Şiir, Sadece

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Gitme Ey Yolcu

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım
Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhitimde dönen matemki!
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi
Nasıl yerlere geçmez insan
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu


Mehmet Akif Ersoy

Fatih Kürsüsünden

Birinci zumreyi teskil eden zavalli avam,
Biraksalar devam edecek tatli uykusuna devam.

Bugun nasibini yerlestirince kursağına;
'Yarın' nedir? Onu bilmez, yatar donup sağına.

Yıkılsa arş-ı hükümet, tıkılsa kabre vatan,
Vazifesi değil; çünkü 'hepsi Allah'tan! '

Ne hükmü var ki, esasen yalancı dünyanın?
Ölürse, yan gelip yatacak cennetinde Mevla'nın.

Fena kuruntu değil! Ben derim, sorulsa bana:
'Kabul ederse cehennem ne mutlu, amca, sana! '

...


İkinci zumreyi teskil eden cemaat ise,
Hayata kuşkun olandır ki: saplanıp ye'se,

'Selametin yolu yoktur... Ne yapsalar boşuna! '
Demişte hırkayı çekmiş bütün bütün başına.

Bu türlü bir hareket mahz-i küfr olur, zira:
Talepte amir olurken bir ayetinde Huda;

Buyurdu: 'Kesmeyiniz ruh-u rahmetimden ümid;
Ki musrikin olur ancak o nefhadan nevmid.'

Bu bir; ikincisi: ye'sin ne olsa esbabi,
Onun atalet-i kulliyedir ki icabi,
...


Osmanlı'daki 4 zümreden 3 cüsü
...


Bu züppeler acaba hangi cinsin efradı?
Kadın desen, geliyor arkasindan erkek adı;

Hayır, kadın değil; erkek desen, nedir o kılık?
Demet demetken o saçlar ne muhtasar o bıyık?

Sadası baykuşa benzer, hirami saksağana;
Hulasa, züppe demiştim ya, artık anlasana!

Fakat bu kukla herif bir büyük seciyye taşır,
Ki, haddim olmıyarak, 'Aferin! ' desem yaraşır.

Nedir mi? Anlatayım: öyle bir metaneti var,
Ki en savulmıyacak ye'si tek birayla savar.

Sinirlerinde teessür denen fenalık yok,
Tabiatında utanmakla aşinalık yok.

Bilirsininiz, hani, insanda bir damar varmış,
Ki yüzsüz olmak için mutlaka o çatlarmış,

Nasılsa 'Rabbim utandırmasın! ' duası alan,
Bu arsızın o damar zaten eksik anlından!

Cebinde gördu mü üç tane çil kuruş nazlım,
Tokatliyan'da satar mutlaka, gider de çalım.

Eğer dolandırabilmişse istenen parayı;
Görür mahalleli ta karnavaldan maskarayı!

Beyoğlu'nun o mulevves muhit-i fahisine
Dalar gider, takilip bir sefilin peşine.

'Haya, edeb gibi sözler rusum-u fasidedir;
Vatanla aile, hatta, kuyud-u zaidedir.'

Diyor da hepsine birden kuduzca saldırıyor..
'Ayıp değil mi? ' demişsin... Acep kim aldırıyor!

Namaz, oruç gibi şeylerle yok alış verişi;
Mukaddesat ile eğlenmek en birinci işi.

Duyarsanız 'kara kuvvet' bilin ki: imandır.
'Kitab-ı kohne' de -haşa- Kitab'ı Yezdan'dır.

Üşenmeden ona Kuranı anlatırsan eğer,
Su ezberindeki esmayi muttasil geveler:

'Kurun-u maziyeden kalma cansız evradı
Çekerse, doğru mu yirminci asrın evladı? '

Nedir alakası yirminci asr-ı irfanla
Bu şaklaban herifin? Anlamam ayıp değil a!

Meta'-i fazlı mı varmış elinde gösterecek?
Nedir meziyyeti, görsek de bari öğrensek.

Hayır! Mehasin-i Garb'ın birinde yok hevesi;
Rezail, oldu mu lakin, siaridir hepsi!

Bütün kebaire tiryaki bir kopuk tanırım.
-Ne oldu bilmiyorum şimdi, sağ değil sanırım-

Kumar, senaatin akşamı, irtikap, içki...
Hulasa defter-i a'mali öyle kapkara ki:

Yanında leyl-i cehennem, sabah-ı cennettir!
'Utanmıyor musun. Ettiklerin rezalettir! '

Denirse kendine, milletlerin ekabirini
Sayardı göstererek hepsinin kebairini:

'Filan içerdi... Filan fuhşa munhemikti...' diye
Mulevvesatini bir bir rical-i maziye

İzafe etmeye baslardi paye vermek için.
'Peki! Fezaili yok muydu söylediklerinin? '

Diyen çıkarsa 'muverrihlik etmedim! ' derdi.
Şu züppeler de, bugün aynı ruhu gösterdi.

Fransız'ın nesi var? Fuhşu, bir de ilhadı;
Kapıştı bunları 'yirminci asrın evladı! '

Ya Alman'ın nesi var zevki okşayan? Birası;
Unuttu ayranı, ma'tuda dondu kahrolasi!

Heriflerin, hani dünya kadar bedayii var:
Ulumu var, edebiyyati var, sanayii var.

Giden birer avuç olsun getirse memlekete;
Döner muhitimiz elbet muhit-i ma'rifete.

Kucak kucak taşıyor olmadik mesaviyi;
Beğenmesek 'medeniyyet! ' diyor; inandık iyi!

'Ne var, biraz da maarif getirmiş olsa...' desek
Emin olun size 'hammallık etmedim? ' diyecek.

...


Mehmet Akif Ersoy
(Fatih Kürsüsünde - 1914)

Seyfi Baba

Geçen akşam eve geldim. Dediler:
- Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
- Nesi varmış acaba?
- Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
- Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol!
Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol
Hem uzun, hem de bataktır...
- Daha a'lâ, kalınız
Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.
Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde;
Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde.
Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak;
'Gel! ' diyen taşları kurtarmasa, insan batacak.
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum! müteveffâyı bütün âferine.
Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek,
Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek!
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim,
Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim!
Çok mu yüzdük bilemem, toprağı bulduk neyse;
Fenerim başladı etrâfını tektük hisse.
Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun...
Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:
Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara;
Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara;
Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar;
Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar;
Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır;
Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;
Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, uryan,
Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan
Hânüman yoksulu binlerce sefilân-ı beşer;
Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler;
Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı;
O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları;
Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler:
Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!
Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil!
Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil...
Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil
Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil!
Ya o bîçâre de râhmet suyu nûş eyliyerek,
Hatm-i enfâs edivermez mi hemen 'cız! ' diyerek?
O zaman sâmi'anın, lâmisenin sevkıyle
Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!
Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi...
Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi.
Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener
Geçiyor... Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer,
Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten.
Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben!
İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu.
Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu.
Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip
Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip
Açıversem... İyi amma kapı zâten aralık...
Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık
Girerim ben diyerek kendimi attım içeri,
Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri.
Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak
Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak!
Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini,
Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:
- Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım!
Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.
Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun...
Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun.
Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın...
Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.
Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım
Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım.
Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne,
Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne!
O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh,
Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh,
Şâir olsam yine tasvîri otur bence muhâl:
O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!
Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba,
Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba.
- Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık, şunu, bir...
- Sen otur, ben ararım...
- Olsa içerdik, iyidir...
Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme...
Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime,
Başladım kaynatarak vemeye fincan fincan,
Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.
- Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın?
Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın.
- Mehmed Ağ'nın evi akmış. Onu aktarmak için
Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.
Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.
Hadi aktamıyayım... Kim getirir ekmeğimi?
Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası:
Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iç yapamaz;
Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz.
Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman
Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman
Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç
Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç.
Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma;
Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma!
- Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece!
Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.
İhtiyar terliye dursun gömülüp yorganına...
Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına,
Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer!
Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer.
Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!


Mehmet Akif Ersoy

Fatih Cami

Eğildi sonra o dağlar huzurunda Allah'ın
Kapandı secdeye sonra korkusuyla Allah'ın
İnayetiyle Allah kaldırınca herbirini
Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini
O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu
Ki ruhum sonsuza dek hatırlayacak bunu!
Kesildi bir aralık inleyen hüzünlü sesler...
Ne oldu Arş'a kadar yükselen o yanıp yakılmalar,
O coşku içindeki iman?

Evet! çağlayarak işte rahmeti Allah'ın...
Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh
güvenmenin, huzurun ruhu...


Mehmet Akif Ersoy

Ey Yolcu, Uyan!

''Allah'a dayandım! '' diye sen çıkma yataktan...
Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Alemde ''tevekkük'' demek olsaydı ''atalet''
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi;
Kur'an duramaz, Nezd-i İlahi'ye dönerdi.

''Dünya koşuyor'' söz mü? Beraber koşacaktın;
Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Madem ki uyandın o medid uykulardan,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu:
Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?

Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha!


Mehmet Akif Ersoy

Ey Adem Oğlu

Ey adem oğlu bu devir ve devranda içinizde hakkı ve hukuku bilen çokdur.
Yaptığınız işte hille çok islamiyeti sorupda arıyan ve yaşıyan yokdur ey adem oğlu
Bu gittiğiniz eğri yolda düşeçek kör kuyu çokdur bu gidişle dost hala bu yolda hiç 
Durmadan yürüyüp gider sende arkadaş
Sonradan da bu yolda yere düşdüğün anda ve saniyede eski dostların yokdur paydos ve 
Düşmanın çokdur bu gizli bir uyarıda idam vardır af yoktur ey adem oğlu..

Ey adem oğlu ömrünü boşa harcıyorsun boşa akan seller gibi ey adem oğlu. 
Dönüyor bir güneş pervane gibi bir sağa bir sola döndükçe de kendiliğinden sönüyor 
Gazı bitmiş bir fener gibi ey adem oğlu.
Yerde parlıyanı ve gökte parlıyanı görüp ve görmediğini bilip ve bilmediğin sırları bir 
Yandan gelenleri ve bi yandan gidenleri düşün ve taşın yüce dağları arşın ey adem oğlu.

Ey adem oğlu bu yalancı fani
Dünyaya bir gün içinde geldin
Ve bir içinde gideceksin
Uzun ve kısa ömrün ne farkı var senin için
Ey adem oğlu
Hani neyle geldin hani neyle gideceksin
Allahın huzuruna ey adem oğlu
Birinci ilk fırsatın seni yaratanın elinde
Sonradan da senin elinde
Bu avı kaçırma bu Fırsatı değerlendir
Ey adem oğlu
Mıknatısın demire yaklaşıp
Kendine doğru çektüğü gibi her geçen yıldan yıla ömür tükenip
Ecel yaklaştıkça kara toprak bizi kendine ve kabre doğru çekiyor ey adem oğlu
Bugün varız yarın yokuz
Ey adem oğlu


Mehmet Akif Ersoy

Edirne

Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib
Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salib
Murad-ı evveli koynunda gezdiren tepeler
Nasıl rüku ediyor Ferdinand'a bak bu sefer
Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak?
Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak
Edirne! İşte o islamın ahenin suru
Edirne! İşte o şarkın cebin-i mağruru
İkinci aşr-ı tealisi Al-i Osman'ın
Birinci mevki-i feyyazı belki dünyanın
Edirne! İşte o şarkın demir kilidi
Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi
Muzaffer ordusu hakkıyla intikam alıyor
Kadın, kız, çoluk, çocuk, erkek ne bulsa parçalıyor
Bu katliama da razıyım ihtiram olsa
Harim-i dini de geçtik harim-i namusa
Şu dört minareli cami ki yoktu hiçbir eşi
Ki parlıyordu hilalinde sanatın güneşi
Salibi sineye çekmiş de bekliyor. Nevmid


Mehmet Akif Ersoy

Duygusuz Olmak

Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok;
Öyle salgınmış ki me'lun: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam... Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!


Mehmet Akif Ersoy

Durmayalım

Sa'di diyor ki: 'Bir gece biz kervan ile
Ağır ağır gitmekte iken yolumuz düştü bir çöle.
Hızla geçmek için o korkutucu ıssız çölü,
Bütün yolcular istirahati feda ederek,
Gitmektelerdi. Bir aralık bende yürümeye güç
Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık uykuya yenik.
Avare bir yolcuyu bekler mi kafile?
Çaresiz yola devam edecek varıncaya dek konak yerine.
Bir de uyandım ki başucuma dikilmiş bir deveci şunları
söylemekte:
'Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kervan!
Uykum benim de yok değil ama bu çöl,
İstirahat yeri olurmu ki bin türlü korku var?
Varmak istediği yere varıp durmayıp giden;
Yoktur kurtuluş ümidi bu çöller geçilmeden.
Yazık ki yolda böyle düşen uyku derdine,
Hep yolcular gider de kalır kendi kendine! '

Gerçi olayın kendisi önemsizdir, bunda haklısın, ancak düşün:
İnsaflı ol, bundan başka hikmet dolu bir prensip varmı bugün?
Varmak istersen -diyor Sa'di eğer maksada,
Tuttuğun yollar hiç bitmeyecek gibi olsada;
Yola devam et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın!
Azim sahibi insan için neymiş uzak, neymiş yakın?
Hangi güçlüktür ki gayrete gelince kolaylaşmasın?
Hangi korkunç şey varki insandan korkmasın?


Mehmet Akif Ersoy

Çocuklara

Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.
Meşe halide yaşanmaz, o zamanlar geçti;
Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz.
Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak;
Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz!


Mehmet Akif Ersoy

Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Akif Ersoy

Oğlum, Bu Temenni Neye Benzer, Bana Bak

Oğlum ,bu temenni neye benzer, bana bak:
Eşeklerin canı yükten yanar, aman derler,
Nedir bu çektiğimiz derd, çifte çifte semer!
Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.

Semerci usta geberseydi... değmeyin keyfe!
Evet, gebermelidir inkisar edin herife.
Zavallı usta göçer bir gün akibet, ancak,
Makaami öyle uzun boylu nerede boş kalacak?
Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.
Adam meğer acemiymiş, semerse haylı hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.
Bütün o beller ,omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.
''Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktıyla bilemedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!''
Nasihatim sana:''herzeyle iştigali bırak!
Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak!
Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum, gönüllüsün semere
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.


Mehmet Akif Ersoy

Nevruz'a

İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işde gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.


Mehmet Akif Ersoy

Cenk Marşı

Ey sürüden arkaya kalmış yiğit
Arkadaşın gitti haydi sen de git
Bak ne diyor ceddi şehidin işit
Haydi git evladım uğurlar ola
Haydi git evladım açıktır yolun
Zalimlere karşı bükülmez kolun
Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
Uğurun açık olsun uğurlar ola.

Eşele bir yerleri örten karı
Ot değil onlar dedenin saçları
Dinle şehit sesleridir rüzgarı
Haydi git evladım uğurlar ola
Haydi git evladım açıktır yolun
Zalimlere karşı bükülmez kolun
Bayrağı çek on safa geçmiş bulun
Uğurun açık olsun uğurlar ola
Haydi levent asker uğurlar ola

Yerleri yırtan sel olup taşmalı
Dağ demeyip taş demeyip aşmalı
Sende ki coşkunluğa er şaşmalı
Kahraman askerim uğurlar ola
Haydi git evladım açıktır yolun
Zalimlere karşı bükülmez kolun
Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun
Haydi levent asker uğurlar ola
Haydi git evladım uğurlar ola.


Mehmet Akif Ersoy

Canan Yurdu

Eyvah! sevgilinin yurdu ıssız kalmış
Ayak bastığı heryer kırgın bir mezar olmuş
İçindeki ahenk uçmuş da
Ses seda kalmamış yuvada
Yer yer gömülü durur emeller
Sanki kıyamet gününü beklerler...
Ya rab! niye böyle bir yığın toprak
Olmuş yatıyor o temiz saha?
Ya rab! niçin o parıltı ortada yok?
Ya rab! niçin uzayıp gitmekte bu gölge?
Ya rab! sevgilinin yuvası üzerine
Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne?


Mehmet Akif Ersoy

Nerdesin

La-mekanlarda mısın, nerdesin, ey gaib ilah?
Dönerim enfüsü, afakı ezelden beridir.
Serpilip kubbene donmuş, o ışık damlaları,
Seni, yer yer arayan yaşlarımın izleridir


Mehmet Akif Ersoy

29 Temmuz 2011 Cuma

Bir Ay Masalı

ocak:

oral seks heykelleri - beyaz kedi tırmığı
lüzumsuz yüzünüzle ne çok gülmüştünüz


şubat:

saplantılar, uyak arayışları, sanrı istasyonlar
- lüzumlu kar yağışlarına o inancınız!.-


mart:

pis kokan temiz çoraplar
postaya atılmamış bir mektup gibi
dürrenmatt'ın rüzgardan kırılmış gözlüğü
- lüzumundan fazla unutulmuş bir sevgili
lüzumundan fazla hatırlanmış bir aşk için -


nisan:

bir oğlanın dizleri, topuğu, onun mecburi yokluğu
- bir köpek ısırır gibi bakardınız
aceleniz vardı çünkü yalnızdınız -


mayıs:

masal dinlemeyecek küçük iskender'in oğlu
mızıka da çalmayacak o hep ağlayacak


haziran:

regl karnavalında kaybettiğim erkeklik zarı
- lüzumsuz ellerinizle ne çok alkışlamıştınız -


temmuz:

nâzım'ın kirpiği, hala saklıyor musun
aa! ilhan


ağustos:

eylül:

karşılıklı duran iki denizden birine
karşılıklı duran dudaklardan üsttekine
karışırcasına, diğeriyle darılırcasına
bir anlamı mı olmalı sevincin
mesela siz edepsiz bir sonbahardınız
bir köpek ısırır gibi bakardınız -


ekim:

tanrı, hüznü çamurdan yarattı
bir cenin ölüsü buldu arkeologlar


kasım:

orpheus küstü! şimdi laleler bana gül...
nedir bir gülün özü? Ve nedir
özgül ağırlığı bir gülün
- aceleniz vardı çünkü yalnızdınız -


aralık:

lüzumlu kar yağışlarına o inancınız!.-
üşüdüm kapıyı kapat


Küçük İskender
Adam Sanat, Ağustos 1990

Şehsuvar (III.)

sizler!
hayatta yaşamaktan başka gayesi kalmayanlar
coğrafya bilmeden öpüşmeye çalışanlar
sizler!
yapısalcılar, ruhsalcılar, masalcılar,
halciler, falcılar
parmak izleri sıfır, duruşları italik olanlar
artık değeri cinine tonik yapanlar
muhtelif muhterem darbeler
heveslerde, tutkularda pür ihtilal... geçinenler!
sizler!
geçinemeyenler, neme gerekçiler, emekçiler,
emzikçiler, hainler, halidler, oğlanlar!
yolda saati başkasına sorup
sigarasına ateş alıp
sendikaların apışarasında elle doyuma ulaşanlar! Sizler!
aydınlar! aydıngerler, kolay gelsinciler,
asimetrik esinciler
orospucuklar, osurukçular,
üfürükçüler, geri zekfilı çocuklar! - ki şehsuvar'ın
anayasası...
mayistler, septemberistler!
sizler!
free gitaristler, peace veletleri, makinistler!
din sülükleri! varoluşçular: kapı komşularım!
sloganın, olağanın şairleri!

sosyal yanları kapitalleri, kapitalleri
yalnızca soğan-ekmek-Sosyalizm olanlar!
otuz yaşına kadar solcu
otuz-elli arası sosyal adaletçi
ellisinden sonra bunayıp, otobüslerde
bayanlara arkadan yaslanarak mutlu olabilen
fevkalade entellektüellerimiz!
captain black'çiler, bafra'cılar
bir afra bir tafracılar, taşralılar
vay gülüm doğu diyenler, yesinler seni müstehcen bantını
mantığına yapıştıranlar!
piyanist-şantörlerim: hormonlarım benim!
marxist-şantörlerim: kabaetimin kenarları!
sizler!
liberaller, helaller, haramlar, sadrazamlar
hamlar, hamcık ağızlılar, popodan bacaklılar
omuriliklerini testislerinde saklayan delikanlılar!
amcalarım, teyzelerim; siz homoseksüeller!
feministler, androsantrikler, sosyal demokratlar,
teokratlar, aristokratlar, sen sümüklü burjuvazi!
oportünistler, optimistler!
bir teselli ver'ciler, allah vergisi takılanlar,
öğrenciler, saygın öğretim üyeleri, seks yıldızları,
heyy! Sizler!
arkadaşlarım, alışmadıklarım; ellerim, ayaklarım!
sizler!
idealistler, egoistler, ütopistler, narsistler!
Ben
şehsuvar!.
sığ sıkıntılar ardınca yükselen havuz

kırmızı balık, bozuk abajur, kullanılmış jilet
sınırlara mayın döşeyen bakışlarıyla
siz olan şehsuvar!
Ben
şehsuvar!
sığ sıkıntılar ardınca yükselen buhar
çocukluğunu yaşayamadan büyümüş bir tümör
kandırılmış, tanınmamış kretuvar; unutulmuş
bir tornavida, hiçbir işe yaramayan çivi,
sınırlara mayın döşeyen bakışlarıyla
siz olan şehsuvar! O sınırlar
sizin sınırlarınız. Ben
şehsuvar!
sığ sıkıntılar ardınca yükselen belediye otobüsü
abonman biletlerimi sizler mi çaldınız?!
- daha önce karşılaştığımıza
eminsiniz, değil mi?!


Küçük İskender
Gözlerim Sığmıyor Yüzüme

28 Temmuz 2011 Perşembe

Geceleyin Bir Korku

Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terleyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil'im gözet beni.

Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın yağmurdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil'im üşüt beni.

Üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım, Pekos Bil'im uçur beni.


İsmet Özel
Geceleyin Bir Koşu

Yıldızların Nerede Amsterdam?

Bir kente, bir insana nasıl başlanır,
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye,
taraçalarda -gaz tenekelerine yerleştirilmiş-
mor karanfillere, taş basamaklara...

Yeşil bir su akıyor gecenin içinden.
Asitlemniş kuleleri ve yorgun parkları kentin
yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.

Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz,
kıyasıya mutluluklar dileyelim birbirimize.
Ama sonra herkes, döksün kimliklerini ve sıfatlarını ortaya.
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.

Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor:
Hiçbiriniz kaçınamazsınız söyleyeceklerimden,
ben yanan bir bulut parçası olayım, siz de yıldızlar,
Işıldatın yeryüzünü. Rüzgarları yıkayalım.

Hızla akıyor yaşamım güneşe doğru.
Avrupa'nın en ünlü katedrallerinin önünden geçiyorum.
Duvar yazıları, duvar resimleri, hayatın en çıplak şiiri.
Çırılçıplak bir kentin içinde çırılçıplak yüzler.

Bir bakışta tanırsınız onları:
Toprağından sökülüp atılmış ağaçlar gibi,
cıgaradan düşen bir kül gibidir onlar:
Ama bir bıçak kadar keskindir gözleri.

Bir davulun derisi kadar gergin yaşamımız. Ve
karlar altında kalan bir mücevher kadar soğuk belki kalbin.
Rüzgarlara ve acıya hükümlüsün.
Ama biliyorsun. Acısız ve sevdasız gidilecek bir yol yok.

Saat kaç olursa olsun. Umut vardır.
Dikkat! Hazin bir aşkın başlangıcıdır belki de bugün.
Hazin de olsa bu aşk, karanlıkta da olsa umut, inan bana,
kesindir! Hayatı yıkayacağız .

Kanal boyunca yürüyorum Amsterdam'da.
Dudaklarımda lacivert bir tango.
Akşam mı oluyor? Ben mi yüzüyorum hüzünler denizinde?
Gece ılık. Ve kalbim kanıyor galiba.

Küçük bir çocuğun oyuncak torbasına doldurulmuş evler.
Kocaman camlı pencereleri merakla bakıyorlar bana.
Bulutları kesen bir terziyim ben.
- Peki ama, yıldızların nerede Amsterdam?

Bir ton yıldızla geleceğim sana gene,
Takacağım yıldızları bir bir saçlarına.
Unutma! Sarı tramvayların, lalerin kenti Amsterdam ,
- Sevgilim oldun.

Tanıdık bir yüz elimi sıkıyor:
Kırmızı sakallı, kulağı kesik dostum Van Gogh.
Günaydın! Tablolarını rüzgar ve ateşle boyayan adam,
tanrının ikiz kardeşi, renklerin şeytanı.

Ah! Lacivert bir yağmur yağıyor Paris'e.
Ve lacivert bir tango dudaklarımda.
Sein nehri, hüzünlü kızım benim.
Tül bir perde sermişler toprağa. Paris olmuş.

Mavi bir mektup yazmak istiyorum memleketime.
Mavi bir şiir... Tarçın koksun her kelimesi.
İmbat rüzgarları uçursun a'ları, a'sız bir şiir olsun.
Ama tuzlu serseriliğim benim, eksik olmasın.

- Bir kadeh de rakım.


Özkan Mert