Şiir, Sadece: Melih Cevdet Anday şiirleri
Melih Cevdet Anday şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Melih Cevdet Anday şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2013 Salı

Gelinlik Kızın Ölümü

Salâ verilirken kalktık kahveden, 
Cumaydı, yılın en beklemiş günü, 
Yemeni gibi üstünde tabutun, 
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. 
Kızın babası yanımızda, boyu uzun, 
Zayıf, ağzında mırıltılar. 
On köylü, iki subay, bir tezkereci er, 
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda, 
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da, 
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti, 
Sürgün duvarı bekleyişin, 
Dünyaya çok yakın bir gece gibi. 
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti 
Ve hafif, gözlerimiz yerde, 
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki. 
Kapılarda başları çatkılı kadınlar 
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde 
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk, 
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği 
İmece sofrasında hıçkırığın, 
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi. 
Susmuştu çekirgelerin kabuğu, 
Toprak kumruları güneşin, 
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah, 
Susmuştu göğün sarnıcı, boş. 
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi, 
Mezarlığa doğru yüzyıldan, 
Sarısabırların yanından, acelesiz. 
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın, 
Davul vurmaya, ay tutulmuş, 
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye, 
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını, 
Dağa taşa vurmuş açlığı. 
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat, 
Gençleri alır ölüm ilk ağızda, 
Sabah yıldızının uğrağı. 
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda, 
Bir melek lale sümbül dikiyordu, 
Lalelerden birini aldı adam, 
Girdi kızının mezarına, 
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra, 
Kefenin üstüne, uykusuz. 
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler, 
Bizi aç bırakan bu toprak 
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler. 
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu, 
Toz toprak içinde vardık kahveye, 
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti, 
Elini yüzünü yıkadı konuşarak 
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi.


Melih Cevdet ANDAY
1981

18 Şubat 2013 Pazartesi

Fotoğraf

Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi... 
Anlaşılan sonbahar 
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli 
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar... 
Babası daha ölmemiş Oktay'ın, 
Ben bıyıksızım, Orhan, 
Süleyman efendiyi tanımamış. 

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım; 
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? 
Oysa hayattayız hepimiz.


Melih Cevdet ANDAY


16 Şubat 2013 Cumartesi

Faltaşı

Havada kuş yok 
Yaprak kıpırdamıyor 
Deniz bi kalıp olmuş 
Boşandı boşanacak 

Çın çın ötüyor sessizlik 
Gerilmiş kolum bacağım 
Faltaşı gibi bekliyorum 
Tıkanacağım.


Melih Cevdet ANDAY

15 Şubat 2013 Cuma

Düzenli Dünya

Bayılırım şu düzenli dünyaya 
Kışı yazı 
Baharı güzü 
Gecesi gündüzü sırayla. 
Ağaçların kökü içerde 
Bütün ağaçların kökü içerde 
Dalların başı yukarda 
İnsanların aklı başında 
Bütün insanların aklı başında 
Beş parmak yerli yerinde 
Baş işaret orta yüzük serçe. 
Diyelim kalksa da serçe 
Orta parmağa doğru yürüse 
Ne haddine! 
Yahut akasyanın biri 
Başını toprağa daldırdığı gibi 
Bir gezintiye çıksa 
Merhaba kestane, merhaba çam 
Selâmün aleyküm, aleyküm selâm 
Kimsin nesin nerelisin derken 
Laf açılır mı bizim akasyanın kökünden 
Bir uğultudur başlar rüzgârda 
Kökü dışarda, kökü dışarda... 
Yahut ne olur koca bir dağ Baş aşağı gelsin... 
Aman allah göstermesin. 
Bayılırım şu düzenli dünyaya 
Altta ölüler 
Üstte diriler 
Gel keyfim gel!


Melih Cevdet ANDAY

14 Şubat 2013 Perşembe

Dursun Bebeğe Ninni

Merhaba Dursun bebek merhaba 
İşte su 
İşte ışık 
İşte hava 
İşte Dursun bebek bizim dünya 

Dandini dandini dastana 
Dursun bebek uyusun 
Uyusun da aman çabuk büyüsün 
Danalar girmiş bostana 

Daha neler var neler var daha 
İşte kundak 
İşte hapis 
İşte kavga 
İşte Dursun bebek bizim dünya 

Dandini dandini dastana 
Bostana girmiş danalar 
Böyle tosunlar doğursun yarına ninni 
Bizim aslan gibi analar.


Melih Cevdet ANDAY

13 Şubat 2013 Çarşamba

Defne Ormanı

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri 
İçin felsefe yapıyorlardı, çünkü 
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; 
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için 
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini 
Köle sahipleri veriyordu onlara. 
Ve yıkıldı gitti Likya.
 
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri 
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü 
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; 
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri 
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini 
Felsefe veriyordu onlara. 
Ve yıkıldı gitti Likya.
 
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin 
Felsefesi. 
Ve sahipsiz felsefenin 
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. 
Ekmeğin sahipsiz felsefesini 
Felsefenin sahipsiz ekmeği. 
Ve yıkıldı gitti Likya. 
Hala yeşil bir defne ormanı altında.


Melih Cevdet ANDAY

12 Şubat 2013 Salı

Çok Güzel Şey

Yaşamak güzel şey doğrusu 
Üstelik hava da güzelse 
Hele gücün kuvvetin yerindeyse 
Elin ekmek tutmuşsa bir de 
Hele tertemizse gönlün 
Hele kar gibiyse alnın 
Yani kendinden korkmuyorsan 
Kimseden korkmuyorsan dünyada 
Dostuna güveniyorsan 
İyi günler bekliyorsan hele 
İyi günlere inanıyorsan 
Üstelik hava da güzelse 
Yaşamak güzel şey 
Çok güzel şey doğrusu.


Melih Cevdet ANDAY

11 Şubat 2013 Pazartesi

Çeşitlemeler

Karacaoğlan' ın Bir şiiri Üzerine


I

Atımla yola çıkıyoruz seherde
Sabah büyük bir kuş uyanıyor,
Ağırlaşmış ay gibi susuyorum,
Yaşı bilinmeyen yağmur önümde,
Bin yıl ötedeki ufak çiçekler.
Dün gece, dün gece gördüm düşümde
Kömür gözlümden ayrı düşmüştüm
Sevdamın avucunu bastırıyorum gcceye
Yağıyor dağlara kar benim için
Güz ağaçları ile karıştırıyorum sisleri
Beni yola bırakan ırmağa dönüp bakıyorum
Uzaklıkların sınanmış bıçağı
Bir şey demek gelmiyor içimden
Kanımın buğdayını savuruyorum.
Atımla, atımla yola çıktım seherde
Lale sümbüller içinde hüma kuşları ötüyor,
Avcılar yolu tutmuşlar dağlara erken erken,
Dar sokaklardan geçiyorlar,
Sağlarına sollarına gümüşlü hamayıl asmıslar
Al atlarının,
Mücevherli tüfekler asmışlar omuzlarına,
Yeterince şarapları var günbatımı için
İnsan gibi bakan kartalları gördüklerinde .


II

Kısmetse bu akşam Eğrikol' da yatarız,
Yürümeyen geleceği üzüntümün,
Uzaklara kar gibi yağıyor bilmediğim yıllar
Saklanmış sabahın akpak anısı.
bir kuyu görmüştüm orda, ağzı kapalı,
Geçmişin fazlalığını sınadı yureğim,
Güzeller suyundan içip kanarmış.
Dizimde derman kalmamıştı, çöktüm oturdum,
Ağzı kapalı kuyuya baktım, akşamın başkenti
Konuşmaya başlamamış bir buzağı gibi,
Yazmalar gibi alaca bulaca baktım,
Bir söğüt, bir söğüt de baktı benimle,
Kuşların arasında dal konuşuyordu.
Kırılmamış taş gibiydi güni
Karanlık toprağı karıştırıyordu,
Gizlilik soyluluk veren yaşama.
Hiç güzel sevmedik mi yalan dünyada.
Gelinin ibrişimdi saçı, sustum kaldım,
Yatmadı benimle unutmam, ay toprağa değiyordu,
Üstüne dört libas giymişti
Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz,
Göğsünde dört nişan gördüm
Bir elma, bir ayva, bir nar, bir kiraz,
Cerenlerin yolundan koştu gitti.


III

Iraktır derler Kefendiz'in yolunu,
Yaşlanmış bir yağmur gibi kararıyorum,
Kısmetse bu gece Kefendiz' de yatarız
Akşam, uyardığım yolların kutsallığı,
Doğunun sütündeki haşhaş, amansız ot.
Al benekli keten giyer kızları,
Kar gibi paylaşırlar çiçeklerin sessizliğinde
Filiz veren söğütlerin yanında türkü söylerler,
Sevdamın şamdanı yanar gözlerinişn ucunda,
Bakışımın iki avucunda yunar kederim.
Al yeşil konakları var, al çuhalı
Yiğitler iner ufacık meşeli yollara,
Uçar beyaz kazlar, gergin kumrular konar
İnci mercandan dallara,
Mevsimidir büyüyen taşın, arada bir öten
Badem ağacının, büyülerle uyutulmuş toprakta.
Ah elin ve gökyüzünün çaresizliği...
Çok çekti gönlüm, gönlüm, ayrılıktan küçük bir kuş,
Uzakların kırağı düşmüş camı,
Sevdaya düşen yorulmaz derler.
Yedi türlü çiçek vardı başında
Dökmüş ince bele tel karmakarış.
Akşamdan soyunup girdim koynuna
Seher yıldızını gördüm, ülkeri gördüm,
Garipçe garipçe öten ibibik uyandırdı beni
Tekir' e gidecektim, ağır yağmurla yanyana,
Suyu dalgalı köprüden geçip.


IV

Gençliğimin karını serpiyorum ocağa,
Atımla Kırım'ı aştıktan sonra
Boynuna bırakırım dizgini düşsün,
aksu'yun köprüsünü geçerim konuşkan bir arı ile,
Yağmur yağarken hendeğe, soyluluk getiren tan,
Şebboyların içinde saçını tarar havai sabah,
Ulu kuşlar semah kurar yukarıda,
Orman ve cırcırla büyümüş çılgınlık.
Güneşin kara dikenleri bölüyor yorgunluğumu,
Akarsuyun tüyleri birikmiş sesini incelten acıma,
Kuş sürüleriyle türkü çağırıyor yaşamın egemen otu.
Kısmetimiz varsa bu akşam Maraş' ta yatarız,
Bir han gördüm üç yüz altmış kapılı,
Kimini açtık, kimini ördük, çekik kaşlı yıldız,
Altın kafeslerde öter bülbülleri düşümdeki zamandan,
Tazıları gökboncukludur, seslenelim diye gök,
Yeşil ördek yayılmıştır çemenin şaşkın seline.
Bir buğday benizli, zülfü dolaşık
Gitme kal dedi, oyaladı beni ateşböceği evinde,
Perdelerin çiçeklerini topluyordu elma ağacı,
Saçındaki gülü koparmıştı bahçe.
Şarabı çam testilerden içtikti, dokunulmamış gün,
Toros' tan göç ediyor gibi,
Sonra batı rüzgarı girdi uykumuza,
Güvercinler girdi, kuğu kuşları, turnalar,
Uyuyup uykuya kanamaz oldum,
Uyandım ağladım,
Sarhoştum daha.


VIII

Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm,
Daracık daracık bir yerim de yok.
Akşam geçiyor yaban arısını iterek,
Yüreğimin toprak yığını kuşlarla hafifliyor,
Acı, sıcak çorbasını arıyor tenceremde,
Ağlayayım diye bir cam,
Camın mendiline silinen yağmur,
Bu ılık yaz yağmuru yeşertir yüreği
Yapraktan önce kız memelerine değer.
Yüzümüzü yıkadığımız akşamın esintisinde
Rüzgarın kederli arabası oyalar bizi,
Pencerenin lambasını söndürmüştür batan güneş,
Sel gibi kurumuştur gün, geceye yürüyen dal,
Varırız atım, tokmağını çalarız
Ayışığında kuzulu kapının, sisle yanyana .
Selvi yuvarlayıp durur yıldızları tıngır mıngır,
Ayın kınalı elleri sevgilimin yüzüne değer.
Konuşan kuşlar götürürüz ona saydam gagalı,
Görülmedik yemekler, Fizan tarakları,
İpek mahreme, çift yanlı fildişi ayna...
Atım sende küheylanlık varsa
Gece yar koynunda yatarız atım.


IX

Ayrılık acı
Mektubunu okuyamıyorum
Gün mü, gece mi belli değil
Gelmeyeceğini yazmış olmalı.


X

Sevgilim beni bu bahçeye getirmişti
Yağmurlar yağmış, rüzgarlar esmişti
Şarap içmiştik yanyana
Küpeler kulakta mum gibi yanar


XI

Kuşlar seslerini bulmak için
Bahçelere koşuyorlar
O kadar yer gördüm ki
İçim sızlıyor unuttukça


XII

Pervaneyi öptü sevdi
Yanık bir türkü söyletti ona
Bense akşamın koca denizine doğru
İndim, yüreğim yanık.


Melih Cevdet ANDAY

9 Şubat 2013 Cumartesi

Çare Yok

Anladık ölüme çare yok 
Kazaya belaya çare yok 
Saç dökülmesine 
Yüz buruşukluğuna çare yok 
Anladık çare yok 
İşsizliğe de mi yok 
Açlığa da mı yok 
Anlamadık gitti 
Çare yok.


Melih Cevdet ANDAY

8 Şubat 2013 Cuma

Bu Kırlangıçlar Gitmemişler Miydi?

Giden gelen yok. Bir titreşimdir bu.
Duragan fulyanın üstünde arı
Bir diyapozon gibi titremekte. Kırlangıç 
Tarihsizdir. Belleğim sarsılıp duruyor denizde. 
Martı bir uçta kanat, bir uçta ses. 
Ya sabah, ya öğle. Gemici ve bulut, 
Güneş ve yağmur kıl payı bir dengede. 
Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz. 
Ölülerle, gecelerle, sümbüllerle. 


Melih Cevdet ANDAY

7 Şubat 2013 Perşembe

Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç

Hava ne kadar güzel öğretmenim 
Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel 
Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim 
Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın 
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya 
Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar 
Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar 
Hepsi hepsi ortada öğretmenim. 
Ne olur biz de gidelim 
Burda kalsın kitaplar 
Burda kalsın iğneli karafatmalar 
Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar 
Burda kalsın hepsi 
Bomboş kalsın hepsi 
Bomboş kalsın evler okullar 
Hapishaneler, hastaneler... 
Öğretmenim, sevgili öğretmenim 
Sırtımıza alırız hastaları 
Kim bilir ne özlemişlerdir kırları... 
Ya mahpuslar. 
Ne sevinirler kimbilir 
Sarılıp sarılıp öperler adamı.


Melih Cevdet ANDAY

6 Şubat 2013 Çarşamba

Bardak

İsterim tutsak bardağımın gizini, 
Parçalanmaz gölgesini evrenin, 
Yeni doğmuş hoyrat söğüdün erincini. 
Gömülmüş sözüm ben dirilmiş.


Melih Cevdet ANDAY

5 Şubat 2013 Salı

Atatürk'ün Bir Saati Vardı

Atatürk'ün bir sözü vardı 
Yediveren bir gül gibi açardı 

Atatürk'ün bir atı vardı 
Etilerden beri yaşardı 

Atatürk'ün bir resim vardı 
Buğday tarlası gibi ağardı 

Atatürk'ün bir saatı vardı 
Durmadı


Melih Cevdet ANDAY

4 Şubat 2013 Pazartesi

Anı

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil 
Değil bu anılacak şey değil 
Apansız geliyor aklıma

Neredeyse gün doğacaktı 
Herkes gibi kalkacaktınız 
Belki daha uykunuz da vardı 
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi 
Sevdiğim sokak adları gibi 
Bütün sevdiklerimin adları gibi 
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan 
Öpüşürken bu dalgınlık bundan 
Tel örgünün deliğinde buluşan 
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm 
Kahramanlıklar okudum tarihte 
Çağımıza yakışan vakur, sade 
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa 
Yanık yanık koksa karanfil 
Değil unutulur şey değil 
Çaresiz geliyor aklıma.


Melih Cevdet ANDAY

Julius ve Ethel Rosenberg, 19 Haziran 1953'te, New York'ta idam edildiklerinde, casusluk nedeniyle idam edilen ilk ABD yurttaşları oldular. Suçlu olup olmadıkları uzun süre tartışıldı. Bugün, idamları McCarhty döneminin baskıcı havasına yorulmaktadır.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Alaturka

Çık benim şair tabiatım, çık orta yere 
Fakir güzelinden söyle 
Hasret ateşinden çal 
Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle. 

Hep bilinen şarkılar gibi olsun 
Hani, dil-i biçâreden 
Sun da içsin yâr elinden 
Hani bilinen şarkılardan olsun. 

Yeni sözler arama nafile 
Derdim yeni olsa anlarım 
Gel, hazırından söyle bu akşam 
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım. 

Sonunda ah çekeriz derinden 
Kim anlayacak sahiden olduğunu 
Sen söyle yalnız 
Zülfündedir baht-ı siyâhım bestesini Dede'den.


Melih Cevdet ANDAY
1946

1 Şubat 2013 Cuma

Ağulu Mantar

Yağmur bir adım ötemizde 
Kabarmış ağulu mantar 

Sessizliktir ateşin yanındaki kütük 
Suyun ışık değmiş kabuğu 

Sen tane tanesin sevgilim 
Denizim ben batık aşklarla dolu 


Melih Cevdet ANDAY

31 Ocak 2013 Perşembe

Ahlak

Ahlak kalmadı dünyada
Kiracısı öyle, işçisi öyle 
Hami köylü saftır derler a 
İnanma 
Cırrr 
Kapı 
Kim o? 
Dilenci. 
Kuru ekmek verirsin beğenmez 
Taze ekmek senin nene! 
Kalmadı, dedim ya, kalmadı 
Ahlak kalmadı memlekette.


Melih Cevdet ANDAY