Şiir, Sadece: dörtlükler
dörtlükler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dörtlükler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2014 Cuma

Dörtlükler

I

sarılırsan hayata bir çocuk sevincinde
bin bir rengiyle bahar çiçek açar bahçende
zaman ak telleriyle okşasa da başını
kolay ölür mü insan umut varsa içinde


II

dupduru bir yürekle sevebilmek ne güzel
bir gönüle bin gönül verebilmek ne güzel
bunca yarım kalmışlık içinde bir an oldu
yoğrulup bütünleştik diyebilmek ne güzel


III

karışırken saçların saçlarıma o akşam
hüzünlü bir ırmakta yıkanıyordu zaman
yalnızlık sarılırken tükenmiş sevgilere
kimsesizliğimizdi paylaştıkça çoğalan


IV

ne bir hoşçakal dedin ne de yüzüme baktın
oysa biliyordum sen dünden daha sıcaktın
tanıktır yüreğimiz yaşadık bu sevdayı
ve bilmedi hiç kimse bende neler bıraktın


V

ne kaygılar ne ölüm ne zulmü karanlığın
çaresiz komaz beni senin yokluğun kadar
insanım tükenirim içinde yalnızlığın
gel çiçeklensin evren erisin uzaklıklar


VI

açar mıydı çiçekler güzelliğe varmasa
çürür giderdi tohum toprağa sarılmasa
açlık ölüme gebe analar çocuklara
sabah olmazdı insan yarına inanmasa


VII

geçmiş yaratıyorken bağrında geleceği
günışığı siliyor yeryüzünden geceyi
nasıl doğarsa yaşam ölümün kendisinden
yalan da emziriyor memesinde gerçeği


VIII

boyun eğmekten farksız bu kavgada yan çizmek
hep zamana sığınmak hep yarını beklemek
oysa malûmdur zaman bir devim içre vardır
koyulsa da karanlık yola çıkıla gerek


IX

gece biter miydi gün ateşler yakmasaydı
nesil sürer miydi can bedene akmasaydı
var etmektir en kutsal gerçeği var olmanın
devran döner miydi kul emek katmasaydı


X

aşktır ölümlerin varamadığı 
o en gizli tapınağı insanın 
açar kapısını güzelliğine 
insanı insanda aramaların 


XI

o sessiz çığlıktır deli taylarla koşar 
aykırı rüzgârdır eslak yelelerinde 
yangındır o en derin okyanuslarda başlar 
yaşar karlı dağların sonsuz hürriyetinde 


XII

tutsak bir öfkedir aşkın tarihi 
yalınlığın bilgesi her gün yeniden yazar 
kırmızı bir güldür, kanar avuçlarında 
sevda sararmış bir gül olur ağlar 


XIII

iki taşın arasında yaşandı bu aşk 
iki uçurum boyu, öyle derin ve çıplak 
şimdi içim kanatsız bir sarıca 
artık hiçbir kovuğpa sığmayacak 


XIV

rüzgârın kollarına düşerken 
ebediyyen seninim diyordu yaprak 
sarı saçlarını okşayan dala 
güz ayrılık şarkısını unutuverdi


Ayten Mutlu

14 Aralık 2011 Çarşamba

Dörtlükler XXIX

Canım şarap, ne güzelsin billur kasende; 
Aklı köstekleyen bir büyü var sende. 
Biraz içti mi insan açılır yüreği 
Döker ortaya nesi varsa içinde. 

 
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman; 
Padişahlar girer çıkardı kapısından. 
Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor. 
Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından. 

 
Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna; 
Kendi derdine düşmek utanç verir insana. 
İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek 
Nerdeyse bir taş düşer senin de sofrana. 

 
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir; 
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir; 
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas; 
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir. 

 
Kaderin elinde boynum kıldan ince: 
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince, 
Yine de toprağımdan testi yapın siz: 
Dirilirim içine şarap dökünce. 

 
Yakınırım aynalar gibi felekten; 
Bıkmaz alçakları yükseltmekten. 
Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm, 
Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten. 

 
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme; 
Bu amansız felekten aman dileme; 
Bil ki, derman aradıkça artar derdin: 
Derdinle haldaş ol, derman dileme. 

 
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin, 
Birinden cennet yapmış, birinden cehennem. 
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun: 
Açılsın kapıları bana cennetimin! 

 
Ey canlar, şarapla buldurun bana beni; 
Yakutlara çevirin kehruba çehremi; 
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman 
Asmadan bir tabut içinde gömün beni. 

 

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca, 
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne? 
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra 
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVIII

Şarap küpü önüne serdik seccademizi; 
Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi; 
Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak 
Camide, medresede  yiten günlerimizi. 

 
Ben çimen Mısrının Yusufuyum, dedi gül; 
Dilimden altın, yakut saçılır, dedi gül; 
Dedim: Senin Yusuf olduğun nerden belli? 
Kana boyanmış gömleğime bak, dedi gül 

 
Ne gündüz oturduk, ne gece uyuduk; 
Dünyada Cem'in kadehini aradık durduk. 
Öğrenince dünyaları yansıttığını, 
Cem' in kadehini yüreğimizde bulduk. 

 
Rintlerin yolunda kendini unut; 
Namazın, orucun kökünü kurut; 
Öğütlerin iyisini Hayyam'dan işit: 
Şarap iç,yol kesme, yoksulları tut. 

 
Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki, 
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi: 
Biri iyinin kötünün aslını bilir, 
Öteki ne dünyayı bilir ne kendini. 

 
Şarap güllere çevirsin sabahımızı; 
Çalalım yere şan şeref külahımızı; 
Nemize gerek bizim uzun dilekler, 
Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı. 

 
Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş, 
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş; 
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın, 
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş! 

 
Hayyam, bak şu mavi gök nasıl durulmuş; 
Açmış çadırı, kesmiş dedikoduyu, susmuş. 
Varlığın kadehinde, çünkü, ezel sakisi 
Bin Hayyam kabarcığı belirtip yok etmiş. 

 
Bu dünya kimseye kalmaz, bilesin; 
Er geç kuyusunu kazar herkesin. 
Tut ki Nuh kadar yaşadın  zor bela 
Sonunda yok olacak değil misin? 

 

Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil; 
Erdiğim sırları söylemek elimde değil; 
Aklım düşüncenin derin denizlerinden 
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVII

Şarabım, kasem, sevgilim, bir de çimen; 
Bırak bana bunları, al cenneti sen. 
Cehennemmiş, kuru laf bunlar: 
Kim gitmiş cehenneme, kim dönmüş cennetten? 

 
Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını; 
Özleriz gül rengi şarabın canını; 
Şarap dünyanın kanı, dünya ise kanlımız: 
Niçin içmeyelim kanlımızın kanını? 

 
Seccadeye tapanlar eşek değil de nedirler? 
Küfelerle riya çamuru yüklenirler gezerler. 
İşin kötüsü, din perdesi arkasında bunlar, 
Müslüman geçinirken gavurdan beterdirler. 

 
Bu çürük temelli kubbede neyiz ki biz? 
Tasta delik arayan karıncalar gibiyiz. 
Ne korku, ne umut kapılarını bilen 
Şaşkın, gözü bağlı, avanak öküzleriz. 

 
Yıkık bir saray bu dünya dedikleri; 
Gece ve gündüz atlarının durak yeri; 
Yüz Cemşit' den arda kalmış bir dünya bu: 
Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri. 

 
Gelip de eskiyenler, yeni gelenler, 
Hepsi gider bugün yarın, birer birer; 
Kimselere kalmamış bu eski dünya: 
Kimi gitti gider, kimi geldi gider. 

 
Ölüp yok olma korkuların saçma 
Yoktan vara yükselen dalda oldukça; 
Sevgiye İsa gibi dirilmişsin sen; 
Ölüm yok artık sana dünya durdukça. 

 
Ben kendiliğimden var değilim bu varlığımla; 
Kendim çıkmış değilim elbet bu karanlık yola; 
Bir başka varlıktan gelmiş bendeki varlık: 
Ben dediğin  kim ola, nerde, ne zaman var ola? 

 
Haksızlık etmekten sakın, hak yoluna gir; 
Yediğin ekmeği başkasına da yedir; 
Cana kıyma, kimsenin sırtından geçinme, 
Seni cennete sokmak benden: Şarap getir! 


 
Ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum, 
Ateşe, puta, neye taparsam taparım; 
Herkes bir türlü görmek istiyor beni 
Ben kendimi ne türlü yaparsam yaparım. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXVI

Ben şarap içiyorum, doğrudur; 
Aklı olan da beni haklı bulur: 
İçeceğimi biliyordu Tanrı, 
İçmezsem Tanrı yanılmış olur. 

 
Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden 
Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden. 
Su yerine toprağı çekseydi bulut 
Sevgili kanları yağardı göklerden. 

 
Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş; 
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş? 
Aklın varsa kadehi bırakma elden 
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş. 

 
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez: 
Bunlar için didinmene bir şey denmez. 
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış: 
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez. 

 
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna; 
O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna; 
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü: 
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna. 

 
Saki, gökler, denizlerce dolgunum; 
İçime sığmaz oldu coşkunluğum; 
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni, 
Kış ortasında bahar bulutuyum! 

 
Dün gece şarap arıyordum şehirde; 
Soluk bir gül gördüm bir ocak önünde; 
Dedim: Ne yaptın da yakıyorlar seni? 
Dedi: Bir kez güleyim dedim çimende. 

 
Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona? 
Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana. 
Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık: 
En boş geçen günün o gündür, inan bana. 

 
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi; 
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi; 
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar, 
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi. 

 
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş; 
İster serseri deyin bana, ister ayyaş; 
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl; 
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş! 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXV

Adım kötüye çıkarsa çıksın, ben böyleyim; 
Bir kerpiçim de olsa, satar şarap içerim. 
O da gidince ne yaparsın diyecekler: 
Cübbemle sarığım ne güne duruyor, derim. 

 
Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin; 
Adımızı kötüye çıkartalım gitsin. 
Sofuluk şişesini çalalım taşa, 
Seccadeyi bir kadehe satalım gitsin. 

 
Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş, 
Hele bir güzelle içersen daha bir hoş; 
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş: 
Hem, bana sorarsan, haram olan herşey hoş. 

 
Zaman büktü belimi, ne el tutar ne ayak; 
Oysa ne güzel işlerim var yapılacak. 
Can kalktı gitmeye; aman dur, diyorum: 
Ne yapayım diyor, evin yıkıldı yıkılacak. 

 
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten 
Daha güzeldir bir insanı sevindirmen. 
Bin kulu  azat edenden daha büyüktür 
Bir hür insanı iyilikle kul edebilen. 

 
Can bir şaraptır, insan onun destisi; 
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. 
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık: 
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı. 

 
Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı, 
Yaratırken de beni yanında tutaydı; 
Derdim: Ya benim adımı sil defterinden, 
Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı. 

 
Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan 
Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan; 
Ne işin var bu ölüme benzer ülkede? 
Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara dalmadan. 

 
Tekkede, medresede, manastırda, kilisede, 
Bir cennet cehennem kaygısıdır sürüp gitmede. 
Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi 
Bunların tohumunu uğratmaz düşüncesine 

 
Zaman başımıza bir çorap örmeden, 
Gelin dostlar, içelim içebilirken. 
O ecel çavuşu dikildi mi tepene 
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXIV

Benim yasam artık şarap,  çalgı, eğlenti; 
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti; 
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim: 
Çeyizim,senin gamsız yüreğindir, dedi. 

 
Benden Muhammet Mustafa' ya saygı ve selam: 
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam: 
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında 
Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram? 


Benden Hayyam' a selam söyleyin demiş 
                                                      peygamber; 
Sözlerimi yanlış anlamışsa çiylik eder: 
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki 
Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer. 

 
Yalnız bilgili olmak değil adam olmak; 
Vefalı mı değil mi insan, ona bak. 
Yücelerin yücesine yükselirsin 
Halka verdiğin sözün eri olarak. 

 
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam? 
Ben haramı helalı karıştırmam: 
Seninle içilen şarap helaldir, 
Sensiz içtiğimiz su bile haram. 

 
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan; 
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan. 
Ölmemek elimizde değil ki bizim: 
İyi yaşamamak beni korkutan. 

 
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar; 
Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar. 
Yokluk ovasında başka ne var ki zaten: 
Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var. 

 
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar; 
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar. 
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır, 
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar. 

 
Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim; 
Yücelere çıkar, alçalmayı bilirim. 
Daha da garibi, varlığın şarabıyla 
Ne kadar  ayık da olsam, sarhoş gibiyim. 

 
Yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç, 
Ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç. 
Onu içmem, bunu içmem der durursun: 
Ahmak herif, git zıkkımın pekini iç. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXIII

Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan 
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.  
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş 
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan? 

 
Kadeh bir bedendir, içinde can var can; 
Candır kadehin bedeninde camlaşan. 
Donmuş sudan ateş süzülür sanki: 
Erimiş yakut, gönül sırçasından 

 
Kul olup o güzele birden, 
Koptuk her bağdan, her tövbeden: 
Herkes koyu müslüman döner 
Biz putperest döndük Kabeden. 

 
Meyhanede kendini bilenler bulunur; 
Bilmeyeni ayırmak da kolay olur. 
Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese: 
Ordan kendini bilip de çıkan hiç yoktur. 

 
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili 
Bir başkasına tutulmuş, o da dertli; 
Derdimin dermanı kendi derdinde: 
Hekim hasta olunca kime gitmeli? 

 
Gece, gül bahçesinde, ararken seni, 
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni; 
Seni anlatmaya başlayınca güle 
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. 

 
Güçlü olduğuna inandırdın beni; 
Bol bol da verdin bana vereceklerini. 
Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim: 
Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin mi? 

 
Hem aklın mutluluk peşinde senin, 
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin; 
Aldığın her nefesin kadrini bil 
Ot değilsin ki kesildikçe  bitesin. 

 
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari; 
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri; 
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama, 
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki? 

 
Ben bugün beden kafesinde mahpusum; 
Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum; 
Varlığın ayıbından kurtarırsa beni 
Yoksulluğun kulu, kölesi olurum. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXII

Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece; 
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde! 
Böyle diyen gönül denize kavuşunca 
Baktı kendinden başka şey yok görünürde. 

 
Can o güzel yüzüne vurgun, neyleyim; 
Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim; 
Can da, gönül de sır incileriyle dolu: 
Ama dile kilit vurmuşsun, neyleyim. 

 
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen; 
İyilik seven kötülük edemez zaten. 
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur: 
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen. 

 
O kızıl yakutun madeni, başka maden; 
O eşsiz incinin sedefi, başka sedef; 
Aklın buldukları kuruntu, dedi kodu: 
Bizim aşk efsanemizin dili, başka dil. 

 
Meyhanede abdest şarapla alınır ancak; 
Mümkün mü kara yazıyı aka çevirmek? 
Perdemiz öyleysine yırtılmış ki bizim, 
Onarılmaz artık ne kadar yamasak. 

 
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz, 
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz: 
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz: 
Bir zehir zakkum ki tadına da doyulmaz. 

 
Sır saklamasını bilirsen Hayyam söyler 
İnsanoğlu nedir, ne yapar, ne eder: 
Dert çamuruyla yuğrulup gelir  dünyaya 
Yer içer, karın doyurur ve çeker gider. 

 
Putların, Kabenin istediği: Kölelik; 
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik; 
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti 
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik. 

 
Benim canım hep şarabın izindedir, 
Kulağım ney ve rubap sesindedir. 
Toprağımdan desti yaparlarsa benim 
O desti şarap doldurulmak içindir. 

 
Sen nesin, varlık nedir, nerden bileceksin? 
Dünyan esen yel üstüne kurulmuş  senin. 
İki yokluk arasında bir varlık seninki: 
Hiçlik ne varsa çevrende, sen de bir hiçsin.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XXI

Her gün kalkıp meyhaneye gitmedeyim; 
Kalenderlerle boş sözler etmedeyim; 
Senden bir şey gizlenemez nasıl olsa: 
Hoş gör de sana gönülden sesleneyim. 

 
Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün, 
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün, 
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana: 
Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün? 

 
Canların canı dost, gel etme, dinle beni. 
Küsme Feleğe, değmez, yeme kendini; 
Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye, 
Seyret bu hengamede olan biteni. 

 
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin; 
Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin; 
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle: 
Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin! 

 
Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik; 
Ya da bu yolun ucunu görebilseydik: 
O umut da yok bu umut da; hiç değilse 
Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik. 

 
Vefasız dünya diye yakınıp durma; 
Dünya elindeyken tadını çıkarsana! 
Herkese vefalı olsaydı dünya 
Sıra mı gelirdi senin yaşamana? 

 
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin; 
Oturup sofrasına dünya cennetinin; 
Saki doldururken kadehleri cömertçe, 
İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için! 

 
Daha nice büyük göreceksin kendini? 
Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni? 
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda 
Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini. 

 
Hayyam, günahım var diye tasalanma, 
Bunun  için dertlere düşmek boşuna. 
Günah olacak ki Tanrı bağışlasın: 
Rahmet neye yarar günah olmayınca. 
 
 
Gün doğarken sabah horozları niçin  
Acı acı bağrışırlar, bilir misin? 
Tan yerini gösterip derler ki sana: 
Bir gecen geçti gidiyor; sen nerdesin? 

 
Ay yırttı kara giysilerini; 
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kaseni. 
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca, 
Mezarda upuzun yatar görecek seni. 

 
Saki yüzün Cemşid'in kadehinden güzel; 
Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan güzel; 
Işık saçıyor ayağını bastığın toprak, 
Bir zerresi yüz binlerce güneşten güzel. 

 
Tertemiz geldik yokluktan kirlendik; 
Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik. 
Ağladık, sızladık, yandık, yakındık: 
Yele verdik ömrü, toz olup gittik. 

 
Dostunu erkekçe seven kişi 
Pervane gibi özler ateşi: 
Sevip de yanmaktan kaçanların 
Masal anlatmaktır bütün işi. 

 
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim; 
Hele aklın defterini hemen dürerim. 
Şarap, sığınağım sensin bahar günü, 
Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim. 

 
Seni aramaktan dünyanın başı dertte; 
Zengine de göründüğün yok, fakire de; 
Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa, 
Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde. 

 
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan, 
Dörtle yedidir seni dertlere salan. 
Boşuna mı şarap iç diyorum sana: 
Bir gittin mi bir gelme yok, inan. 

 
Tanrım, hayır şer kaygısından kurtar beni; 
Kendimden geçir, seninle doldur içimi 
Aklım ayıramıyor iyiyi kötüden 
Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne iyi. 

 
Medresenin sözü vardır, tekkenin hali, 
Sözden, halden öteye gider aşkın yolu. 
Müftünün, vaizin en iyisini getirsen 
Aşkın mahkemesinde tutulur dili. 

 
Gerçek aydınlığa erince can gözüm, 
İki dünyayı birden silinmiş gördüm. 
Eriyip gittim sanki engin denizlerde: 
Ter olup çıktı, denize döndü gönlüm. 


Ömer HAYYAM
Çeviren: Sabahattin EYUBOĞLU

Dörtlükler XIX

Neylesem bu benim iç kavgalarımla? 
Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla? 
Sen  bağışlasan da ben yerim kendimi: 
Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla? 

 
Kalk sevinç dolduralım garip gönüle 
İçelim doğan güne karşı bülbülle  
Yırtalım biz de gömleği aşık gülle 
Verelim çiçekler gibi ömrü yele. 

 
Aklı olan paraya değer vermez, 
Ama  parasız dünya da çekilmez; 
Eli boş menekşe boynunu büker, 
Gül altın kasede gülmezlik etmez. 

 
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel, 
Keykubad' ın Keykavus'un tahtından güzel 
Sabaha karşı aşıkların iniltisi 
İki yüzlü softanın ezanından güzel. 

 
Bedenindeki et, kemik, sinir kaldıkça, 
Dünyadaki yerini bil, kendinden şaşma. 
Düşman Zaloğlu Rüstem olsa ger göğsünü, 
Dostun Karun olsa iyilik altında kalma. 

 
Yerin dibinden yıldızlara dek 
Ermediğimiz sır kalmadı pek, 
Her düğümü çözmüş insanoğlu; 
Ecel düğümünü var mı çözecek? 

 
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin 
Tekkede, manastırda eremezsin. 
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada 
Cennetin, cehennemin üstündesin. 

 
Bu evren her gece ne gömlekler diker! 
Kimini gelen, kimini giden giyer. 
Her gün nice sevinçlerle dolar dünya, 
Nice dertler toprağa karışır gider. 

 
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende 
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde 
İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı, 
Secdeye yatardı Adem'in önünde 

 
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz; 
Kıpkızıl şarapla abdest almışız. 
Medresede kaybettiğimiz ömrü 
Meyhanede aramaktır işimiz. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XVIII

Hep bir çember, dolanıp durduğumuz! 
Ne önümüz belli, ne sonumuz. 
Kim varsa bilen, çıksın söylesin: 
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz? 

 
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik; 
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik. 
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda 
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik. 

 
Tepemizde dönüp duran gökler 
Büyücünün fanusu gibidirler: 
Güneş bu fanus içinde lamba, 
Biz de gelip geçen görüntüler. 

 
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata; 
Aldırmıyor dine, islama, şeriata; 
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet: 
Gelmiş mi böylesi kahraman kainata? 

 
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin; 
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün 
Kendi kendinle sevişmek bu seninki: 
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin. 

 
Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün, 
Nice konakları yıkılmıştır gönlümün. 
Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak: 
Dibinde mahzun bir deniz kızı görürsün. 

 
Seni kuru sofraların softası seni! 
Seni cehenneme kömür olası seni! 
Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana? 
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi? 

 
Önce kendine gel, sonra meyhaneye; 
Kalender ol da gir kalenderhaneye. 
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur: 
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye. 

 
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi, 
İki yüzlü softaları dinlemek mi? 
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse, 
Kimselerin göreceği yoktur cenneti. 

 
En büyük söz Kuran bile 
Arada bir okunur besmeleyle. 
Kadehteyse öyle bir ayet var ki 
Okur insan her zaman, her yerde. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XVII

Bir put demiş ki kendine tapana: 
Bilir misin niçin taparsın bana? 
Sen kendi güzelliğine vurgunsun: 
Ben ayna tutar gibiyim sana. 


Biz aşka tapanlarız, müslüman değil; 
Cılız karıncalarız, Süleyman değil; 
Biz eskiler giyen benzi soluklarız: 
Pazarda sırma satan bezirgan değil. 

 
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte; 
Karanlık içindeyim, ışığın nerde? 
Cenneti ibadetle kazanacaksam 
Senin ne cömertliğin kalır bu işde? 

 
Gerçek erenlere güzel çirkin, hepsi bir; 
Sevenler için cennet, cehennem, hepsi bir; 
Kendini veren ha ipekli giymiş, ha çul; 
Yastığı ha pamuk olmuş ha diken, hepsi bir. 

 
Yıllar günler gibi geçti gider; 
Nerde o eski dertler, sevinçler? 
Belaya aldırmaz aklı olan: 
Bu da her şey gibi geçer, der. 

 
Dünyayı allar pullar boyarlar gözünü; 
Aklı olan hor görür süsünü püsünü. 
Kimler geldi gitti, kimler gelip gidecek: 
Al gitmeden alacağını, doyur gönlünü. 

 
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin 
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin. 
Neden şer demişler bu hayırlı suya? 
Siz bana bu şerden üç dört kase verin. 

 
Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme; 
Halk neden karşı kor Tanrı emrine? 
Bize herşeyi yaptıran kendi madem, 
Kulu sorguya çekmenin alemi ne? 

 
Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak? 
O mu sevinç bayrağımızı yırtacak? 
Gelin, atalım şunu gönül yurdundan: 
Yoksa içimizde fitne çıkartacak. 

 
Sensiz camide, namazda işim ne? 
Seninle buluşma yerim meyhane. 
Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı: 
İstersen kaldır at cehennemine. 


Ömer HAYYAM

13 Aralık 2011 Salı

Dörtlükler XVI

Kim görmüş o cenneti, cehennemi? 
Kim gitmiş de getirmiş haberini? 
Kimselerin bilmediği bir dünya 
Özlenmeye, korkulmaya değer mi? 

 
Ne mutlu adı sanı bilinmeyene; 
İpeklere, kürklere bürünmeyene; 
Anka gibi iki dünyadan da geçip 
Bu viranede baykuşa dönmeyene. 

 
Yok olmamış varlık var mı bir tek? 
Herşey bir gün, dağılıp gidecek. 
Öyleyse vara yoğa ne bakarsın? 
En iyisi yoku var, varı yok bilmek. 

 
Sevgili, bir başka güzelsin bugün; 
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün. 
Güzeller bayram günleri süslenir: 
Seninse bayramları süsler yüzün. 

 
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; 
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. 
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin 
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik. 

 
Kendimden geçtikçe gelirim kendime, 
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere. 
En garibi, içmeden sarhoşum da ben, 
Ayılırım her kadehi devirdikçe. 

 
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem: 
Kadehten başka şeye el uzatmam. 
Şaraba taparmışım, evet, taparım: 
Ama senin gibi kendime tapmam. 

 
Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın; 
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın. 
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen? 
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın? 

 
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben, 
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken; 
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda; 
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden. 

 
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk; 
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk. 
Aldığın her soluğun değerini bil 
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XV

İnsan çeker çeker de sonra hür olur; 
İnci sedef zindanlarda yuğrulur. 
Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun: 
Bugün boş duran kadeh yarın doludur. 

 
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; 
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi. 
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş? 
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti? 

 
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe, 
Altınları gümüşleriyle övünmeğe. 
Tam işleri dilediği düzene girer: 
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye. 

 
Can verinceyedek bu çorak yerde 
Dertten başka ne geçer ki eline? 
Ne mutlu çabuk gidene dünyadan; 
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene! 

 
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama, 
Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan da. 
Ne kızıl dudakları, ne altın saçları 
Almışın süprüntüler gibi kara toprağa. 

 
Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna; 
Dünyayı kara zindan etme başına. 
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu: 
Olacakları danışan var mı sana? 

 
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi, 
Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi. 
Bir göz atıverdi bana geçip giderken: 
İyilik et  denize at mı demek istedi? 

 
Gül de şarab da bilene güzel gelir; 
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir? 
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi 
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir? 

 
Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi? 
Sen al demişin; nasıl çekerim elimi? 
Hem yap hem yapma demek seninki bana 
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı? 

 
Bu dünya iki kapılı bir han, 
Girdi mi dertlere düşer insan. 
Tanınmadan yaşamak en iyisi: 
Elinde olsa da hiç doğmasan. 


Ömer HAYYAM

12 Aralık 2011 Pazartesi

Dörtlükler XIV

Toprakla karışıp bulanmamış bir can  
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan. 
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle, 
Sana iyi geceler deyip kaçmadan. 

 
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde; 
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde. 
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle, 
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde. 

 
Dünyaya geldiler, coşup taştılar; 
Güldüler, eğlendiler, anlaştılar; 
Bir kadehte sızıverdiler bir gün 
Ölüm uykusunda kucaklaştılar. 

 
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı, 
Şarap ne zaman çoşturur içenleri? 
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, 
bir de cuma, cumartesi günleri. 

 
Yaşamak elindeyken bugüne bugün, 
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün? 
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar; 
Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün. 

 
Toprak olup gitmişlere sorarsan 
Ha gavur olmuşsun ha müslüman. 
Kimler bu dünyada eğlenmemişse 
Ötekinde yalnız onlar pişman.

 
Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana; 
Elest günü canı sen verdin insana. 
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış: 
O kadeh sende, başka yerde arama. 

 
Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi. 
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. 
Can gözünü açınca görüyor ki insan 
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği. 

 
Feleği döndürebilir misin muradınca? 
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa? 
Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni 
Ha ovada kurt yemiş, ha mezarda karınca. 

 
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde; 
Arar bulamazsın gelecek perşembe. 
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla: 
Toprak oluvermeden gül de yeşil de. 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XIII

Bir testici gördüm, çamur içindeydi: 
Ayağı çarkında, elinde bir testi; 
Testinin başında bir yoksulun ayağı 
Kulpunda bir padişahın kellesi. 

 
Bir testi aldım çarşıdan ucuza; 
Gizli gizli neler  anlattı bana; 
Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı; 
Şimdi neyim? Testi oldum şaraba. 

 
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki; 
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki 
Çal sazını, sonun bir avuç toprak, 
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki. 

 
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin; 
Kin beslersin bize, zulüm eski adetin. 
Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar, 
Ne inciler yatar içinde bilir misin? 

 
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini; 
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini. 
Bana sevgi şarabını sundukları gün 
Kana boyamışlar varlık kadehimi. 

 
Ha Belh' te ölmüşsün, ha Bağdat' ta hepsi bir; 
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir. 
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz; 
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir. 

 
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak; 
Elimin özlediği kadehi kavramak. 
Her zerrem nasibini almalı dünyadan 
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak. 

 
Behram' ın şarap içtiği orman köşkünde 
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde. 
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram: 
Mezar da Behram' ı avlamış günün birinde. 

 
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede: 
Hayırmış, şermiş bırakmışım ikisini de. 
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar 
Ne birine metelik veririm, ne ötekine. 

 
Padişah ol, yokluk halkasına gir de; 
Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde. 
Meyhaneye ermeğe gelince biri 
Kendini bil de ne yaparsan yap de. 


Ömer HAYYAM

10 Aralık 2011 Cumartesi

Dörtlükler XII

Dostum, gel yarına kanmayalım biz; 
Günümüzü gün edelim ikimiz. 
Yarın çekip gettik mi şu konaktan 
Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz. 

 
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti; 
Derede akan su, ovada esen yel gibi. 
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok: 
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki. 

 
Tanrı, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Bu dünyadan o dünyadan bana ne! 
Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden 
Karıştı varlığın denizlerine. 

 
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol; 
Her istediğini onda ara, onda bul. 
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe: 
Koy canını ortaya, soyulursan soyul. 

 
Sarhoş oldum mu aklım azalır; 
Ayıldım mı sevincim dağılır. 
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya? 
En güzeli öyle yaşamaktır. 

 
Sevgili, sırlarına eren gönül nerde? 
Sözlerinin tekini duyan kulak nerde? 
Gece gündüz serilirsin de karşımıza: 
Yüzünü bir kez gören mutlu göz nerde? 

 
Dert içinde  sevinci bul da yaşa; 
Haksız düzende haklı ol da yaşa; 
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın, 
Varından yoğundan kurtul da yaşa. 

 
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek? 
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek? 
Bırak öyleyse iki dünyayı birden: 
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek! 

 
Dün özledim de seni coştum birden bire; 
Çıktım senin yerin dedikleri göklere. 
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan: 
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende! 


Ömer HAYYAM

Dörtlükler XI

Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi; 
Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi, 
Esen yelleri ateş ediyorsun bana; 
Çamura çeviriyorsun içeceğimi. 

 
Haram, acı, kötü derler canım şaraba: 
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa; 
İçin bakın; hem doğrusunu isterseniz, 
Haram dedikleri her şey hoş galiba! 

 
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem; 
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem. 
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi; 
Yok canım, şaka, ben nasıl içmem! 

 
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin; 
Erenlerin dilini de söktüremezsin; 
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı: 
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin. 

 
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk! 
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek. 
Şu seyrettiğin serin yeşillikler 
Yarın senin toprağında bitecek. 

 
İki batman şarap, bir buğday ekmeği; 
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili; 
Daha ne istenir bilmem şu dünyada: 
Padişah daha iyisini bulabilir mi? 


Dünyaları değişmem kızıl şaraba; 
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da. 
Şarap satanların aklına şaşarım: 
Ondan iyi ne var alınacak dünyada? 


İnsan son nefese hazır gerekmiş: 
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş. 
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz: 
Böylece dirilirsek işimiz iş. 

 
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik; 
Bildiklerimizle övündük, eğlendik. 
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? 
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik. 

 
Hayyam bilgelik çadırları dokudu; 
Sonra dert potasında yandı kül oldu. 
Bir pula satıldı kader çarşısında, 
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu. 


Ömer HAYYAM

9 Aralık 2011 Cuma

Dörtlükler X

Bilgisizliğimi sundum durdum aleme; 
Bir yoksulluk karanlığı çöktü gönlüme; 
Utandım günahımdam, müslümanlığımdan: 
Bundan böyle zünnar takacağım belime. 

  
Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz; 
Şehvet ateşiyle dışarı savrulmuşuz; 
Yarın yel savuracak toprağımızı: 
İçelim, hoş geçsin üç nefeslik ömrümüz. 

 
Bahtımın kökü yeşerip dal budak da verse 
Eğretidir bu ömür diye giydiğin elbise; 
Mıhlar gevşek bir gölgeliktir beden çadır, 
Pek dayanma sakın ne kadar sağlam da görünse. 

 
Ben de geçtim gittim bu zulüm yurdundan, 
Elimde yelden başka bir şey kalmadan; 
Ama var mı, ölümüme sevinip de 
Ecelin şaşmaz tuzağından kurtulan? 

 
Orucumu yiyorsam ramazanda 
Mübarek aydan habersizim sanma: 
Çileden gece oluyor da gündüzüm 
Sahura kalıkıyorum gün ortasında. 

 
Yılan gibi taşa girsen de, Saki, 
Sızar ecelin suyu bulur seni; 
Bu dünya toprak, Saki, türkü söyle; 
Bu soluk bir yel, şarap ver, Saki. 

 
Gönül Bijen' i kuyu gibi gam zindanında; 
Akıl Sührab'ı ölmüş derdinin sayvanında; 
Dünya Siyavuş'unun öcünü almak için 
Gam, Rüstem'in Turan gibi gönlünü talanda. 

 
Ey yanağı ağustos gülünü bastıran; 
Ey yüzü Çin güzellerini kıskandıran; 
Bakışı Babilşahını büyüde yenip 
Elinde at, fil, ruh, ferz, baydak bırakmayan. 

 
Elimde olsa dünyayı küçümserdim; 
İyisine de kötüsüne de yuf çekerdim; 
Daha doğrusu bu aşağılık yere 
Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm. 

 
Şarap iç, bire birdir derde tasaya; 
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya. 
Ne serin ateştir o, ne can dolu su: 
Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.


Ömer HAYYAM