Şiir, Sadece: Murathan Mungan
Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murathan Mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Diyalektik Mutsuzluklar

bir uzak sabah denizidir gittiğin kapı
ellerinde rüzgârın taşınmaz çamurları var
köpürmüş soylarımı toplarken çürüyen yanlarımdan
inan batmış şehirler gibi onarılmaz anılar
gözlerinde unuttuğum o eski aciz miras
almaya gelsem soluğumda dalgın yosun kokusu
biliyorum artık hiçbir gemi beni taşımaz
ve yeniden büyür içimde mağrur bir zakkum gibi
terkedilmek korkusu

susarsın bir silâhsızlanma akşamı
susarsın dudaklarında ıslıklar kanar
öpülmez dudakların ıslık yarası
mavzerdir dokunmalarım kirvem bilirsin
öpemem, öpersem tekmil bir aşiret tragedyası hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü

kolları bağlı hüzün olsun dört yanım
ırağına vurma beni kirvem, ağlarım, delirirsin
sonra derler haklıdır sevdası
geç olur ki artık onarmaz rakılar
geç olur bir yaraya rakının dağılması

sen denize sırtını dönen uykusuz dağlı
gemiler nerde (ki çoğu hüviyetidir melankolinin)
nerde aykırı mavzerler (onlara sığdıramazsın ki öfkelerini)
barut esmeri tenine sevdalarımı sürdüğüm
nasıl taşıdın bunca yıl delirmiş saçlarında
o eski şark yelini
biliyorum dokunsam parmaklarım kırılır
dokunmasam eşkîya uykusuzluğu çetin silâhlar gibi


Murathan Mungan


23 Ağustos 2014 Cumartesi

Geçilmez Deniz

I
ahreli bir kağıt üstüne simsiyah kapanmışım
kazırım kendimi bir secdeden, ellerimde gizli hattatlar
ve söze gelmez devrik duyarlıklarım
gözlerim -hüznün dilsiz masalcısı-
gözlerimde hiçbir dile çevrilmez intiharlar
oysa saklı hançerimi mağrur bildiniz
kendimin tenha bir yerinde vurulmuşum, yatarım
orası bir denizin gölgesidir, göremezsiniz
(bir peygamberin yanlış ayakları
intihar halinde sevişmektedir)
ölüm üzre bir akrepken menekşelenirsiniz
ve ahreli kağıtlar dürülür ferman diye
yufka ölümlerin hazin tarihleriyle
kar altında kalmış imzasız karanlıklarım
ve azgın sularda kendini arayan deniz
ben konuşmam, susarım
bu aklamaz ki sizi
katilimsiniz
 
II
katilimsiniz en azgın sularda
ellerinizde kan mürekkepleri sarhoş
ölüm nasıl bir sarmaşık ki
(deniz gören) en mağrur balkonlarda
bir gün siz de katilleri seversiniz
 
Murathan Mungan 

İzin

Bilmediğiniz kelimelerin altını çizin, derdi Öğretmenim.
Bunca yıl, bunca yol, bunca hayat ve kitaptan
sonra bütün kelimelerin altını çiziyorum

-Öğretmenim, artık izin istiyorum.


Murathan Mungan
Mürekkep Balığı
25 Nisan 1998

22 Ağustos 2014 Cuma

Kupon

ucuz bir efsane alın
gündelik yaşamınızdan
bir İmge biçin kendinize
pazarın ürettiği görünmez kumaşlardan
ya da değişik tarihli parçalardan
yüzünüzü ısmarlayın
yukarıdan aşağıya üç
soldan sağa beş
üç beş kişi
sığdırın kendinize
yedeğinizde bulunsun
malum, bu durumlar belli olmaz
her çekiliş için farklı
kuponlar
bu durak olmazsa önümüzdeki durak
ilerleyelim beyler
öldürdükçe içimizi önde boş yer var


Murathan Mungan
Mürekkep Balığı
İstanbul - Ludwigshafen
Haziran 1991
1988

21 Ağustos 2014 Perşembe

Manşet

Hayatıma manşet istiyorum.
Birkaç manşete ihtiyacım var, günler tekdüze
Karton filmlerden yapılma bütün serüvenlerin
içinden geçtiğimiz karanlık tünel bizim olmayan gündelik
Büyük bir köy artık bana tanınan, dünya!
ölüm tek ticaretin
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
sanal gerçeklikler için vurguna inmiş manşet
Gözlerimize attıkları bandın sakladığı karanlık
kimsenin ofsetinde kazınmıyor yalan sarmal grafik
kendine çevriniyor
Biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
Rekabetten başka yapacak bir şey bırakmıyorlar bize
Şerefin, haysiyetin, adaletin ve ümidin
eski moda öyküsüne bir biletim var, alıp cezalı bir biletle
değiştiriyorlar. Sesim hiçbir metinde tanınmayacak böyle
giderse.
Aşık olmak istiyorum.
Kendileri koyuyorlar kuralları. Naklen yayınlamak
istiyorlar bütün duygularımı. Güzel pişmanlıklar yaşamak
istiyorum, bırakmıyorlar, sterilize ediyorlar hemen yaşadığım
her anı. Hilesiz kuşlar bile kartpostallarda tuzağa düşürülüyor,
Tebrik ediliyor; poz verdiriliyor kanatlarına.
Pozdan putlar yaratılıyor her yanda, afişlerde, ekranlarda,
vitrinlerde, sokak pozlara tapmaya zorlanıyor insanlar.
Zorlandıklarını hiç anlamıyorlar.
Her yerde bela var. Olmayacak yerlerde üşüyorum.
Çarşaflarımı denetliyorlar ben yokken. Pencereme konan kuşları
takibe alıyorlar. Tek kişilik bir içbükey zaman bile
bırakmıyorlar bana.
Çıkmasam odam gömleğim oluyor. Çıkmasam sokaklar tundra.
Aynaya bile şebekemi gösteriyorum.
Bakın kimseyi dövmek istemiyorum. Aktör de olmak
istemiyorum. Vücuduma ve ruhuma muhtacım. Rahat
bırakmıyorlar. Yerimi bilmeliyim gitmeden önce. İzmarit olmak
istemiyorum. Gençken ve yeniyken bir şeyler denemeliyim. Önce
bir manşet bulmalıyım kendime, her şeye bir manşetten
başlamalıyım.

O zamanları anlatmak istiyorum.
Zamanı öğrenmeye çalışırken yitirdiğimiz zamanları.
Ölümden anlayan bir yanımız vardı gene de
Sesimiz açılırdı. Uyurken korkardık. Sıçrardık uyku
arasında ya da birinin elini tutardık
Gecenin koyu kibrinde gölgelense de erden masumiyetimiz
gelip geçerdik her şeyin yanı başından
derinleşmekti en büyük tehlike
Bağışlanırdık. Gençtik. Gençlik kaba cephane.

hiçbir şeyin içimize fazla işlemesine izin vermezdik
kahkahayla baş etmeye çalışırdık gözümüzle göremediğimiz
her şeyle, ölesiye korkardık
kendi içimizden tanımadığımız biri çıkacak diye günün
birinde


anonim bakış için rehin verdiğiniz gözler
önünde
geçip giden yazıp duran söyleyip eyleyen
ben değilim
duru suyun arı mantığın dingin optiğin
önünde
görülmek görünmek gözükmek isterim
çok mu zor çok mu olanaksız bilmek isterim

karşı durduğum şeyler vardır hayatta
manifestoya varmadan daha kısa mesafelerde
çözgüsü atkıya daha kolay dolanabilecek bir dolu yol
derin çözümsüzlükte
adı konmamış gizli bir sözleşme saklı madde
imha ve imla

ne çöllerde yiten geç dönemin mecnunları
ne teneke kutularda biriktirdiğim madeni paralar
en büyük günahımı işlemedim daha
elementlerin minimal kullanımı
daha yolun başındayım, yakında



şimdiki zaman yalnızca çarşı
pop ve popcorn zulmün bütün ayları
iki bin yıllık kadim şehirlerde işkenceciler emniyet
müdürü, katiller vali, Bağdat naklen bombalanıyor tarih ekrana
çıkıyor, şifreli çantalarda taşınıyor parçalanmış haritalar, zulme
çalışıyor devletin ve sermayenin bütün kanalları, polisler
gazeteci, sarı kartlı muhbirler, satılık şeref koltukları,
eski bir alınlık: Geçmişi anlamayan onu bir daha yaşamak
zorundadır
hem ortadoğudayız hem viyana kapılarında
kuşe bir gravürde dağılıyor kimlikler değerler özsu; katil
hep başkası çıkıyor kara piyasada kapalı iktisat
her yıl geriye çalışıyor infilaka kadar körlük
infilaka kadar kötülük
herkes birbirine düşman olursa sistem mümkün oluyor ve
buna, hayat işte, deniyor
şairler biliyor sonuna geliyoruz büyük duvara
herkes bir manşet bulmalı parçalandığı fragmanlara
bugünlerden bir gün çıkacaksak eğer, çıkılacaksa,
gömdüğümüz şeyler olmalı bugünlere, bir gün başka gözler
bugünleri yeniden okuduğunda bizi görsünler diye, birkaç
manşetlik kaba cephane
ne yalnızca siper ne barikatta verdiğimiz ölüler
şiir gizimizi herkesin gözleri önünde kaçırır geleceğe
kolay kirlenmeyecek mecralar deltalara vurur akıntısı
çıkarız çıkmalıyız acemi şiirler büyür başkalarının okuduğu
olduğu yerde
bizi de oldurur derin teorisiyle
tekin olmayan şiirlerin kotuma altına aldığı yarınlar
saklar kendi çocuklarını da
eski ve kara bir şarkı yineler kendini başkalarının
kaderlerinde:
"kendini ele verdiğin yerde
başkasına ihanet etmiş olursun
yapma n'olursun!
bizi almazken bizim kurduğumuz şehirler
biz söyleriz başkalarına kalır kelimeler
varsın olsun sen gene de
yapma n'olursun!"


yarım bırakılmış bir fragman gibi,
parçalanmışlığın sunduğu acemilikler gibi
mükemmel olmaktan özellikle kaçınmış şiirler gibi
söylenebilecek binlerce sözden yalnızca birkaçı gibi
kirletilmiş kayıtsızlığın her vahşeti mümkün kıldığı bir
dünyada
hayatımızın başına çekin kendi manşetinizi


Murathan Mungan
Ludwigshafen - İstanbul
1991-1994

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Maske

Maske ölmek isteğidir sevgilim
gerisingeriye dönen etiket
bak gökyüzünde takma bulutlar
ümitlerini yükseğe ayarla
ve bataklık halılarında dinlen
ey kutsal beden
sana da gelecek sıra
pilindeki kuraklık yetmiyor değil mi
hatıranın yüksek gerilimine
başkalarının bantlarında batıp çıkıyor sesin
kağıttan intihar kuleleri
eteklerinde dipnotlarıyla devrildi tek tek
bilgisayarlarının depoladığı vahşetten çıkış alıyor
yeni bir maskenin formülleri
granite dönüşsün diye iskelet iskelet ve etiket
Doğru, kolay silinebilir bir muşambadır seks
ateşten geçirir karton filmleri
bazukalar altında kadife gece
leoparlar öldü sevgilim, parslar, jaguarlar
çölü olmayan bedeviler platoların yeni aynalar
tinerle sil maskeni, ekrandaki görüntüyü ayarla
volümünü kıs kalbinin, dahili hatta seni arıyorlar


Murathan Mungan
Ludwingshafen
Haziran 1991

19 Ağustos 2014 Salı

Metal

pencerede kedi yalnızlığı
metal bir ay fener
böyle gecelerde yağmurun sesi
kağıt hışırtısına benzer
ışık yıllarının karanlık hızında
yedi askı daha asılı yıldızlara
takıyorum kulaklıklarımı
dalmaya ve uçmaya hazır
iki kişi olarak
bölündüğüm yerde
hard'n'heavy slowları
yer değiştiriyor içimde bütün kişilikler
tek başıma oynadığım çin ruleti
bir jeton, bir zıpkın
aynı anda işliyor
kaatil ile maktul arasındaki en kısa yol
kalkış takımları infilak ediyor
dans bittiğinde birimiz ölecek
büyük plato bildiriyor koşulları:
tek kişilik düello bir metal tango!


Murathan Mungan

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Mırıldandıklarım

Kırdın mı incittin mi birilerini 
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler? 
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? 
Yeniden düşünmeliyim 
Dostluklarımı, ilişkilerimi 
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı 
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? 
Borçlarımı ödedim mi? 
Doğru seçtim mi soruların fiillerini? 
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, 
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi? 
Geri verdim mi aldıklarımı: 
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, 
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? 
Yokladım mı duygularımı 
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları? 
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma 
Ovmalı umutları 
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan 
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım 
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar 
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar 
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler 
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey 
O kadar çok anlattım ki 
Kendime kaldım anlatmaktan... 
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını 
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan 
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, 
Ofset duyarlılıklardan 
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum 
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği 
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum 
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları 
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde 
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar 
Hâlâ bir umut var mıdır 
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde 
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz 
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar 
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken 
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız 
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim 
Senin ve benim , yani bizim için...
 
 
Murathan Mungan 

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Omayra

Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana 
Mendili kan kokan sevgili arkadaşım 
Usta bakışların keşfettiği rahatlıkla arkama yaslandım 
elimde şah mat yüzüğümde tek taş siyanür 
adınla bulanan bir aşkın, bir maceranın 
macerasında 
yolun sonunu söylüyordu 
günahkâr iki melek olan sağdıçlarım 

Al birkaç bulutlu sözcük 
atlasını sırtında taşıyan çalınmış bir zaman 
mekik, taflan, kar kesatı bir iklim 
aşk mı, macera mı dersin bu uzun seferberlik 
bu ilişkinin topografyasını 
mezhepler tarihinden bulup çıkardım 
adanan boynunda o gümüş zincir 
bilmiyorsun arması sallanıyor ucunda 
işte yazgının kara zırhlısı! 
Kork! kutsal kitaplardaki kadar kork! 
Çünkü hiçtir bütün duygular 
Korkunun verimi yanında 

Benim ruhum nehirler kadar derin! 
Kızıl kısraklar gibi üstümden geçeceksin! 

Arı bir sessizlik duruyor 
şiddetimizin armaları arasındaki uzaklıkta 
gövdenin demir çekirdeği 
kalkan teninin altında 
sana okunaksız bana saydam giz 
içindeki uğultunun izini sürüyorum 
bir açıklığa taşıyorum ele vermez yerlerini 
harabeler diriliyor 
heykeller tamamlanıyor 
kendi kehanetinden büyülenmiş gözlerimin önünde 
başka çağlara gidip geliyoruz 
aşk tanrısı için 
seviştiğimiz ve uyuduğumuz sahillerde 
aşkın kaplan ve yılan düğümüyle 

Öpüyorum seni boynundaki yaradan 
iniyorum kaynağına 
aydınlanmamış yanların ışığa çıkıyor 
dokunuşlarımın parıltısında 
düğümlü mendilin, gümüş zincirin 
sımsıkı mühürlendiğin bütün kilitler 
çözülüyor avuçlarımda 


Tılsım tamamlanıyor 
ortaçağ kentlerinden geçiyoruz dönüşte 
indiğim kaynakların mezhep değiştiriyor 
zamanın ve uzamın kilitlendiği kara kutuda benim kelimelerim 
tılsım tamamlanıyor 
dudaklarımdan sızan erkek sütünün kara büyüsüyle 
sevgilim oluyorsun 
uyuyor ve yıkanıyoruz ay ışığında 
bakıyorum güneş iniyor yüzünün alacakaranlığına 

Adın yoktu tanıştığımızda 
eksiğini de duymadık 
bazen bir rüzgârı, bazen birkaç zeytini 
adının yerine kullandık 

Adın yoktu tanıştığımızda 
sonra da olmadı 
çünkü başka biri oldun zamanla 

Şimdi adın var 
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri 
yükseliyor ve tehdit ediyor 
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini 
yüzümün pususunda geziyor 
sularda bilenmiş bıçaklar 
uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım 
etimle ruhum arasında çelişen ilke 
geri döndü bana 
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden 
içimdeki tarih bitti 
siliyorum bir aşkı var eden her ayrıntıdaki parmak izlerini 
ve şimdi adın var 
ve şimdi 
ikimizin vaktinde 
intikam saati geldi 

Omayra, bu adı verdim sana 
ve mevsimleri bütün anlamlarıyla 
iki çakılına bir deniz vereyim 
hayallerine mavi buğday 
dokuz yaşamın olsun tek tek öldüreyim 
esmer ve çırılçıplak bir gecede 
bütün düşmanların gelecek 
koynumdaki cenazene 

Seni saran efsane çürüyüp toprağa karışırken 
kucağımda başın 
gümüş bir tarakla tarayacağım saçlarını 
kendi enkazımın üstünde 
kurtlar, çakallar gibi uluyarak ağlayacağım acıdan 
öldürerek yaşatacağım seni kendimde 

Ocağın parıltısıyla aydınlanan yüzün 
gücünden habersiz sakin gülüşün 
kamçılıyor içimdeki bütün köleleri 
ben ki hileli bir oyun, 
birkaç kırık zar 
ve kara muskalı tılsımlarla 
almışken seni kaderinden, kıyasıya bağlamışken kendime 
asıl sen tutsak etmişsin beni 
dünyaya kapalı kapıların ardındaki 
içi boş sessizliğine 

sığlığın, sevgisizliğin 
o sonsuz kendiliğindenliğin 
dünyanın sana değmeyen yerleri 
nasıl da çekici yapıyor seni 
o kadar bağlandım ki 
tutkusuz bedenine 
ya öldüreceğim seni 
ya tunç çağından heykeller indireceğim dökümüne 

Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra 
uğultusu geliyor ta derinden 
gövdemin geçtiği masalların 
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni 
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman 
bak sana korkaklığımı veriyorum 
var olmanın bütün varoşlarından 
ben yenildim, işte silahlarım 
tılsım tamamlandı 
sonuna geldim çizgilerini sildiğim 
bir büyük haritanın 
aşkım ölümün sınırında Omayra 
olduğun yerde kal kımıldama!
 
 
Murathan Mungan 

Peynir Tenekesi

nasır bağlamış elleri
yüreğinin kapısını yıllarca  
kapalı tuta tuta
yağmur öncesi bir buluta gizlenmiş
unutmuş olsa gerek
zorludur, öç alır pişmanlığın elleri
getirir kor insanı bilmediği bir hududa


Murathan Mungan 

1 Ağustos 2014 Cuma

Sis Çanları

ağır yol, uzak yapılar
yaklaşmak için yaklaşık tanımlar
onlarla çıktık yola
yollarda kaldık
sis bastı her yanı
tutukluk çeken silahlar gibi
sözcükler, fısıltılar, mırıldanışlar
eksilerek vardık bir yapıya
O mu, değil mi?
Kim bilebilir şimdi
kılavuzlar şehit
şehitler hain
gözlerimiz karanlık bir pusuda
çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş
kendimiz bile tanıdık değiliz artık
gözümüzden silinen düşün sabahında
önümüzde açılan yeni bir uzay
Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü anlar
ne başka yer ne başka zaman
bizler için hala biryerlerde çalınan
sis çanları var
belki bir gün buluşur diye
aynı ormanda kaybolan çocuklar
 
Murathan Mungan

31 Temmuz 2014 Perşembe

Sizden Saklı

gelmediniz, ben hep sizi bekledim
eksilen yanlarımla
sizden saklı eskidim
 
her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için
gün, ay, saat, hafta; takvimişi zaman yani
Aldıkça dönemeçleri  değişmedi  hiçbir şey
yalnızca ufuklar yeniledim
 
Kaç  aşktan oluşmuş  bir şeydi aşk
her sevgiliyle biraz daha
biraz daha sizden saklı eskidim
 
 
Murathan Mungan 

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Sözler, Yaprak

bazı sözler karanlıkta söylenir, diyorum uykularımın birinde
bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
diyorum armaların birinde
öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından
geçip gitmektir şiir
ağaçla, yolla, ne tarafa
ve hangi zaman

imgenin şiddetiyle çoğalır anlam
parçalana parçalana

geçtiğimiz yollardan
onca yaprak düşer
birkaç şiir kalır yalnızca
o derin ağaçlardan

kendi sesimize uyandığımız rüyalarda


Murathan Mungan

29 Temmuz 2014 Salı

Yalnız Bir Opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin

Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren


Murathan Mungan

31 Aralık 2012 Pazartesi

Murathan Mungan

Murathan Mungan doğumu 21 Nisan 1955, İstanbul, yazar, oyun yazarı ve şair.

21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti; Mardin Lisesi'nden mezun oldu. Mardin eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.

Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı, Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.

Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.

İlk kitabı, Mezopotamya Üçlemesi adlı oyun üçlemesinin ilki olan Mahmut ile Yezida idi (1980). Bu oyun, Türkiye İş Bankası'nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli oldu. 1981'de ilk defa sahnelenen bu oyun, 1993'te kitap olarak basıldı.

Sahtiyan adlı şiiri ile de "Gösteri" dergisinin 1981 Şiir Yarışması'nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle Metal(1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.

Mezopotamya Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Taziye adlı oyunun 1984'te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu'nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.

1987’de günlük gazete olarak yayımlanan Söz gazetesinde,“Kültür-Sanat Sayfası” editörlüğü yaptı. Aynı yıl, Hedda Golder Dile Bir Kadın öyküsü ile, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü Nedim Gürsel ile birlikte aldı.

40. yaşı nedeniyle 1995yılında Murathan’95 adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi yayımladı. 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de 50 Parça adlı kitapta üzerinde çalıştığı kitaplardan hikâye,şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden parçaları bir araya getirdi. Sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap oluşturdu.

Yazıları, şiirleri ve kimi kitapları bugüne değin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İsveççe, Norveççe, Yunanca, Fince, Boşnakça, Bulgarca, Farsça, Kürtçe ve Flamancaya çevrilerek çeşitli dergi, gazete ve antolojilerde yayımlandı.

2012 Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü kazandı.

Mungan, 1985'ten beri yaşadığı İstanbul’da 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışıyor.

Eserleri

Şarkı sözleri hakkında

Şarkı sözlerini, genellikle Yeni Türkü grubu besteleyerek seslendirdi. Yazarın şarkı sözlerinden, çeşitli dönemlerde çeşitli sanatçılar tarafından bestelenerek seslendirilmiş şarkılar, Söz Vermiş Şarkılar adlı albümde toplanarak, yeni düzenlemelerle Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nükhet Duru, Mor ve Ötesi, Aylin Aslım, Hümeyra gibi farklı sanatçılarca yorumlanmıştır. Söz Vermiş Şarkılar adlı kitapta bestelenmiş ve bestelenmemiş tüm şarkı sözlerini bir araya getirdi.

Senaryoları hakkında

Bir tanesi filme alınan üç tane de film senaryosu yazdı. Dağınık Yatak adlı senaryosu, 1984’te Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. Henüz filme alınmamış senaryoları, Dört Kişilik Bahçe ve Başkasının Hayatı adlarını taşıyor. Bu üç senaryosu 1997’de üç ayrı kitap olarak yayımlandı.

Radyo Oyunları hakkında

Mungan’ın şehir tiyatrolarında çalıştığı dönemde Ankara İl Radyosu’nca seslendirilen iki tane radyo oyunu vardır: Dört Kişilik Bahçe ve Ölümburnu.

Seçkileri hakkında

Yabancı yazarların öykülerinden ve yazılarından oluşan çeşitli seçkiler yayımlayan Mungan'ın İlk öykü seçkisi Ressamın Sözleşmesi (1996)'dir. Daha sonra Çocuklar ve Büyükleri (2001), Yazıhane (2003), Yabancı Hayvanlar , Erkeklerin Hikâyeleri (2004), Kadınlığın 21 Hikâyesi (2004), Büyümenin Türkçe Tarihi (2007), Doğu Sarayı (2012), Kadınlar Arasında (2014) ve Merhaba Asker (2014) adlı öykü ve yazı seçkileri hazırladı.

Eser listesi

  • Mahmud ile Yezida, 1980
  • Osmanlıya dair Hikâyat, 1981
  • “Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” (1982) (Öykü)
  • Taziye, 1982
  • Kum Saati, 1984
  • Son İstanbul, 1985
  • Sahtiyan, 1985
  • Cenk Hikâyeleri, 1986
  • Kırk Oda, 1987
  • Lal Masallar, 1989
  • Eski 45'likler, 1989
  • Yaz Sinemaları, 1989
  • Mırıldandıklarım, 1990
  • Yaz Geçer, 1992
  • Yaz Geçer - Özel Basım, 1992
  • Geyikler Lanetler, 1992
  • Bir Garip Orhan Veli, 1993
  • Oda, Poster ve Şeylerin Kederi, 1993
  • Omayra, 1993
  • Kaf Dağının Önü, 1994
  • Metal, 1994
  • Murathan’95, 1996
  • Li Rojhilatê Dilê Min, 1996
  • Paranın Cinleri, 1997
  • Başkasının Hayatı, 1997
  • Dağınık Yatak, 1997
  • Dört Kişilik Bahçe, 1997
  • Oyunlar İntiharlar Şarkılar, 1997
  • Mürekkep Balığı, 1997
  • Başkalarının Gecesi, 1997
  • Metinler Kitabı, 1998
  • Üç Aynalı Kırk Oda, 1999
  • Doğduğum Yüzyıla Veda, 1999
  • Meskalin, 2000
  • Soğuk Büfe, 2001
  • Erkekler İçin Divan, 2001
  • Yüksek Topuklar, 2002
  • 7 Mühür, 2002
  • Timsah Sokak Şiirleri, 2003
  • Yabancı Hayvanlar, 2003
  • Çador, 2004
  • 13+1, 2004
  • Bir Kutu Daha, 2004
  • Beşpeşe, 2004 (Elif Şafak, Pınar Kür, Faruk Ulay, Celil Oker ile birlikte)
  • Eteğimdeki Taşlar, 2004
  • Elli Parça, 2005
  • Söz Vermiş Şarkılar, 2006
  • Kâğıt Taş Kumaş, 2007
  • Kullanılmış Biletler, 2007
  • Yedi Kapılı Kırk Oda, 2007
  • Dağ, 2007
  • Kadından Kentler, 2008
  • Bazı Yazlar Uzaktan Geçer, 2009
  • Hayat Atölyesi, 2009
  • Eldivenler Hikayeler , 2009
  • İkinci Hayvan, 2010
  • Gelecek, 2010
  • Kibrit Çöpleri, 2011
  • Şairin Romanı, 2011
  • Aşkın Cep Defteri, 2012
  • Bir Dersim Hikayesi, 2012
  • Li Rojhilate Dile Min / Kalbimin Doğusunda, 2012
  • Tuğla, 2012
  • Mutfak, 2013
  • Kadınlar Arasında, 2014
  • Merhaba Asker, 2014