Şiir, Sadece: Rus Şiiri
Rus Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rus Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2013 Perşembe

Ocak Geçip Gitti Hapishane Penceresinin Arkasından

Ocak geçip gitti hapishane penceresinin arkasından
Ve işittim türküsünü tutukluların
Hücrenin kerpiç duvarlarında çınlayan:
"Kardeşlerimizden biri özgür".

Sen işiteceksin daha tutukluların türküsünü
Ve ayak seslerini suskun gardiyanların
Kendin de türkü söyleyeceksin, söyleyeceksin daha:
"Elveda, ocak".

Yüzünü pencereye dönerek,
İçeceksin daha ılık havayı yudum yudum
ve ben yeniden yürüyorum düşünceler içinde koridorda
bir sorgudan bir başka sorguya,
o uzak ülkeye, ayların ve mevsimlerin olmadığı.


İosif Brodski
1962
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

5 Haziran 2013 Çarşamba

Oyuncak Satıcısına Sone

Oyuncaklar satıyordu sakat bir ihtiyar
Çocuklar sevinçten çıldırmış, ustanın da keyfi yerinde.
Cıvıldıyor, miyavlıyor, ötüyor oyuncaklar
Takla atıyor kimi, kimi amuda kalkmış kulağı üstünde.

İhtiyar da coştu, numaralar yapıyor şimdi
Üflüyor kuyruğuna bir kuşun ve öykünüyor ona
Gurulduyor, kuğuruyor, eğlendiriyor izleyenleri,
Çekiyor sümüklü bir serseriyi mıknatısıyla.

Akşamla, yaylıya koşan bir at gibi koşup tezgahına
Gider o koltuk değneklerinde sekerek bir meyhaneye
Birkaç meze atıştırıp, fıçı birası içmeye.

Ve bu sonede bir delik açarak iki yüz yıl sonra
Uçarak yükselip bir inci çiçeğinin sapında havaya
Bir kuşa ıslık çalacaktır iç sızlatan bir kederle.


Yunna Morits
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

4 Haziran 2013 Salı

Aralık

Kendi kurallarını getiriyor kış
Dalmışız bir oyuna kahkahalarla:
Yerden avuç avuç kar topluyoruz
Biçim vermek için o aklığa.

Bir kötülük öncesindeymiş gibi
Birikiyor yoldan geçenler çitin önünde:
Anlamak için yaptığımız şeyi
Kaygıdan çatlayacaklar nerdeyse ...

Bir kardan adam yapmadayız, hepsi bu.
Oh, nasıl bir zafer sevinci doluyor insana:
Tüm boyutlarıyla yaptığın şey
Kendi istemine bağlı olduğunda.

Bir çocuk sevinciyle bakıyorsun yüzüme
Bekleyerek ustalığını övmemi.
Sevgilim, ustasın gerçekten de
Ve üstelik, seviyorum seni...

Gitgide biçimleniyor kar
Boyun eğerek buyruğumuza.
Birden, güzelliğini ayrımsıyorum
Yüzünün, eğilirken kara.

Geçiyoruz apak avludan
Tepeden bakarak bizi izleyenlere.
Sevgilim, unutma hiçbir zaman
Oynamayı, böyle özenli ve çocuksu bir yüzle.

Sevgilimin elindeki iş
Baş eğsin özenli çabasına onun!
Ulaşsın o başarısına
Bir ev, bir baca çizen çocuğun ...


Bella Ahmadulina
Çeviren: A. Behramoğlu

3 Haziran 2013 Pazartesi

Güller

Güller
doğulu şairlerin baş belası
Arap halılarının ve ahengin
tutsağı.
Güller
karpuzun parıltısı
devingen kumların ışığı
tıpkı türbinlerin çarkı gibi
çevrinerek döner taçyapraklarınız,
Güller
buzdan ve ateşten güller,
ün tutkusu,
korkusuzluğun rengi
tıpkı bir slalom,
Siyah güller
siyah bira,
taş açılı kupayar,
Kırmızı güller
köpük sağrılı
kısrak sırtı,
Güller
her mürekkep damlasında
Puşkin'in, Shelley ve Tagor'un.
Ama köle ticaretine benzerdi
gül ticareti.
Perakende güller! Toptan güller!
Gül yağı!
Sinir hastalıkları için gül hapı!
Yararlı kullanıma boyun eğmiş güller
zorunluluk icabı.
Acıları dindiren haplar
ölü doğa resmi gibi
canlandırmak için duvar kağıdını.
Unutalım çocuklarımızı ve rahatımızı.
İnsanlara benzer güller,
kederlidirler akşamları
ve gül işletmelerinde
bir plana göre toplayıcılar
cumartesi günü devşirir onları.
İnsanlara benzer güller
ve güneşin altında yazgıları
geçip gider bir ölümlü gülümseme olarak,
fanidirler insanlar kadar.


Victor Sosnora
Türkçesi: Özdemir İnce

31 Mayıs 2013 Cuma

Tuna

Birtakım kadınlar ve erkekler gibi
Kıvrıntılarında arsızlaşan Tuna,
Delişmen meşelerine, ıhlamurlarına tutkun,
Akıyor, can atarak keyifli suçlara.

Onu Avusturya'ya kadar geçiriyor Bavyera,
Zıpır Viyana'da kaprisler yapacaktır,
Slovakya'ya uğrayacaktır ormanlarda sürtmek için bir süre
Ve yeni izlenimler için Macaristan'a çıkacaktır.

Herkesin şımartığı! Ne savaş umrundadır
Ne iyilik ne akıl karışıklığı gölgeler belleğini,
Ne de Mozart'ı anımsar, kuş sesleri duymak isteyen ölüm öncesinde
Ve ışığın kısılmasını yandaki odada, şamatanın kesilmesini.

Oynak, şıpsevdi, unutkan,
Yukarı bölgelerde gotikle, aşağlarda kamışlarla kaplı,
Eğer gelecek olmasaydı, siz karar verin artık
Avrupa'nın geçmişiyle ne yapardı?

Paylamak, kıvrıntılarını düzeltmeye kalkışmak,
Ciddiyete çağırmak- etkilemez onu hiçbiri!
Kaygısızlık mı? Gönlünün tasasızlığıyla o
Habsbourg'lulardan daha hoppadır ve daha uzun yaşamaya niyetli.


Aleksandr Kuşner
1978
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

30 Mayıs 2013 Perşembe

Turnalar

Bataklık ağaçlarının gövdeleri arasında gündoğusu kızardı ...
İşte Ekim başlıyor ve turnalar sökün edecekler;
Uyandıracak, çağıracak beni turna çığırışları!
Tavan aramın, uzakta, unutulmuş bataklığın üstünden geçecekler ...
Rusya'da, bir uçtan bir uca, bildirecekler yaprak dökümü vaktini
Destanlar gibi sayfalarında çok eski kitapların.
Sonuna dek dile getiriyor ruhta olan her şeyi
Ağlayışları ve yüksek uçuşları, bu gururlu, ünlü kuşların.
Bir uçtan bir uca, tüm Rusya'da, dost eller sallanıyor onlara.
Ve anlatacak onlar, göksel sesleriyle, bir masal gibi
Uçan ağlayışlarıyla duyuracaklar uzaklara
Unutulmuşluğunu bataklıkların, kavrulmuş tarlaların kederini..
İşte geçiyorlar ... geçiyorlar işte ... Açın kapıları hemen
Ve çıkın, bakmak için yüceliklerinize!
İşte sustular-ve yeniden öksüzleşiyor ruh ve doğa
Çünkü yok artık onları dile getirecek kimse ...


Nikolay Rubtsov
Çeviren: A. Behramoğlu

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Mimarlık Enstitüsünde Yangın Var

Mimarlık Enstitüsünde yangın var!
yanıyor bütün odalar, planlar
genel af varmış gibi zindanda ...
Yangın var! Yangın var!

Yapının uykulu yüzünün ta yukarlarından
utanmadan, yaramaz
aptal bir maymun gibi tıpkı
bir pencere kayıyor aşağı.

Yazıp bitirmiştik tezlerimizi,
tam sırası şimdi onları savunmanın.
Çatırdıyor içinde bir mühürlü dolabın:
hakkımdaki tüm kötü raporlar!

Yaralanmış tez kağıdım, o şimdi
yaprakların kızıl bir sonbaharı;
yanıyor resim tahtalarım,
bütün kentler yanıyor.

Beş yaz, beş kış alevler içinde uçtu gitti
bir varil petrol gibi tıpkı.
Karen, sevgili hayvancığını,
Oy! yanıyoruz!

Hoşça kal mimarlık:
yandı bitti kül oldu
bütün o aşk tanrısı yontularla süslü
inek sundurmaları
ve o cafcaflı postaneler uğruna!

Ey genç, anka kuşu, budala,
tezin sıcak bir şey şimdi,
küçük kırmızı eteğini fırlatıp atan,
kırmızı küçük dilini fiyakayla çıkaran.

Hoşça kal tahtalardaki yaşam!
Yangın yerleri dizisidir yaşam.
Kurtulamaz kimse şenlik ateşlerinden:
yaşarsınız-yanarsınız.

Ama yarın, bu küllerden,
bir arıdan da zehirli
ucu pusulanızın ok gibi fırlayacak
sokmak içi parmağınızı.

Her şey gitti dumanlarla,
ve hiç tükenmez iç çeken insanlar.
Sonu mu?
Sadece başlangıç bu.
Haydi sinemaya gidelim!


Andrey Voznesenski
Türkçesi: Ülker Tamer

28 Mayıs 2013 Salı

İlk Buz

Telefon kulübesinde titriyor bir kız.
Büyük mantosunun içine gizlemiş
gözyaşlarının dudak boyasına
karıştığı yüzünü.

İncecik avuçlarına hohluyor.
Parmakları buz tutmuş.

Bir başına dönecek evine
buzlu sokaklarda.

İlk buz. Buzun ilk tutuşudur.
Telefon cümlelerinin ilk buzu.

Donmuş yaşlar parlıyor yanaklarında.
Gönül kırıklığının ilk buzları.


Andrey Voznesenski
Türkçesi: Ülkü Tamer

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Marilyn Monroe'nun Monologu

Ben Marilyn, Marilyn.
Kahramanı
intiharın ve eroinin.
Kime parıldar yıldız çiçeklerim?
Kiminle konuşur telefonlar?
Kimdir geyik derisiyle kaplı terzihanede yaşamını sürükleyen?
Dayanılmaz şey,
dayanılmaz şey sevgisiz yaşamak
dayanılmaz şey uzakta olmak kavak ağaçlarından
dayanılmaz şey intihar,
fakat yaşamak
daha da dayanılmaz bir şey!
Satışlar. Suratlar. İğdiş bir öküz gibi böğürüyor şef
(Anımsıyorum Marilyn'i.
Otomobiller bakıyordu ona.
Yüz metrelik bir sinema ekranında
İncil'den bir gökyüzünde
yıldız bolluğu arasında
soluyordu Merlin
seviyorlardı onu...
Bitkin düşüyorlar, dönmek istiyorlar arabaya.
Dayanılmaz şey),
dayanılmaz şey
dayamak yüzünü köpek kokulu koltuklara!
Dayanılmaz şey, zorla olduğunda bu iş
daha da dayanılmaz şey, gönül rızasıyla olduğunda!

Dayanılmaz şey, düşünmeden yaşamak
daha da dayanılmaz şey -dalmak derinlere.
Nerede tasarılarımız? Sanki silip süpürdüler bizi,
var olmak- intihar değil de ne ki ...
intihar -savaşmaktır çirkefle
intihar -uzlaşmaktır onunla
dayanılmaz şey, yeteneksizsen eğer
yetenekliysen daha da dayanılmaz bir şey.

mesleğimizle öldürürüz kendimizi
parayla, güneşte yanmış kızlarla
çünkü biz oyuncular
yaşamayız gelecek kuşaklarla
rejisörlerse -döküntüden başka bir şey değil;
boğarız sevgililerimizi kucağımızda,
genç yüzlerin, alçıdan kalıplar gibi
izi kalır yastıklarda
dayanılmaz şey;

ah, anneler, anneler, neden doğurursunuz?
Biliyordun anne, ezeceklerini beni;

oh, buz tutmuşluğu sinema yıldızlığının
yasak bize yalnız kalmışlık,
metroda
troleybüste
mağazada
"Ooo!.. kimi görüyoruz bak hele ... diker gözlerini
mıymıntılar;

dayanılmaz şey, çıplak olmak
tüm afişlerde, tüm gazetelerde,
unutup,
ortasında yürek olduğunu bu bedenin
balık paket ederler seninle
gözler buruşuk
yüz parçalanmış
(korkunç şey anımsamak France Observer'de
fotoğrafını senin
güvenli yüzünle;
ve öte yanda ölü Marilyn!).

Anırıyor prodüktör, atıştırırken böreği:
"Siz bir meleksiniz ruhum,
alnınız inciden gibi!"
Ve siz, bilir misiniz kokusunu incinin?!
İntihar koktuğunu!
İntiharcılar-motosikletçilerdir,
intiharcılar acele ederler zom olmakta,
intiharcılar,
intiharcılar,
evrensel bir Hiroşima'dır bu,
dayanılmaz şey,
dayanılmaz şey bekleyip durmak
patlamasını;
ve anlatılmaz 
biçimde dayanılmaz bir şey
ellerin benzin kokması!

dayanılmazca
yanıyor mavide
veda portakalların ...

Güçsüz bir karıyım ben. İnecek değil miydim
tırmandığım yerden?
daha iyi
olması bu işin birden!


Andrey Voznesenski
1963
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Nazım'ın Kalbi

Usandığım zaman gerçeklerin yalanından
kaygının küstah baskısından
tunç Nazım'ı anımsarım
ve sesini
biraz hançeri:
"Merhaba kardeşim ...
Ne o neden suratın asık öyle?
Boş ver!
Yoksa şiir takıldı mı bir yerde?
Gel beraber bitirelim.
Para mı yok?
Çaresine bakarız dert değil
Sevgili mi yok?
Aldırma buluruz ..."
Oysa asıl kendisinde bir şey var
içini yaralayan
yüzünün buruşuklarından dehşetle akan:
"Hepsi iyi ya
şu kalp ağrısı ...
Adam sen de
ağrıyadursun yaşıyoruz ya..."
Bazıları için şiir
bir roldür,
bir dükkancıktır bazıları için
kardır.
Onun gibileri içinse
ağrıdır şiir
rol değil.
Nazım'ın kalbi de işte
ağrıdı durdu böyle.
Üzerine titreyen doktoru bir defasında
hani pek de güvenmeyerek
demişti bana:
"Bakın, demişti,
Keskin konulardan kaçının ki
ağrımasın Nazım'ın kalbi..."
İlahi doktor!
Hastanız gitti.
Fayda etmedi çabalarınız.
Ama kalbi
gizli gizli çarparak
devam ediyor ağrımaya
ölümünden sonra da
İçimdeki acı ağrıyor
Ruslar için Türkler için ağrıyor
Nazım gibi mahpusta hür herkes için
ağrıyor.
Hapishane şefkatiyle yetişen o kalp
(ölümden sonra bile)
dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman ağrıyor,
neme lazım dediğimiz zaman
ve
kendisi gibi iyilikle
cesaretle
"Merhaba kardeşim..." diyemediğimiz zaman ağrıyor.
Varsın ağrısın kalplerimiz
hepsi için
yeter ki ağrımasın
kalbi Nazım Hikmet'in.


Yevgeni Yevtuşenko
Türkçesi: Lel Starostov

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Üç Dakikalık Gerçek

Bu şiir, Küba'nın bir ulusal kahramanı
olan Jose-Antonio Echevarria'nın anısına
adandı. Arkadaşları ona, İspanyolca
"elma" anlamına gelen MANİANA
adını takmışlardı.

Bir delikanlı vardı Manzana adında.
Bir saydam kaynaktı gözleri
uğultuluydu
yüreği
bir tavan arası gibi tıpkı
güvercinlerin,
gitarların,
tabloların
tıka basa doldurduğu.
Severdi mısır yemesini çıtırdatarak,
bayılırdı beyzbol oynamaya,
çocuklara, kuşlara,
ve, çılgın kasırgasında
bir paçanganın
biterdi
kaşları altındaki
iki tansığın
bakışına.
Ama bir delikanlı vardı Manzana adında,
bir çocuğa benzerdi,
ama yalımlanırdı yüreği iğrenme ve horlamayla
ne zaman karşılaşsa
sözde sofularla
ve aldatmayla.
Oysa, o zamanlar Küba'da
binlerce maskeyle bezenmişti yalan
salonlarda kol gezerdi
ve
bir kral gibi
kurulurdu
Başkan'ın
arabasında.
sütun sütun dolardı gazetelere
utanmadan,
ve günün ışımasıyla birlikte
rock'n roll'
la karışık
fışkırırdı
radyo
istasyonlarından.
Ve işte o zaman Manzana adlı delikanlı,
ün için, şan için değil,
sadece herkes,
sadece gerçeği görsün diye Küba'da,
ele geçirmeye karar verdi radyo vericisini,
Ve
arkadaşlarıyla birlikte
elde tabanca
daldı oraya,
aldı elinden mikrofonu
bir güzel şarkıcının,
ve onun sesi cesaret
ve inanç yani
sesi Küba'nın anlattı
gerçeği halka.
Üç dakika, fazla değil!
Sadece üç dakika!
Ve sonra bir silah sesi,
sesssizlik sonra.
Son noktasını koydu
bu tamamlanmayan söyleve
Batista'nın kurşunu.
Ve tekrar
bir rock'n roll başladı şen şakrak,
ve o,
o anda ölümsüz, vermiş hayatını
üç dakikalık gerçek için
yatıyor, genç ve mutlu.
Sözüm sanadır Dünya gençliği:
ülkende egemen olursa yalan,
gazetelerde boy gösterirse yalan hiç durmadan
Gençlik!
Manzana'yı hatırla!
İşte insan dediğin böyle yaşamalı
ve eğlenmemeli gerek
dalga geçerek.
Ölüme yürümek,
unutup
huzuru
Ama söylemek
üç dakika bile olsa
rahatı,
gerçeği söylemek
gerek!
üç dakika olsun, yeter!
Sonra,
ölüm hoş gelir
safa gelir.


Yevgeni Yevtuşenko
Çeviren: Ö. İnce

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Mağara Adamı Resim Çizmeyi Öğreniyordu

Mağara adamı resim çizmeyi öğreniyordu.
Ve hiç gerek duymadan zarif olmaya
Başladı yontmaya kaba bir bizonu
Ağır bir taşla mağarasının duvarına.
Raslansal bir adım! Belalı bir çaba!
Resim tamamlandı -ve ilk kez yaratılıştan beri
Buğulandı gözyaşlarıyla
Yabanıl bakışlı gözleri.
Gönlü yaratıcılığın korkunç sırrıyla dolu
Anladı, bu yoldan geriye dönüş olmadığını;
İçinde hem mutluluk, hem suçluluk duygusu
Silerken ilkel yumruğuyla gözyaşlarını.
Yabanıl, kıllı, sırtında bir hayvan postu;
Ruhunun çarpıntısı okunuyordu yüzünden;
Hiç tatmadığı bir hazla doluydu
Baldan daha tatlı ve daha doyurucu etten..


Yevgeni Vinokurov
1957
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

29 Nisan 2013 Pazartesi

Yılkovan...

İlk ücretimle, kazandığım ilk parayla
Bir saat aldım ve o günden beri
bakışlarımı ayıramıyorum ondan.
O aceleci
akrepten ve yelkovandan.

Biliyorum, nedir acelesi onların:
kendi sonları değil, benim sonumdur koştukları.

Çalıyor çıngırak
acımasızca anımsatarak
Zamanın dönülmezce aktığını.

Akrebi daha çok seviyorum
Yelkovandan ve saniye göstergesinden daha çok

Ölçülü bir tutkuyla ilerliyor çünkü
Fazla acelesi yok.

Zengin olursam
Öyle bir saat
satın alacağım ki yılkovanı olsun ...
Yılkovan-yani öyle bir ibre ki

İlerlesin yavaş yavaş
Güneş ya da bir gemi gibi...


Boris Slutski
1971
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

27 Nisan 2013 Cumartesi

İnsan Yaşamını...

İnsan yaşamını (ayrıntılarıyla)
Anlatabiliriz (ortalama) iki saat içinde.
Döküp saçarak ne kadar sır varsa,
Değiştirerek ses tonunu inandırıcı biçimde.

(Beş aşağı beş yukarı) yüz yirmi dakikada
Konabilir ortaya, anlatılabilir.
Dökük, kırık, doğru, eğri ne varsa;
Beşik mezara bağlanabilir.

Fakat onur kırıcı bir şey yine de: Yenildi, içildi,
Konuldu, göçüldü -hepsi iki saat içinde-
Boyun eğdirildi krallara, camlar kırıldı
Göklere hücum edildi.
Dağlar yerinden oynatıldı, ormanlar yakıldı
İki saat içinde olup bitti hepsi!


Boris Slutski
1971
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

26 Nisan 2013 Cuma

Bekle Beni

Bekle beni, döneceğim
Bütün gücünle bekle.
Bekle, sarı yağmurlar
Hüzün getirdiğinde.
Bekle karda, tipide
Bekle, bunaltırken sıcak
Bekle, kimseler beklemezken
Geçmişi unutarak.
Bekle, uzak yerlerden
Mektup gelmez olduğunda.
Bekle, birlikte bekleyenler
Beklemekten usandığında.

Döneceğim, bekle beni
Ve iyilik dileme
Artık unutmak gerektiğini
Söyleyenlere.
Varsın oğlum ve anam
Yok olduğuma inansınlar,
Varsın, yorulup beklemekten
Otursun ateşin başına dostlar
İçsinler o acı şaraptan
Rahmet dileyerek yitene
Bekle. O şaraptan
İçmekte acele etme.

Bekle beni, döneceğim
Tüm ölümlerin inadına.
Varsın, beklemeyenler
Yorsunlar bunu şansa.
Anlayamayacak onlar
Nasıl ortasında ateşin
Kurtardı beni
Senin bekleyişin.
Nasıl sağ kaldığımı
İkimiz bileceğiz sadece:
Başardın beklemeyi sen
Kimsenin bekleyemediğince.


Konstantin Simonov
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

25 Nisan 2013 Perşembe

Tez Tutun Elinizi İyi İşler Yapmada

Pek de iyi günler geçirmedim üvey babamla,
Ama odur beni yetiştiren yine de.
Ve bundan ötürü
Üzülürüm bazen
Onu bir şeylerle sevindiremediğime.

Ölüm döşeğinde, sessizce can çekişirken,
-Anamın anlattığı-
Gün günden
Daha çok adımı anıyor, yolumu gözlüyormuş
"Şurka olaydı, beni kurtarırdı..."

Köyümüzde yoksul bir kocakarıya
Derdim ki:
Öyle seviyorum ki seni
Büyüyünce bir ev çatacağım sana
Odununu ben yaracağım
Ben satın alacağım ekmeğini.

Çok şey düşledim
Çok şey vaat ettim.
Leningrad kuşatmasında ihtiyar
Kurtulurdu ölümden belki;
Bir gün geciktim, fakat geri vermez o günü yüzyıllar ...

Binlerce yol geçmişliğim var şimdi.
Yetişir gücüm, ekmek almaya da ev çatmaya da
Ne ki üvey babam yok artık
Yaşamıyor o kocakarı da

Tez tutun elinizi iyi işler yapmada.


Aleksandr Yaşin
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

24 Nisan 2013 Çarşamba

Savaş Bittiği Gün

Savaş bittiği gün, o şölen gününde
Tüm namlular ilan ederken zaferi;
Bir an, özel bir duyguyla
Sarsıldı hepimizin yüreği:

Yolun sonunda, vardığımız o uzak ülkede
İlk kez vedalaştık, ateş gümbürtüsü altında;
Savaşta yaşamını yitiren herkesle,
Canlılar ölülerle nasıl vedalaşırsa.

Ruhlarımızın derinliğinde, o zamana kadar,
Vedalaşmamıştık öylesine dönülmezce;
Bir eşitlik vardı aramızda sanki,
Bir sayım listesiydi ayıran bizleri sadece.

Aynı savaş yolunda yürümekteydik yan yana,
Ve paylaşmaktaydık aynı savaşçı yoldaşlığını.
Onların zorlu yazgısıydı parlayan bizim de alnımızda,
Bize de uzak değildi bu yazgı.

Fakat şimdi, bu özel dakikada
Yücelik ve hüzünle dolu bu an,
Ayrılıyorduk artık sonsuzca,
Bu salvo ateşleri ayırıyordu bizi onlardan ...

Uğuldayan çeliği namluların
Anlattı bize, artık yitikler arasında sayılmayacağımızı;
Ve yiterek bir duman içinde, uzaklaşmadaydı gitgide,
Şehit arkadaşlarla dolu kıyı.

Yoğun tabakası arasından günlerin ve yılların
Bu ateş dalgaları çekip götürüyordu onlardan bizi.
Ve onlar bir şey söyleyemezlerdi. Dilsizdiler.
Ve sallayamazlardı arkamızdan ellerini.

İşte böylece, ezikliği içinde yazgımızın,
Vedalaştık bu bayram gününde dostlarla.
Onlar ki son gününe dek savaşın
Bizimle aynı saftaydılar daha ...

Onlar ki yarısına kadar ancak
Geçebilmişlerdi büyük yolunu o kanlı yılların:
Onlar ki kimisine daha
Mezar olmuştu balçıklı suları Volga'nın.

Onlar ki henüz Moskova önlerinde,
Derin karlara gömülüp kalmışlardı;
Varoşlarında şehrin, öncü birliklerde,
1941 kışı.

Ve öldüler, ümit bile edemeden,
Son bir saygı görevi yapılacağını;
Arkadaş eliyle serpilmiş
Bir toprak tümseği altında uyumayı.

Hepsiyle bir bir vedalaştık, hepsiyle,
Yazgıları eşit olmasa da
General olanlarla da ölüm öncesinde,
Çavuş olacak kadar az yaşayanlarla da ...

Yarıya indirilmiş sancakların
Aynı büyük örtüsü altında
Vedalaştık içimizden, bir bir
Tüm şehit arkadaşlarla.

Vedalaştık. Ve dindi uğultusu ateşlerin.
Ve zaman akıp geçti.
Bir avuç toprak olan o kardeşlerin
Üstünde ağaçlar kaç kez yaprak değiştirdi.

Ve yeniden yeniden yapraklar yeşerecek,
Büyüyecek çocuklarımız ve torunlarımız.
Fakat her zafer gününde, her salvo ateşinde
Biz o büyük ayrılığı anımsayacağız.

Hayır, bir saygı görevi değil bu sadece,
Sürüp giden bu anı, ruhumuzda.
Ve savaş dalgaları-
Sürüp gittiğinden de değil hala.

Onlar, karışıp toprağa ve ölümsüzlükleriyle
Bize yiğitlik örneği olanlar
Dünyada en son savaşın
Kurbanı da sayılsalar;

Nasıl unutabiliriz onları, nasıl? ..
Nasıl yaşarız, ayırıp kendimizi onlardan?
Nasıl görmeyiz onların gözleriyle dünyayı,
Ve nasıl işitmeyiz onların kulaklarıyla bazen ...

Ve sonuna vardığımızda yaşam kavgasının,
Gelip çattığımızda ölümün eşiğine,
Kayıtsız kalabilir miyiz o arkadaşların
Dostluğuna ya da sitemine ...

Çünkü ot değiliz biz ve ot değil onlar ...
Aramızdaki bağ koparılamaz.
Öyle bir yakınlıktır ki bizi birleştiren,
Ona ölüm bile ulaşamaz ...

Sizler! Dünya savaşının şehitleri!
Bizim mutluluğumuz için toprağa karışanlar!
Yaşayanlar kadar sizin için de
Söylüyorum türkülerimi...

Sizinim ben dostlar, sorumluyum size
Canlılara karşı nasıl sorumluysam.
Ve bir gün, alçalırsam yalan söyleyecek kadar,
Sapmamam gereken bir yola saparsam;

Ve eğer inanmadığım sözler söylersem bir gün,
Onları gereğince yayamadan daha
Ve henüz tepki gelmeden yaşayanlardan
Sizin sessiz siteminiz ulaşacak bana ...

Ve ölenlerin vereceği yargı
Sarsar, en az canlılarınki kadar ruhu.
Yaşasın içimde son nefesime dek,
Zaferin ve o büyük vedalaşmanın salvosu ...


Aleksandr Tvardovski
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

23 Nisan 2013 Salı

Otlar Kitabı

Ah, hayır, ben ırmağın yamacındaki kent değilim,
Sadece armasıyım o kentin.

Kentin arması değil, bir yıldızım
Üstünde kent armasının

Karanlık suda bir konuk değilim gökten,
Sadece adıyım bir yıldızın ben.

Ne ses, ne giysiyim karşı kıyıda,
Işık saçabiliyorum yalnızca.

Hayır, senden gizli bir yıldız değilim,
Ben, savaşta yıkılmış bir evim.

Ev değil, toprak bir tabyayım kalede,
Senin evinin anısıyım belki de.

Sana yazgının yolladığı bir dost değilim,
Ben uzak bir atışın sesiyim.

Seni deniz ötesi bozkıra götüreceğim,
Orada nemli toprağa düşeceğim.

Ve dönüşeceğim bir bebek otlar kitabına,
Başım anne yurdun bağrında.


Arseni Tarkovski
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

22 Nisan 2013 Pazartesi

Yedinci Duyu

Gökdelenler kurmada çeşit çeşit
Mimarların şanlı emeği.
Fakat insan başka bir şey istiyor artık;
Var olandan daha iyisini.

Kitaplar daha iyi daha iyi yazılmakta
Öyle ki olanaksız okumak hepsini.
Fakat insan daha başka bir şey istiyor artık;
Var olandan daha iyisini.

Duyular incelmede incelmede gitgide
Sayıları beş değil altıdır şimdi.
Fakat insan başka bir şey istiyor artık;
Var olandan daha iyisini.

Gizli nedensellikleri çözmek için
Açmak için bilinmez yolları
Altıncı duyunun yerini
Yedinci duyu almalı.

Kendine göre hakkı var herkesin
Tanımlamaya yedinci duyuyu.
Belki de geleceği
Apaçık görme yetisidir bu ...


Leonid Martinov
1952
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

20 Nisan 2013 Cumartesi

Granada

Tırısla gidiyorduk.
Savaşta doludizgin
"Elma" türküsünü hiç
Dilden düşürmeksizin.
Ah o türkünün
Sürer anısı hala
Otlarında bozkırın-
Ve bakır taşlarında.

Fakat savaş yoldaşım
Yanımda at koşturan
Bambaşka bir türküyü
Söylüyordu durmadan.
Ve uzak bir diyardı
Konusu bu ezginin:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Dalarak ülkesinin
Sınırsız kırlarına
Ezbere söylediği
Bu hüzünlü türküyü
Nereden öğrenmişti
Bu Ukraynalı köylü?
De bana Aleksandrovsk,
Harkov kenti yanıt ver:
Çoktan mı dilinizde
İspanya'dan türküler?

Söyle bana Ukrayna
Ozanınız Taras'ın
Papağı düşmedi mi
Bir zaman bu tarlaya?
Öyleyse bu türküyü
Nerden duydun kardeşim:
"Granada, Granada,
Granada'm benim"?

Bir süre, düşlerinde
Kalıyor Ukraynalı:
"Kardeşçik, bir kitapta
Gördümdü ben bu adı.
Güzel çınıltısı var
Yüce bir ünü hem de-
Granada bir ildir
İspanyol ülkesinde!

Bıraktım Kulübemi
Savaşçı oldum ben de
Granada'da toprak
Köylünün olsun diye.
Elveda çoluk çocuk!
Elveda sevdiklerim!
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Dörtnala gidiyorduk
Hepimizin düşünde
Savaş dilbilgisini
Ve topların dilini
Öğrenmek bir an önce.
Doğuyordu güneş ve
Batıyordu yeniden,
Bitkin düşmüştü atlar
Doludizgin gitmekten.

Ve bölük çalmadaydı
Acıların yayıyla
"Elma" türküsünü hep
Zamanın kemanında...
Fakat ya senin türkün
Niye sustu kardeşim:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Delik deşik vücudu
Eyerden kayıyordu,
Savaş yoldaşım ilk kez
Atından iniyordu.
Ve gördüm: cesedine
Eğildi ay usulca,
Solgun dudaklar son kez
Fısıldadı: "Grana ... "

Evet O uzak ile
Bulutlar ötesine
Gitmişti arkadaşım
Alıp türküsünü de.
Ve duymadı bir daha
Kırları bu ülkenin:
"Granada, Granada,
Granada'm benim!"

Bölük ayrımsamadı
Askerin yittiğini
Ve "Elma" türküsünü
Sonuna dek söyledi.
Sadece batan günün
Kadife atlasından
Gözyaşımsı bir yağmur
Süzülüp düştü bir an ...

Fakat gebeydi yaşam
Yepyeni türkülere ...
Gerekmez be çocuklar
Üzülmek bir türküye.
Yapmayın, yapmayın.
Gerek yok kardeşlerim ...
Granada, Granada,
Granada'm benim!


Mihail Svetlov
1926
Türkçesi: Ataol Behramoğlu