Şiir, Sadece: Ayten Mutlu şiirleri
Ayten Mutlu şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayten Mutlu şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2018 Salı

Ne Zaman

ne zaman geceye koysam başımı
sana akar yastığımdaki nehir
şehir yıkar bütün köprülerini
anılar kilitlenir

ne zaman soluğunu getirse rüzgar
ay kendini derin göllere atar
titreyerek söner bir yıldız daha
öksüz kalır çocuklar

ne zaman sesine karışsa yağmur
çayır kuşlarının şarkısı biter
sürer atlarını uçurumlara
bütün göçmen kavimler

ne zaman saçların gelse aklıma
ellerimi koyacak yer bulamam
yanar zaman, çıplak kalır içimde
o vahşi orman

ne zaman bir serap seni getirse
kervanların yolu ıssıza düşer
çölde yalnız kalır kumral bir kadın
kuma resmini çizer

ne zaman sana benzer bir yolcu görse
ardına takılır gider trenler
yollara çığ düşer kaybolur izin
üstüme yıkılır bütün tüneller


Ayten Mutlu
Çocuk ve Akşam

4 Kasım 2014 Salı

Armağan

I

ölümsüzlük yalan, diyordu zaman
dinle bak, içindeki o lacivert uçurum
derin bir kuyunun hüzünlü şarkısıyla
çağırıyor seni hiç usanmadan

ama sen ölüm yokmuş gibi sev
ve dinle sevincin şarkılarını
hayat ağacının yapraklarından

çünkü yapraklar da uçuşur bir gün
sensiz de eser rüzgâr çıplak ağaçlarda

an kısadır ve aşk bir armağandır sana


II

duyuyordum, dinlemeyen ruhumdu
kalbim yalnız bir savaşçının korkularıyla
uçurum kadar derin bir hayat arıyordu

ve gerçek, melankolik bir anın aynasında
söndürdü kalbin ışıklarını
simsiyah labirentte meşalesini yakan
zamansız bir tanrı gibi belirdi zaman

ölüm, dedi tendeki sureti içindeki aynanın
alnında gezdirirken yalnızlık ellerini
an lacivert bir yalandır kendi zehrine tapan
acımadan emzirir zehriyle düşlerini

sordum ona, gerçek hangi yüzün senin?
dedi; ben gerçeğim, senden başka yüzüm yok
ölüm sensin ve ölüm tek sevgilimdir benim


III

kristal bir fanusa kapattım çığlığımı
sunmak için sonsuz tapınağın ilahlarına
hep birlikte girdik anın lacivert kapısından
ben, yıkılmış düşlerim ve aşk ve yalan

sunak taşında sessizce bekleyen zaman
merhamatle baktı uzun uzun yüzüme
dedi; acelen ne, şimdi gerçeksin, bu an
ölüm ülkesinden senin için çaldığım
ve sana verdiğim tek armağan

unutma düşlerini, kalbindeki gerçeği
çünkü yalan olacaksın birazdan


Ayten Mutlu

Ay Vurunca Yüzüme

bu böyle bir şiir işte
ay girince geceye
bu şiirde bakır yeşil
çuha delik deşik lekeli masalarda
ihtiyarlar en kimsesiz ihtiyar
kahveler nargilesiz

bu şiirde çatanalar denizsiz
çocukların gözü pamuk helvacılarda
kadınların kocaları haylidir işsiz

badem çiçekleri kırağı pası
bahar ayaksız elsiz
sıkıyönetim gecesinde bir yüzün kalmış
çırılçıplak
kimliksiz

bu şiirde aşk
yüzümde unuttuğun utanmasız bakışın
mor kumlarda çürümüş deniz kabuğu
ikindi güzlerine düşürdüğün bir tarih

bu böyle bir şiir işte
ay vurunca yüzüme


Ayten Mutlu

Başkası Gibi

bu gece bırak beni
kırılmış dal gibiyim
suskun güz birikimi

yorgunum
savrulmuş harman yeri
bitti
yitirdim bir şeyleri

yitirdim evet
içimde parıldayan o ateş söndü
kirlendi ellerimin inci gergefi

aşklardı
yalnızlığın kendine varan sesi
aldanışlar
boşuna yatağını arayan nehir
sürükleyen dünleri

hiçbir şey avutamaz beni bu gece
yürüdüm o çizgiyi
ve bitti

kapat geceyi artık
bir şeyler ört üstüme ve git
yarın yine gülümserim
başkası gibi


Ayten Mutlu

Belkide Söylemiştim

I

bir ay gecesi işte
yedi yıldız, yedi üşümüş yıldız
yedi siren çiçeği
yaralı geyikler gibi çöktü kalbime

en çok neresinden kırılır rüzgâr
ay gecelerinin sessizliğinde?
biriktirirdim yağmuru bulut olsaydım
tenindeki tuz yüklü gemilerde

hangi dünyadaydı, neresindeydi
kanatlı atlarla çıkılan yolculuğun
demiştin, gelirim yol gitmese de

bir elmastı kalbim aşkla parlayan


II

yıldızlardan habersiz, habersiz yıllarımdan
geliyorsun benimle
gözlerinde hâlâ o ışık perileri
dans ediyor içimin çan çiçekleriyle
hep vardır yeni bir şey, diyorsun
tende ve ruhta
yeni bir öpüş, başka bir sözcük
açılacak bir sayfa

kederle gülümsüyor çan çiçekleri

ay geceleri kederle gülümsüyor
yedi yıldız evinin mercan alevi
hep ayni yerinde kırılıyor rüzgârın
söylemiştim, gitme

duvarların, duvarların içinde
yıldızlara giden incecik bir yol,
bundan sana belki söz etmemiştim

o incecik yoldu senin gülüşün
hayatımın incelen düğüm yerinde

bunu sana,
o yaralı geyikler gecesinde
belki de söylemiştim


Ayten Mutlu

Bir Ankara Masalı

varsın ve yoksun
böyle başladı masal
ve hiç bitmedi

hangi ayrılıktı, bittiği yerde başlayan
yeni baştan metal ve akik, demir ve tüy
fırtına ve esmeyi unutan rüzgâr
bütün kaçışlar bir kavuşmaydı melekler şehrinde
yılanı ağzında elmayla dolaştıran

Eylül çarşısı eylül kokardı
elinde kırık gözlüğün, bir fotoğraf, Ahmet abi
anılar, hiç okunmamış kitaplar gibi mahzun
ne çok beklemiştim ve gelmemiştin
kan kusuyordu hastane koridorları
ve bahar nasıl da yalnızdı o 87 baharı
hangi ayrılıktı, hiç bilmiyorum

hangi kavuşmaydı telefondaki sesin
93 yazı yani 30 Haziran
Yani Temmuz başını uzatmadan
cehennem otelinden
meğer veda, meğer aşk, meğer sesin
son defa

uçurum içimizdedir derdin
hep isimsiz bir keder bir beyaz gemi
alıp götürür ve getirirdi seni
bir uçurum imgesiydin belki sen
bir dağın doruğunda ovaları bekleyen
bir “yasemin öpüş” kadar gerçektin oysa
gerçektin “eylül” kadar, gerçekti temmuz, o orak ayı
geri dönüşler çağı, unutulmayan şarkı

ah, biliyor musun, Orhan abi de öldü, öyle sessizce
bir başına, ölüverdi, şimdi dağılan toz
yarım kalan bir tablo, şaha kalkıp sonsuza dek
öylece kalan atlar ülkesi
de öldü
biliyor musun

susuyorsun
yayından fırlıyor ok
şaşkın bir yalnızlığı delerek
giriyor etimin tuğlalarına
bir gül oluyor önce, sonra eski bir veda

bilmiyorsun
o masal devam ediyor hâlâ


Ayten Mutlu

Bir Gül Ağlar

anılardır ırayan düşe gül düşer
bir sararan bir kuruyan uzak gül
silinir ayrıntılar, dudağının kıvrılışı, sesin,
gülüşün...

o dalgın hüznüdür kalbimin, susar

o hüzün ki, sana bürünür gelir
saçlarının kokusunu getirir, uyanırım, üşür
ellerim

özlerim
kucağında çocuklaşan kadın sevinçlerini,

yastığımda bir gül ağlar, kanayan


Ayten Mutlu

Bir Sen Biliyorsun

gövdemden daha dar evimin odaları
boşluğa asılmış martılar duruşu bu
tut yavaşça duvarın tentesinden
bir sen biliyorsun nerede olduğumu

şaşırt beni
gözüpek bir çenginin uzun kaşıklarını
getirerek dolayıp atlas bir kurdelaya
mavi perdeleri düş kapılar boya
uslu yalnızlığımın
küf yeşil alnacına

bir sen biliyorsun nerede olduğumu
uçur beni kanatların sırdaş beyazlığına


Ayten Mutlu

Bir Tanımı Olmalı

bu acının bir tanımı olmalı
bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek

gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının
her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların
çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin
bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı

göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi
yaşanacak her şeyi dünde unutmak gibi
ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi
kendine kaybolmanın bir tanımı olmalı

toprağı gökyüzüne savuran depremlerden
bütün evleri birden sürükleyen sellerden
geriye bir başına kalan ihtiyar gibi
acıyı solumanın bir tanımı olmalı

güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
“hoşça kal” demenin de bir tanımı olmalı

ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcükler gerek


Ayten Mutlu

31 Ekim 2014 Cuma

Dayan Ey Sevdam

tüm dağlara kar yağsa
sarsa dorukları boran
ve tüm ışıkları yutsa fırtına
dayan
ey sevdam
ey sevdası yarınların
dayan

şimdi
kavrulsam da ayazdan
sarsılsam da kaygılarla
sımsıkı sarılmak zamanıdır umuda

umuttur sevgiyle ürer
ve sevmek yürek işidir
ve büyütmek sevdayı
emek işidir

bin yılların çilesini
ve tutkusunu geleceğin
nakış nakış dokuduğum bu kilimi
yani emeğimi
yani yüreğimi
adıyorum sana

ey sevdam
ey sevdası yarınların
durmadan
yılgınlığa varmadan
dayan


Ayten Mutlu

Dörtlükler

I

sarılırsan hayata bir çocuk sevincinde
bin bir rengiyle bahar çiçek açar bahçende
zaman ak telleriyle okşasa da başını
kolay ölür mü insan umut varsa içinde


II

dupduru bir yürekle sevebilmek ne güzel
bir gönüle bin gönül verebilmek ne güzel
bunca yarım kalmışlık içinde bir an oldu
yoğrulup bütünleştik diyebilmek ne güzel


III

karışırken saçların saçlarıma o akşam
hüzünlü bir ırmakta yıkanıyordu zaman
yalnızlık sarılırken tükenmiş sevgilere
kimsesizliğimizdi paylaştıkça çoğalan


IV

ne bir hoşçakal dedin ne de yüzüme baktın
oysa biliyordum sen dünden daha sıcaktın
tanıktır yüreğimiz yaşadık bu sevdayı
ve bilmedi hiç kimse bende neler bıraktın


V

ne kaygılar ne ölüm ne zulmü karanlığın
çaresiz komaz beni senin yokluğun kadar
insanım tükenirim içinde yalnızlığın
gel çiçeklensin evren erisin uzaklıklar


VI

açar mıydı çiçekler güzelliğe varmasa
çürür giderdi tohum toprağa sarılmasa
açlık ölüme gebe analar çocuklara
sabah olmazdı insan yarına inanmasa


VII

geçmiş yaratıyorken bağrında geleceği
günışığı siliyor yeryüzünden geceyi
nasıl doğarsa yaşam ölümün kendisinden
yalan da emziriyor memesinde gerçeği


VIII

boyun eğmekten farksız bu kavgada yan çizmek
hep zamana sığınmak hep yarını beklemek
oysa malûmdur zaman bir devim içre vardır
koyulsa da karanlık yola çıkıla gerek


IX

gece biter miydi gün ateşler yakmasaydı
nesil sürer miydi can bedene akmasaydı
var etmektir en kutsal gerçeği var olmanın
devran döner miydi kul emek katmasaydı


X

aşktır ölümlerin varamadığı 
o en gizli tapınağı insanın 
açar kapısını güzelliğine 
insanı insanda aramaların 


XI

o sessiz çığlıktır deli taylarla koşar 
aykırı rüzgârdır eslak yelelerinde 
yangındır o en derin okyanuslarda başlar 
yaşar karlı dağların sonsuz hürriyetinde 


XII

tutsak bir öfkedir aşkın tarihi 
yalınlığın bilgesi her gün yeniden yazar 
kırmızı bir güldür, kanar avuçlarında 
sevda sararmış bir gül olur ağlar 


XIII

iki taşın arasında yaşandı bu aşk 
iki uçurum boyu, öyle derin ve çıplak 
şimdi içim kanatsız bir sarıca 
artık hiçbir kovuğpa sığmayacak 


XIV

rüzgârın kollarına düşerken 
ebediyyen seninim diyordu yaprak 
sarı saçlarını okşayan dala 
güz ayrılık şarkısını unutuverdi


Ayten Mutlu

Femina

nasıl bir ayin gerek bu lanete Femina
yaşamının kırıkları birleşsin diye
hangi büyülü ezgiyle dans edeceksin
yeni günün şafağında?

bin yılların laneti bu Femina
başka gün yok başka dünya
hadi dans et, elinde bir tas zehir
ayak bileklerinde demirden halkalarla

sıkılgan hecelerin sedef çiçekleriyle
kanırt çivisini tüm kutsal kitapların
Femina dans et ince topuklarınla
sars kızıl opalini toprağın

uzun kürklü hayvanların ininde
soğuk yıldızların ince yılanı
gibi kıvrıl Kybele ananın suretinde

başka gün yok başka dünya
boyun eğişlerin gururlu zilleriyle
çal bin yıllık aldanışı Femina

içinde eskil ritim, yırtılan etin sesi
umarsız sessizliğin iç çekişleri
eşlik edecek senin dansına

işaret bekleme sim gölgeler çağından
ışığın içindeki gölge gibi gel
ballı şerbetleri yudumlar gibi
iç aykırılığın saf içkisini
yaz buğusunda yanan ülke gibi gel

aklın deliliğe çarpan kıyılarından
bay tanrının yatağından
sisten çık gel siyah tüller içinde

siyah güller içinde
dantel tencerelerin kızgın köpüklerinde

hadi dans et, çoktan başladı ayin
büyülü ellerinle çal aşkın zillerini
Femina, uysallığın çılgın gelini

dans et, siyah iplik gününde parlak taşların
dans et, lanetli çığlığıyla bataklık kuşlarının
dans et, usanmış askeri gündelik savaşların
dans et, çağıran ritmiyle kaybolmuş hayatların

başka gün yok başka dünya
yeni günün şafağında
Femina
dans et


Ayten Mutlu

Gitme

dur
uyanan güz çiçeklerinin
alazlanan taşların
çalınmış yazgıların
ve ıslak hüzünlerin
ülkesi olan

yanımda kal

o vahşi güzelliği gitmelerdeki
bu günlük
çöl rüzgârlarına bağışla ne olur

kalırsan
akşam ve bulut ve gökyüzü ve çimen
ve gün ve kahkaha ve hüzün
ve yalnızlık
-o gizi ömrümüzün-

bu eski hikâyede ne varsa yaşanmayan
başlayacak birazdan

gitme


Ayten Mutlu

Gitmek

gün gelir insan anlayıverir
tek başına yaşlanan bir ağaç olduğunu
o yüzden kederi yazmak isteyebilir
rüzgarın gövdesinde açtığı yaralara

sonbaharda şaşarak öğrenirsin
yaprakların rengine inanmamayı
ve zamanın o müthiş yalanını
o müthiş yalanını tutkunun, ihtirasın
anların, anıların,
çılgın bir nehir gibi kör koşularda
yaşadıklarının ve yaşayamadıklarının

dağlarda, odalarda, avunmalarda
çoğaldın sandığın azalmalarda
ışığını yitirmiş o ölü yıldızlarda
düşen bir yaprağın son gülüşünde açan
yankısız çığlıklarda

şaşarak öğrenirsin
zamanın ve hayatın büyük sırrını

gök sadece yağmura anlatır sonsuzluğu
oysa unutur damla toprağa değer değmez
yağmurun da kederli bir ülke olduğunu

unutmaktan başka güz yokmuş gibi
ve hayattan daha gerçek bir yalan

toprağa ne söyler yağmurun sesi
bir şarkı mı, bir şiir mi, bir güz hikayesi mi
yaşlı bir ağaç olsan, çırılçıplak bir ağaç
ne söylerdin, kalbinde esip duran rüzgara?

"beni terk et
içimde sonbahardan başka bahar kalmadı"

belki de gitmektir aşk, sadece gitmek
avare bir kederi sarıp yaralarına
rüzgarın devirdiği bir ağaç gibi
köklerini sessizce bırakarak toprağa


Ayten Mutlu

Göç

sürüklemek maviye doğduğun alacayı
serçenin kanadına
asıp bir akbabayı


Ayten Mutlu

Gün Bitecek

I

gün bitecek paramparça döneceksin kendine
silmeye çalışarak geceden suretini
aynaya bakacaksın içindeki deliye

kim bilir hangi aşkta bıraktığın gülüşün
kırıkları olacak yaralı bakışında
aynalarda gördüğün
son cesettir kendine öldürdüğün
diyecek gözlerinde kırılan ayna

sen geceden gizleyip suretini
gövdendeki hayalete sarılacaksın
tanıdık kokular kesecek bileklerini
yırtık fotoğrafları yeniden yırtacaksın


II

geceyi örtse de geçtiği mevsimlere
hâlâ yalanların en güzelidir aşk
sarışın acılar gizlenir gölgesine

böyle diyecek ayna, yine inanacaksın
ilk kez inanır gibi huzura ve lanete
paramparça bir yüzün son gülüşünden kalan
cam kırıkları hâlâ kanarken yüreğinde

geçtiğin sokaklara yeniden dönmek için
içindeki delinin ardından koşacaksın

sustuğun aşklar gibi konuşkan
yalnızlığın gibi bin parça
yeni bir gün çizerek yüzündeki aynaya
kendine yeniden başlayacaksın


Ayten Mutlu

Güz Kuşları Uçmadan

şimdi gidip yağmurları bulayım
ıslanayım güz kuşları uçmadan
ben bu şehirlerde duramam artık
usandım yabancı yaşamalardan

herkes kendine gitti, çürüdü hüzün bile
aşk belki de hiç yoktu, bir düştü anımsanan
yarım kaldı şiirlerim evrak masalarında
yoruldu sesim dönüp kendini aramaktan

kimseye bir şey olmaz, bırakın beni
saatler yine çalar kırılır uykuların elması
yine kusar minibüsler şarkılarını
sekiz vapuru bensiz de ayrılır sabahlardan

yapmayın, çocukları salmayın eteğime
bezginim çalan zillerden, telefonlardan
ben bu masaları koyar giderim işte
"iyi günler"iniz bile hüzünlenmez ardımdan

gitmeliyim o yağmurlar dinmeden
çekip gitmeden rüzgâr o düş sağanaklarından
bırakın yüreğimi aşklar böyle yaşanmaz
yaşanmaz keder bile sırılsıklam olmadan


Ayten Mutlu

Hayat

Hades'ten geliyorum, ayağım toprak 
yürüyorum Hades'e 
göğün mavi korlarına basarak


Ayten Mutlu

Her Şey Ne Kadar Yakın Ve Nasıl Uzak Şimdi

bilmem nasıl geçti elime
çocukluğumun anı defteri
uzun kumral bir saç teli
uzanıp eski yıllardan
merhaba deyiverdi

sanki buldum yeniden o günleri
beyaz yakamı, kardeşlerimi
omuzlarından çağlayan gibi inen
gür ve kumral saçlarıyla
yirmi sekizinde annemi

ne güzeldi ve ben onu nasıl gizli severdim
çalmak mıydı onu biraz kardeşlerimden
akşam üstleri uzatıp başını pencereden
adımı seslendiğinde yanıt vermeyişim
ve unuttuğunda söylemeyi
ellerimi yıkamadan oturuşum sofraya
nedensiz hırçınlığım
ağlamalarım sonra kimseye göstermeden

ah o benim Bandırma’lı çocukluğum
hiç anlamadan geçiveren yıllar

arada bir değişen ve hep birbirine benzeyen
o hiç suyu akmayan basık tavanlı
kira evlerinin gecelerinde
kısıp usulca gaz lambasını
uzun yol şoförü babamı beklerdi

bitmeyen bir yokuşu tırmanan yorgun
ve ağır tekerlekleri gibi kocaman bir kamyonun
bezgin miydi yüreği bekleyişlerden
o uzun gecelerin karanlığında
neler duyardı o yaban kasabanın
iplik iplik ördüğü yalnızlığında
ve neleri paylaşırdı babamla
geleneklerden
ve bizden başka

ne çok çiçek olurdu saksılarda
anlatırdı bazen köyünün uçsuz kırlarını
kırlangıçlarını, dere boyunu
ikinci savaş yıllarının
bıçak gibi kesiverdiği çocukluğunu
ama anlatmadı hâlâ
nasıl verdi toprağa
yiğit bir oğulu

hiç kendisinin olmadı hayatı
ve hiç yakınmadı yazgısından
asla bir şey istemedi kendisi için
kocasından ve tanrısından

şimdi ne kadar uzak kumrallığı
bilmiyorum saçları mı daha ak
yazgısıymış gibi taşıdığı yazması mı

o gülen gözlü çağlayan saçlı kadın
çıkıp gelse ötesinden yılların
suları dört yana saçılmış bir sebil gibi kırgın
ve çökmüş bu kadını
acaba tanır mı?


Ayten Mutlu

30 Ekim 2014 Perşembe

Islak Yaprak

Doğan Ergül için


I

şaşırmayı hâlâ unutmamışım
işte yine ağzımda o acı su
ne zaman öğreneceğim tanrım
her zamansız gidişin
bir yaprağın kalbine olduğunu

yaşamaktan yaralı bir tümce nasıl
şaşırırsa ölümüne sözcüklerinin
öyle şaştım ebedi sandığım sevinçlerin
bitivermesine orta yerinde

gözyaşı kadehi de kırılabilirmiş
acıyınca içinde biriken hayat
unutkan zamanın sırça teninde
bir çıt! sesiyle kırılan bir kalp
şaşarak anlarmış kanadığını şarap
lekeleri dağılırken geceye


II

yorgundun, yanıltmak içindi yorgunluğu
sessizce gülümserdin baktığın yere
dağılırken yüzünden siyah bir ışık
o siyah ışığın kırdığı rüzgâr
dindi işte, kederi yazmak için
gözlerinde taşıdığın şiire

susma, o eski yalana sarın ve söyle
sonsuzca açan gülüne aşkın
yağmurda izlerini arayan çöle
anlat
her zamansız gidişin
zamansız bir dönüşün ülkesi olduğunu

çekil şimdi biriktiğin gözyaşı damlasına
hiç bitmeyecek bir yoldan gelen
yağmurun çıplak bir ağaçta unuttuğu

o ıslak yaprağın içinde uyu


Ayten Mutlu