Şiir, Sadece

23 Mart 2017 Perşembe

Richard Cory

Ne zaman Richard Cory şehre inse,
Oturup kaldırıma ona bakardık:
Efendi adamdı tepeden tırnağa,
Tertemiz ve bir prens gibi ipince.
Ve her zaman sadeydi giyim kuşamı
Konuşması her zaman sıcak ve insancaydı:
Gene de titretirdi yürekleri "günaydın"
Derken ve yürürken her yana ışık saçardı.
Zengindi de-evet, bir kraldan daha zengin-
Ve eksiksiz eğitilmiş her incelikte:
Kısaca, işte, derdik, her bakımdan
Yerinde olmaya can atacağımız bir insan.
Böylece işimizde gücümüzde, varmak için gerçeğe,
Ne bir lokma et yedik, ne şükrettik ekmeğe;
Ve sessiz bir yaz gecesi Richard Cory
Dönüp evine bir kurşun sıkıverdi beynine,


Edwin Arlington Robinson
Çeviren: Cevat Çapan

22 Mart 2017 Çarşamba

281

Öylesine ürkünç ki-neşelendiriyor insanı-
Hoşa gidiyor neredeyse, dehşetin öylesine üzerinde-
Ruh bakıp kalıyor ardından, güvenli
En kötüsünü bilmek, korkuyla yer bırakmıyor

Çabucak bir göz atmak bir hortlağa, faydasız
Ama boğuşmak-galip gelmektir ona-
Nasıl kolay gelir işkence, şimdi-
Belirsizlikti öylesine örseleyen-

Soğuktur gerçek ve çıplak-
Ama insanı ayakta tutan da bu
Kuşku duyanlara gösterirdik-yakarıyı-
Ama ümit etmeyi bıraktık, şimdi,
Bilen bizler

Ölüme bakmaktır, ölmek
Bırakıvermek soluğu
Öylece uyumak değil
Yastığa koyup başı-

Başkaları, boğuşabilir
Seninkisi, bitmiştir-
Ve böyle gelir ürkünç kasveti hüznün
-serbestçe kurar korkuyu-
Hem uzaktasın-hem de herkese açık dehşet
Neşeli, tatilde, solgun-


Emily Dickinson
Çeviren: Oğuz Cebeci

280

Bir tören hissettim, beynimde,
Matemliler bir aşağı-bir yukarı- 
Yürüyüp duruyordu-yürüyordu-ta ki
Anlam siliniyor gibi gelene dek

Ve hepsi oturtulunca
Bir ayin-bir davul gibi-
Gümleyip duruyordu-gümbürdüyordu-ta ki
Zihnim sağırlaşıyor sanana dek-

Ve sonra işittim-bir kutuyu kaldırırlarken
Ruhumu açtıklarını çatırtıyla-
Aynı kurşundan botlarla, yine
Derken Uzay-başladı çınlamaya-

Bir çan olduğundan gökler
Ve varlık bir kulak yalnızca
Ve ben ve sessizlik ve tuhaf bir ırk
Yalnız, kazazede-hurda

Ve sonra bir tahtası kırıldı aklın
Ve düştüm de düştüm
Ve bir dünyaya çarptım
Ve bitirdim bilmeyi o sıra.


Emily Dickinson
Çeviren: Oğuz Cebeci

Beyin Gökten Geniştir

Beyin gökten çok daha geniştir,
Yan yana koyarsan ikisini,
Beyin kendi içine rahatça
Sığdırır hem göğü, hem seni.

Beyin denizden çok daha derin,
Belki masmavi denizin dibi,
Ama beyin onu hemen emer
Kova dolduran süngerler gibi.

Beyin, Tanrı ağırlığına denk,
Kaldır, dirhem dirhem tart istersen,
Sanki değişik görünürler mi
Hece nasıl değişikse sesten?


Emily Dickinson
Çeviren: Talat Sait Halman

21 Mart 2017 Salı

Boş Zaman

Çim biçme aracı, pazar
saniyelerin başını keser
keser başını otların.

büyürot
ölenleri bürüye koymuş
ölmüşlerinin üstüne

ey bunu kimler duyuyorsa!

gürüldüyor çim biçme aracı
bastırıyor gürültüsüyle
haykıran otları

kendini besiye çekiyor boş zaman
sessiz soluksuz ölüp gidiyoruz
dipdiri otlara gübre


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Mustafa Ziyalan

Gençlik Korkuları

ısırgan bir yataktır gece
pembedir sanki çıtırdar ellerin
ah nasıl da gülerdi boynuma kenetlenip de
yaktı kavurdu gözü açılmadık yüreği cin
alevdir dolup taşan teknemin fora yelkenlerine

kayalıklar kirecinde tatlı kıyının
diş izleri tuzdaki denizin yakıcıları
göster bana n'olur nerde kırık ayağın
karanlık gözlerinde kafuru kokulan
kana batmış sürüklenmede bir ağıt yorgun argın

ey hınç, anarak güvercinlerin birbirini bildiği
koyver gitsin şu son saatlarımı
içinden çığlıklarda bir ekspresin geçtiği
ne de kocaman oluyor bekleme salonları,
garsonlar davulla duaya çağırıyor sanki


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Mustafa Ziyalan

Karda Gömülü

bir tüy ağabeyim yitirdi
karga
üç damla kan döktü babam
haydut
bir yaprak düştü kara
ardıç ağacından
yavuklumun güzelim pabucunun tekini
mektubunu falancanın
bir yüzüğü bir taşı bir kucak samanı
savaş yere gömeli
çok zaman oldu

yırt mektubu
parçala pabucu
yaz yaprağa tüy kalemle:
ak taş
kara saman
kırmızı iz
ah bilmeyişim ne iyi
yavuklumun yurdumun evimin
ağabeyimle beni
adlarımız neydi


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Behçet Necatigil

20 Mart 2017 Pazartesi

Annabel Lee

E. A. Poe'nun anısına saygıyla...


Kiraz zamanı işçilik yapardı,
Annabel Lee.
Çürük meyveyi ayırmak için eğilmemi ister,
yatardı hayvan kokusuna bulalı,
yoncaların içine uzanırdı, arının soktuğu
yumuşak Annabel Lee.
Bir vakitler hiç oysa,
dizini uzatıp bükülmezdi
kiraz toplamak gelmez aklına,
çürük meyve için hiç eğilmemi
istemezdi, ah Annabel Lee.
Kitap açma zamanı çevirirdi yaprakları,
Annabel Lee.

Horozları yemler
taneler ve cam kırıkları arasında yatardı
bir resim gibi uzanırken sere serpe
buydu işte,
sindirimi yarım kalmış Annabel Lee.
Bir vakitler oysa nerde,
kitaplar, hayvan falan hak getire,
kitap mitap açmazdı
düşünmez mideleri
resim mi, resim gibilik mi
ah nerde, Annabel Lee.


Günter Grass
Çeviren: Sıtkı Salih Gör

Aşk

İşte hikayemiz böyle dostlarım
Şu parasız yapılan alışveriş
İşte borç kartımız, çakıverin imzayı
Yorgan daima kısa gelirmiş
Bu uç, şu uca ulaşamazmış
Diyebilir misiniz amma da iş

Aramak onu ufukların ardında
Arada düşmüş yaprakları tekmelemek
Ovmak bir çıplak ayağı
Bütün yürekleri kiraya vermek
Ya da bir aynalı odada
Bir otomobilde
Kaporta aya doğru dikilmiş
Masumluk, duruversin istediği yerde
Nerede başlatırsa başlatsın cümbüşünü
Sesler tiz perdeden kadıncıl ve sonsuz
Bir başkalık belirir her seferinde

Gişelerin önünde, henüz açılmamış
Kenetlenmiş eller durmadan çıtırdar
Kuyrukta süngüsü düşmüş bir adam
Bir zayıf yaşlı bayan
Ve sinemadaki filim
Bir büyük aşkı ilan eder neonlu ışıklar
Çarşaf gibi reklamlarda
Senaristin de garantisi var


Günter Grass
Çeviren: Sıtkı Salih Gör

Düş Yürek

Düş yürek zaman ağacından, düşün yapraklar
bir vakitler güneşin kucakladığı
donmuş dallardan
düşün apaçık gözlerden dökülen yaşlar gibi.

Gün boyu uçuşsa da saçlar rüzgarda
yanık alnında yer tanrısının
bastırır yumruk gömleğin altında

Bulutlar ince sırtlarım sana
bir kez daha iğseler de yumuşama;
önemseme Hymettos senin için
bir kez daha doldursa da petekleri.

Azdır çünkü çiftçiye kurakta tek bir sap,
azdır bir yaz bizim yüce soyumuz için.

Ya nedir yüreğinin kanıtladığı?
Dün ile yarın arasında sallanır durur
sessiz ve yaban;
vuruşları
vuruşları
düşüşüdür zamandan.


Ingeborg Bachmann
Çeviren: Kundeyt Şurdum

Karanlık Şeyler Söylüyorum

Orpheus gibi ölümü çalıyorum
hayatın tellerinde
yeryüzünün güzelliğine karşı
ve göğü yöneten gözlerine
yalnızca karanlık şeylerdir söyleyebildiğim.
Unutma, o sabah
henüz ıslakken çiğden yattığın yer
ve karanfil uyurken yüreğinin üstünde
sen de birdenbire görmüştün
kara ırmağı
yanı başında akıp giden.
Suskunsun telleri gerilmiş
kan dalgaları üstüne,
inleyen yüreğini kavradım ben;
gecenin gölge saçlarına
dönüştü saçların,
karanlığın kara kar taneleri
yağdılar yüzüne.
Ve ben senin değilim
yakınmadayız ikimiz de.
Fakat Orpheus gibi biliyorum
ölümün yanında hayatı
senin her vakit için kapalı gözlerin
bende bakıyor mavi mavi.


Ingeborg Bachmann
Çeviren: Kundeyt Surdum

18 Mart 2017 Cumartesi

Goldene Meil'de Bahar

Yandı yurdumda giysiler, ayakkabılar,
Faust ve Nibelungen.
Alev alev gözlerim, bitlenmiş, bön
bakıyorum, moskitolar uçuyorlar.

Günler dikenli tel gerisinde, orada,
projektörler altında uykum.
Koltuk altlarımda, apış aramda
tiksintiyi, azabı besliyorum.

Yok iç çekişimi duyan kulak.
Kamp üzgün sessizliklere daldı.
Dünyadan bir selam olarak
Rüzgarda klor, hela kokuları kaldı.

Umursamaz sürüp giden her şeye karşı
dünya, bütünlüğünde.
Buz gibi soluğunu gezdirir Tanrı,
esirlerin çadırları üstünde.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Mavi Tulumlu Adam

Mavi tulumlu adam
omzunda çapası evine dönüyor,
bahçe çiti gerisinde ona bakıyorum.

Onlar Kenan ülkesinde böyleydiler akşamları,
şimdi böyle dönerler Burmada çeltik,
Mecklenburg'da patates ekili tarlalardan,
bahçelerinden Kaliforniya'nın, Burgonya bağlarından

Buğulu camlar ardında yanında lamba, kıskanıyorum
mutlu oluşlarını (paylaş diyen yok)
çocuk bezleri asılı, ocağında ateşi, kendi halinde
ataerkil gecelerini kıskanıyorum.

Mavi tulumlu adam evine dönüyor;
omzunda çapası, çöken karanlıkta
bir silaha benziyor.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Politika Dışındaki Kutlama

Ne çıktı ne de çıkar sesiniz
Diledikleri gibi yapsınlar dersiniz
Olur mu devletin işine karışmak
Siz oturun bekleyin o kadar
Sanki bir dişçidir başucunuzda kader
Sizin ödeviniz de ağzınızı açmak.

Lazım derler vergileri arttırmak
Güzel derler bir donanma yapsak
Koskoca bir ordu daha da iyi
İhracat ithalat gümrüğü derler
Etek dolusu laf ederler
Ve öğretmişlerdir size susmayı.

Derler arttı ekmeklerin fiyatı
Hadi derler harbe, geldi işte vakti
Gülerler arkanızdan sonra da
Alavere dalavere ederler
Oturturlar şapa, kazık atarlar
Ne imiş? Politika!

Öyle salaksınız ki dut yemiş bülbül
Ensenizde boza pişer siz oralı değil
Hep kendi havanızda.
Para ister karınız, ağlar emzikteki
Sizse yatak sevdasında, vaktiniz mi var ki
Devletle uğraşmaya.

Allah size göz vermiş, vermiş ama nerede?
Bırakın kellenizi siz hala büroda.
Aldatırlar sizi böyle daha çoook
Oturun kuzu kuzu
Hükümet mi; hepsi bir, ha o, ha bu ...
Memnunsunuz, mesele yok!


Erich Kaestner
Çeviren: Behçet Necatigil

Ne Aldı Askerin Karısı

Ya sonra ne aldı askerin karısı
yaldızlı başkent Prag'dan?
Pabuçlar aldı Prag'dan, yüksek ökçeli.
Selamlar geldi ona ve sağlık haberleri,
yüksek ökçeli pabuçlar geldi Prag'dan ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Oslo'dan, Skandinavya'daki?
Bir kürk aldı Oslo'dan, küçük bir kürk,
Bu küçük kürk, belki beğenirler beni, dedi,
ta Norveç'ten, Oslo'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
varlıklı Hollanda'nın Rotterdam'ından?
Ordan bir şapka aldı o,
bir yaraştı şapka ona, bir yaraştı.
Bir şipşirin Hollandalı şapka
ta Rotterdam'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Belçika'nın Brüksel'inden?
Aldı Brüksel'den ince danteller.
Ne mutluluktu bu, ne mutluluktu,
ta Belçikalardan danteller geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ışıklar şehri canım Paris'ten?
Bütün şehirlerde dillere destan olan
ipekli bir elbise geldi Paris modası,
Işıklar şehrinden bir elbise geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Bükreş'ten, ta güneydeki?
Aldı o Bükreş'ten bir eteklik,
alacalı bulacalı Romanya etekliği.
Ta Bükreş'ten bir eteklik geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ta Rusya'dan, karlar ülkesinden?
bir dulluk örtüsü aldı Rusya'dan o.
Karalar içinde dindirmek için yasını
ta Rusya'dan bir dulluk örtüsü geldi ona.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir

17 Mart 2017 Cuma

Generalim Tankınız Ne Güçlü

Tankınız ne güçlü, generalim,
siler süpürür bir ormanı,
yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var:
İster bir sürücü.

Bombardıman uçağınız ne güçlü, generalim,
fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var:
Usta ister yapacak.

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
bilir uçmasını, öldürmesini insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var:
Bilir düşünmesini de.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir - A. Bezirci

Diyalektiğe Övgü

Yaşıyorsan eğer, "hiçbir zaman" deme.
Yıkılır, yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.
Kim "hiçbir zaman" demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
"Hiçbir zamandan" "bugün" doğar
Bugün yenilen, yarının yenenidir.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Öğrenmeye Övgü

Öğren en basiti. Zamanıdır.
Sakın geç deme.
Öğren abeceyi, çok bir şey değil gerçi
Öğren ama, başla.
Koru kendini yılgınlıktan.
Her şeyi öğrenmelisin
Çünkü sensin artık yönetecek olan.

Köprü altındaki, öğren!
Öğren, demir parmaklıklar ardındaki!
Ev kadını, öğren!
Öğren, altmış yaşındaki!
Kimsesiz çocuk, okul ara kendine
Bilim ara, soğuktan kıkırdayan.
Sarıl kitaba, aç insan. Silahtır o
Çünkü sensin artık yönetecek olan

Çekinme soru sormaktan arkadaş!
Enayi yerine koydurma kendini
Alın teri dökmeden bellediği şeyi
Biliyor sayılmaz insan.
Geçir gözden hesap pusulasını
Unutma, sana ödetilecek faturası
Parmak bas üstüne her rakamın
Nerden çıkmış, sor bakalım
Çünkü sensin artık yönetecek olan.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

16 Mart 2017 Perşembe

Huzur ve Düzen

Milyonlar çalışırsa yaşamadan,
analar bebelere yalnız süt suyu verirse -
bu düzendir
Emekçiler seslenirse: "Bırakın bizi aydınlığa!
Emeği çalan çıkar kadıya" -
bu düzensizliktir.

Veremliler koşarsa torna tezgahına,
on üç kişi pineklerse bir odada - 
bu düzendir.
Ama biri koparırsa haykırıp zincirini,
Yaşlılığını güvence altına almak istediğini
bu düzensizliktir.

Zengin mirasyediler İsviçre karlarında
eğlenirse -ve yazın Comer sularında -
o zaman huzur vardır.
Ama her şeyde değişme tehlikesi varsa,
arsa ticareti birden yasaklanmışsa -
o zaman huzursuzluk vardır.

Aslolan: Açlara kulak vermemek.
Aslolan: Caddelerin düzenini bozmamak.
Ses çıkmasın yeter.
Zamanla her şey olur.
Evrimle her şey size de ulaşır.
Milletvekilleriniz keşfetti işte bu gerçeği
Unutmayın o zamana dek hepiniz nalları dikmeyi.
Nasıl olsa mezar taşlarınıza yazılacaktır:
Onlar hep sessizlik ve düzen içinde yaşadılar.


Kurt Tucholsky
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Güneş

Her gün bir tepeden çıkıp gelir sarı güneş.
Güzeldir orman, koyu renkli hayvan,
İnsan; avcı veya çoban.

Kızıla çalarak yükselir yeşil gölcükte balık
Değirmi göğün altından
Geçer balıkçı mavi bir kayıkla yavaştan.

Ağır ağır olgunlaşır üzüm ve buğday.
Gün sessizce battığı vakit,
İyi de hazır kötü de.

Gece olmaya görsün,
Yolcu yavaşça kaldırır külçeleşmiş gözkapaklarının;
Karanlık bir uçurumdan çekip gider güneş.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Gölge

Bu sabah oturduğum vakit bahçede- 
Ağaçlar birden mavi çiçeğe durdu,
Ardıçkuşunun sesi ve tralallam'larla dolu- 
Gölgemi gördüm otların üzerinde,

İyice şekli bozuk garip bir hayvan
Kötü bir düş gibi önümde duran.

Ve gittim ve tir tir titriyordum, o an
Bir çeşme maviliğe türkü söyledi
Fırladı bir tomurcuk erguvan rengi
Ve gitti onun yanı başında hayvan.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

15 Mart 2017 Çarşamba

Mavi Zaman

Dalıyorum lacivert zamana
Sahanlık orda, zincir, başı sonu birleşen
odada şimdi konmuş bir kırmızı bir dudağa
ve güz gülü dolu bir vazo -sen!

İkimiz de biliyoruz, o sözleri,
hep başkalarına söylenip taşınan,
bizim aramızda yok hiç yeri:
Budur aslolan ve son aşanı.

Susan bir hayli ilerlemiş
doldurmuş boşluğu ve kendine çeken
zamanı-ummamış bir şey bir acı çekmemiş
güz gülü dolu bir vazo-sen.

Başın akmadan, beyaz ve korunmak ister,
oysa dudaklarında depreşmekte
bütün zevk, pembelik ve çiçekler
kaynaşan soy temelinden eşmekte.

Öyle beyazsın, sanılır, dağılacaksın
kar esintisiyle, dolu çiçeksizle,
ölü beyazı güller parça parça-mercanlar
salt dudaklarda, ağır ve yara büyüklüğünde

Öyle yumuşaksın, bir şeylerden haberci,
batıştan ve tehlikeli bir esenlikten
bir lacivert zamanda, bir mavi,
ve geçince, bilmez kimse, var mıydın yok muydun gerçekten.

Soruyorum sana ki, sende bir başkası büyür,
bana güz güllerini niçin sunarsın?
Dersin, düşler söner, saatler yürür,
nedir böyle bunlar: o ve ben ve sen?

Açan, solmak ister yine,
yaşayan-bunu salt kim bilir ki,
birleşir başla son, susulur bu duvarlar içinde
ve orda engin, ulu ve gökmavi.


Gottfried Benn
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Zenci Gelin

Beyaz bir kadının kumral ensesi
Bir yastıkta kara kandan.
Kavurur saçlarını güneş
Duru kalçalarını yalar boydan
Diz çöker esmerimsi memelerinde,
Kötülük ve doğumla daha biçimi bozulmamış.
Yanı başında bir zenci
At nalı vuruşundan
Paramparça gözler alın
Zencinin iki parmağı kirli sol ayağının
Kadının küçük beyaz kulağında
Ama yatar kadın, uyur bir gelin gibi
İlk sevgi mutluluğunun eşiğinde
Sanki önünde bir yığın cennet yolculuğu
Genç kaynayan kanın.
Bıçak beyaz boyna saplanıp
Ölü kandan erguvan bir örtü
Kalçalarına yayıncaya kadar.


Gottfried Benn
Çeviren: Kamuran Şipal