Şiir, Sadece: Edip Cansever şiirleri
Edip Cansever şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edip Cansever şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2016 Cuma

Düş Suda X

Yok düş kuracak vakit bile
Her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda IX

Öyle yorgun ki kentimiz
Düşlerden ve söyleşmekten
Yok duyacak kimse sesimizi

Gönderdik göndermesine, yüzümüz
Oradan da
Yok olarak geri geldi

Sesler, şarkılar.. alışkanlık elbet.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

31 Mart 2016 Perşembe

Düş Suda VIII

Düşürdük gölgemizi suya
Ardından kendimizi
Sessizlik gibi sade, telaşsız
Hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana

Yüzdük bütün gün adalardan adalara
Hiçbir şey düşünmeden. Yalnız
Akşama doğru bir demet mavi süsen topladık.
Sunmak üzere bizi yaratan ozana

Düşüyüz mavi dudaklı büyük ozanın


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda VII

Uzatmışlar ölüsünü kumlara
Mavi yüzlü çocuğun
Unutulmayan maviden
Hiç unutulmayan

İri bir balık asılı durur ağaçta
Dik ve bulanık

Ayrı ayrı yönlerine sonsuzluğun
İkisi de
Eriyen kar sıcaklığında
Ve ufuk
Kurtulmuş tanrıların kucağından
Uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda VI

Su
Vuruyor kıyıdaki gemi leşlerine
Yalıyor sokaklarını kentin
Savuruyor öfkeyle rüzgârını
Masmavi yangınından

Bir evin bir odası yanıyor yalnız
Habersiz bütün kent bundan

Bir ruh gibi yanıyor çünkü
Giz dolu varlığından taşarak
Aydınlığın içinde
Aydınlıktan bir sarkaç gibi

Sinsi bir gülüşle görüyor o
Kayığını boyuyor bir yandan da.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

30 Mart 2016 Çarşamba

Düş Suda V

Duymuyoruz dokununca duymuyoruz
Taşlara kayalara taşlara
Nasıl kanmıyorsa yüreğimiz sevince
Sevince, acılara da

İşliyor kireçli taşını yontucu
Saat kaç, vakit ne vakti şimdi
Bırakıp da elindeki keskiyi
Sırtını duvara dayayınca anlarız

Severiz çünkü ara vermeden
Anlamaya uymayan vakitleri

Ey yerle gök arası mutlu kalebentliğimiz.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda IV

Konuşulmaz fırtınada, çünkü ölüm
Katar özünü fırtınaya da

Neyi bekliyoruz böyle neyi
Yendik mi yenik mi düştük yoksa
Bir ufak kuş yukarıda
Sürüyüp durur gölgemizi

Çözmüşüz nasıl olsa ipini sandallarımızın da.


Edip Cansever
Kirli Ağustos 
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda III

Adını söylediler, ölümünü ardından
Ardından hemen ölümünü
Fısıldar gibi soyadını, ilgisiz
Sokağın bitiminde sazlardan
Şapkalar ören adama

Kim ne der artık, boş hepsi
Yüzünü yüzdürüyor suda
Buruşturaraktan elindeki saz şapkayı

Her şey, ama her şey
Yüzüyle buruşan şapkanın arasında hızla.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

29 Mart 2016 Salı

Düş Suda II

Sevindik görünce birden
Limandaki eski tekneyi
Koştuk yokuş aşağı bir süre
Yakalanmamak için
Geceyi anlatan ishakkuşuna

Sabaha benzedik tahta iskeleye varınca
Suya
Yıkıldık. Üç kere kımıldadı koy
Ödünç aldığını sandı bizi
Demirledi göğsümüze eski tekne
Suyla sabahın göğsüne

Oysa biz
Çarçabuk geri döndük geldiğimiz yere
Üç kişiydik üçümüz de
Öldük ve dirildik
Hani unutmuşuz da yolumuzu, birine
Yol sorar gibi
Demirin tırnakları kaburga kemiklerimizde.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda I

O zaman neydi, eskidi sandıktı gölü
Kapı önlerinde söyleşen kadınları
Boyasız bir sandal sazların içinde

Nasıl koyverdik sonra kendimizi
Görünce suyun dibinde
Boğulmuş beyaz kenti

Gene de
Göz açıp kapayıncaya dek gittik geldik
Üç kişiydik üçümüz de
Geçmişe uzanan üç ayrı gün gibi.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Şahinin Kopardığı Elmas III

Bir gün bir su birikintisinde tanıdım sakallarımı
Gözlerimi, o yaman kuşkuyu daha sonra öğrettiler
Tuba ağacından kesilmiş iki tek dalı
Bilmem ki, tutmadım hiçbir fırtınanın da hesabını
Ne şiir yazdım gittikçe azalan yaşıma
Ne de giz diye sakladım umutsuzluk için yazdıklarımı
Keşfe çıktım doğup büyüdüğüm kenti yeniden
Tırmandım genelevlerle dallanan sokakları
Bozuk plakların, eski püskü eşyaların üstünden atladım
Kâğıt oynadım hiç tanımadığım adamlarla
Zar attım
Ve imrendim o kuleyi yaptıran adamın işaret parmağına
Sinemalara girdim (bir filmin ortasında ya da sonunda)
Oturmadım bile çoğu zaman
Girdim ve çıktım
Doğrusu hiçbir şey anlamadımsa yaşamımı anladım
Öyle hep kesik kesik olan, karışık olan
Ve utandım galiba sabahları demli çaylardan
(Ki mavi bir taş sıkıştırırdım dişlerimin arasına hırsımdan
Denizler, açık denizler
Daha doğmamış olurdu dünyanın sıcak karnından.)

Bir sabah da Bizans paralarına baktım antikacı dükkânlarında
Gözyaşı şişelerine, pesüslere baktım
Tutuldum bir tasvirle kedi gözünden bir heykelciğe
Onca yıl sonra Truva atına tutulduğumdan
Ama hiç mi hiç gereği yokken bakır bir madalya satın aldım
Bilmiyorum ne yaptımdı o madalyayı ben
Ya birine verdimdi ya da bir arsaya fırlattım.

Bir gün de bir cami avlusunda güvercinleri taşladım
Gözleri kör bir kadın mısır satıyordu
Ağlamak istedi ben güvercinleri ürkütünce
O an düşünmedimse de sonradan aklıma takıldı
Gözleri kör bir insan nasıl ağlar diye.

Son olarak üstünde bir taşın
Oturdum saatlerce.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

28 Mart 2016 Pazartesi

Metinin Akşamı

Bir soğuk kış akşamına, bir tütün kesesine
Bir lokantanın çiçeklere bakan penceresine
Bir paket sigaraya, bir kibrite
Bir satıcının metalsi gözbebeklerine
Bir ormanın unutulmasına, bir kulübenin
Belki her şeye

Balık avına, su korkusuna, askerliğe
Matisse’in bir resmine
Ve fotoğraf makinesine, su kesimine
Bir şiirin küçük oğlu olmaya
Mesela mesela apansız bir aşk özlemine

Karpuzun ikiye bölünmesine de
Günün sarı bir çiçeğin yolunuşu gibi bitmesine
İskele kahvesine, domino seyircisine
Sinirlerini boyayan her şeye

Belki bir şeye daha
Sabahın ilk biblosu uzunca boylu bir allaha.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Şahinin Kopardığı Elmas II

Anımsıyorum şimdi, bir Akdeniz seferinde yapayalnız kalmıştım
Yıl bin dokuz yüz elli altı
Aylardan nisandı olsa olsa
Ne param vardı ne satacak bir şeyim
Gerçi gemide yatıp kalkıyordum ama
Takmıştım aklımı bir kere
Tahtadan bir Ren geyiğine
Gene tahtadan bir Truva atına
Bulmuştum kafayı çoktan: “Hey, çocuklar!
Bilen var mı, neresidir Truva?”
Demeye kalmadıydı gül yaprağı kemiren birisi
Taktıydı bir gül yaprağı yakama
Bir başkası kapıya sürüklediydi beni
Ve dediydi, “İşte,
Çenenin şurasında Truva!”
Hani yüzyıl yaşar da insan, nasıl
Unutmazsa taşın üstünde seğirten bir karıncayı
Kayan bir yıldızı göz açıp kapayıncaya
Unutmadım işte bunu da
Kan içinde kaldıydı ağzım burnum
Doğrusu dövülmeyi sevmesem de
Aklımdan bile geçirmezdim dövmeyi
Oysa gemiciler icat etmiş derler keyfine dövüşmeyi
Yalan!
“Sandal ağacı gibi olacaksın
Üzerine inen baltayı kokuna boğacaksın.”
Ben böyle öğrendimdi üvey babamdan
Hayal meyal hatırlıyorum gemiye döndüğümü
Rıhtımda bir iki sarhoş tayfa:
“Arkadaş tayfanın sarhoş olmayanı kurumuş dal gibidir
Gece karşına çıktı mı uğursuzluk getirir”
Güç halle kaçtımdı oradan da
Yırtık mavi gömleğimse rüzgârda
Köpürüyordu denizin bir parçası gibi
Ve burnumda o yabanıl kan kokusu
Kan! dedimdi kendi kendime, kan
Ne zaman çıkmaz ki yüze fırsatı yakalayınca.

Zamanlar geçti aradan, yıl bin dokuz yüz kırk iki
İçimi tüketen bir şenlik vardı İskenderiye’de
Kim bilir, bir başka yerde belki de
Gece yarısıydı, ellerim
Çılgınca kanıyordu
On parmağımdan akan kan on ayrı renkte
İçimde yakalanmaktan korkan bir gölge kuşunun nefesi
Tüyleri kahverengi eflatun
Boyu elli santimden fazla
Çırpınıp duruyordu. Sözlüğe bakmıştım da daha sonra
Yani şenlikten kurtulunca, tükenmekten
Bir gölge kuşu sahiden vardı
Ben ki gerçekle yiter, düşle ayılırdım hep
Bu çelişken yaşamım beni hiç bırakmadı
Sabaha doğru usulca havalandı oradan
Kaybetti sanki kumarda, var mıydı içimizde kumardan anlayan.

Ey Gülistan sokağı, bir tomar gazete unuttuğum ev
Yıl bin dokuz yüz otuz üç
Vurup da kapını çıktım dışarı
Dönüp arkama bakmadım bile
Taşıdım aylarca yalnız
Bağayla kaplanmış bir duvar saatinin tik takını
Öyle ya, bana sorarsanız terketmeli insan yaşamı
Ölümü göze almadan
Ve anlamalı bir ağaç gölgesi gibi durmaktaki sakıncayı
Gitmek
Durmadan gitmek
Ne ölümünü bilsinler ne yaşadığını.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Şahinin Kopardığı Elmas I

Bir zamanlar hep fotoğraflar çekerdim
Bütün gün orda burda dolaşıp
Gemi yolcularını, liman meyhanelerini
Çan kulelerini, düğün törenlerini, kız kardeşlerimi
Göğsünde döğmeler olan bir dilenciyi
Güllerden ve deniz kızlarından
Sonra el olan ama parmakları olmayan denizi
Yüz olan gözbebekleri olmayan
Eski fotoğrafçı dükkânlarında çizgili mayo giymiş kadın fotoğraflarını hep yeniden çekerdim
Bir saatçi vardı, adı Saharyan mıydı ne, onu da
İstanbul’u ve bu kentin hiç kimsenin bilmediği armasını
Bir sokak bileyicisini
Ellerinde bukinalarıyla uçuşan melekleri (eski taş binaların üstünde)
Ve balkonda üç güvercinin bir sülünü yiyip bitirişini (yani olağanüstü her belgeyi)
Daha mı neyi
O kadar çok şeyi ki, her neyse
Bir gün bütün bunlar bana ucuz geldi.

Sonra bütün bunlar bana ucuz geldi
Attım fotoğraf makinemi bir yana
Vurdum sokaklara kendimi (ara sokaklara, çıkmaz sokaklara, İstanbul denizinin mavi bir kapı gibi açılıp kapandığı)
Ve dolaştım eski Bizans meyhanelerini bir bir
Ağzımda sönmeyen bir sigarayla
Nemli, küf kokan sütunların dibinde hemen
Adamlar gördüm, yürekleri gözlerine taşan adamlar
Boşalan oradan da gözyaşı gibi
Tam gözyaşı gibi (öyle diyorum, çünkü yasları eksikti, silinmişti kaygıları da, acıları desen, yoktu ki. Yani bir gözyaşıydı ki, şahinin boşluktan kopardığı elmas, kaskatı, gene bir elmasla kesilebilen ancak)
Ne dualar geçerliydi onlar için, ne de
Dünyayı sanatıyla öğrenen bir gökyüzü işçisinin bilgisi
Hiçbiri
Ve anlattımdı efsanesini onlara
Suya yeni indirilmiş bir teknenin
Nasıl filizlere boğulduğunu. Ve sonra
Dedimdi, kaynağıdır mutluluğun insan da
Kuruyup kalsa da bir ağaç gövdesi gibi
Ve ardımdan kirli bir su birikintisi beni
İzledi durduydu sanki yıllarca.

Ey Galata rıhtımlı sonbahar, ey gök kuyusu!
Ölü bir martıyı tekrarlıyordun boyuna
Ağzında güneşten bir solucanla
Düşürüp yükseltiyordun onu
Sen, dişi kent, sense
Az kalsın dişi bir şiir yazdıracaktın gittikçe azalan yaşıma
Ayaklarımı denize sallandırarak
Gözlerimi bir deniz kuşuna doğru uzattıkça
Tuba ağacından kesilmiş iki dal parçası gibi
Yazdırıcaktın nasıl olsa, yazdıracaktın da...


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

26 Mart 2016 Cumartesi

Naci İle Turgut'un Akşamı

Saçlarını taramayı unutma
Yüz yıl sonra böyle kalacaksın saçlarınla

Akılda olmayan her mevsimin yazarıdır
Yeni açılmış sigara paketi gibidir her şey ona
Etini ve ağzını karıncalandırır

Üç yılda bitirdi bir şemsiyeyi
Kendini yerleştirdi sapına
Bir de bir gökyüzünü hiç mi hiç anlamadığına

Akşamı nasıl istersiniz — nasıl istenir akşam —
Bir kaşımayla kanar yaranız
Bu sizin akşamınız. Sonra..

Bir odam var, diyordun, yeni bir kalem almıştın
Akşamını sakladığın

Onun o kış yürüyüşleri yok mu
Hemen tanıdın
Yürüyüp kayboluncaya içinde bir kasımpatının

Ey uzak ülkelerden gelen kartlar
Dünyalı ve dünyasız bütün mektuplar

Ey yağmur olukları, ey pencereden
Bazı kâğıtlar atan adam
Akşamını yollamak için
Yolculukta ondan bundan adresler alan

Konyağın, yeşil koltuğun.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Kuş Sürülerinden Bir Duvar

Eskişehirli bir tüccar tanırdım, bıyıkları
Gereksiz konuşan bir adamın sakarlığında
Enfiye çekerdi, bahçesindeki gülleri anlatırdı
Çocuksu yüzler bırakırdı birtakım ambarlarda

Sonbahar böyle geçerdi, o tüccarın sıkıntısı gibi
Deniz kıyılarında, hayvan leşleri arasında
Kış sanki iyi geçecek, bakıp duracaksın
Yılbaşında eski bir sevgilinin gönderdiği bir karta

Niye mektup yazmıyorum eskisi gibi
Kahverengi bir şeyler oluyordu mektuplarda
Yaşlı bir korsanın öğle uykusu doluyordu
İçime ve uykusuzluğuma

Kaypak bir haritam var şimdi, önüme seriyorum
Birbirine karışıyor Avrupa ve Asya
Bütün kara yollarında ölüme yakın bir şey var
O kadar yaklaşığım ki şu ölüm duygusuna

Okyanuslardan hiçbir şey anlamıyorum
Küçük denizlerde yaşadım da ondan mı acaba
Değilse neden bir türlü ısınamıyorum
Yoksa büyük acıların kaptanları mı dolaşır okyanuslarda

Ey büyük kaptan, Bodrumlu sarmaşıkçı
Ey gün günden yüreğimi kanatan ada
Bir yer istiyorum üstünde, doğduğum bir yer olsun
Ve uzun yollarda hiç konuşmayan şoförlerin yanında

Ey orman yollarındaki su sarnıçları
Duyuyorum içinizdeki eski ses yüklü plaklarda
Ölümün bitmiş yasını, sevincin yok olmuş fırtınasını
Sözlerini çok değişik aşkların da

Eskişehirli bir tüccar vardı. Var mıydı
Duygular, zamanlar da bir çeşit insan mıydı yoksa
Kuş sürülerinden bir duvar
Hangi kuşu çeksem ölüyor avucumda.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Kar Yağacak

Evet baylar bu taraftan
Yolların otobüslerin iç çekişlerin anıtına
Durmanın duraksamanın
Yoksul gözün yoksul gülünün anıtına.

Bir eğilişle başladı, elimi alnıma siper etmemle
Doyasıya baktım buz renkli bulutlara
Ne kadar büyük olursa olsun umudum
Zorunluktur umutsuzluk da bir parça.

Anlaşıldı yarın bir gün kar yağacak
Eski bir aşkın da anısına
İyidir, her şey durulunca kaygımız bütün olur
Hem nereden bileyim herhangi bir çocuk kaç yaşında.

Ne buruk bir dönemdeyiz, suyla bakarız
Bir çiçek sergisine bir panayıra
Suyla görürüz suyu ve her şeyi
Bir saçak altında buluşmanın kuğusunu da.

Bakıp bakıp bir daha yazıyorum
Ufacık defterime saat kayışıma
Ve bu kentin gül renkli armasına
Bir daha.

Anlaşıldı yarın bir gün kar yağacak
Bir çorapçının gözlerine kollarına
Kedi gibi yumuşak bir çarşının
Bir türlü bitmeyen eşyasızlığına.

Kar yağacak
Sevdim mi sevildim mi bir vaktin orasına.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Bir Yitişten Sonra II

Geçmişin zonklamasıdır yüzümü suya tuttuğumda
Etimi geren mozaik
Sayısız miller katettim orada bulununcaya
Ve su duruldu birden. Balık yumurtaları, nektonlar
Çekildi herbiri bir yana
Yükseldi o derinliğin çarpıcı sesi
Dedi ki bana, insan
Bir bilgin de olabilir, ceketi omzunda
Bir ruh da.

Ve dal yonta yonta büyütülür. Bir tükeniştir inmek anılara da
Geçmişin balkımasıdır su
Yaşamın giz geçirmez örtüsüdür toprak
Ve sen istersen şapkası yana kaykılmış
Bir ozan da olabilirsin, bir altın arayıcısı da
Hele bir üveyik ölsün içinde, bir tarla kuşu havalansın
Saburluk, o yaman bitki çiçeğini adasın
Altın
Cömertçe gösterecektir yüreğini sana
Şiir
O da.

Ey Güney’in büyük ozanı, taşları çizen ayaklarından öğrendim
O büyük dünya sıkıntısını
Bir deniz fenerinin dibinde
Sorma bana, nereden geldim, neyim diye
Anlaştık işte seninle, konuşmasak da
Sevgiler tutkular devrimidir benim tarihim de.

Çünkü mızrak çürür ergeç, kan rengini yitirir
Kaleler yıkılır bir bir, bayraklar solar
Vuruşmak eskir
Ama aşk
O durur, aşk her yüzen geminin su kesimidir.

Çok denedim, karanfilin sapı suya deyince
İçimde biri vurulur sanki
Yeşime oyulmuş bir diriliş olur bir de
Çalınır her sabah kapımın zili
Açarım: ben haziranım
Yaşamak, süresiz yaşamak eğilimi belki.

Ey bir kelebek, ey bir damla çiyin karışık rengi
Ey Güney’in büyük ozanı, sen
Ey bütün okyanusların ölümsüz dili.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

25 Mart 2016 Cuma

Bir Yitişten Sonra I

Hangi adalardan topladıktı bu taşları
Bir öğleüstü, girip de Pan kılığına. Hani
İçimizde o baş dönmesi. Güney bulantısı
Parmaklarımız bir balık sürüsü kıvraklığında
Ve ayaklarımız kokulu otlar arasında
Başımızda Minos Kralının büyülü tacı
Deyin bana, ey zümrüdüanka, ishak kuşu, ebabil
Ey kayalar okyanusu, kartal yuvaları
Deyin bana, hangi adalardan topladıktı biz bu taşları.

Tütünümüz yok, suyumuz da bitmiş işte
Dönüp bakmıyor yüzümüze kimseler şimdi
Peki biz bu kentte doğmadık mı, bu kentte yaşamadık mı
Şu çitin berisinde, kızgın taşların üstünde (günbatımında narrengini alan)
Oyunlar oynamadık mı hayvan kemikleriyle. Alınyazımızı
Kulağımıza fısıldayan gizlice
Büyüler derlemedik mi hurma ağaçlarından
Ve deniz böcekleri toplamadık mı diz boyu sularda bağrışarak
Seğirtirken düşmesin diye gömleğimize doldurduğumuz (göğsümüzden ince ince kan sızardı bu yüzden)
Dualar göndermedik mi gemicilere, sudan ve ılık meltemlerden karılmış dualar
Sonu hep deniz köpüklerini andıran
Limandaki kımıltısız çöpleri andıran
O dilsiz balıkçıyı andıran. Manastırın ordaki saz kulübenin
Yanıp da kül olduğu akşamki
Sarsıcı ıslığı da.

O günden bugüne çok kül olmuşluğumuz var
Mihokuşu yüksekliğine çıkmışlığımız, Balıkçının Gök Gemisine binip de
Arkamızda izler bırakarak gökkuşaklarından
Savrulup durduğumuz bir adadan bir başka adaya
Kim bilir, belki de biz yonttuktu, biz çiçekledikti bu obsidyan taşlarını da.

Ne ettik de yitirdik böyle kendimizi
Ölüm ne, dirim ne, bilmiyoruz anlaşılan
Kimimiz bir ateş yakıyor durup dururken, dağılan tavus tüyleri renginde
Gecenin içinde, olduğundan da büyük kimi zaman
Sanırım böyle böyle yaratmışlar Tanrıyı da
Bir gün bir ateşin başında doğurmuşlar onu
Bir kişi doğurmuştur bana kalırsa
Sonra birlikte beslemişlerdir el ele verip
Büyüyünceye dek
Su kabından haşladıkları dikenli balıklara kadar
Bakır iğnelerinden gümüş alınlıklarına
Şimşekten göl perilerinin şarkılarına kadar
Portakaldan bir uzay kabuğuna
Nerde ne varsa (o zaman her şey dediğimiz çok azdı)
Şimdi kocaman kentlerde kimseler uğraşmıyor onunla.

Baksana, ey mihokuşu, baksana
Gözlerinde senin kadar küçük
Senin gibi uçuşan dünyamıza.

Bilmem hangi ülkelerden getirdikti bu rengârenk kolyeleri de
İlk başta kadınlarımızın gözünü alan
İmbatla birlikte gündüzleri
O acayip ülkeleri yansıtan boyunlarında
Sonra bir yatakta yatma hamurunu yoğuran (iğde kokuları arasında)
Çocuklarımızı doğuran
Onların cam kırıkları gibi parlayan gözlerini
Tırnaklarındaki ilkyaz renklerini
Ve kim bilir ne kadar zaman geçti ki aradan. Şimdi
Bizden de büyük çocuklarımız. Elinde asma bıçağıyla
Gördüm geçiyorken birini. Saçları
Ben nasıl taramışsam öyle duruyordu başında.

Ve yaşadım yeniden hangi günbatımında havalandımsa
Kanım iplik iplik uçuşuyordu (arasında kuşlar oynaşan)
Bir adaya inmiştim, üstüne bir nar ağacının
İri bir nar ağacının. Ve yanıp durmuştuk üç gün üç gece
Kırmızı bir şarap tası oluncaya dek. Beklemiştik
Gelsin iyi huylu tanrılar da, kurtarsınlar diye bizi
Oysa ne bir hayal, ne bir fısıltı, ne bir ayak sesi
Ne de bir gören, bir soran var yitikliğimizi
Döküldüktü denizin kıyısına çaresiz. Nice sonra
Tattım bazı balıklardaki nar ve kan lezzetini.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Ha Yanıp Ha Söndü Ha Yanıp Sönmedi Bir Ateş Böceği III

Bir ilişkiydim içkiydim
Masanın eksik olanına
Türkünün bizsiz gelenine
Ayvanın hamına, balığın olmamışına
İlişkiydim içkiydim
O zeytin dalından eşkıya yazmasına
Ah sinema biletsiz çocuk yaşma
Anımsarsınız, bir şiir vardı, çok geç bitecek
Her şeyin her şeyin her şeyin
Ah her şeyin bir bir olmasına.

Ey yitik deniz senin az çok oğlunum
Kazdımsa ben nereni orda mavi bir ceset buldum
Ey yitik deniz, yitikliğin de denizi
Mil mi çektiler suyuna
Erkek suyuna
Bir yandan bir yana geçer şimdi adamlar
İçi boş bir lokanta kalır ortada
Ben ceketimden kayarım
Durur gözbebeklerim kendi ormanında
Ve salar gölgesini, o soğuk gölgesini durmak.

Biz böyle sıkıldık, ya onlar nasıl sıkılacak
Ya onlar nasıl.

Sensiz bensiz bir sorudur
Temmuzlar kedi yavruları gibi sokulurken ağustosa
Ve ağustoslar eylüle
Bir yol alış duygusudur ki, biliriz
İnsanlar zamanlardan önce boğulur.

Balkonlar açar çocuk yaşında, yalnızlık kurur
Bir iki ölmeyle bir iki yaşamayla ancak kurtulunur.

Ne kaldı o yükselişlerden. Kalan ne
Ey kiremit renkli büyü, güneyin kızgın birimi

Biri öldüyse çok geç
Biri öldüyse çok erken belki
Pırnallar, arıkuşları, ayçiçekleri
Gece
O kadar yalnızım ki birden, gördüm de
Binlerce yıldızıyla bu sonsuz mağaranın içini
Ha yanıp söndü, dedim
Ha yanıp sönmedi bir ateş böceği.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil