seven
Ve yalnız anahtarlarıyla yaşayan.

Sonra, eski kitapları, eski tarihleri karıştırmak
Suyun en eski tarihini bulmak
Ve bazı çiçekleri
Ki daha ilk duyuyorsundur adını
Duyar gibi bir yıkıntıyı.
Eski bir urba gibi kent. Eski bir urba gibi giyiyorum kenti

Bir kadırgayı. Türlü seslerdeki bir saati
Sütlüce'yi. Sütlüce' deki bir avluyu
Eski takvime göre ok atanları. Nişan taşlarını
Ve bir yağmuru yeraltlarını dolaşan. Yinimin atlasından
gidip gelen

Ve kalan.

Sen ey benim git dediğim gök! Ve ey yalnız su!.
Duyuyorum işte umurunu, kaslarını, yanak kemiklerini

Ve cesedini (eski bir gemi leşi ağırlığında
ve mavi damarları atar hala. Bir hızarın kestiği
Ve ne ölüme benzer
Ne de dirime ve).

Düşüşünü sonra
Bir deniz askeri kılığında dolaşışını

Ve çekilişini. Çok uzun.

Uzuyor su. Kasımpaşa'da bir balıkçının tablası.
Nişancı Ahmet Paşa çeşmesi. Çarklı bir Şirket-i
Hayriye vapuru
Ki yalnız Fener'e, Kasımpaşa'ya, Eyüp'e uğrar ve elli
hissesini Valide Sultan almıştır.
Ve hamalları Karahisarlıdır. Sudadır sonra hep gözleri
Ve elleri.
Ve dümeni on beş derece meyillidir
Onun için yelkovan kuşlarının karınlarını görürsün.
Bir kız sabahları eğik oturur onun için
Ve çillidir nedense.

Kanatlarım açtı açacak bir sülün. Ve bir yeri yüzümün

Çok sarı çok uzun. Uzun yolculuklar düşündüğümden

Ve incecik kemiği bir şiirin

Bir deniz kıyısında.


İlhan Berk
Atlas

Hacı Bektaş Veli

Bir resimde bağdaş kurmuş oturuyor Hacı Bektaş Veli. Evi gibi yeryüzü.

Bir bulut düşürmüş başını duruyor. Onunla gidip gelen. Uzakta bellibelirsiz.

Beyaz, uzun kavuğu. Demek ki güneş var.

Kucağına almış bir ceylanı, bir aslanı. Duruyorlar. Üç kişiler.

Hayvanları mı severdi Hacı Bektaş Veli? Bilmiyoruz. Ama açıktı hep evinin kapısı.

Çizgili mintanı. Yalın. Düz. Ta bileklerine değin uzuyor, uzayıp orda kalıyor.

Yüzü? Uzun yüzü. Sakallı, virdi okur gibi de önüne bakıyor.

Delik değil kulağı ve halkasız.

Yanında yeryüzü: Ağaçlar, sular, gök. Her sabah okuduğu.


İlhan Berk
Atlas

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Şiir

San, o Çokgüzel, giriyor kentime
Koyuyor sesini balıkçıl ve yalnız
Nehirlerleyin o, yavaşça etime.
Kırmızı, karışıyor ağızlarımız.

Göğü, bir ormanı gidiyoruz, Uzun
duyuyorum bunlar kirpiklerin. Buğday
Sonsuz Temmuz yüzün, o intiharım. Bunlar
oraların, Ey Aşkyüzlüm benim,
Ey.

Bir aşkı gitmek var, şimdi sen osun
Cinselliğimizi büyütmek büyütmek
Dağlamak çıplaklığımızı göklemek,

Böyle seni suya göğe tutuyorum
Seni artık korkunç karıştırıyorum.

- Uzar şimdi bizden bir gece Upuzun.


İlhan Berk
Aşıkane

Pavurya

Göğül odasından bir pavurya başını çıkardı
- Sol ne kadar uzak, dedi.
libya sefine beyoğlutası / bir deniz ermeni gerindi.
Bir 3 eden 2'den daha gerçek bir 1 yoktur, dedi Fomeret.

Pavurya gidip göğün hendeğine ağdı.
Ben yalnızlık doluydum. Io'ya verdim ormanlarımı.
San ağzı sularımı aldı durdu. Sen geçiyordum, korkuncu,
cinneti denemek istiyordum. Yanında arka pencereler gibi çıkıntılıydı ermeni esmerliğim.
Çıplak, sıkıntılı bir hıristiyanlıktı çıplaklığımız.

- Su uyuyordu güzel ve iri.
Sabahın ışıklı suyuna demir attı sefine. Bunalımın
güzelim elleri boşlukta kaldı. Denizin pencereleri
sürgülüydü / Ben seni bekliyordum
Bir uzun taşlıktı gözlerin yahudi evleri gibi.


İlhan Berk
Mısırkalyoniğne

Ben Uyandım Bir Aşk Demekti Bu Dünyada

Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi.
Karaydım, kâğıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.

Ben vurdum sevilere belli değil miydi
Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda.
Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi
Bir aşk demekti bu dünyada.

Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da
Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi
Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda
Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda
Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi
Bir aşk demekti bu dünyada.


İlhan Berk
Çivi Yazısı