Şiir, Sadece

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Adamı Hayvan Tanıyıp Bilmez

Adamı hayvanı tanıyıp bilmez
Vakıtlar gelende abdestin almaz
Ezanlar okunur namazın kılmaz
Camilere gider minber beğenmez

Günde seyyah eder dağ ile taşı
Aklına getirmez cehennem ateşi
Balta ile tıraş ederler başı
Şehire gelende berber beğenmez

İnsansız dağlardır senin otağın
Cahillik yoluna kaynamış yağın
Evinde bulunmaz bir kat yatağın
Kahvelere gider minder beğenmez

İçer rakıyı mest olam deyi
Konuşur eşekle dost olam deyi
İki söz bellemiş usta olam deyi
Kamiller önünde şiir beğenmez

Sefil Kerem çeker ah ile zarı
Ana yardım etsin Yaradan Barı
Acep kim getirmiş bu sert hımarı
Koparmış yuları urgan beğenmez




Aşık Kerem

Nicedeyim Gönül Senden

Nicedeyim gönül senden
Ben dönerim gönül dönmez
Bir yavruya düştü gönül
Ben dönerim gönül dönmez

Keklik gibi sekişinden
Elvan elvan nakışından
Bir harami bakışından
Ben dönerim gönül dönmez

Kaş oynadırsa gözünden
Beni isterse özünden
Aslı bir kafir kızından
Ben dönerim gönül dönmez

Yoluna koymuşum canı
Didemden akıttım kanı
Kerem sevdi Aslı Han'ı
Ben dönerim gönül dönmez


Aşık Kerem

Şakı Bülbül Şakı Bahar Erişti

Şakı bülbül şakı bahar erişti
Şakıyıp ötmenin zamanı geldi
Kırmızı gül budağına erişti
Koparıp kokmanın zamanı geldi

Benim sevdiceğim gelir naz ile
Bağrımı deliyor sitem söz ile
Kırmızı badeler çihe saz ile
Çağırıp içmenin zamanı geldi

Benim sevdiceğim ince bellidir
Gamzesinde siyah çifte benlidir
İçinde aşkı olan bellidir
Aşık aşk kılmanın zamanı geldi

Öksüz Kerem bunu şöyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı
Selvi boylu bizi abdal eyledi
Sarılıp yatmanın zamanı geldi


Aşık Kerem

Name Geldi Vatanımdan

Name geldi vatanımdan
Vaktı yarayım gideyim
Kanlı yaşlar gözlerimden
Aktı varayım gideyim

Ol mürüvvet keremkani
Kuluna çoktur ihsanı
Gurbet elin kahrı beni
Yaktı varayım gideyim

Aşık Garip bilir kendin
Yiğit olan döker kanın
Felek boynuma kemendin
Taktı varayım gideyim


Aşık Garip

Gurbet Elde Baş Yastığa Gelende

Gurbet elde baş yastığa gelende
Gayet yaman olur işi garibin
Gelen olmaz giden olmaz yanına
Siyah toprağıyla taşı garibin

Yazık oldu şu Garib'in haline
Doymak olmaz lezzetine tadına
Her geldikçe yarenleri yadına
Dinmez asla çeşmi yaşı garibin

Gurbet ele garip giden bilinmez
Ağlayınca çeşmi yaşı silinmez
Garip nedir halin diye sorulmaz
Bulunmaz yareni eşi garibin

Gülmez nere gitse garibin yüzü
Kirlidir yakası yaşlıdır gözü
Açmaz bir yol kimseye gizli sözü
Muhabbettir hep sırdaşı garibin

Gurbet elde ben Garib'e kim baksın
Anam yoktur gelip gözyaşı döksün
Sanem yoktur mezarıma taş diksin
Bir çalıdır mezar taşı garibin


Aşık Garip

Bir Sözile Ben Tuzağa Tutuldum

Bir sözile ben tuzağa tutuldum
Bu garip ellerde yaktı nar beni
Hasretin narına yandım kül oldum
Ahu gözlüm ne haldeyim gör beni

Ne sabra takat var ne dilde mecal
Gönül Mecnun olmuş Leyla'sın arar
Vazgeçersem seni yad eller sarar
Görünce abdal eyledi yar beni

Aşık Garip gönüllerin uğrusu
Geçmez imiş bu sevdanın ağrısı
Sana ben söyleyim sözün doğrusu
Al sevdiğim gel sineme sar beni




Aşık Garip

Koluna Bağladım Teli

Garip: 1-Koluna bağladım teli
Konuşurdun yetmiş dili
Unuttun mu sazım beni
Konuş sazım benim ile

Saz: 2-Vasf-ı halimden bilmedin
Sen gideli ben gülmedim
Yedi yıl haber almadım
Konuşamam senin ile

Garip: 3-Koluna bağladım perde
Sen uğrattın beni derde
Yedi yıldır Garip nerde
Konuş sazım benim ile

Saz: 4-Sinem duvara yaslandı
Kolumda teller paslandı
Garip ölmüştür seslendi
Konuşamam senin ile

Garip: 5-Garip kurbandır soyuna
Sanem'in selvi boyuna
Gidek Sanem'in toyuna
Konuş sazım benim ile

Saz: 6-Kar kuşandı gönül dağı
Çürüdü sinemin bağı
Sanem'in destinde ağu
Konuşamam senin ile


Aşık Garip

İşte Geldim Gidiyorum

İşte geldim gidiyorum
Şen olasın Halep şehri
Çok ekmeğin tuzun yedim
Helal eyle Halep şehri

Sana derler Arabistan
Dört tarafın bağ u bostan
Haber geldi nazlı dosttan
Durmak olmaz Halep şehri

Aşık Garip düştü yola
Hızır yardımcısı ola
Göründü gözümüze sıla
Sen kal bunda Halep şehri


Aşık Garip

Murat Reis Geldi Gülbenk Çektirdi

Murat Reis geldi gülbenk çektirdi
Din-İslam sancağın diktiği vaktın
Padişah uğruna niyet eyledi
Çıkıp Cezayir'den gittiği vaktın

Gaziler cenk için gördü yarağı
Doymaz muhannesin buna yüreği
Hep kafirler koyuverdi küreği
Yezid gelip kıçtan çattuğu vaktın

Yiğit beyler hep küreğe yapıştı
Kaçtı top oduna ödü tutuştu
Muhammed'in şefaati yetişti
Gemi yandı deyip gördüğü vaktın

Murat Reis eydür zahir batında
Ya Rab hacetim kabul et katında
Gök duman içinde kaldık tütünde
Kafir beş topunu attığı vaktın

Armutlu eydür, be Sultan'ım hakla
Hemen yezidlerin fendi top ile
Alarga ettirdik tüfek top ile
Beş pare kadırga çattığı vaktın


Armutlu

Zahid Bizi Taneyleme

Zahid bizi ta'neyleme
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazret'e varır yolumuz

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvalimiz

Erenler yolun güderiz
Çekilip Hakk'a gideriz
Gaza-yı ekber ederiz
İmam Ali'dir ulumuz

Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik beli
Gören bizi sanır deli
Usludan yeğdir delimiz

Tevhid eden deli olmaz
Allah deyen mahrum kalmaz
Her seher açılır solmaz
Bahara erer gülümüz

Muhyi sana olan himmet
Aşık isen cana minnet
Elif Allah Mim Muhammed
Kisvemizdir dalımız


Muhyi

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Zulümler Yağmur Gibi Yağmaya Başlayınca

Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi:
Gişe çoktan kapalıdır.
Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak
isteyen biri gibi:
Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu.
Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı
beşinci kez çalan bir dilenci gibi:
Beşinci kez aç kalır.
Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi:
Kan durmaz, hep boşanır.

Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber
veriyoruz.

İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini
bildirdiğimizde
çığlıklar göklere ağdı.
Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde
ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik
kapladı ortalığı

Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca
"dur!" diyen olmaz artık, Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez
oluverirler.
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık
hiçbir çığlık.
Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar.


Bertolt Brecht

Yolcu

Yıllarca önce
araba kullanmasını öğrenirken
ustam sigara içirtirdi bana.
Ve yoğun trafiğe çıktığımda
ya da keskin dönemeçlere geldiğimde
sönerse cıgaram,
direksiyonu alırdı elimden.
Ben araba kullanırken fıkralar da anlatırdı
ve eğer ben arabayı sürerken kendimi işime kaptırıp da
fıkralarına gülmediysem
direksiyonu alırdı elimden.
Güvensiz hissederim kendimi, derdi. Korkutur beni,
şoförün kendini işine gereğinden fazla kaptırdığını görmek
bir yolcu olarak.

İşte ben de o zamandan beri
gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe.
Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim.
Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez.
Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim.
Yolcuyu düşünüyorum artık.


Bertolt Brecht

Yıllarca Önce Ben

Yıllarca önce ben,
Şikago Buğday Borsasının çalışma yollarını incelerken,
bütün dünyanın buğdayını oradan
nasıl yönettiklerini birden kavradım ama
gene de bu işi pek anlayamamıştım
kitabı bırakırken elimden.
Ve şöyle deyiverdim:
Başım belada.

Hiçbir öfke yoktu içimde
ve adaletsizlik de değildi
beni korkutan.

Yalnız, bu iş böyle yürümez, bunların yaptığı gibi!
Düşüncesi doldurdu kafamı.

Gördüm ki, bu adamlar,
yaptıkları zararla yaşıyorlardı, yararla değil.
Gördüm ki gene:
Ancak suç işleyerek sürdürülecek bir yoldu bu,
çünkü zararınaydı çoğunluğun,
Öyle ki,
aklın her başarısı, her keşif, her buluş,
daha büyük kötülüklere yol açacaktı açsa açsa.

O sırada böyle düşündüm ben,
öfkelenmeden, oflayıp puflamadan,
Buğday pazarını ve Şikago borsasını anlatan kitabı
önüme koyarken.

Bir sürü dert bekliyor beni,
bir sürü bela.


Bertolt Brecht

Ulmlu Terzi

Piskopos, uçabilirim,
dedi terzi piskoposa.
Bir uçayım da gör!
Ve bir çift şeyle,
kanada benzer,
tırmandı kilisenin koca çatısına.

Piskopos yürüdü gitti.
Al sana bir palavra,
insan kuş değil ki,
uçamaz hiçbir vakit,
dedi piskopos bu işe.

Terzi cartayı çekti,
dedi halk piskoposa,
amma da gülünç iş ha,
kırık kanatlarla saplandı yere,
işte durur parça parça
alanın katı toprağında.

Çalsın kilisenin çanları!
dedik ya, palavra,
insan kuş değildir,
uçamaz hiçbir vakit,
dedi piskopos halka.


Bertolt Brecht

Tretiyakov'a İyileşme İçin Öğüt

Hasta bir adamın öğütlerine
gülünür ancak.

Fazladan bir yemek daha ye ve yavaş ye
düşünerek düşmanlarını,
çok uyu,
kaçsın uykuları.

Sovyetlerin çıkarları için
süt iç sabahları bir bardak,
ki bize vereceğin öğütler
hasta bir adamın öğütleri olmasın.

Gölde yüz, keyf için,
seni boğabilecek olan su
kaldırır seni yukarı,
yüzerken yardığın su
yeniden birleşir arkanda.


Bertolt Brecht

Tebeşir Haçı

Ben bir hizmetçi kızım.
S.A.dan bir adamla bir maceram oldu.
Bir gün o, gitmeden önce,
gülerek gösterdi bana
hallerinden yakınanları nasıl yakaladıklarını.
Bir tebeşir parçası çıkardı ceketinin cebinden
ve bir küçük haç çizdi avucunun içine,
ve anlattı, sivilleri giyinip
iş ve işçi kurumlarına nasıl gittiğini
avucunun içindeki bu işaretle,
işsizlerin kuyrukta ana avrat
küfrettikleri o yerlere,
ve nasıl küfrettiğini kendisinin de onlarla birlikte,
dostluk ve dayanışma gösterisi olarak da
sırtına nasıl vurduğunu küfreden herkesin,
ve böylece, sırtında beyaz haç bulunan
damgalı adamların S.A.larca nasıl yakalandığını.

Bu anlattıklarına katıldıydık gülmekten.
Onunla üç ay bir arada yaşadım.
Sonra bir gün bir de ne göreyim:
Banka cüzdanımı apartmamış mı.
Yok benim için saklayacakmış da,
yok kimin ne olacağı belli değilmiş de,
falan filan.
Ben onu suçlayınca da,
bin dereden su getirerek yeminler etti,
beni yatıştırmak için de
sırtımı okşadı şöyle.
Yılandan kaçar gibi kaçtım ondan.
Eve gelince ilk iş aynaya baktım,
sırtımda beyaz haç var mı diye.


Bertolt Brecht

Şiddet Üzerine

Şiddetli denir asi ırmağa
ama kimse şiddetli demez
Onu sıkıştıran yatağına.

Şiddetli denir
huş ağacını büken fırtınaya.
Ya yol işçilerinin belini
büken fırtınaya?


Bertolt Brecht

Soyguncu Ve Uşağı

Soyup soğana çeviriyordu Hesse bölgesini iki soyguncu.
Bir hayli köylünün boynunu kırdılar.
Bir tanesi sıskaydı aç kurt kadar,
öbürüyse papa kadar şişman.

Neydi onların gövdelerini böyle farklı yapan?
Çünkü biri efendiydi, öbürüyse uşak.
Efendi kaymağını alıyordu sütün,
uşak ekşimiş süt içiyordu bu yüzden.

Köylüler yakaladılar soyguncuları sonunda
ve astılar ikisini bir tek iple,
biri aç bir kurt kadar sıska sallandı,
öbürüyse papa kadar şişman.

Köylüler önlerinde durup ıstavroz çıkartırlarken
ve öylece seyrederlerken her ikisini de,
anladılar soyguncu olduğunu şişman adamın,
ama neden sıska adam da soyguncuydu, anlamadılar.


Bertolt Brecht

Sorular

Ne giydiğini yaz bana!
Sıcak tutuyor mu?
Nasıl uyuduğunu yaz bana!
Yatağın yumuşak mı?
Nasıl göründüğünü yaz bana!
Hep aynı mısın?
Neyi özlediğini yaz bana!
Kolumu mu?
Nasılsın, yaz bana!
Hoş tutuyorlar mı seni?
Ne bok yiyorlar, yaz bana!
Cesaretin yetiyor mu?
Ne yaptığını yaz bana!
Yaptığın şey iyi mi?
Neyi düşündüğünü yaz bana!
Beni mi?
Elbette sorulardır sana bütün verebildiğim.
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim, mecburum buna.
Yorgunsan, uzatamam sana elimi.
Ya da açsan, seni besleyemem.
Sanki yaşamamışım bu dünyada, hiç yokmuşum.
Unutmuşum sanki seni.


Bertolt Brecht

Son İstek

Altona'da bir gün işçi bölgelerini bastılar
ve yakaladılar bizden dört kişiyi,
yetmiş beş kişiyi de götürdüler seyretsinler diye
onların idam edilmelerini.
Gördükleri şuydu seyredenlerin:
En gençleri, boylu boslu bir delikanlı,
sorulduğunda son isteği
(adet yerini bulsun diye),
isterim, dedi tok bir sesle, gerinmek bir kez daha.
Kurtulunca bağlarından, gerindi ve tüm gücüyle
iki yumruk aşketti nazi komutanının çenesine.
O saat bağladılar onu
dar bir tahtaya, yüzü yukarı doğru,
ve uçurdular başını.


Bertolt Brecht