Şiir, Sadece: 2020

2 Ekim 2020 Cuma

Teselli

Buymuş göreceğin bu dar dünyada
Kısmetini verenin cömertliği bu kadarmış
Bu kadar sürer dostum
Dost sırtından geçinmek.
 
Kolay değil bu kazançla dem sürmek
Ayrı bir dert bu devirde kız sevmek
Boyun bükmek, dize gelmek
Aç karnına laf işitmek.
 
Neylersin böyle gelmişiz
Ama böyle yaşanmaz
Sağına soluna bak
Bademler çiçek açtı.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

28 Eylül 2020 Pazartesi

Bütün Şehir Şahittir

Başımı rakı değil döndüren
Bu öğle sıcağında,
Ekmek kokusundan da güzel
Alnının ter kokusu.

Ver meyveni mürdüm ağacı
Arzum gibi yağ yağmur
Bütün şehir şahittir
Bu kadını sevdiğime.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

25 Eylül 2020 Cuma

Yolculuk

Yalnız ve çırılçıplak çıktı evimden
- Hosça kalın, demedi
Ne bir selam götürdü
Cennetin kapısını açtırmak için
Ne imamdan kartvizit,
Karım böyle göç etti öbür dünyaya;
Şerefine içiyorum o günden beri
Ne halt eder tek başına dolap beygiri.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

21 Eylül 2020 Pazartesi

Bilen Bilir

Bir gemi kalktı rıhtımdan
Sen de içinde misin?
Yağmur yağıyor rahat rahat
Ağzıma, gözlerime
Ve bütün şehre.

Bilen bilir kadrini
Mürdüm gözlüm, yağmur saçlım
Taşını toprağını mı öptün ki yerin
Kokun geliyor bahçelerden. 


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

18 Eylül 2020 Cuma

Memnun

Kurşunlanmış göğüsten
Bir ağaç filizlendi,
Güneşe doğru.
 
Memnun o,
Geçen harpte doğduğuna
Bu harpte öldüğüne
Yeni dünyaya doğru.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

14 Eylül 2020 Pazartesi

Memnunum Diyemem

Memnunum diyemem yaşadığıma,
Bana bir şey söylemiyor
Bu deniz parçası, bu taka.
 
Gün bitti, yollara düştü kahır
Ötme vapur, gelemem
Dört duvarla sarılmışım.
 
Sarmadı gitti beni
Bu yandan çarklı dünya;
İki yakam bir araya gelmiyor
Ivırı zıvırı caba.
 
Parmak parmak çürüdü
Bir karış ömrüm,
Yalan şeyleri özlemişim nafile,
Nafile şiir yazmış, kahırla yıkanmışım,
Gülmüşüm söylemişim, bos vermişim her şeye,
Senin için yaşamışım insanoğlu, nafile!

Dünya dolusu dostlarımı
Kurşunlar aldı.
Ecel aldı, açlık aldı götürdü
Toprağa doya doya yedirdi.
 
Değer mi, deme
Bu çektiğimiz?
Böyle yaşamanın da kahrı çekilir
Günler günler uğruna
Böyle yaşamanın da. 


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

11 Eylül 2020 Cuma

Harp Meydanı

Harp meydanı
Kalabalık ve ıssız
 
Ölüler yüzükoyun
Beygirler kardeş kardeş
Tüfekler yorgun yorgun

Yaralı bir tayyareden
Bir ölü kollarını uzatmış
Yerdeki ölüleri öpüyor

Harp meydanı
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

7 Eylül 2020 Pazartesi

Çocuklardan Öğrendim

Ne güzeldi toprak
Tabanlarında,
Gözlerinde güneş,
Saçların isyan kokuyordu.
 
Şimdi güneş
Mezarını kaybetmiş
Şehitlerin üzerinden doğuyor.

İsyanı çocuklardan öğrendim.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

4 Eylül 2020 Cuma

İskele

Bir vapur yanaşıyor iskeleye
Farkında değil,
İkisi de kelepçeli
Kahır yüklü ellerinin,
Ayakları onun değil,
Bu kaptan, çarkçıbaşı dost değil
Götürmüyor hürriyete.
Korka korka içiyor cıgarasını
On parmağı arasında.
 
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

31 Ağustos 2020 Pazartesi

Bizim Mahallede Bahar

Kedileri bizim evin
Sokağa baharla çıkar.
Ağaçta ne işi var farenin
Ağaç da yok bizim orda
Ama serçesi boldur mahallenin.
 
Karşı evde bir kadın çorabı sallanıyor
Teki kiracı kızın bacağında,
Hele dinsin rüzgâr
Mahalleye ten kokusu sinecek.
 
Pencerelerde marul demetleri sallanır
Taze soğan kokusu siner sokağa,
Ağaçlardan önce şehirde
Zerzevatçının beygiri yeşillenir.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

28 Ağustos 2020 Cuma

Yaşamak

Anlaşmak güç
Yıldızlarla kuşlarla,
Kuşların dilini ağaçlar anlar
Yıldızların bulutlar.

Benzemez dostluğumuz
Kuş ve bulut dostluğuna,
Bu ömür kısa gelir
Yedi karış boyumuza,
Biz biliriz yaşamanın tadını
Baş başa omuz omuza
Dizleri terli
Gözleri tuzlu dostlar,
Merhabanız
Yeter bana.
 
 
Cahit Irgat 
Bu Şehrin Çocukları

24 Ağustos 2020 Pazartesi

Bir Dilim Ekmek

Bir dilim ekmek avucunda
Omuzunda bir sürü kuş
Ağzın açık, gözlerin boş
Rahat rahat ağlardın
Gemilerin ardı sıra.

Ve bu akşam bir gemi
Korka korka açıldı
Rıhtımdan.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

21 Ağustos 2020 Cuma

Yarılsa Bu Dört Duvar

Yarılsa bu dört duvar
Açılsa demir kapı
Şöyle bir yola çıksam.

Her yol götürse beni
Boş evi bulunmayan bir şehre,
Bir şehir ki hamalsız
Yük taşımasın çocukları,
Kimsenin kimsede gözü olmasın
Ve ölümden olsun bütün korkumuz,
Başka türlü yaşanmaz.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

17 Ağustos 2020 Pazartesi

Deniz II

Bir daha dönmeyecek çocuklar
Bin bir çeşit balığına yem oldu.

Yolcusunu istiyor eteklerinde
Sana doğru açılmış
Milyonlarca avuç.

Şimdi vinçler boşaltıyor
Yarı insan, yarı toprak olanları
Ve zafer marşları çalınıyor ha bire.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

14 Ağustos 2020 Cuma

Deniz I

Sana hoş mu görünüyor
Kalçaları katran kokan
Gemilerin sarhoş hali?

Ölüm rüzgârları var limanlarında
Haberin yok,
Her kıyında fabrikalar
Zulmediyor.

Kıyıların kan ağlıyor
Kıyıların leş dolu,
Utan iki yüzlü deniz,
Açlara karşı utan
İçin için kaynamaya.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

10 Ağustos 2020 Pazartesi

Çile

Ne düşünür bu mahzun yüz?
Bilinmez.
Dert çekilir, dökülmez
Bu dört duvar arasında.

Benim değil gözlerim
Benim değil ayaklarım ellerini
Ölü müyüm, diri miyim,
Bilinmez.

Bir güzel sabah vakti
Bir müjde çın çın ötse
Bu dört duvar arasında
Bilinmez, acap çıldırır mıyım?
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

7 Ağustos 2020 Cuma

Hasat

İçimiz ferah,
Hasat günü yakındır.
 
Bereketliymiş tohum
Toprak namuslu,
Ağaçlar cömert.

Ağlayarak uyuduğumuz uykudan
Gerine gerine uyanıyoruz.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

3 Ağustos 2020 Pazartesi

Bir Yolcu Beklemekteyiz

Bir yolcu beklemekteyiz
Yükselttiğimiz yapıdan
Açtığımız kapıdan
Kurduğumuz şehirden
Yasadığımız şiirden
Bir yolcu beklemekteyiz.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

31 Temmuz 2020 Cuma

Vapur

Neden misafirliğimi hatırlatır
Yazları gövdemi uzattığım
Kışlan tabanımı korkarak bastığım
Bu toprak?

Tükendi kazanımı dolduran sabır
Durmadan taşınan bu kara vapur
Uğrasın bizim iskeleye de.

Daracık bir kamaraya uzatıldım
Gemi halat aldı
Dostlar toprakta kaldı,
Meraktayım acap kimler
Yolculuk elbisemi giydirecekler,
Hangi eller taşıyacak
Omuz boyunca beni?


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Alarga

Gece mandaların gözlerindedir
Sabah medar kuşlarının gagalarında.
Çimen bulut, tarla tohum
Her şey yerli yerindedir
Bense ömrün alargalarında.
 
Ve sen iskeleyi tutmaya bak.
Akşam çamur gibi aktıkça.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

24 Temmuz 2020 Cuma

Köprü Altı

Lezzet bolluğunda şımaran deniz
Geceler ıslak ıslak girsin koynuna;
Köprü altı bizim için
Şimdilik.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocuklar

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Utanıyorum Yaşamaktan

Kardeşlerim dövüşüyor
Varşova'da, Paris'te
Kardeşlerim diziliyor kurşuna
Ya bir duvar dibinde
Ya bir meydan ortasında
Kafileler, kafileler, kafilelerle.

Utanıyorum yaşamaktan
Dostlar can pazarında
Bir kurşuna satılırken;
Hiçbir şey gelmese de elimden
Canımı da mı veremezdim
Birinizin yerine?
Kanımı da mı dökemezdim
Yeni dünya temeline?

Açın bütün kapıları
Ben de işe yararım.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

17 Temmuz 2020 Cuma

Dertliydim Apostol

Kadehimi son damlasına kadar içirdiler
Günahların kefareti ödendi
İnsan için nem varsa felaketlere verdim
Akşamın hayrolsun
İndir kepenkleri
Sabahlara kadar dertleşelim Apostol.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

13 Temmuz 2020 Pazartesi

Bahar

Terledi toprak
Gebe kaldı karım,
Baharı çocuğum karşılayacak.
 
Boyacım, al şu onluğu
Gözünü seveyim
Tez tut fırçanı,
Nerdeyse karım doğuracak.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

10 Temmuz 2020 Cuma

Bir Biz Varız

Bizim için döner çark,
Çarkçısı bizden
Kaptanı bizden
Tayfası bizden
Bir biz varız
Bu geminin içinde.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

6 Temmuz 2020 Pazartesi

Kahvaltı

Yıldızların hepsi birer muamma,
Hepsi ayrı âlemmiş.
Neme gerek?
Sen gündüzden haber ver.
Gün doğsun
Kahvaltımız senden olsun
Güneş reçeli.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

3 Temmuz 2020 Cuma

Azimet

Seneler sonrası tekrar yolculuk
Sükûn bulmuş limanlardan
Çocuklara söylediğim masalları yarım bırakıp
Göçebe kuşları
Ve kıyılara bağlı sandallarda uyuyan
Kayıkçıları uyandırmadan
Kaya oyuklarına sakladığımız afyonları unutup
Süzgün gözlü arkadaşlarla vedalaşmadan
Seneler sonrası tekrar yolculuk.
 
Dizlerinde tütün kurutan bafralı Yaşar
Ve sabahları "tövbe tövbe" çektiğim ıslak kumlarda
Gerinen çıplak, serseri çocuklar
Terli avuçlarında mendiller buruşturmadalar
Ve selam taşımadalar
Şehrin postacıları katar katar.
 
Hani pamuk minderde hatim indiren ağbabam
Bir nefesle fırtınalar doğuran nargile
Bir teknecik hamurdan harikalar yaratan yastaç
Yufkalarında teni kokan Şerife ninem
Raife'nin merdivenlerde gülen terlik sesleri
Dört köşe havuzlarda soğuttuğumuz şeftaliler
Ve ellerimizin memelerinde şekillendiği sütlü inekler? 
 
Sükûn bulmuş limanlara seneler sonrası avdet
Hasretini çektiğim rıhtım
Eski serseri arkadaşlar
Taze iklimlere kanat açan göçebe kuşlar
Ve bir ıslığıma evini harcayan çocuk
Ayak seslerimi tanımaz olmuşlar...
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

29 Haziran 2020 Pazartesi

Dert Mi Ararsın

Malum paradan yana çektiğimiz,
Dert mi ararsın sen bizde,
Dertten yana salkım saçak yüklüyüz;
Gülümse talihimiz, göster çocuk yüzünü
Hasretiz neşeye, güler yüze, sevince.

Nemiz eksik
Bu gökyüzü altında?
Soyunmuş dokunmuş bizi bekliyor
Bütün nimetleriyle, yaşamak.

Sevda mı istiyorsun, komşu kıza sevdaları
Yolculuk mu? İşte vapur, işte tren.
Meyveler dallarında geçen mevsimden güzel,
Ellerini uzatmanı bekliyor.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

26 Haziran 2020 Cuma

Ağaç

I
 
Bir ağaç ki düşünür
Bütün ömrünce,
Bir ağaç ki ağlar
Yağmur yağdıkça,
Derdi sorulmaz
Gölgesiyle yatılır
Koyun koyuna toprakta,
Meyvesi yenilir
Dalı kesilir üstelik.
Ve ben senin için ağlarım
Yağmur yağdıkça.
 
 
II
 
Çıldırtmağa kalkma beni
Çıldırmam.
Nasıl olsa benimsin
Yıldız yüklü ağaç.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

22 Haziran 2020 Pazartesi

İstanbul

İstanbul köprüsü yeşil boyalı
Ama tersi başkadır, yüzü başkadır;
Bir yanda Haliç,
Kervansaray, Eyüpsultan, mezarlık
Alın teri, kol kuvveti, mezbaha.
Haliç deri kokar, kan kokar
Haliç'te balık bile yaşamaz
Yarı ölü, yarı diri
Yarı ayık, yarı sarhoş
İnsanlar yaşar.
 
Bir yanda Boğaziçi,
Adalar Rüzgârı karpuz kokar,
Yeşil mi yeşil
İnadına denizi.
 
Yaşa İstanbul yaşa
Yeni zenginlerinle.
Bana senden hayır gelmez,
Çok çektirdin.
Bitpazarı şahidimdir
Az mı pabuç, palto sattım
Aç kaldım, az mı para dilendim
Bütün şehre borcum var.
 
Ben çok dertli adamım
Koyver benim yakamı
Senden bana hayır gelmez
Güzel İstanbul.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

19 Haziran 2020 Cuma

Borç

Bu şehri gemiciler kadar biliriz
Bize onlar öğretti çıkmaz sokağı
Islık çalar gibi rahatça tükürmeyi
Kaldırıma sırt verip simit yemeyi
Ve marul mevsiminde
Sandal başlarından
Gemi kalçalarına arzulanmayı.
Hayatımızı onlara borçluyuz.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

15 Haziran 2020 Pazartesi

18'inci Servis

Mahzundu
Bir batından dokuz doğuramadığına
Bir şehrin nefsini kudurtan Melahat
"Doğuracağım, kocam gelsin!" diyordu.
Mahzundu Toptaşından gelen Nuri,
Aya karsı kaval çalan, rahat işeyen çoban,
Doktor, sair, fabrikatör
En nihayet ben, büyük aktör
Büyük Danimarka prensi Hamlet
Gülüyor, ağlıyor, düşünüyoruz.
Bir şehrin feryadı uçuyor her koğuştan,
Deliler sesleniyor :
— "Derdimiz, derdimizle atbaşı
Yüzdük yüzdük kuyruğa getirdik leşi
Çıkacağız tel örgüler dışına."
— "Nereye? Güle güle hepinize
Ben memnunum yerimden
Ne korku var burada
Ne yiyecek kaygısı
Ağzıma geleni söylüyorum."
— "Akacak kan damarda durmaz."
— "Damarda kan kalmadı."
Bir başkası şahlanıyor :.
— "Dert soran kim, dinleyen kim?
Bu dünya bizlere babadan miras
Arslan payı kap kapanın elinde."
Ve bir deli :
"Allah kuvvet versin," diyor
"Top çeken beygirlere."
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

12 Haziran 2020 Cuma

Bir Dolap Dönüyor

I.
 
Hamdolsun yaşıyoruz
Diyenlerin dili kopsun
Gökyüzüne meftunuz
Yeryüzüne teşekkür
Bir dolap dönüyor
Gözümüz bağlı.
 
 
II.
 
"Biz varız" sesleri yükselir
Akşamüstü
Balık kokan mahallelerde
Mağrur çocuklar kavgaya hazır
Şehrin eteklerinde.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

8 Haziran 2020 Pazartesi

Dost

Değil kardeşim, değil
Gök mavi değil, dal yeşil değil.
C. S. Tarancı
 
İnan kardeşim inan
Gök mavidir, dal yeşil
Omuzun omuzumda
Nefesin nefesimde
Gökyüzünü yıldız yıldız
Dilim dilim bölüşürüz yeryüzünü,
Payına düşen dertler
Payıma düşer
Sen benim günümdesin
Ben senin gecende,
Bir ucu sende denizin
Bir ucu bende
İnan kardeşim inan
Aynı suda yüzer bindiğimiz gemiler.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

5 Haziran 2020 Cuma

Komşum

O şimdi yatağında sırt üstü yatmış
Ninni söyler uykularında.
Ne çocuk var uyuyacak
Ne beşik var sallayacak.
Komşum yapayalnız benim gibi.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

1 Haziran 2020 Pazartesi

Kahramanlar Kahramanı

Vinçle indirildim rıhtıma
Yüreğim kan ağlıyor,
Size dağlar gökler boyu hasretim
Göreceğim geldi sizi
Dizlerim, ayaklarım, ellerim.
 
Ellerim, düşündüğün oldu mu
Basımı kim kaşıyacak
Yemeğimi kim verecek ağzıma?
Ya ağlarsam, ağlarsam
Gözlerimi kim silecek?
 
Ben muzaffer bir milletin
Kahramanlar kahramanı,
Şimdi önümde mendil
Parsasını topluyorum
Büyük zaferin.
 
 
Cahit Irgat 
Bu Şehrin Çocukları

29 Mayıs 2020 Cuma

Korkuyorum

Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Gökler bile değişiyor lahzada.
Ardından geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu,
Korkuyorum.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Dört Duvar

Dört duvar arasındayım,
Uzaklara gidemiyor hafızam,
Unuttum bütün bildiklerimi,
Yaşamayı unuttum.

İnadına mı güzelsin akşamüstleri
Demir parmaklıktan gördüğüm deniz?
İnadına mı fiyakan, yan yan gidisin
Tombul kıçlı gemi?
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

22 Mayıs 2020 Cuma

Korkuyorum

Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Gökler bile değişiyor lahzada.
Ardından geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu,
Korkuyorum.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Dört Duvar

Dört duvar arasındayım,
Uzaklara gidemiyor hafızam,
Unuttum bütün bildiklerimi,
Yaşamayı unuttum.
 
İnadına mı güzelsin akşamüstleri
Demir parmaklıktan gördüğüm deniz?
İnadına mı fiyakan, yan yan gidişin
Tombul kıçlı gemi?
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları
 
 

15 Mayıs 2020 Cuma

Göç

Arzusuyla göç etmedi,
Kelepçeli götürdüler
Gece yarısı.

Ay vururdu odasına
Bir daha görünmedi.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Peşinden Söylenen Şarkılar

I

Kavun rüzgârları esiyordu o sabah
Meyva yüklü mavnalardan
Şehrin dizlerine düşüyordu bulutlar
Fesatlık şarkıları söyleniyordu
Kulaktan kulağa,
Ömrün kavun içi lezzeti vardı
Buna rağmen o sabah.
 
 
II
 
Irzına geçiyor şehrin asfaltlarının
Diz çökmüş, bağdaş kurmuş ve yüzükoyun
Süklüm püklüm ışıkların altında
Kemikleri çatlayan
Bahtlarına barbut atan, zar sallayan çocuklar.
 
 
III
 
Mirasını paylaşıyor çocuklar
Darağacını son uykuya salıncak yapan
Mağrur gözlü mahkûmların.
 
 
IV
 
Dost askerler, sıvacılar, garsonlar
Omuz omuza bu hıncahınç insanlar
El tetikte
Göz gedikte
Senin için
Benim için
Ve yarın için.
 
 
V
 
Mağrur gözbebeklerinde
İyi günler, kötü günler geçirdik
Nasıl unuturuz arka sokağı
Analık etti bize
Orospular bu şehirde.
 
 
VI
 
Terli mahallelerin çıplak taraçalarından
Onlarla ortak olduk malına
Yeryüzünün, gökyüzünün, denizin
Şarkıları şarkımızla iç içe
Yedi ayak dolaştı tekimizin pabucu
Hepimizin hepimizde ter muhabbeti
Ömür hakkı
Ölüm hakkı
Dostluk canı var.
 
 
VII 

Göklere silah sıkıyordu kahkahaları
Köprü altı, asfalt üstü çocuklarının
Ve kavun rüzgârları esiyordu o sabah
Her şey yerli yerindeydi
Yaprak bile düşmemişti dalından
Zafer şarkıları hazırlıyorduk
Zafer sabahlarına
Ve selam yolluyorduk kavun rüzgârlarıyla
Kabza tutan dost ellerin avuçlarına.
 
 
VIII
 
Süpürdüler gölgeni
Şehrin caddelerinden
Ve akşamı çamur gibi fırlattılar peşinden.
Bize mi öyle gelir, bize mi öyle?
Şehrin başı döndü hasretten,
Seni sordu öğle üstü
Kahvesinde dertleştiğimiz kahveci,
Cümle âlem seni sordu,
Hepimizin cebinde alaminüt resmin var
Kulakların çınlasın.
 
 
IX
 
Hırsımızdan çatlıyoruz
El sallayıp gemilerin ardından
Denizi taşlıyoruz
Balık gözlü
Avuçları deniz kokan çocuklarla beraber.
Kavun rüzgârlarıyla uzaklaştın şehirden
Kavun rüzgârlarıyla gel,
Sensiz yaşanılmaz bu şehirde.
 
 
Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

8 Mayıs 2020 Cuma

Dünyamız

Gölgem mi şu meydanda uzanmış yatan?
Yokluk fışkırıyor tabanlarından,
Ama siir söylüyor, yasadığı besbelli.

Gazete satan çocuk
Bulutlara uzatmış ağzındaki çiçeği,
Ayıptır, aç mı tok mu sorulmaz.

Duvar dibindeki orospu
İş bekliyor, aşikâr,
Aşikâr utandığı böylesine yaşamaktan.

Neden mahzun şu evine dönen memur
Şu meydanda taş kesilmiş abide
Şu marangoz, su ihtiyar dilenci?

Malum dünyamızın hali...



Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

4 Mayıs 2020 Pazartesi

Sabah

Komşum perdesini kaldırsın
Ve bakkal kepengini
Horoz sesine taksın güneşi
Gözkapağı çatlasın uyuyanların
Tayfa güvertede gerinsin
Irgat el toprağında
Arzusu sona ersin taşralının
Mahmutpaşa çarşısında.



Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

1 Mayıs 2020 Cuma

Muhabbet

Bombalarla şehirler
Kucak kucağa,
Ölülerle toprak;
Beni de alnımdan bir kurşun öptü.



Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

27 Nisan 2020 Pazartesi

İnsan Sesi

Dağlarda insan sesi var
Şehirde insan sesi
Rüzgâr değil, insan sesi
Dünyamızda dolaşan.



Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları


24 Nisan 2020 Cuma

Beowulf XIII - Beowulf'un Cenaze Töreni

     Kalbine onca yakın yaşlı kralı
can çekişir görmek çok üzdü cesur genci,
yer altında yaşayan ejder de gerçi
o kabus gibi katil de telefti.
Başında çöreklenip bekleyemeyecekti
artık defineyi, keskin dövme demir,
sivri uçlu hançer görmüştü hesabını.
Gök-gezgini yaratık yatıyordu işte
hazine odasında hazin haliyle.
Yaldızlanıp kayarak gece göğünde
gerine gerine gezinmek
yoktu artık, yığınla altınım var diye:
Beowulf'un bileğine boyun eğmişti.
Denir ki herkesin harcı değildi
canavarın karşısında cesaretle direnmek,
o zehir nefeslinin, ne de yalın kılıç
dalmak devlerin salonuna ve canavarı
gömünün başında nöbette bulmak.
     Hazine kazanılmış ve karşılığı
Beowulf'un hayatıyla ödenmişti. Her ikisi de
kendilerine kiralanan süreyi sonuna kadar
kullanmışlardı.
     Demeye kalmadı,
korudan çıktı kavga kaçkınları,
krallarını terk eden ödlek tavuklar,
onu birden bırakıp gitmişlerdi zor zamanında.
Şimdiyse utançtan kalkanlarının arkasına
saklayarak yüzlerini sokuluyorlardı ihtiyar
kralın yanına, zırhları, kılıçlarıyla.
Kralıyla omuz omuza kahraman
Wiglaf'i gördüler, kendinden geçmiş,
bitkin halde, ha bire su veriyor,
burada tutacağını sanıyordu böylece
kralın ruhunu, ya da Tanrı'nın kararını
değiştireceğini. Oysa Tanrı ne derse
o olur hakkımızda.
     Hayal kırıklığı içinde
sert sözler söyledi genç savaşçı,
korkakların hepsine hakaretler yağdırdı.
"Hakkaniyet sahibi herkes kabul eder ki,
sırtınızdaki zırhın, elinizdeki kalkanın sahibi,
şölen salonunda sel gibi bira sunan,
yanındaki savaşçılarla uzaktan yakından
bulup getirdiğini cömertçe paylaşan Beowulf
ziyan ediyormuş meğer zenginliğini.
Yani bir harp çıksa hali harapmış,
methedilecek pek bir meziyeti
yokmuş ordusunun. Yeri Göğü Yöneten,
kazanırsak kaynağı, sendelersek sebebi
yardım etti de neyse, yine yetti kendine,
göbeğini kendi kesti. Kavga kızıştığında
yapabileceğim pek bir şey yoktu,
ama yanına varınca yeniden yüreklendim.
Kılıcım başıyla buluştu ejderhanın,
hücumu hafifledi, ateşi köreldi.
Yazık ki en zor zamanında pek az
seveni koştu kralı savunmaya.
     "Vedalaşın bu yüzden ve ağlaşın,
ağlasın sülaleniz sizinle birlikte:
Herkese cömert el sizlere cimri,
ve yalnızca bir hayal olacak hediye kılıçlar.
Mahrumsunuz artık maldan ve mülkten,
kralların kulağına varınca bu korkaklık,
güzelim şanınıza düşürdüğünüz gölge,
kabilenizde herkes kaybedecek toprağını.
Ve evet, yeğdir ölüm ayıplı bir yaşama."
     Savaşın sonucunu ilan ettirdi sonra
kıyıda kamp kurmuş kalabalığa:
Bütün bir maiyet kederle ve merakla
oturup bekliyordu gözbebeklerini;
sorup durmuşlardı koca bir sabah:
Sağ mı geri dönecek, yoksa bu son günü mü?
Sakınmadı sözünü, hiçbir şey saklamadı
haberi ileten ulak: "Kulak verin" dedi,
"Halkın gurur kaynağı, kıymetli Got Kralı
cansız yatıyor artık, yarası yaşatmadı.
Başucunda serili yalnız belalısı da,
bıçak darbeleriyle delik deşik zavallı.
Beowulf kılıcıyla bitiremedi bir türlü
canavarın işini. Weohstan oğlu Wiglaf'se
Beowulf'un başını bekliyor. Yaşayan
bir kahraman, biri kalpten sevilen,
biri nefret edilen iki ölüye nöbetçi.
     Şimdi Gotlara savaş görünüyor,
Franklar ve Frizyalılar fazla sürmez duyar
kralın öldüğünü. Franklarla aramız
zaten kötü bir filoyla Frizya'ya
yelken açtığından bu yana Hygelac:
Orada Hetware'ler hücum edip
-hasmımız çok üstündü- hezimete
uğrattılar kralımızı, kendisi sağ
çıkamadı çatışmadan, savaşçılara
ganimet dağıtamadı. O gün bugündür
merhabayı kesmiştir Merovenlerin kralı. (1)
     "Ne barışa bağlılık, ne söze sadakat
beklemem İsveçlilerden de. Hatırlayın hele:
Ravenswood'a Ongentheow
Hrethel'in oğlu Haethcyn'i öldürdü,
kibirlerine yenilen Gotlar yiğit
Shylfinglere saldırdığında ilkin
Ohthere'nin babası beklemedi misilleme için.
Yaşlıydı ama az yaman değildi,
az zamanda devirdi deniz-kralını
kocamış karısını kurtardı, Onela ve Ohthere'nin
anasını, hanımın altınları çalınmıştı.
Sonra düşmanının peşine düşüp,
kovaladı başsız kalan birlikleri,
verilmiş sadakaları varmış ki onlar da
kaçıp sersefil Ravenswood'a sığındılar.
Yaralarını saramadan etrafları sarıldı,
tehditler, gözdağları dinmedi gecede,
baltayla koparacaklardı kellelerini,
hele bir gün ışısın, kuşlar gagalayacaktı
dar ağacında sallanan leşlerini. Durun ama,
umutları yitmişken yetişti yardım,
gün doğarken duyuldu Hygelac'ın borusu,
en seçme adamlarla izlerini sürmüş
ve bulmuştu onları başları en dardayken.
     "İsveçlilerle Gotların giriştiği kavgada
her yerdeydi yaşanan o karşılıklı katliam.
Sonra ihtiyar Ongentheow ihtiyatlı
davranıp arkasına çekildi duvarlarının:
Geri çekildi çünkü biliyordu
Hygelac'ın bir dövüşçü olarak dehasını,
o denizci birliğe karşı bir şey
yapamayacağının farkındaydı, ilk fırsatta
hücuma geçerdi Gotlar, o zaman da
ne karısını savunabilirdi ne sevdiklerini.
Demeye kalmadan daldı Hygelac,
İsveç kalesini kastı kavurdu
ve burçlarına çekti Got bayrağını.
Kır saçlı Ongentheow'u kötü sıkıştırdılar,
kılıçlardan bir halka kuşattı etrafını
ve Eofor'a kaldı Ongentheow'un kaderi.
Wonred'in oğlu Wulf öfkeyle vurdu,
kan süzüldü ihtiyarın kır saçlarından
yine de yıkılmadı yaşlı kahraman,
hızla döndü ve daha güçlü
bir misillemede bulundu. Miğferi yarılan
yürekli Wulf'un yeni bir darbeye
yetmedi gücü, yere düştü kan içinde.
Fakat vadesi dolmamış daha. Derin
yarasına rağmen yeniden toparlandı.
     "Kardeşi düşünce korkusuz Eofor,
Hygelac'ın askeri, havaya kaldırıp kılıcını
öyle bir vurdu ki o muazzam miğfer
parçalandı, kalkanı yardı kılıç,
halkının çobanı hayattan kırpıldı.
Kanlı savaş alanının kazananları
Wulf'a yardıma koştu, yaralarını
sarıp kaldırdılar. Ongentheow'u soydu
bir savaşçı hemen, götürüp Hygelac'a
teslim etti tüm savaş takımını,
zırhı, kılıcı, miğferi. Kabul etti o da,
ödül vaat etti ve tuttu verdiği sözü.
Eve dönünce Hrethel'in oğlu hediyeler
yağdırdı Eofor ve Wulf'a, yüzükler,
dönümlerce toprak, hepsi de çok değerli .
Düşmanı yok etmişlerdi, bu yüzden
onlardan hiçbir şeyi esirgemedi Hygelac,
hatta kızını Eofor'a hayat arkadaşı yaptı,
hem bir bağıştı bu hem dostluk bağıydı.
     "Kısaca, İsveçlilerle aramızdaki kin,
hiç yolu yok, yeniden canlanacak;
Beowulf'un öldüğünü öğrenir öğrenmez
sınırlarımızı geçip hınçla saldıracaklar.
Savaşçılarımız sapır sapır dökülüp
savunmasız kaldığımız sıralar, korudu o
malımızı mülkümüzü, tüm memleketi.
Halkı için didinip durdu daima,
kahramanca davrandı.
     Ama davranıp şimdi
son bir kez bakalım Yüce Yüzük Bahşeden'e,
kralımızı son seferine hazırlayalım.
Hazineler eriyecek cenaze ateşinde,
kolay kazanılmamış bir kucak altın,
yaşamına mal olan yüzlerce yüzük,
yalayıp yutacak hepsini alevler:
Hatıra niyetine hiçbir erkek
yanına bir eşya ayıramayacak ya da
bir altın kolye alamayacak hiçbir kadın,
güçlü liderlerinin gülüşü sustu
ve mutluluk veren yüzünden mahrum
kaldılar diye gece gündüz devamlı
boynu bükük dolaşacaklar. Bir sürü
mızrak kavranacak sabahın soğuğunda,
bir sürü el mızrakları havada sallayacak;
arp sesiyle uyanmayacak artık savaşçılar;
fakat bütün gün bahtsızlar üzerinde
uçtuktan sonra kara kanatlı kuzgun,
akşamüstü kartala, kurtla birlikte
cesetleri nasıl çekiştire çekiştire
yediklerini anlatacak." (2)
     Yaklaşık olarak böyleydi
genç adamın dile getirdikleri ve geleceğe
dair dedikleri, yazık ki yanılmıyordu.
     Dinleyenler gözyaşı
seline boğuldu, yürüyüp sonra
Earnaness altındaki o garip görüntüye
yaklaştılar. Ruhunun uçtuğu yerde,
kumda yatıyor buldular Yüzük Yağdıran'ı.
Zamanın evvelinde ne zaferler kazanmış
kralın atmıyordu artık kalbi.
Kral Beowulf'un ölümle buluşması
muhteşem olmuştu.
     İlk karşılaştıkları manzarayı
garip kelimesi yetersiz kalırdı anlatmaya:
Yılan yerde, kralla yüz yüze yatıyor,
dehşet verici, iğrenç, rengi dönmüş
yanmaktan ateş saçan yaratığın.
Kafadan kuyruğa toplam on beş metre.
Işırdı gece göğünde, geçmişte kaldı.
Tekrar inerdi inine, "Tamam!"
dedi ölüm, bir kez daha
mümkün değildi dönüşü mahzenine.
Yanında sürahiler, yığınla tabak,
sessiz şişeler, her biri servet
değerinde dövme demir duruyordu,
pasla yenmiş bin yıldır yer altında
beklemekten. O zengin hazine,
devler ırkından devralınan o miras
bir büyüyle korunuyordu: Bir başka deyişle,
Tanrı'nın Kendisi, İnsanın Koruyucusu
zaferlerle Taçlı Kral takdir ettiği
ve sevdiği birine izin vermedikçe
yüzük salonuna yaklaşamazdı kimse.
     Tüm olan biten boşa çıkardı
hazineyi taşın altına gömme hatasına
düşenin umutlarını. Daha başlangıçta
insanların en hasını harcadı ejderha
fakat bunun bedelini ağır ödedi.
Adı dilediğince dillerde olsun,
bir savaşçının son nefesini nerede
vereceğini kim bilebilir? Vadesinin
dolacağı, içki evinde dostlarla
huzur içinde oturmanın hayal olacağı
vakti kestiremez kimse. Vahşi ve kurnaz
gömü bekçisiyle yüz yüze geldiğinde
böyle oldu Beowulf için de,
kendisi de habersizdi hangi şekilde
gideceğinden. Hazineyi oraya gömen
soylular orada yatan servete el süreni
kıyamete dek lanetlemişler, korkunç
bir ceza dilemişlerdi, doğru.
Fakat Beowulf'un altınlara ilk bakışı
bencilce duygulara dayanmıyordu.
     Weohstan'ın oğlu Wiglaf konuştu:
"Bir kişinin bildiğini okuması,
çok kişinin başını belaya sokar sık sık.
Bize olan bu. Sevgili kralımız
ne dediysek dinlemedi, rahat
bırakmadı define bekçisini deliğinde,
ne olurdu sanki dünyanın sonuna dek
yaşayıp gitseydi o da yerin altında?
Yüce yazgısının gereğini yaptı.
Mahzen boşaltıldı ama büyük bir maliyetle;
kralı bu karşılaşmaya itense
kuşkusuz kötücül bir kaderdi.
Ben içerdeydim, gömünün tamamını gördüm
taşın altında beni pek tatlı şeylerin
beklemediğini bile bile indim.
Bir kucak dolusu altını çabucak
seçip buraya getirdim ki görsün kral.
Henüz kendindeydi, hayatta
ve bilinci yerindeydi, biraz zayıf düşmüş
olmasına rağmen birçok ricası vardı.
Size selam söyledi ve şunu iletmemi
istedi benden: Bedeninin yakılacağı
bölgede her yana hakim
muazzam bir anıt-mezar yaptıracağız,
ki taçlandırsın tarih boyunca dünyaya
gelmiş, görmüş ve galip ayrılmış
savaşçıların en seçkininin yattığı yeri.
Şimdi bir kez daha gidelim ve gözlerimiz
bayram etsin doya doya bakarken
duvarın altında duran defineye.
Öne düşüp size dolup dolup taşan
sandıklarda korunmuş altın külçeleri,
göz kamaştıran yüzükleri göstereceğim.
Hemen bir sedye yapılsın ve hazır
olsun geri döndüğümüzde, gözbebeğimiz
kralımızın bedenini bundan böyle
Yeri Göğü Yaratan'ın yüksek ilgisiyle
uzun yaşayacağı yere taşıyalım.
     Sonra yiğitlik timsali Wiglaf,
bölgedeki önemli kişilere buyurup
odun devşirilmesini istedi dünya iyisi
Sevgili Beowulf için:
     "Birazdan alevler saracak
kralımızı, o ki kılı kıpırdamazdı
gökten tufan gibi yağarken çelik,
gergin yaylardan fırlayıp gelen
okların fırtınası deli gibi döverken
duvarını kalkanların, kuyruğu tüylü değnek
sivri ucu hedefe uçururken."
     Weohstan'ın bilge oğlu bunları deyip
kralın yedi askerini yanına aldı,
en seçmelerini ve sekiz savaşçı
lanetli mezara daldı . Liderleri bir meşale
taşıyor, diğerleri onu takip ediyordu.
Kuraya filan gerek duymadılar kim
yağmalayacak diye bu görkemli ganimeti,
hepsi biliyordu ki hazinenin tamamı
orada duruyordu zaten alsınlar diye.
Değerli yükü hemen yukarı taşıdılar.
Sürüngeni sürüyüp uçurumun ucundan
denize bıraktılar, dalgaların işiydi
bundan sonrası. Büklüm büklüm altınları
arabayla, kır saçlı kralıysa
tabutuyla Hronesness'e taşıdılar.
     Yakma töreni için odunları yığdılar,
özenle istifleyip süslediler bir güzel,
Beowulf'un buyruğuna harfiyen uyup
miğferler astılar sağına soluna, parlak zırh,
ağır kalkan. Sonra kaldırıp krallarını
ortasına yatırdılar, yas tuttular bir yandan
ünü dünyayı tutan değerli adam için.
Bir tepenin üstünde tüm cenaze
ateşlerinin en yükseğini yaktılar;
buram buram büyüdü kara dumanlar,
ateşin gürlemesi boğdu hüngürdemeleri,
rüzgar sustu, bir alev kasırgası esti,
küle kesti kemik kafesin içi.
Acıları tarifsiz, kayıpları tesellisizdi,
bağırlarına vura vura, bağrışa çağrışa
ağlaşıyorlardı. Got bir kadın bir ağıt
yaktı; saçlarını bağlayıp serbest bıraktı
kaygılarını, feryat figan bir kabusu anlattı:
Aç kurtların işgalinde geniş yurt,
her yerde dağ gibi yığılı cesetler,
kan, kölelik ve her türlü horlanma.
     Got halkı gemicilerin ta
uzaklardan görebileceği hakim ve heybetli
bir mezar inşaya başladılar burunda
ve tam on gün içinde tamamladılar.
Kahramanlarının anıtıydı bu. Küllerini
önde gelen ustaların ördüğü bu güzel
yapının içine yerleştirdiler.
Mezara kolyeler, mücevherler koydular
ve yürekli gençlerin girip gömüden
getirdikleri diğer değerli şeyler.
Hazineyi toprağa gömdüler tekrar,
yerin altına gitti, derine onca altın,
eskiden olduğu gibi, kimseye kalmadı.
Sonra at sırtında on iki savaşçı
dönmeye durdular mezarın etrafında;
askerlerin oğulları, bükülmez bilekli,
ağıtlar yaktılar yana yakıla,
kaybettikleri insanın, hem de kralın
yasını tuttular. Yücelttiler yaptıklarını,
gözü pekliğini göklere çıkardılar,
çokça teşekkür ettiler eli açıklığına
ve doğru olanı yaptılar, neden derseniz:
Kişi oğlu övmeli kıymetli kralını,
hem de aziz tutmalı hatırasını
bedeni binasını boşaltacağı zaman.
Ocak başında bunca yıl birlikte
halka yapıp oturduğu Got halkı
yasını böyle tuttu ölen Beowulf'un.
Dediler ki: Dünya kuruldu kurulalı.
gelmiş geçmiş kralların içinde
en mantıklı ve en merhametlisiydi o,
had safhada şefkatliydi halkına,
herkesten çok hevesliydi şöhrete.



Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl



1. Merovenler Frankların kraliyet ailesiydi.
2. Kuzgun, kartal ve kurdun yiyecek bolca ceset bulabilecekleri savaş alanlannda bir
araya gelmeleri Alman efsanelerinde çok rastlanan bir motifti. Kader o kadar belirgindi
ki bu hayvanlar olacakları önceden sezebiliyorlardı.

20 Nisan 2020 Pazartesi

Beowulf XII - Beowulf Ejderhaya Saldırıyor

      Beowulf sürdürdü sözlerini ve son kez
geleneksel şekilde övündü. "Hayatımı riske
atardım gençken sık sık. Gel gör ki artık
yaşlandım, fakat mademki kralım, yine de
kavgadan kaçmayacak ve yine kazanacağım.
Yeter ki terk etsin şeytan yer altı kalesini,
ve beni açık arazide bulsun.
     Sonra değerli dostlarına seslendi tek tek,
miğferli, kararlı ve soylu savaşçılara:
"Eğer ejderhayla baş etmenin başka
bir yolunu bilseydim, yine elime almazdım silah.
Geçmişte Grendel'le ilgili
dediklerimi nasıl doğruladıysam,
ejderha hakkında da haklı çıkardım.
Ne var ki, soluğunda erimiş zehir var
bu yaratığın; ben de bu yüzden,
demir giysi ve kalkanla gidiyorum.
Bir mağara muhafızı karşısında korkup
geri kaçamam. Gerisi Tanrı'ya kalmış,
ikimizin arasında yaşanacak her şey yazgıdır.
Kararım kesin ve fazla konuşmak
gereksiz bu kanatlı kertenkele için.
     "Dostlarım, siz burada durun, zırhınızla
güvende ve bu ölümcül kavga bitince görün
hangimiz daha iyi dayanıyoruz yaralarımıza.
Bu elbette sizin davanız değil,
ne de benden başkasına düşer boyunun
ölçüsünü vermek bu canavara. Cesaretimle
yeneceğim onu ya da bu ölümcül kavga,
bu kıyamet kapıp götürecek kralınızı."
     Sonra kalkanını yüklenip yürüdü
bu meşhur kral, zırhı ve miğferiyle,
tamamen kendi gücüne güvenerek kayanın
altına girdi. Ödleklere göre bir iş değildi.
     O güne dek defalarca savaşa
girip hepsinden galip çıkmış
yaşlı savaşçı sert kayanın yüzünde
bir taş kemer tespit etti, buradan
-höyüğün girişi olmalıydı- sıcak hava
dalgaları esiyordu, dayanılmaz sıcak.
Çok güçtü gömünün yanında durup
canavara direnmek bu alev denizinde.
Sonra haykırdı Gotların en görkemlisi,
ciğerlerini boşaltıp kasırga gibi koptu,
hiddeti hesapsız. Gri taşın altında
duvarlara çarpa çarpa çalkandı
bu düello daveti. Depreşti kin ve nefret
sesin sahibinin bir insan olduğunu
anlamakta gecikmedi gömü bekçisi,
barış ve görüşme devri bitmişti,
burnundan buram buram tüten öfkesi
patladı kayalardan. Bir gürültü patırtı.
Aşağıda Beowulf kalkanını kaldırdı:
Silkindi, kıvrandı ve kinle dolu
sürgün yaratık, elinde ata yadigarı
kılıcıyla hazır bekleyen krala yöneldi.
Öfkeden deliye dönmüş iki düşman da
korku salıyordu ötekinin kalbine.
Uzun kalkanı yanında, kılı kıpırdamadan
dikildi kral yine de ve atıldı yılan:
Alevlerden bir yumak sekip yuvarlanarak
koşuyordu kaderine. Kalkanı beklediği
korumayı sağlamadı maalesef meşhur krala,
fazla dayanamadı. Bu son defada ilk kez
Beowulfa zafer bağışlamayacaktı Kader.
Ve Gotların lideri kolunu kaldırıp vurdu
rengarenk pullara, tek parça koparamadı:
Çınlayarak indi, evet, bir çizik açtı,
fakat kat kat fazlası lazımdı bundan.
Mezar muhafızı öfkeden kudurdu,
köpürdü, ölümcül alevler kustu:
Darbeyi teninde hissedince dev bir
dalga olup kabardı öldürme duygusu.
Muhteşem bir zaferden mahrum olmuştu
Beowulf, kalın deriyle buluşmuştu ama
o güne dek ilk defa yarı yolda
bırakıyordu kılıcı. Kolay değildi elbet
Beowulf için buraları bırakıp ötelerde
bir yere taşınmak, hesapta yokken,
ama olmalı. Çünkü kimse kalıcı
değildir dünyada.
     Çok geçmeden daha
kızgın rakipler yine kapıştı. Cesaretlenen
gömü bekçisi gerildi, göğsünü şişirdi,
öyle bir yel estirdi ki her yöne,
kral alevler içinde çaresiz kaldı.
Hiç yardım alamadı soylu yoldaşlarından,
o seçme birlik safları bozdu, can derdiyle
kaçıp ormana attılar kendilerini.
Fakat içlerinde vicdanlı biri vardı:
Büyük kalpler görmeze gelemez kan bağını.
     Adı Wiglaf'ti, oğullarından biri Weohstan'ın,
Aelfhere soyundan saygın bir Shylfing.
Kor kesilen miğferi içinde kralın
başı dertte olduğunu görünce, derhal,
kendisine bolca bağışlanan hediyeleri düşündü,
babasından kalan tüm haklarla birlikte,
huzurlu hayatını Waegmundingler arasındaki.
Seyirci kalması söz konusu olamazdı.
Sarı ahşap kalkanına sarıldı bir eli,
diğeri antika kılıcı kavradı -
Denir ki Eanmund'du bu silahın sahibi,
babasını Weohstan öldürmüştü bir vakit.
Sürgündü Ohthere, yakınları yanında değildi,
teçhizatını akrabalarına teslim etti Weohstan,
revnaklı miğferi, örme zırhı ve işte o
hatırasını devlerin. Onela'ysa hepsini
geri çevirdi: Galibin hakkı galipte kalsın.
Ölen, kardeşinin oğlu olmasına karşın
kan davası gütmedi. O giysileri,
kılıcı kaybetmedi Weohstan, oğluna kalıt
bıraktı aldığında babasının yerini.
Son günlerindeyse Mızraklı-Gotların önünde
pek çok silah verdi Wiglaf'e.
     Ve işte şimdi,
genç adam kralının yanında savaşa girecekti,
dövüşteki ustalığı ilk defa sınanacaktı.
Güvenini yitirmedi Wiglaf ve ata yadigarının
yüzü dönmedi, yüz yüze durduklarında
keşfedeceği gibi kertenkelenin.
     Kederli sesiyle
akıcı ve akıllıca sözler söyledi Wiglaf:
"Biranın ırmak gibi aktığı günler
hatırımda, kralın huzurunda sadakat
yemini verdiğimiz: Yüzük Yağdıran'ın yüce
lütfuna sonuna kadar layık şekilde,
herhangi bir sebepten başı sıkıştığında,
tüm o malzemenin, zırhın, kılıcın, miğferin
hakkını vereceğimizi vaat etmiştik.
Kalabalık saflar içinden eliyle seçti bizi,
bu işe yakışır görüp yüceltti,
-bu cömert armağanları bağışladı bana-
en değerlileri olduğumuzu düşündü de ondan
askerleri arasında. Hal böyleyken,
şu yakarcayla yalnız yüzleşmek istemesine
rağmen Ülkemizin Koruyucu Kalkanı,
kahramanlığın kitabını yazan kralımız
bükülmez bileklerimizden yardım beklerken,
durmak yakışmaz, davranın yetişelim,
çekip alalım onu bu ateş çemberinden.
Tanrı şahidimdir ki, kralımla aynı şekilde,
o yalaz yaksın beni bin kez yeğlerim
elimde kılıç ve yürekte utançla
eve dönmektense. Düşüncesi bile korkunç,
düşmanın karnını deşip Gotların
kralını kurtarmadıkça dönmek ne kelime?
Farkındayım, bizim için yaptığı fedakarlıklar
çok daha fazlasını hak ediyor, deyin
o halde, böyle yalnız başına
düşüp kalmak mı olmalı kaderi? Yok,
yekvücut olmalıyız dağılmak yerine:
Zırhla kılıç, miğferle kalkan."
Sonra dağlayan dumanın içine daldı,
sadece şu sözlerle seslendi kralına:
"Dayan Sevgili Beowulf, devam et,
gençlik vaadini yerine getir. Yaşadığım
sürece asla leke sürdürmem demiştin
adına ve şanına. Şöhretin dünyayı tuttu,
tutun öyleyse sevgili kral ve kal
durduğun yerde olanca direncinle,
yettim." Bu yaman sözler yeniden
kızdırdı ejderhayı, ateşini körükledi,
alevlerden diliyle aradı düşmanlarını,
nefret ettiği insanları. Ne yazık ki
anında yandı, kül oldu kalkanı Wiglaf'in,
vücudunu saran zırh fayda vermedi.
Fakat kendi kalkanı kömür
gibi ufalanıp dağılınca, delikanlı,
Beowulf'un sağlam kalmayı başarmış
tablasının ardına sığındı hızla seğirtip.
     Aldığı cesaretle coştu,
şan kazanma hevesiyle şevklendi Beowulf,
kılıcını canavarın kafasına hınçla vurdu.
Kırıldı Naegling. Beowulf'un emektar kılıcı
bütün umutlarını boşa çıkardı.
Keskin demirden yana şanslı değildi,
zaten en gerektiği zamanda
hayal olurdu ondan umduğu hayır.
Kolunu indirdiğinde, ne kadar kanlı,
ne kadar sert olsa da kılıç
darbenin şiddetiyle parçalanıp dağılırdı,
kulağıma gelen bu, öyle güçlüydü yani.
     Sonra halkın belalısı, ateş soluyan
ejderha deliye döndü ve üçüncü defa
hücuma hazırlandı. Fırsatını bulunca
bir alev seliyle kaptı savaşçıyı
ve sivri tırnaklarını boynuna sapladı.
Kızıl kana bulandı Boewulf'un bedeni,
ılık kanı oluk oluk fışkırdı.
     Denir ki Weohstan'ın değerli oğlu
kralının güç durumunu gördü de
yetişti yaradılıştan gelen cesaretiyle.
Ama kılıç tutan eli kazaya uğradı,
yandı. çünkü başı hedeflemek yerine
biraz aşağıyı nişanlamıştı. Neyse ki
nakışlı kılıç karnını deldi
canavarın ve alevler giderek cılızlaştı.
     Bir kez daha gücünü topladı kral,
belinden savaş için bilenmiş
bir hançeri çekip çıkardı. Ve öyle bir çaktı ki
böğrüne, canavar canhıraş çığlıklarla böğürdü.
Canavarın üstesinden gelmişti cesaret.
O akraba ikili ve iki asil ortak
düşmanı yok etmişlerdi. Ders çıkarmalı
bundan, bize ihtiyaç duyulduğu an
hazır olmalı. Heybetli krala dönersek yine,
bu, dünyadaki sayısız başarılarının,
seferlerinin ve zaferlerinin sonuncusu oldu.
     Çünkü hemen sonra,
bu yer-yakanın daha evvel açtığı yara
yanıp şişmeye başladı. Beowulf'un ciğerlerini
ve karnının içini kemiriyordu
ölümcül zehir, midesi bulanıyordu.
Oturacak bir yere yöneldi. Bakışlarını
o devasa taşlara dikti, toprağın nasıl
kolonlarla, kalın kemerlerle
desteklendiğine dikkat etti.
Yardımseverlikte eşi yok o savaşçı
kendi elleriyle yıkadı kralının yaralarını,
miğferini çıkarıp yüzünü suyla sildi.
     Beowulf konuştu, yaralarına karşın,
yaralar ölümcüldü, yine de konuştu, çünkü
farkına varmıştı ki şu fani dünyada
son anlarıydı bunlar, kendine ayrılan süre
hızla bitiyor, ölüm başucunda bekliyordu.
"Beni vücudunda yaşatacak bir veliaht,
bir oğul doğurtsaydım -kısmet değilmiş-
bu zırhı hediye etmek isterdim şu an.
Elli yıl boyu bu ülkeyi yönettim.
Hiçbir komşu kabilenin kralı
cesaret edemedi benimle cenge,
beni korkutmayı gözü kesmedi.
Bahtıma düşeni aldım, benimsedim benim olanı,
kavgalar kışkırtmadım, yalan yemin etmedim.
Tesellim budur, ölüm bunca yakınken,
Her Şeye Hükmeden kötü düşünmeyecek hakkımda,
doğru davranışlarım sayesinde, soluğumu verirken
kardeş kanı dökmekle suçlamayacak beni.
Koş şimdi kıymetli Wiglaf, gri kayanın
altına, canavarın yattığı yere git,
gözlerine ziyafet çek hazineleriyle,
haydi durma: O tarihi altınlara doya doya
bakmak, o mücevherlere... ancak böyle mümkün
kolayca kayıp gitmem bu hayattan,
epeydir başımda kalan tacı bırakmam."
     Yüzü hızla solgun ve yorgun lordunu
durup dinledi Weohstan oğlu ve derhal
zırhıyla mahzene indi zafer sarhoşu,
hayal edilemez bir hazine buldu
tahtın arkasındaki sandıkta. Duvarlardan sarkan
süsler, yerlere saçılı çil çil altınlar,
yaşlı-yakıcının odası yıpranmış
kupalarla, vazolarla doluydu, eskiden kalma.
Paslı, yenmiş başlıklar, süslü bileklikler
dört yanda. Dilediğin kadar derine göm,
göz ilişmez kuytuya sakla,
her durumda kayıp gider elinden hazineler,
sandıklar dolusu altın sana kalır sanma.
     Sonra bir sancak gördü som altından,
hazinenin üstünde bir kuyumculuk harikası.
Öyle bir ışık saçıyordu ki , sayesinde Wiglaf
sağı solu ayan beyan seçebiliyor,
mücevherleri seyrediyordu. Ses seda
yoktu ejderhadan, cansız yatıyordu.
Sonra, duyduğum kadarıyla, bu delikanlı
ilkel devirlerden kalma o delikte
bulduğu kabı kacağı doldurdu kucağına,
sancağı da unutmadı, o şahane nişanı.
     Kralın bağışlamaz bıçağı bitirmişti işini:
Definenin çevresinde dönenip duran,
geceleri ateş püskürten pullu yaratık
saf dışı bırakılmıştı.
     Hazineyi görmenin heyecanıyla
koşarak döndü Wiglaf. Derin bir kaygı
yerleşmişti yüreğine, açıkta, bıraktığı yerde
hala hayatta bulmayı umuyordu Beowulf'u.
     İçi içini yiyerek yanına vardığında,
bir kan gölüne batmış gördü kralı,
son nefesindeydi, ömrü nihayet buluyordu.
Yeniden silmeye koyuldu elini yüzünü.
Hüzünlü gözlerle altınları süzüp
yavaş yavaş konuştu kral:
     "Her şeye hakim olan Yüce Tanrı'ya
Şerefin ve Şanın Şelalesi'ne şükür ki
bu define önümde duruyor şimdi,
halkıma böyle bir hazine bırakıyorum.
Ve son nefesimi bu servete
sahip olmak için sarf ettiğime göre,
bundan böyle sen bakacaksın insanlarıma,
daha fazla dayanamam ben.
Adamlarıma söyle, küllerim soğuyunca,
kıyıda bir buruna kursunlar mezarımı.
Hronesness ufkunda her daim halkıma
beni hatırlatsın ve 'İşte Beowulf'un mezarı!'
desin yolu düşen denizciler,
sürerken gemilerini sisli sularda."
     Altın kolyesini çözüp genç savaşçıya
verdi sonra cömertliği sonsuz kral,
yanında demir giysi, yaldızlı miğfer.
"Son temsilcisi sensin Waegmundingler'in (1)
Kader kar gibi kürüdü hepimizi,
asil kandan gelen koca bir sülaleyi
alıp götürdü ecel ve sıra bana geldi."
     Savaşçının son sözleri oldu bunlar.
Başka bir diyeceği yoktu. Yakıldı bedeni,
ve göğüs kafesinden kanatlanıp ruhu
yüce ruhlara ayrılan yere gitti.



Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl



1. Wiglaf'in hem İsveçli hem de Beowulf'un Gor kökenli sülalesi olan Waegmundling'li
olduğu belirtiliyor. Bu çifte kimlik okuru şaşırtmamalı, çünkü aile bir noktada taraf
değiştirmiş ya da farklı kabilelerden iki aile evlilik yoluyla birleşmiş olabilir.

17 Nisan 2020 Cuma

Beowulf XI - Ejderha Uyanıyor

      Kötü bir kader bekliyordu onları
sonraki günlerde kavganın göbeğinde.
Hygelac öldü ve Heardred'in kalkanı
karşı koyamadı Shylfingler'in vahşetine.
Deneyimli savaşçıydı düşmanlar,
merhametsiz ve mahir kılıç ustasıydılar,
hezimete uğrattılar bu fatih halkı,
alaşağı ettiler başlarını;
böylece bir gün
     Beowulf'a kaldı geniş krallık.
İyi bir yönetici oldu o da elli yıl boyu.
Yıllar geçtikçe arttı bilgisi, görgüsü,
güven içindeydi halk, herkes hoşnuttu.
     Fakat bir gün, gecenin hükümdarlığına
bir ortak peydah oldu, bir ejderha,
cümlesinin canına tak ettirdi.
Tavanı taştan bir mezar-tepede,
bu sarp yerdeki sapa kümbetlerde,
bir hazineyi bekliyordu. Kimsenin bilmediği
gizli bir geçit vardı burada.
Nasıl olduysa, biri yolu bulmuş
ve ulaşmıştı dinsizlerin bu definesine.
Mücevherli bir kupayı alıp kaçmış,
bir hırsızın hileleriyle uyuyan ejderhayı
alt etmişse de, hayrını görmemiş ganimetinin
ama çileden çıkarmayı başarmıştı canavarı,
yöre halkı bunu pek yakında öğrenecekti.
     Ejderhanın gömüsüne gizlice giren
ve onu küplere bindiren kişi aslında
bilerek yapmamıştı bunu: Efendisinin
dayağından kaçan gariban bir köle,
yanlışlıkla oraya düşüyor yolu
ve dehşete düşüyor . . . . . . . . . titriyor
zavallı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . paniğe kapılıp kaçıyor,
elinde değerli . .  . . . . . . . . . . . . . . . . . (1)
metal eşyayla. Mezarda bir yığın
yadigar vardı. Çünkü vaktiyle unutkan
biri özenle buraya istiflemişti
soylu bir ırkın bıraktıklarını.
Ecel gelip götürmüştü hepsini
epeyce evvel. Ve soylarının son
temsilcisi, hikayelerini anlatacak tek kişi,
kendisini de aynı kaderin beklediğini
görebiliyordu: Hazinenin verdiği haz
fazla devam etmeyecekti.
     Dalgaların yakınında,
geniş bir tepenin üstünde, girişi güvenli
taze bir höyük vardı. Her şeyi,
bütün eşyaları, altından kap kacağı,
korumaya değer ne varsa oraya taşıdı.
Konuşması kısaydı: "Ey kara toprak,
bir zamanlar beylerin evinde bulunup
şimdi kahramanların bulamadıklarını kabul buyur,
ilk sahipleri sendin, senden kazıp çıkardı onları
şimdi sonsuzluktaki o saygıdeğer adamlar.
Savaş silip süpürdü halkımı,
helak oldu hepsi. Sevgili hayatın yüzüne
salonda baktılar en son. Bense
yalnız kaldım, kılıç taşıyacak ya da
kupaları parlatacak kimsem yok yanımda,
dostların yerinde yeller eser şimdi.
Altın süslemeli miğferin
soyulacak kaplaması; savaş maskesini
parlatacak usta uyuyor, paslanıp çürüyor
kıyamet bir kavgada kalkanlar tokuşurken
nice kılıç darbelerine dayanmış zırh,
tıpkı sahibi gibi. Bir sağa bir sola
dolaşıp durmayacak savaşçının sırtında
birliğiyle beraber. Ne titreşen arp,
ne ritim tutan tef, ne takla atan şahin,
ne şimşek hızlı at avluda şakırdayan.
Talan ve kıyım tek canı sağ koymadı."
İşte böyle yas tuttu terk edilmiş ve yalnız
dolaşırken dünyada, derdi arttı düşündükçe
bahtsızlığını, nihayet basıp boğdu
ölümün seli onun da kalbini.
     Karanlıkta Kol Gezen
gelip gördü ki gömünün kapısı açık.
Mezarlıklara musallat o yanan yaratık,
yalabık derili ejderha neredeyse yakacaktı
gece göğünü alevden dilleriyle,
çiftliklerde çalışanlar çok korkuyordu ondan.
Yer altında define aramak, dinsizlerin altınını
beklemekti işi - bir işe yaramaz gerçi,
çünkü üç yüz yıldır insanlığın bu yıldırıcısı
o kuş uçurulmayan mahzeni korumuş,
ama korktuğu olmuştu. Elinde kupayla
doğruca sahibine koştu hırsız, af diledi.
Sonra varıldı höyüğe, hazine yağmalandı,
köle sahibi ilk kez görüyordu
eskilerin bu eserlerini.
     Ejder uyanınca ortalık kızıştı yine.
Öfkeyle kıvrandı, acıdan kudurdu
düşlere dalmış başının ta dibinde
görünce hırsızın izlerini. Bundan hisse,
demek ki kişinin günü daha gelmemişse
kolayca kurtulur kederden, cezadan,
Tanrı nelere kadir değil ki?
     Define nöbetçisi uykusunu
bölen tecavüzcünün yerini tespit
için çabalarken höyüğün çevresinde
delice dönüyor, dağlıyordu değdiği yeri.
O terk edilmiş arazide tek kimse
görünmüyordu ama o iyice kurup gerdi
kendini bir kapışmanın hayaliyle.
İçeri koşup tekrar tekrar kupayı aradı,
tek bulduğuysa bir talancının
define odasına daldığına dair
işaretler oldu. Ve gömü gardiyanı,
hazinenin hamisi, hararetle bekledi geceyi,
kupayı kaybetmek kanına dokunuyor, hatta
kanını fokur fokur kaynatıyordu, ilk fırsatta
vuracak, ortalığı ateşe verecekti.
Güneşin sönüşünü sevinçle izledi,
karanlık bastığına göre daha bekleyemezdi
duvarın gerisinde. Gerilip atıldı,
bir ateş topu. Tarlalarda çalışanlar oldu
ilk kurbanları, ama meraklanmasındı,
Yüzük Vericilerinin de az vakti kalmıştı.
     Ejderha alev püskürtüp pırıltılı evleri
ateşe verdi: Müthiş bir hararet vardı,
yüreklere korku salan, bu Göğe Kanat Çalan
çünkü canlı bir şey bırakmazdı ardında,
her yerde yarattığı kıyametin kanıtları.
Uzakta ya da yakında yaşayan
tüm Gotlar zarar gördü bu zehirli
nefretten, bu bağışlamasız baskınlardan.
Sonra hazinesinin yanına koşuyordu hemen,
şafak henüz sökmeden inine saklanıyordu.
Kasıp kavurmuştu, yakıp yıkmıştı yurdu,
şimdi höyükte halinden hoşnut
ve güvendeydi, fakat geçiciydi bu.
     Bir gün kara haber verildi Beowulf'a,
binaların en yücesi, kendi evi yanmış,
kül olmuştu taht makamı. Müthiş bozuldu,
mateme boğulurken: "Mutlaka" dedi,
"Ölümsüz Tanrı'nın teşebbüslerine taş koydum,
baş kaldırdım buyruğuna bilmeden." Allak bullaktı,
alışılmadık kaygı ve keder karartmıştı zihnini;
bütün bir kıyı bölgesini cehenneme
çevirmişti ateş ejderi, küle ve çöle
döndürmüştü kaleleri ve insan elinin değdiği
tüm yapıları. İşte bu yüzden,
yüreği pek kral bir öç planı hazırladı.
Savaşçıların hamisi, sarayın sevgilisi
saf demirden bir kalkan ısmarladı
demirci ustalarına: Bilmez değildi,
ıhlamur kalkanlar hamur gibi dayanıksız
olurdu, tutuşurdu ahşap. Vakit tamamdı işte,
şu yalan dünyada yüzleşmekti yazgısı,
ömrünün günbatımı, bitimiyle günlerinin;
ejderha da öyle, çok uzun süredir
dünyaya direk gibi durduysa da definesiyle.
     Yüzüklerin Kralı kendine yediremezdi
devasa bir ordu dizmeyi
göklerin vebası bu garabetin karşısına.
Şu kadarcık korkusu yoktu ondan,
ne gücünü ne cesaretini ciddiye alıyordu.
Grendel'le karşılaşmasından galip çıkıp
Hrothgar'ın salonu Heorot'u temizledikten,
o şeytan ve annesinin şerrine son verdikten
beri kurtulmamıştı çünkü başı beladan.
     Kucak kucağa kapışmaların
en yürek yakanı Frizya'da yaşandı.
Got halkının dostu Hrethel oğlu
Hygelac hayatını kaybetti orada
kana susamış, kindar bir kılıç darbesiyle.
Beowulf ise yüzmedeki büyük başarısı
sayesinde sağ kaldı: Kazandığı otuz
savaş giysisini, ganimetlerini sırtlayıp
çıktı kıyıya. Kalkanlar yüzleri kapayıp
hararetli bir hal aldığında kavga,
Hetware'li savaşçılar heveslenmesindi zaten,
pek azı eve dönerdi düşmanları Beowulf'sa.
     Uçsuz bucaksız denizde bedbaht, bir başına
yüzüp Ecgtheow oğlu yurduna döndü,
tahtı ve hazineyi ona teklif etti Hygd:
Hygelac'ın ardından düşman hücumlarına
karşı ülkeyi koruyamazdı kendi oğlu.
Fakat onca ısrara, onca ricaya razı
olmadı Beowulf, Heardred'i ezerek, hayır,
tacı asla kabul etmezdi. Evet, tabii ki
destek verdi, kanat gerdi prense,
olgunlaşıp Gotlara layık bir lider
oldu o da zamanla.
     Ve onun zamanında,
iki sürgün, denizden gelip Gotlara sığındı.
Ohthere'nin oğulları, Shylfing kabilesinden
içki evinin sahibi olan İsveç'in en seçkin
kralına karşı ayaklanmıştı. Heardred'in sonunu
bu olay hazırladı ve Hygelac oğlu
konukseverliğinin karşılığını ölümcül bir kılıç
darbesiyle aldı. Onela İsveç'e döndü,
Beowulf tahta geçti ve Got halkını
haşmetle yönetti. Hakikat, iyi bir kraldı.
     Kanını yerde bırakmadı katledilen prensin.
Yalnız kalan Eadgils'in yanında yer aldı,
silah ve asker yolladı deniz yoluyla
ve zorlu çatışmadan sağ çıkamadı Onela.
     Uzun lafın kısası, o güne kadar
ne badireler atlatmıştı Beowulf,
tehditler, tehlikelerden tertemiz çıkmıştı
ve işte ejderhayla kapışacaktı şimdi.
Gotların kralı yanına on bir kişi
katarak keşfe çıktı. O ana kadar
halkının başına saran bu belaya
neyin neden olduğunu öğrenmişti.
Değerli kupayı bulan ve bütün
bu kavgayı başlatan kişi bizzat
getirip vermişti onu krala ve bu kölenin de
katılmasıyla sayıları on üç olmuştu. Sıkıştırmış,
zorla kılavuz yapmışlardı zavallıyı.
O da gönülsüzce peşine taktığı grubu
yalnızca kendinin bildiği o yere götürüyordu.
Deniz kıyısında kabaran dalgaların
yakınında bir höyük, hepsi harika
bir yığın metal eşyayı muhafaza ediyordu.
Gözcüleri tekinsizdi, gözünün biri hep açık,
yer altındaki gizli gömünün gardiyanı,
kimsenin harcı değildi hakkından gelmek.
     Yaşlı kral kayaların tepesine oturdu.
Altınlarını, aşını ve aynı ocak başını
paylaştığı Gotlara güzellikler diledi.
Bir ağırlık gelip yerleşmişti yüreğine,
huzursuzdu, öleceğini hissediyordu.
Bilinmez ama bir o kadar da kesin
Kader varıp çalacaktı kapısını,
kastan, kemikten koparıp alacaktı canını,
kralın ruhu yakında bedeninden kurtulacaktı.
     Ecgtheow oğlu Beowulf şöyle buyurdu:
"Sayısız akından sağ çıktım gençliğimde
ve nice savaşlardan, sayabilirim tek tek.
Yedi yaşımdayken beni yanına aldı,
her türlü ihtiyacımı karşıladı Hrethel,
bir yeterken bin yağdırdı, yani
iyi bir akrabaydı, ayırt etmezdi beni
Herebeald'dan, Haethcyn'den ya da Hygelac'tan,
en az kendi çocukları kadar severdi.
Talihsiz bir kazaya kurban gitti
Herebeald, en büyükleri; kardeşi Haethcyn'in
boyasız uçlu oku gelip onu buldu.
Asla bir kasıt yoktu, tamamen yanlışlıkla
bir kardeş diğerinin katili olmuştu.
Ama telafisi olmayan bir talihsizlikti,
kim alacaktı prensin öcünü ya da kan
bedelini kim ödeyecekti? Bakın bu (2)
oğlunun gövdesini darağacında gören
yaşlı bir babanın ıstırabına benzer.
Sallanan gövdeyi kargalar gagaladıkça
nasıl da içi yanar: Ama yararı yok,
onca yılın bilgeliği boşuna.
Her sabah oğlunun öldüğünü hatırlar,
uyanıp yatağında. Yaşama sevincini yitirir,
ilki sonsuzca ölümün sultasındadır madem,
Tanrı ikinci bir veliaht verinceye dek
bomboş bakar oğlunun yaşadığı yere.
Salon sessiz kalmış, süvariler uykuya dalmış,
ateşi yel, piyadeleri ecel almış,
bir varmış, bir yokmuş, masalmış hayat.
Arp nağmesiz, avlu neşesiz;
hasretle yanarak ve yapayalnız uzanır
yatağına ve inceden bir ağıt yakar;
her şey gereksizce geniş görünür birden,
binaların içleri, ovalar bayırlar.
     "İşte böyle harap
haldeydi Herebeald'ın ölümünden sonra
Got lideri. Gereken şeyi yapmak,
suçluyu geleneğe göre cezalandırmak
zorundaydı ve Haethcyn'e karşı zerre kadar
sevgi kalmasa da içinde, buna bir türlü
eli varmıyordu. Kalbi keder kırgını
ve yorgun, hayatın neşesine yüz çevirdi.
Tanrı'nın ışığını seçip ayrıldı, tarlaları,
evleri evlatlarına bırakarak, varlıklı tüm
kişilerin yaptığı gibi.
     "Sonra İsveçlilerle Gotlar
birbirine düştüler, arada engin deniz,
aralıksız kan döküp amansız dövüştüler.
Hrethel'in ölümünden sonra düşmanlıklar doğdu.
Ongencheow'un oğulları vazgeçmiyor, var güçleriyle
saldırıyorlardı bir sahilden öbürüne,
bütün barış çabalarını baltalıyor,
Hreosnahill civarında ha bire pusu kuruyorlardı.
Dayım bunları yanlarına bırakmadı, fakat
bildiğimiz gibi, ağır bir bedelle,
iki kardeşten biri kurban oldu.
Gotların lideri Haethcyn hayatını
kaybetti bir kavgada. Ardından,
duydum ki gün doğar doğmaz
kardeşinin katili Ongentheow'a kılıç çekip
yürümüş dayım. Eofor bir darbede
ikiye bölmüş İsveçlinin başlığını, adam
cansız yığılmış yere: Kan dökmekten
nasırlanmış eli ne yaptıysa engel olamamış
o ölümcül vuruşa.
     "Hygelac'ın verdiği hediyeleri,
nasip kısmet olup da kavgaya girdiğimde,
yaldızlanan kılıcımla yeterince ödedim.
Bana toprak ve toprakla gelen güvenlik
duygusunu vermişti, yani bu durumda,
gidip Danlardan, Gifthalardan, İsveçlilerden
benden daha güçsüz gençlerin arasından
paralı asker mi bulma derdine düşsün?
Hep önünde yürüdüm, en ön safta yer aldım;
böyle devam edecek can bu tende durdukça,
vurdukça kılıcım ki hiç düşmedi elimden
iki ordu önünde öldürdüğümden beri
Frank Oayraven'i. Frizya Kralı'na ganimet
olarak bir göğüslük götüremedi,
can verdi cesur ve soylu sancaktar.
Ama kılıç değildi onu canından eden:
Çıplak ellerim durdurdu çarpan kalbini,
kırdı kaburgalarını, şimdiyse kılıçla el,
birlikte verecekler ejderhanın hakkını."



Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl



1. Orijinal nüshanın bu bölümü önsözde bahsedilen yangından epey zarar görmüş,
bazı dizeler editörler tarafından onarılmışsa da bazıları tamamen okunamaz durumda.

2. Kaza sonucu gerçekleşen ölümlerin bile intikamının alınması gerekiyordu.












13 Nisan 2020 Pazartesi

Beowulf X - Beowulf Eve Dönüyor

     Koca yürek yatağına çekildi.
Altın süslemeli, kemerli, yüksek salonda
uyudu konuklar da. Kart sesli karga
binbir şamatayla duyurdu göklerdeki düğünü.
Sonra, bir ışık seli süpürdü gölgeleri,
hemen kalktı savaşçılar. Dönmek için sabırsızdılar:
Öz yurtları çağırıyordu çok uzaktan;
ve gözü pek yolcu güvertesinde olmaya
can atıyordu tepelerin ardındaki teknesinin.
Sonra korkusuz kahraman Hrunting'i
getirip Unferth'e geri verdi.
Teşekkür etti kendisine emaneti için,
"Çok işe yaradı" dedi "düelloda."
Kılıcın kesmeyişiyle ilgili hiçbir imada
bulunmadı ama. Düşünceli biriydi.
      Tam teçhizat donanmış, dizildi hepsi,
hemen yola çıkmaya pek hevesliydiler.
Kralın oturduğu sekmeye yürüdü soylu
liderleri ve Hrothgar'a şöyle hitap etti:
"Geniş denizi aşıp gelen biz gemiciler
Hygelac'a dönmeyi diliyoruz artık.
Hoş muamele gördük burada, müthiş eğlendik.
Yeryüzünde bugüne dek yaptıklarım
dışında ve sizin takdirinize değer,
başka işler kaldıysa, bilin ki efendim,
yürekten hazırım yeni bir maceraya.
Öte kıyısından denizin gelirse kulağıma,
-bugüne dek sıkça yaptıkları gibi-
komşu kralların savaşla karşı karşıya
bıraktığına dair haberler Dan halkını.
bin kişilik birlikle biterim burada.
Hygelac bir kral için hayli genç
olabilir ama bildiğim bir şey var ki,
gün gelir şartlar gösterir de,
keyfiniz kaçar, dirliğiniz tehlikeye düşer de,
mızraklardan geçit vermez bir çit
örmem gerekirse çevrenizde,
yardımını esirgemez, maddi ya da manevi.
Ve Hrethric, bir prens olarak
görmeye gelirse sarayımızı, endişe
buyurmasın, sıcak dostlar bulacak.
Kendisi karşılanmaya değer kimselere
elbet çok şey katar yabancı yerler."
      Aldı Hrothgar, şöyle cevapladı:
"Tanrı söyletti bu sözleri sana,
nasıl da yürekten konuştun.
Bu yaşıma geldim. bunca genç birinin
duymadım daha yerinde tespitler yaptığını.
Bedenin demir gibi, düşüncen olgun,
belagat gücün yüksek. Olur da bir gün,
bir mızrak ucu, bir kılıç ağzı,
bir hastalık elinde Hrethel'in oğlu,
halkınızın kalkanı yitirirse hayatını
ve sen de sağsan hala, suyu seven
Gotların yurdunu yönetmeyi istersen,
o yere senden daha çok yakışan
birini bulamazlar, kanaatim budur.
Sana beslediğim sevgi, kıymetli Beowulf,
gün geçtikçe büyüyor. Birbirimize karşı
eskide yaşanan düşmanca duygulara rağmen,
Gotları ve Danları ortak bir dostluk
ve barış havası altında bir araya getirdin.
Çünkü bu ücra ülkenin başında ben
durduğum sürece, sürekli el değiştirecek
hazineler, iki taraf karşılıklı hediyeler
gönderecek, kıvrık burunlu gemiler
gönül almalık anmalıklar taşıyacak,
mekik gibi dokuyarak mavi denizi.
Biliyorum ki Gotlar güvenilir insanlar,
o eski anlayışla, savaşta dürüst düşman
ve bağlılıkları yüksek dostturlar barışta."
     Sonra Danların Koruyucusu kahramana
on iki mücevher verdi, vira deyip
sağ salim dönmesini diledi sevdiklerine,
çok geçirmeden tekrar gelmesini söyledi.
Sonra o iyi kalpli, kır saçlı Dan
öptü Beowulf'u, boynuna sarılıp
gözyaşlarına boğuldu. Bilge krala
malumdu çünkü, maalesef bir kez daha
görüşemeyeceklerdi. Ve öyle güçlüydü ki
içinde depreşen duygular, ihtiyar
onları saklayamıyordu . Sanki bir el
yüreğinin tellerini sızlatarak geriyor,
derisinin altında kanı damarlarını yakıyordu.
     Sarılma sona erdi;
Beowulf altınlarla bezeli, ışıl ışıl,
yürüdü çimenlerde. Demirledikleri yerde
harekete hazır bekliyordu gemisi.
Yola çıktılar. Yere göğe kondurulamıyordu
Hrothgar'ın cömertliği, herkes ha bire
ondan dem vuruyordu. İleri yaşlara dek
eşsiz bir kral olarak tahtta kaldı,
ve yaşlılık yavaşça yendi onu,
ki zaten kimi kayırmış zaman?
     İçleri sevinçle taşan delikanlılar
dalgalara yürüdüler, yine tam donanımlı
savaş giysileriyle. Onları gören
sahil gözcüsünün selamı bu kez
düşmanca değildi hiç, dörtnala
sürüp indi yanlarına, ışıltıyla yanan
giysileri içinde gemiye çıkarken
hayırlı yolculuklar diledi. "Eve döndüğünüzde
bayram yapacaklar" dedi, "yediden yetmişe."
Sonra koca tekneyi kumsala çekip
hazineyi yüklediler, atları, silahları;
demir aldı kıvrık burun, gemi direğinin
dibinde dağ gibi bir yığındı Hrothgar'ın hediyeleri.
     Geminin başında bekleyen nöbetçiye
altın kakmalı bir kılıç verdiler,
ki sonraki günlerde, bu kılıç sayesinde
bira masasında büyük ilgi görecekti adam.
     Sonra mavi dalgalara dalıp
Danimarka'yı arkada bıraktılar.
     Derhal bir yelken çekildi direğe,
doğramalar inledi, doğru yönden esen rüzgar
dümdüz iteleyip sürdü dalga-yaranı;
okyanus akıntılarına bata çıka, boynu
köpük köpük bir kısrak gibi
katlayıp gitti gemi mesafeleri,
nihayet Gotlar aşina kayalıklarından
bildi yurt kıyılarını. Yumuşacık yel
tekneyi usulca taşıyıp kumsala koydu.
     Yel yeperek yaklaştı liman nöbetçisi,
yuvarlanan dalgalara seğirtti. Epeyce süredir
gözlerini ufka dikip dönmelerini
beklemişti dostlarının. Der demez,
palamarla bağladı vasıtalarını, bakarsın
bir ters dalga alır açığa taşırdı.
Sonra kralın verdiği hediye sandığını
indirtti güverteden, gideceği yer zaten
iki adım ötedeydi; Hrethel'in oğlu,
varisi, altın veren Hygelac
güvenli bir tepede kurmuştu kalesini,
maiyetiyle birlikte orada meskundu.
     Bina harikaydı, kral haşmetle
oturuyordu salonda; eşi Hygd o sıralarda
henüz pek taze ve saray tecrübesi
yalnız birkaç yılla sınırlı olsa da
son derece kendinden emin ve düşünceliydi,
Haereth'in kızı cömertçe hediyeler
dağıtır ve halkından hiçbir şeyi sakınmazdı.
     Ne kadar da farklıydı Kraliçe Modthryth'ten:
Kötülükte hiç sınır tanımazdı hani.
Yanılıp kimse bakmasın yüzüne,
gündüz vakti gözlerine dikmesin
kraldan başka biri, eyvah! bakışlarını,
olacaklar belliydi: Eli kolu bağlanır,
prangaya vurulur, hüküm verilene dek
türlü işkencelere tabi tutulurdu.
Kılıç iner, giderdi kelle,
bıçak keser, akardı kan ve ölüm
bütün iğrençliğiyle boy gösterirdi.
Güzelliği dillere destan bir kraliçe
dahi öyle aşmamalı haddini.
Aksine barış dokumalı, dokunmamalı
masum halkın hayatına hayali hakaretlerle,
ama Hemming'in akrabaları buna
bir son verdiler. İçki sofralarında zira
şu rivayet dolaşır dilden dile:
Duruldu, daha az bela kesildi
daha az gaddar oldu gözü pek
Offa ile evlendikten sonra:
Altınlarla süslü, sevgi dolu
babasının bizzat getirdiği
bir gelin olarak bindi gemiye,
derin denizler aşıp genç damada gitti.
Takip eden yıllarda onurlandırdı tahtı,
yaptığı iyilikler, yaşama tarzı
övgüler aldı, kahraman krala
bağlılığı bir de, ki iki deniz
arasında dolaşsan diyar diyar,
daha iyi bir kralla karşılaşılmazdı.
Civar coğrafyalarda cömertliğiyle
saygı görürdü Offa, savaşçı ruhuyla,
uzgörülü savunmasıyla öz yurdunu.
Soyu Eomerle sürdü, Garmund'un torunu,
Hemming'in akrabası, askerlerin hamisi,
yegane temsilcisi unutulmaz yengilerin.
     Kahraman Beowulf ve kafilesi
geniş kumsalı geçerken doğdu
güneş, dünyanın mumu güneyden
uzanarak ısıttı genç krala gidenleri.
Ongentheow'u haklayıp halkını koruyan
kralsa yüzük dağıtıyordu kalesinde.
Haber hemen uçtu Hygelac'a,
Beowulf'un surlardan girdiği ve sağ esen
salona doğru yürüdüğü tam o sıra.
Kralın buyruğuyla bütün birlikler
saf saf dizildi ve salonda yer
açıldı karşılama için.
     Hygelac yüce kelimelerle
selamladı sadık beyini, bu sağ
çıkmayı başaran adamını çukurdan,
karşılıklı oturdular. Haereth'in kızı
elinde sürahiyle dolaşıp duruyor
dövüşçülerin uzattığı kupaları dolduruyordu.
Sonra Hygelac saygılı bir üslupla
sorular sormaya başladı eski dostuna.
Deniz-geçen Gotların anlatacağı
her hikayeyi heyecanla dinleyecekti:
"Öyle birden karar verip Sevgili Beowulf,
Heorot'ta dövüşmek için hareketinden
sonra nasıl geçti yolculuğun? Ve yolun
bitiminde Hrothgar'a hayrınız dokundu mu?
Derdini dindirebildiniz mi? Doğrusu,
çıktığın bu sefer çökertti beni,
çok kaygılandım, dedim ki kendi kendime,
'Bırak ne halleri varsa görsünler Beowulf,
canavara dokunma, Güneyli Danlar
kendileri halletsin Grendel'le hesaplarını.'
Ama Tanrı'ya şükür, işte tekrar
başın gövdenin üstünde görüyorum seni."
     Ecghteow oğlu Beowulf buyurdu:
"Olan bitenler, sevgili kralım, bir sır
değil epeydir dünya yüzünde:
Grendel'le karşı karşıya geldik, dadanıp
Zafer Shieldinglerine büyük zayiat
verdirdiği, kol bacak koparıp
canlarına kıydığı tam o yerde. Ama yerde
koymadım kanlarını, öyle ki Grendel'in
soyundan tek bir soysuz bile,
ne çok yaşarsa yaşasın yalan dünyada,
o şafakta girdiğim şiddetli çatışmadan
böbürlenerek bahsedemez.
     "Karaya ayak basar basmaz
yüzük salonuna varıp Hrothgar'ı selamladım.
Maksadımı duyunca Halfdane oğlu hemen
kendi oğullarının yanına buyur etti beni.
Mutluluk dolu bir masaydı. Doğrusu,
biranın bunca sevildiği başka bir yerde bulunmadım.
Kraliçe de bizzat katılıyordu bazen,
halkların arasında bir barış halkası,
gençleri yüreklendiriyor ve bir altın yüzük
veriyordu yerine geçmeden. Ya da ara sıra,
Hrothgar'ın kızı sunuyordu kupayı
kıdem sırasına göre yaşlı kurtlara:
Adının Freawaru olduğunu fısıldadılar,
elindeki mücevher kakmalı kaseyle dolaşırken
altın giysisi içinde genç gelini lütufkar Ingeld'in.
Shieldinglerin Yardım Eli
çok umut bağlıyor bu beraberliğe:
Kangrene karmış yaraları sağaltıp
durduracağını düşünüyor dökülen kanı.
     "Mesele bir kralın ölümü olunca mızrak
meyillidir oysa hemen misillemeye,
gelin isterse dünya güzeli olsun.
     "Heatho-Bardlar ne hisseder bir düşünün
Ingeld ve beyleri yanlarında bu hanımla
şölene yürürlerken. Danlar yerini almış
eğleniyorlar, göz kamaştıran giysileriyle;
mest olmuş misafirler gelinin maiyetinde
örme zırhları görüyorlar, bir zamanlar
ataları giyerken Danların ganimet niyetine
aldıkları zırhları; kılıç kılıca kavgada
Heatho-Bardlar kol kıpırdatamaz olup
kardeşleriyle beraber düşerken bir bir.
Derken içki masasında bir mızrakçı,
yakıcı anıları canlandırınca bu yadigarlar,
yüreği kederden kabarınca, daha fazla
gem vuramayıp duygularına, gençleri
kışkırtıcı şu kelimeleri sarf edecek:
'İyi bakın, tanımadınız mı babanızın kılıcını,
en gözde silahını, hani o son gün
Danlarla vuruşmaya koşarken kuşanmıştı?
Withergeld katledilip adamlarının kaderi
belli olunca Shieldingler kazandı. Ve şimdi
o katillerden birinin oğlu buraya
geliyor gerine gerine ve sırtındaki zırh,
başındaki miğfer babanızın mirasıydı sizlere.'
Böyle sürdürür sözlerini, hatırlatır, suçlar,
kindar kelimelerle kızıştırır ortalığı
ve yıkılır hanımın yanındakilerden biri:
Babasının eski borcuna bedel,
bir delikle karnında kanlar içinde.
Çevreyi iyi bilen katil kaçar, kurtulur,
sonra iki taraflı beyler bozar yeminlerini,
barış sona erer ve şiddetli bir
nefret birikmeye başlar İngeld'in içinde,
savaş kızıştıkça karısına sevgisi
yavaş yavaş kaybolur. Kısaca, ben olsam,
bel bağlamazdım Heatho-Bardların içtenliğine,
dostluklarını samimi, Danlarla ortaklıklarını
sağlam bulmuyorum.
    "Saygıdeğer Efendim, şimdi
Grendel'le macerama geri dönüyorum,
kucak kucağa kapışmamız sırasında
olup bitenleri detaylarıyla duyacaksınız.
     Göğün mücevheri usulca gömülüp toprağa,
o alacakaranlıkların koyu kabusu
gelip saldırdığında salonda nöbetteydik.
Hondscio kurban gitti hışmına ilk,
yok olmakmış yazgısı, yazık
son derece sadık bir yoldaşımız
Grendel'in dişleri arasına düştü,
tek kırıntı bile bırakmadı canavar.
Dudaklarından kan damlıyordu, doymuştu,
fakat öyle öfkeliydi ki, salondan
eli boş ayrılmak istemiyordu;
beni gözüne kestirip uzandı birden.
Koca bir torbası vardı, tuhaf bir aksesuar,
taşıması kolay, basit, ejderha derilerinden
yapılmış ve şeytani yollarla
birleştirilmiş bir yamalı bohça,
kılına dokunmamıştım ama kuduruk şeytan
işte bu torbaya tıkacaktı beni illa.
Fakat ayağa fırladığım anda fırsat
vermeyecektim buna, öfkem büyüktü.
Nakletmek uzun sürer öcünü nasıl
aldım o caninin harcadığı her canın,
ve nasıl yücelttim adınızı, hem yalnızca
sizin değil, tüm değerli halkımızın.
Grendel kaçtıysa da geride bir el bıraktı,
sağ elini, Heorot'a bir hatıra,
derin yenilgisine bir delil bıraktı
göle batarak gözden yitmeden önce.
     "Danların kralı zaferime karşılık
bolca armağan bahşetti bana,
dövülmüş altınlar ve daha neler neler.
Sabahla bir, ziyafet sofrasında
aldık yerimizi, hesapsız yedik içtik.
Şarkılar türküler, heyecan ve şevk vardı,
yaşlı bir ozan, yaman bir hikayeci
geçmiş, uzak günlere götürdü bizi.
Bazen bir yiğit tir tir titretti
arpın tellerini, gerçek ve trajik
olayları nakletti; ne de kralın kendisi
geri durdu hikaye anlatmaktan,
doğa dışı öykülere değişiklikler uydurdu;
ya da yüzünde savaş yaralarıyla
yaşlı bir kahraman özlemle yad ediyordu
vakti zamanında kazandığı zaferleri,
kocamış kalbinde kabardıkça anılar
aşka gelip coşuyor, kendinden geçiyordu.
     "Orada pek eğlendik ta akşama dek,
sonra başka bir gece örttü gözlerimizi.
Yaktı, yıktı, yok etti acılı anne,
yüreğindeki yokluğu böyle giderdi,
koşup vardı gecikmeden, aniden vurdu,
gafil avladı birini kaptı götürdü.
Ve bilge Aeschere böylece
canından oldu. Ertesi günse cesedini
bulup yakamadık elbet, bedeninden birkaç
parça bile yoktu odun yığınının
üstüne koymaya. Dağlara kaçarak orada,
şelalelerin altına sığınmıştı şeytan,
o güne dek aldıklarından daha ağır
bir darbeydi, dayanamadı Hrothgar.
Yüreği yanık kral bana yalvardı,
'Hygelac'ın adına, haydi bir daha
dene şansını, şan şeref kazan,
dal suya' dedi. Ödüller vaat etti.
Böylece herkesin bildiği gibi,
kozumu paylaşmaya indim koyu kabusla.
Bir süre çıplak elle çarpıştık,
sonra aka kıvrıla döküldü kan,
mağarada bulduğum koca bir kılıçla
kesip aldım kellesini Grendel'i doğuranın,
güç de olsa kurtuldum, ecelim gelmemişti.
Halfdane oğlu, Danların hamisi
beni bu defa da hediyelere boğdu.
     "Böylece geleneği yerine getirdi kral,
ve fedakarlığımı fazlasıyla ödedi,
Hrothgar'ın hazinesinden dilediğimi seçtim.
Bunları, Kral Hygelac, bahtiyarım
size sunmaktan. Sayenizdedir çünkü
bu refah ve huzur. Sizin dışınızda hem,
sizin kadar yakın, kaç yoldaşım var?"
Sonra yaban domuzu başlı bayrak,
kunt metalden muharebe miğferi,
kırağı rengi örme zırh, kakmalı kılıç
getirildi buyruğuyla ve devam etti Beowulf:
"Bu savaş takımını bana takdim ederken
onun gönlünde yüce bir yeri olduğunu da
bilhassa belirtmemi istedi benden,
Hrothgar dedi ki ağabeyi Heorogar
kuşanmış bunları uzun seneler boyu,
maalesef miras bırakamamış sadık
oğlu Heoroweard'a. Hayırlı olsun."
    Duydum ki dört at sunulmuş
sonra, Beowulf o takımla birlikte
dört doru küheylan vermiş,
hepsi rüzgara rakip. Akraba dediğin
böyle yapmalı zaten, kumpas kurup
fitne fücur düşünerek her fırsatta,
kardeşlerinin kanına kastetmemeli.
Yenilmez Beowulf yeğeniydi kralın
ve sonuna kadar sadıktı amcasına,
birinin canı yansa, diğerinin ciğeri sızlardı.
     Bir de duydum ki Beowulf, kral kızı
Wealtheow'un verdiği enfes kolyeyi
sunmuş Hygd'e; eğerleri işçilik harikası,
üç yatkın atın yanı sıra.
Gerdanlık ışıldıyormuş Hygd'ın göğsünde.
     İşte böylesi bir yiğitti Beowulf;
kavgada yenilmez, ama asla yararlanmayı
düşünmezdi rakibinin zor durumundan;
şanına yakışır şekilde davranır,
diyelim, dövüşe başı dumanlı
çıkmış hasmını bir turnuvada
öldürmezdi sırf kana susamışlıktan,
kendini tutar, Tanrı'nın hediyesi
dayanılmaz kuvvetini ve doğal yetilerini
dikkatle kullanırdı. Hiç dikkat çekmemişti
oysa uzun bir süre, koç yiğitler katında
esamesi okunmazdı, içki salonunda
kral bile kıymet vermezdi ona,
cılız bir filiz olduğuna hemfikirdiler (1)
Fakat son dönemde değişmişti her şey,
cesaretiyle büyük beğeni kazanmıştı Beowulf.
     Meşhur kral, halkının koruyucu miğferi,
Hrethel'in hatırası olan altın emaneti
getirtti, en güzelini Got hazinesindeki
mücevher işlemeli kılıçların.
Onu Beowulf'un kucağına bırakıp
bir de toprak bağışında bulundu,
dört bin dönüm, bir saray ve taht.
İkisinin de ata yadigarı yurtlukları
olmasına rağmen rütbesi yüksek olanın
payı da büyük olurdu.


Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl


1. Beowulf"un silik gençliğinden başka bir yerde söz edilmiyor ve aslında böylesi sönük
bir gençlik portresi onun Breca'yla girdiği yüzme yarışı hikayesiyle çelişiyor.








10 Nisan 2020 Cuma

Beowulf IX - Heorot'ta Bir Başka Kutlama

      Ecgtheow oğlu Beowulf buyurdu:
"Ey Halfdane oğlu, Shieldinglerin şahı!
Gölden bu ganimeti getirdik mutlulukla,
bir zafer hatırası, size hediyemizdir.
Diplerdeki kavgadan kıl payı kurtuldum.
Tanrı yardım etmese kurtulamazdım asla,
o boğuşmadan bilin ki sağ çıkamazdım.
Son derece sert olmasına karşın,
Hrunting'den hayır gelmedi kavgada,
fakat Evrenin Efendisi izin verdi de,
-ne de olsa yoldaştır hep yalnızlara-
duvarda bir kılıç çekti dikkatimi,
belli ki devler için dövülmüş, eski
fakat pırıl pırıl. Bir ara fırsat
buldum işte, vurup ikiye böldüm
mağara mahluklarını. Şu kabzayı merak
ediyorsanız, eridi kakmalı kılıç;
kabardı, tutuştu, yandı o kan selinde,
kabzayı kurtardım tek, kapıp getirdim,
ama Danlara yaptıkları yanlarına kalmadı.
Ve lütfen Shieldinglerin şanlı lideri,
huzur içinde uyuyun artık Heorot'ta.
Tek bir ferdiniz bile bir felakete
kurban gitmeyecek, kaygınız olmasın:
Ne kır sakallı savaşçı ne de en körpe
yiğit, eskiden olduğu gibi yok yere
canından olmayacak bundan böyle."
      İhtiyar krala sunuldu altın kabza,
eskilerden bir hatıra, hürmetli lider için.
O kuyumculuk harikası, Danların kralına
geçmiş oldu böylece, devrilip gidince
iki canavar. O günaha gark olmuş,
Tanrı'nın lanetlediği eli-kanlıların
murdar bedenlerini ölüm maaile
çekince sahneden, krala kısmet oldu,
ki Kuzey diyarında hediyeler dağıtan
başların arasında en bonkörüydü o,
iki deniz arasında sonsuzca sevilen.
      Hrothgar konuştu; ama kabzayı inceledi ilkin,
eskilerin bu hatırasını. Her tarafı kakmalarla
süslüydü, ilk savaşın nasıl başladığı,
tufanın dev soyunu nasıl tamamen
silip süpürdüğü tasvir ediliyordu. Tanrı'ya
karşı gelmişlerdi, O da kabartıp suları
hepsini boğarak dürmüştü defterlerini.
Kabzanın sırtında saf altından,
doğru sırada dizilmiş eski Germen harfleri (1)
ilk sahibini belirtiyordu kıvrık kabzalı,
yılan nakışlı kılıcın. Sonra herkes sustu
Halfdane'in bilge oğlu söze başlayınca:
"Halkımı muhafaza etmek, hak ve hukuku
savunmak ve geleneklerimize gölge
düşürmemek için ant içmiş biri olarak
diyorum ki, çok üstün bir insan duruyor
şu an aramızda. Dostum Beowulf, şöhretin
aldı yürüdü her yöne, yiğitliğin
yedi iklim, dört diyarda duyuldu.
Müthiş gücünü alçakgönüllülük
ve sağgörü ile taşıyorsun. Önceki sözümden
dönmüş değilim bense. Dünya durdukça
yakın dostlarına destek ve
dayanak olacaksın tüm halkına.
     "Heremod böyle değildi hiç, hele de
Ecgwela'nın oğullarına takındığı tavır!
Onun yükselişi yalnız ölüm ve yıkım,
pek az huzur getirdi Dan halkına.
Aynı kupadan içtiklerine kustu kinini,
yoldaşlarını yok etti, yalnızlığa sürgün
etti kendini, koptu kendi kanından;
oysa Yüce Tanrı onu ta başından
muktedir kılmıştı mutlu bir hayata.
Ama ne olduysa birden, nekes
birine dönüştü, yüzük dağıtmaz oldu
Danları şereflendirmek için, davranışları
tam bir kana kanmazlık belirtisiydi.
Onun da yanına kalmadı yaptıkları
ve halka çektirdikleri bir bir çıktı.
     "Bu kıssadan hisse alın öyleyse
ve öğrenin gerçek değerleri,
size bunları diyorsam bu baş
çok şey gördü de ondan.
     "Mucizedir gerçekten,
Yüce Tanrı'nın soyumuza sağanak sağanak
yağdırdığı ilim, mal mülk ve makam.
O'nun her şeye gücü yeter. Gün olur,
izin verir ve soylu sınıftan biri
zekasıyla, en zor işlere soyunur;
zafer bahşeder ona, dünyada huzur,
yurt sınırlarında yüksek kaleler,
ve sonra başka ülkelere gelir sıra;
ta ki bir gün böyle sonsuza
dek sürecek sanmaya başlar adam,
bir eli yağda, bir eli balda yaşamaktadır;
hastalık ve yaşlılık yıllarca mesafede;
kıskançlık, kötülük ne de düşmanın kinle
bilenmiş kılıcı kaçıramaz keyfini
düşüp de aklına durduk yere.
Koca dünya el pençe divan
durmaktadır önünde, ne ki bir zaman
kibir duygusu girip ele geçirir onu,
ruhunun dikkati dağılmış muhafızı
uyukluyorken yorgun. Ölümcül bir yayı
germektedir bir okçu, bir katil gezmektedir
peşinde adım adım. Kurnazca kanatlanıp
savunmayı aşan ok tam kalbine saplanır
ve başlar şeytanın baştan çıkarmaları.
Eskilerle yetinmez, hep yerinir yok diye,
yenilere göz diker, sırt dönüp geleneğe,
altın maltın dağıtmaz; daha önceden
göklerin bahşettiği onca şeye güvenip
kaderin getireceklerini göz ardı eder.
Çok sürmez çatar ecel,
çöker emanet beden, ölüme çerez;
ataların mirası ve yığdığı mücevherler
har vuran ellere harman olur.
Ey savaşçıların en seçkini, sakın
düşme o tuzağa. Daha iyi yarımı seç
kıymetli Beowulf, kalıcı ödülleri.
Kibrine kurban gitme, kısa bir süre
çiçeklenir de, solar sonra gücün;
'hah' diyemeden bir hastalık
yere çalar ya da bir kılıç, yangın,
sel, biber gibi keskin bir bıçak,
vınlayan mızrak ve mide bulandıran
yaşlılık yalnızca. Delip geçen gözün
körelir, kararır ve ölüm varır
sevgili yiğit, süpürür seni bir kenara.
     "Elli yıl boyu böyle yönettim
Dan memleketini, kılıcım, mızrağımla
savundum türlü savaşlarda:
Sandım ki silindi düşmanlarım dünyadan.
Ama bir de baktım, bahtiyarlıktan
ani bir dönüş oldu bahtsızlığa.
Pusuda bekledi, punduna getirince,
vurdu Grendel. Hesapsız hasar verdi;
ondan beridir bir an, bir dakika
atamadım kaygısını yeni kayıpların.
Tanrı'ya çok şükür, yüce şanına
ki kendi gözlerimle görmek kısmet oldu
kan damlayan bu kelleyi ve bunca
gönül üzüntüsünden sonra nihayet galip
gözlerle bakıyorum ona. Al yerini öyleyse,
gurur ve mutlulukla kurul soframıza.
Yarın sabah paylaşılacak ve yağmur
gibi yağacak hazinemiz sana."
     Got memnuniyetle yerine getirdi
ihtiyarın ricasını: Yerini aldı.
Her şey düzelmişti şimdi, normale dönmüştü.
Mutluluk geri geldi, tıklım tıklım
doldu salon, sofralar donandı;
kara gece indi, kapladı üzerlerini.
     Sonra ayağa kalktılar
ihtiyarla beraber, kır saçlı kral
artık yatacaktı ve kalkan taşıyan yiğit
savaşçıya da yavaş yavaş ağırlık çöktü.
O yorgun bir denizciydi, yuvadan uzak,
dışarı çıktı derhal, bir emir eri
eşlik etti kendisine, bu adamın görevi
seferi haldeki beyin bütün ihtiyaçlarını
karşılamaktı sarayın kuralları gereği.


Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl


 
1. Anglo-Saksonların Latin harflerinden önce kullandı kları harfler. Bu yazı sisteminin
büyüyle ve kehanetlerle de ilişkili olduğu düşünülüyordu. (ç.n.)