Şiir, Sadece

14 Eylül 2011 Çarşamba

Karanlık Geceler

Gözlerimde hicran başucumda mum
Can evimde bir dost gibi karanlık
Âsabım perişan ve ruhum mağmum,
Yolcuyum bir meçhul diyara artık.

Arkamda kesildi her ses ve nefes,
Talihim cismime dedirtmede pes...
Dertliyim, derdimi anlamaz herkes,
Sırrını söylemez her ruha ruhum.


R…G…Ö…
Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler, İnilti

13 Eylül 2011 Salı

Yokluk

Kutudaki kibrit bir,
Yak kırk paralık gelir.
Sigarayı arama;
Ne var, ne kimse verir.

Ayın on üçü Pazar
Herkesi biri arar
Kurban bayramı olsa
Ne gelen ne gören var.

Yokluk kavradı bizi
Bağladı elimizi
Soldurdu bin bir elem
Gülden cemalimizi

Derman ne hoş arkadaş
Düşünceden bıktı baş
Göl olur gemilere
Gözlerimden akan yaş.

Yeter bunca ızdırap
Gönül hicrandan harap
Kâfi ağladıklarım
Sen güldür beni Yârab.


M…Ö…
Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler, İnilti

12 Eylül 2011 Pazartesi

Tımarhane Delisi

Ben de düştüm feleğin bir gün garip fendine,
Polis jiple getirdi tımarhane bendine..
Burası başka âlem, ey kafa gel kendine,
Şimdi senin de ismin tımarhane delisi...

İstersen ol yüzbaşı, hâkim veya avukat,
Ayol sana kim dedi büyüklere bir taş at.,
Karınla kavga yapıp tatlı aşa zehir kat,
Elbet şimdi olursun tımarhane delisi.

Çilesiz insan olmaz, sen de doldur çileni,
Sinirlenme, üzülme, sakın bozma freni..
Aç gözünü karışmam kaçırırsın treni,
Sonra toptan olursun tımarhane delisi.

Belki sana meskendi bir zamanlar Beyoğlu,
İstersen ol akıllı, hor görür ya eloğlu..
Farzet her gün geliyor ziyarete Köroğlu,
Yine eller diyor ya tımarhane delisi…

Belki sevda yüzünden, kavgalardan kaçırdın,
Belki polis jandarma dayağından şaşırdın..
Kim bilir hangi kaza, hangi işten kaçırdın,
Elbette bir sebep var tımarhane delisi..

Belki de aldatıldın, belki evham kurarsın,
Belki sebepsiz yere başkasını vurarsın..
Belki de iftira uğruna can koyarsın,
Ondan sonra olursun tımarhane delisi.

Farzet canın sıkıldı gidip içmek mi lâzım
Sarhoş olup etrafı yakıp yıkmak mı lâzım
Elbet kanun yakalar istersen ol mülâzım
İdrake aciz olma tımarhane delisi.

Zira hayat böyledir, kalender ol, aldırma
Farzet işin bozulmuş, gidip ele saldırma.
Elin kazanındaki aşa kepçe daldırma
Fazla koşma düşersin tımarhane delisi.

Bu içtimai yara insanlığı ürkütür
Hem öyle bir yara ki vicdanları çürütür.
Hatta psikologlar boşa kalem yürütür,
Ey tıp seni bekliyor tımarhane delisi.

Söyle ey tıp, delilik neden, niçin çoğalır?
Hâdiseler mi sebep, neden kafa bulanır.
Müsebbibler kim acep, niçin normal azalır?
Sonra çoklar oluyor tımarhane delisi.

Şu halde dinle ey tıp, gerçi ümit sendedir,
Fakat unutmayın ki püf noktası bendedir.
Bu insanlık dâvası, anahtarı kimdedir?
Neden milyonlar olsun tımarhane delisi?

Tedavi yalnız şok mu, yoksa yemek mi hayır
Neden delilik artsın gel de bu farkı ayır
Zira ki felsefede kalmamıştır bir hayır
Sakın siz de olmayın tımarhane delisi.


M…Ö…
Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler, İnilti

11 Eylül 2011 Pazar

Vefalılara

Sizin gibi değiliz amma bozacı
Sonra dersiniz olur ha pek de acı
Futbol yürümez boza ile şıra ile
Gonülsporlular geldiler artık dile
Ey vefalı milli ligden mahalli lige buyur
Bizden sana öğüt doğru otur
Sonra bozalar boğazında kalır boğulursun
Bize fiyaka yapma pişman olursun.


Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler, İnilti

5 Eylül 2011 Pazartesi

Zulmü Alkışlayamam

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ...
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?


Mehmet Akif Ersoy

Yeis Yok

Dalâile düşmüşlerden başka kim Rabbinin rahmetinden ümîdini keser? 


Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!
Ölmüşmü dedin? Ah onu öldürmeli miydin?

Hakkın ezeli fecri boğulmazdı, a zâlim,
Ferdâlanın artık göreceksin ki ne muzlim!

Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.
Yıllarca bakınsan, bir ufak lema görünmez.

Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;
Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!

Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.
Arkanda mı, karşında mı sâhil seçemezsin.

Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!
Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:

Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,
Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.

Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;
Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın!

Ey, Hakka taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid!
Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid.

Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile yesin
Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.

Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?
Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?

Doğduk, yaşamak yok size! derlerdi beşikten;
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!

Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,

Yesin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;
Melun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!

Devlet batacak! çığlığı beyninde öter de,
Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde!

Devlet batacak! İşte bu öldürdü şebâbı;
Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı?

Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmıyacaktır;

Tek sen uluyan yesi gebert, azmi uyandır:
Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman;

Davransın ümidîn; bu ne haybet, bu ne hırmân?
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;

Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,
Allaha dayan, saye sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.


Mehmet Akif Ersoy
(İstanbul 1919)

Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?

'İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden,
bizi helâk eder misin, Allah’ım?'



Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık!' diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında

Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i

Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın

Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?

Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?

Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?

Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin
Solsun mu o parlak yüzü Kuran-ı Hakim'in?

İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?

Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ

Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?

Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!

Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık

Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın

Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi

Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!

Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!

En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!


Mehmet Akif Ersoy
(28 Mart 1913)

Vatan Sevgisi Dolup Taşıyor

Edirne'den, Hakkari'ye
Aydın'dan, Artvin'e
O güzel memleketime
Bizden selam olsun

Türkü Kürdü Çerkezi Lazı
Hepsi bu memleketin insanı
Savaşlarda korkusuz savaşanı
Onlar bu memleketin insanı

Şehitler ölmez
Bu vatan bölünemez
Bayrakla doğanlar
Bayraksız ölemez

Bayrak ulusun sembolü demektir
Bu sembol dokunulmaz bir emektir
Marş bir ulusun var oluşudur
Onu tek çırpıda silen memleket kurşunudur


Mehmet Akif Ersoy

Ümidin Her Zaman Haib

Ümidin her zaman haib, nasibin daima nekbet;
Hayatın geçti hüsranlarla ey gün görmeyen millet!
Ne devletsiz başın varmış, ne mel'un tali'in, hayret!
Muebbed bir hayat ummuş da içmiştin.. Fakat seyret:
Nasıl zehr oldu birden diktiğin sahba-yı hurriyet!

Meğer altüst olurmuş en muazzam arş-i istiklal;
Meğer pamal edermiş en bülend akvami izmihlal;
Meğer birden olurmuş altıyüz yıl beslenen amal,
Ufuklar, bak, adem rendinde zulmetlerle malamal..
Ne beklerdik, nasıl çıktın sen ey ferda-yi istikbal!

Bu istikbalı rüyamızda görseydik inanmazdık!
'Sabah olmuş' dedik, sezmekle bir avare aydınlık.
Ne haybettir: değilmiş fecr-i kazıbler kadar sadık!
Cahimi bin hatar kat kat yığılmış, gelde yırtıp çık!
İlahi! Bir ışık göster, bunaldık büsbütün artık!

Fakat hey şaşkın, istimdad için Hak'dan yüzün var mı?
Kitabullah'a yüksekten bakan gözler de ağlar mı?
Muhakkar gördüğün kuvvet bu gün bir bak, muhakkar mı?
Demezdin, ruhu Kuranın o lakaydıyle muztar mı?
Ya sen muztar kalır, feryad edersen, aldırırlar mı!

Evet, sen böyle bir ferda-yı mahşer-hızı ummazdın,
Haberdar eyleyenler oldu; güldün. Pek de kurnazdın!
Kudurmuştan beter bir hale geldin, durmadın azdın!
Düşen ma'suma çıkmak gayr-i kaabil bin çukur kazdın:
Gömüp ahlakı, artık fuhş için bah-name'ler yazdın!

Utanmak bilmiyorsun, anladık, lakin ne isterdin:
Şu milletin ki levsiyyatı bir 'meslek' deyip verdin?
İbadullahı saptırdın, fakat bir yol mu gösterdin?
Görürsen nerden bir namus, fuhş-adaba gönderdin;
Sezersen kimde na-merdane bir fitrat, kanat gerdin!

...


Bıyık kirpik, sakal yontuk da tırnaklar birer parmak;
Yıkanmaz bir surat, sol gözde beyzi cam, fakat parlak;
Hamamsız ensenin sırtında bir yağ var: kayar yavşak!
Şu, kalcınlarla kıvrık pantalon altında, kıskıvrak
Seken Osmanlı centilmeninde hiçbir duygu yok mutlak...
Utanmak ver, yeter, kaabilse Allah'ım, utandırmak!


Mehmet Akif Ersoy
(1912)

Uyan

Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.

Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.

Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz cereyan sine-çak...
Varsa duranlar olur elbet helak.
Dalgaların anmadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimak?

Dehşeti maziyi getir yadına;
Kimse yetişmez yarın imdadına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evladına?

Ben onu dünyaya getirdim diye
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakkı-ı übüvvet de bu caniliğe!

Doğru mudur ye’s ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-i kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

Gözleri maziye bakan milletin,
Ömrü temadisi olur nakbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ,
Görmeye lakin daha yok niyyetin.

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet.

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: 'Hakkımı vermem' diyen.


Mehmet Akif Ersoy

Tükürün

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!
Tükürün cebhe-i lakaydına Şark'ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakca vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salib'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün Maskeli vicdanına asrın, tükürün!


Mehmet Akif Ersoy

4 Eylül 2011 Pazar

Tek Hakikat

Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyadan,
Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın:
Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, aşıkıyız;
Sade, i'lanı çekilmez bu acaib aşkın!


Mehmet Akif Ersoy

Tebrik

Gökten ay parçası halinde, o rahmet güneşi,
İndi afaka bu akşam, bu mübarek akşam.
Ebedi kandili yaktıkça, Huda'dan dilerim,
Parlasın dursun o iman senin alnında, Paşam!


Mehmet Akif Ersoy

Şehidler Abidesi İçin

Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler.
Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye girmez;
Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.


Mehmet Akif Ersoy

Şark

Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu,
Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bâzusu,
“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer

Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler,
Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar,
Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar,
Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;
Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;
Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;
“Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar;
Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;
Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ...

Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;
Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.
Mezarlar, âhiretler, yükselen karşımda dûradûr;
Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr?
Derinlerden gelir feryadı yüz binlerce âlâmin;
Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda islâm’ın!
Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta;
Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon, cansa gırtlakta!
İlâhi! Gördüğüm âlem mi insaniyetin mehdi?
Bütün umranı tarihin bu çöllerden mi yükseldi?
Şu zâirsiz bucaklar mıydı Vahdaniyetin yurdu?
Bu kumlardan mı, Allah’ım, nebiler fışkırıp durdu?
Henüz tek berk-ı iman çakmadan cevvinde dünyanın,
Bu göklerden mi, Yârap, coştu, sağnak sağnak, edyanın?
Serendip’ler şu sahiller mi, cûdiler bu dağlar mı?
Bu iklimin mi İbrahim’e yol gösterdi ecramı?
Haremler, beyt-i Makdisler bu topraktan mı yoğruldu?
Bu vâdiler mi dem tuttukça bihûş etti Davud’u?
Hirâ’lar, Tûr-u Sinâ’lar bu afakın mı şehkarı?
Bu taşlardan mı, yer yer, taştı Ruh-ullah’ın esrarı?

Cihanın garb’ı vahşet-zâr iken, Şark’ında karnak’lar,
Haremler, Sedd-i Çinler, Tak-ı Kisrâlar, Havernaklar,
İrem’ler, Sûr-u Bâbil’ler semâ-peymâ değil miydi?
O maziler, İlâhi, bir yıkık rüyâ mıdır şimdi?
Ne yapsın, nâ-ümid olsun mu Şark’ın intibahından?
Perişan rûhumuz, hâip, dönerken Bâr-gahından?

Bu haybetten usandık biz, bu hüsran artık el versin!
İlâhi, nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin,
Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden.
“Hayat elbette hakkımdır! ” desin, dünya “değil!” derken


Mehmet Akif Ersoy
(İstanbul, 19 Eylül 1918)

Süleymaniye Kürsüsünden

Bir de İstanbul'a geldim ki: bütün çarşı, pazar
Naradan çalkanıyor, öyle ya... Hürriyet var!

Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş... doğru:
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın;

Sanki zincirdekiler hep boşanır zincirden,
Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

Zurnalar şehr ahalisini takmış peşine;
Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine!

Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli,
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak
-Yaşasın
- Kim yaşasın?
- Ömrü olan.
Şak! Şak! Şak!

Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.

Çamlıbel sanki şehir, zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, dindirecek vasıta yok.

'Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı'
Diye mekteblilerin mektebi tekmil kapalı!

İlmi tazyik ile ta'lim, o da istibdad
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen azad.

Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan...
Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan.

Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,

Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.

Dalkavuk devri değil, eski kasaid yerine
Üdebanız ana-avrat sövüyor birbirine.

Türlü adlarla çıkan namütenahi gazete,
Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete.

İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit
Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it

Yürüyor dine beş on maskara, alkışlanıyor,
Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan sanıyor.

Kadın erkek koşuyor borc ederek Avrupa'ya...
Sapa düşmekte bizim şıklara, zannım Asya.

Hakka tevfiz ile üç dane yetişmiş kızını,
Taşıyanlar bile varmış, buradan baldızını...

Analık ilmi için Paris'e, yüksünmeyerek...
Yük ağır, ecri de nisbetle azim olsa gerek.


Mehmet Akif Ersoy

Sultan Yalısı

Coşar avizeler artık köpürür kandiller
Bu ışık çağlıyanından bütün afak inler
Yalının cephesi baştan başa nur
Nim açık pencereler reng ü ziyadan mahmur

Al, yeşil mavi fenerlerle donanmış kıyılar
Serv-i siminler atılmış suya titrer par par
Dalgalardan seken üç çifte kayıklar sökerek
Süzülür sahile şahin gibi; yüzlerce kürek

Bir taraftan bu akın yüksele dursun
Bir taraftan, dökülür öndeki saflar saraya
Rıhtımın taşları, zümrüt gibi İran halısı
Suda bitmiş çimen, üstünde de Sultan yalısı


Mehmet Akif Ersoy

Safahat İçin

''Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın.''
Derdim, sana baktıkça, a biçare kitabım!
Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın,
Uğruna harab eylediğim ömr-i harabım?


Mehmet Akif Ersoy

Ressam Haklı

Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası...
Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası
Mutfakta eski resimler ile hep süslensin
Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin.
Biri peyda olarak 'Ben yaparım' der, kolunu
Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu
Sıvar ama ne sıvar...Sahibi der:
- Usta bu ne?
Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! ..
- Bu resim, askeri basmakta iken Firavun' un
Kızıl Deniz yarılıp geçmesidir Musa' nın
- Hani Musa, be adam?
- Çıkmış efendim karaya
- Firavun nerde?
- Boğulmuş.
- Ya bu kan rengi boya?
- Kızıl Deniz, a efendim yeşil olmaz ya bu da!
- Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda!...


Mehmet Akif Ersoy

Resmim İçin

Bir canlı izin varsa şu toprakta, silinmez;
Ölsen, seni sırtında taşır toprağın altı.
Ey gölgeden ümmid_i vefa eyleyen insan!
Kaç gün seni hatırlayacaktır şu karaltı?


Mehmet Akif Ersoy